Aynı değil

1570 Kelimeler
Yüzüme bakmıyor, daha çok telefonla oynuyordu. Hiç konuşmuyordu. Gözüm yoldayken ara ara ona bakıyordum. Çok değişmiş, büyümüş ama bir yandan da büyümemişti. Çok değişik... Boyu bir yerlerde kalmış sanki. “İşe başlamama bir hafta var. O güne kadar ev işini hallederim. Birkaç yer buldum, yarın görüşeceğim. Bu birkaç gün için internetten bir pansiyon buldum. Konuma bakınca baya uzak görünüyor ama benim çalışacağım hastaneye çok yakın. Beni oraya bırakır mısın?” cümlesinin sonunda yüzüme bakmayı akıl etti. Kaşlarımı çatarak baktım ona. “Pansiyonda kalamazsın. Ev işi için ben de bakındım ama hastaneye yakın güvenli bir yer bulamadım. İki gün önce haberim oldu geleceğinden. Yakında bulurum.” “Nası yani pansiyonda kalamazsın? Neden?” dedi, çatık kaşlarıyla. “Neden olacak, geldiğin bölgenin farkında değilsin sanırım. Tehlikeli bir yer burası.” “Biliyorum herhalde, ama başka şansım yok.” “Benim evimde kalacaksın birkaç gün. İdare et yeni bir yer bulana kadar.” Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. “Hayatta olmaz! Benim ne işim var senin evinde!” “Ne bağırıyorsun kızım? Ev bulamadım, ne yapayım?” dedim sinirle birde bağırıyor. “Pansiyonda kalırım ben.” dedi. “Olmaz!” dedim. “Efsun, niye diretiyorsun?” “Durdur arabayı, ineceğim!” diye tutturdu bu defa. Çattık iyi mi? Ah ana ahh... “Nereye gideceksin, şu etrafına bak.” dedim. Etrafa bakıp in cin top oynadığını görünce önüne döndü, sonra konuştu: “Bak Ali, beni dediğim pansiyona bırak.” Elinden telefonunu alıp, gözümü yoldan bir an bile ayırmadan söylediği pansiyona baktım. Daha bir hafta önce oraya operasyon düzenlemiştik, üç terörist yakalamıştık. “Olmaz, tehlikeli. Bak ben evde kalmıyorum, lojmanda kalırım. İdare et.” Pek razı olmasa da pansiyona operasyon düzenlediğimizi duyunca susup kabul etti. “Selma teyze nasil” dedim. Konuyu değiştirerek. “İyi,” dedi ama derin bir iç çekti. Şerefsiz abisiyle tek bırakmak istemiyordu tabii ki. Yol boyu hiç konuşmadı, telefondan etrafa baktı, şehri tanımaya çalışıyordu. Eve gelince valizini aldım, yukarı çıktık. Zaten ev temizdi. Evi gösterdim. “Burası kışlaya yakın, güvenilir diye tutmuştum. Küçük, 2+1 bir daire. Kışlaya yarım saat uzaklıkta, senin hastanene ise 15 dakika falan yakın. Geçip otur.” dedim. Rahatsız bir şekilde geçip oturdu koltuğa, etrafı inceliyordu. Parmağımla yatak odasını işaret ettim. “O odada yatabilirsin.” dedim. Sonra mutfak tarafını gösterdim. “Orası mutfak. Dün birkaç bir şey alıp koydum, eksik bir şey olursa söylersin. En kısa zamanda bulmaya çalışacağım sana bir yer. Gardıropta boş yer var zaten, burada çok eşyam yok.” “Teşekkür ederim.” dedi mahcup bir şekilde. Cevap vermedim. Gerçekten konuşmayı sevmiyorum. “Benim çıkmam lazım,” dedim. “Açsan yemek alıp geleyim, buraya yemek getirmiyorlar.” Başını iki yana salladı. “Değilim” “İyi, bir şeye ihtiyacın olursa ara ama öyle önemli olmayınca zırt pırt beni arama.” Korkuyordum bir yandan… Hâlâ beni seviyorsa diye. Bu yaptıklarımı yanlış anlar, ümitlenirse diye korkuyordum. Ama söylediğim pek hoşuna gitmemiş olacak ki kaşlarını çatıp ayağa kalktı. “Ne diye seni zırt pırt arayayım be ben? İstemiyorsan yardım etmeseydin, ne diye getirdin evine!” “Ne kızıyorsun be kızım? Uyarayım dedim sana. Merakımdan değil, annemin ricasıyla yapıyorum.” “Ben Selvi teyzeye bana yardım ettiğini söylerim. Sen çok sıkıntıya girme, başımın çaresine bakarım.” dedi sert bir şekilde. Ne oluyordu buna, iyilik yaramıyormuş! İlerleyip valizini alınca gideceğini anladım. Hızla ilerleyip kolundan tutunca bir anda irkildi ve geri adım attı. Gözlerinde bir an korkuyu görebildim. Sonra çabuk toparlandı, hemen cırladı. “Ne yapıyorsun be!” “Bana bak, söz verdim anneme. Burada kal, sana ev ayarlayınca da mümkünse bir daha görüşmeyiz. Olur biter. Sadece acil bir şey olursa ararsın. Anlaştık mı?” “Off tamam! Hem göndermiyorsun hem söyleniyorsun, anlamadım ki bu işi!” deyip geri yerine oturdu. Ben de bir şey demeden çıktım. Manyak… Bir de bu yer elmasıyla uğraş dur şimdi. Efsun’un gelmesinin üzerinden iki gün geçti ve ben hâlâ ev bulamadım. Efsun’la hiç konuşmadım. Çok kısa mesaj attım, bazen o da kısa cevaplar verdi. İki gün boyunca komşularla ve yakındaki bakkalla falan tanışmış, şehre hiç inmedi. Sabah eğitimde sanırım hepsinin içinden geçtim. Bozkurt yanıma oturdu, diğerleri de çay alıp geldiler. “Ev bulamadın mı daha?” dedi Bozkurt. “Yok,” dedim. “Lan ev çok da sen beğenmiyorsun ki! Ev sahibini gözün tutmadı, karşıdaki adamı gözün tutmadı, bura hastaneye uzak, buranın komşuları berbat… Birini seç gitsin işte,” diyen Canbaz’dı. “Anam emanet etti oğlum, tırnağı kırılsa yakar beni. Siz anami tanımıyorsunuz,” dedim gülerek. Sertel “Komutanım o zaman sizin evde kalsın işte. Zaten çok gidip gelmiyorsunuz,” dedi. “Bence mantıklı,” dedi suskun. “O yer cücesi kabul etmez,” dedim netçe. Sırıttılar. “O zaman ikna edin,” dedi Canbaz. “Olmaz lan, inatçı keçi. Başımı belaya sokmazsa iyi. Eskiden böyle değildi, ne dersem yapardı.” “Çünkü çocuktu” dedi Bozkurt. “Artık büyüdü, değişmiş olması normal.” Başımı sallayıp onayladım. “Neyse bulurum yakında,” deyip telefonu elime aldım. Bir sorayım bakayım ne yapıyormuş yer elması. Ben: “Bir sorun, ihtiyaç var mı?” Yer elması: “Yok.” Yazdığı kısacık mesaja bakarken kaşlarım çatıldı. Beni izleyen Canbaz mesaja bakıp anıra anıra güldü. Ona ne oluyor diye bakarken, “Ali, bir de kız peşinde koşar diye korkuyordun. Kız sana yüz vermiyor, umurunda bile değil. Başkası olsa sırf git de ilgilen diye böcek görse çağırır. Sen yakışıklı adamsın sonuçta,” dedi. “Ne saçmalıyorsun sen!” dedim sinirle. “Efsun öyle bir kız değil. Hem ben de bunu istiyordum, ne güzel işte.” dedim Anırmaya devam eden Canbaz’a bakıp, “Asker, kalk!” diyince hiza aldı. Gözleriyle ‘yapma’ dese de yapacağımı biliyordu. “200 şınav, başla!” Diğerleri bu halimi bildiği için ses çıkarmadı. Akşam olup eve gidince yine kendimi kanepeme atacaktım ki kapı çaldı. Gidip açtığımda Salih kapıda duruyordu. Nam-ı diğer Hafız. “Gel kardeşim, hoş geldin,” dedim. Yaşça benden 5 yaş büyük olmasına rağmen abi demiyordum, çok yakın arkadaşımdı. Daha 6 ay önce binbaşı olmuştu. Birer kahve yapıp oturduk. “Ne yaptın, buldun mu evi?” dedi. “Yok, bakınıyorum,” dedim. Oturduğum apartman komple onundu. Zengin bir aileden geliyordu, buraya gelince direkt orayı ailesi almıştı. Ben de alabilecek güçteydim ama gerek görmemiştim. Hafız da mütevazı bir insandı. O da lojmanda kalıyordu; daha çok ihtiyacı olanlara uygun fiyattan veriyordu kiraya. Ama ben satın almıştım oturduğum daireyi. “Ben de aslında onun için geldim,” dedi. “Senin bitişik dairede oturanlar taşınıyorlar. Boşalacak daire bir iki haftaya… İstersen orayı tut Efsun’a.” Duyduğumla dudaklarımın kenarı hafif kıvrıldı. En azından ev meselesi bitecekti, kurtulacaktım. Benden bu kadar. Bu işi halledecektim ve bitecekti. “Çok iyi olur,” dedim. “Sonra seni Efsun’la tanıştırırım, kira işini falan konuşursunuz. Ben konuşsam şimdi carlayıp durur bana,” dedim, güldü. “Anlattığına göre yaşadıkları normal değil,” dedi. “Kendini korumak için böyle davranıyor olmalı.” normalde onun la ilgili bir şeyi başkasına anlatmak istemezdim ama boşluğuma geldi e hafız’da güzel konuşturdu beni. “Kimden koruyacak kendini, benden mi? Asıl ben korunmalıyım ondan. Evde sadece 5 dakika kalabildim, sen düşün,” dedim. “Neyse, benlik bir şey olursa ara. Efsun’u da al yarın bize yemeğe gel. Hem benim hanımla, çocuklarla tanışır. Timdekileri de çağıracağım, ne zamandır hep beraber olmadık. Hem ev meselesini konuşuruz,” dedi. Başımı sallayarak onayladım ve gitti. Tekrar elime telefonu aldım: Ben: “Efsun, ev işi halloldu. Benim dairenin bitişiğindeki çıkacakmış. 1-2 haftaya orayı tutarız sana.” Yer elması: “Tamam, sağ ol.” Bu kadarı mı yani? Bu kızda benden beter konuşma sıkıntısı var. Ben: “Senin ev sahibin benim yakın arkadaşım. Yarın bizi yemeğe çağırdı, hem ev işini konuşuruz. Tim de gelecek.” Yer elması: “Gerek yok Ali. Telefonda konuşuruz ya da başka bir yerde buluşuruz.” Bu kadar insanın içine çıkmaktan tedirgin mi oldu acaba? Arkadaşım tim falan dedim, hepsi erkek. Ben: “Arkadaşımın ailesiyle tanışırsın. İyi insanlardır. İki çocuğu var, karısı da avukat.” Yer elması: “Peki.” Ben: “Yarın seni akşam 6’da alırım.” Yer elması: “Tamam.” Ertesi gün saat 6’da evin oraya geldim. İnmesi için Efsun’u aradım. Telefonu açınca, “Aşağıdayım, gel,” dedim. “Geliyorum hemen,” Ama apartmandan çıkmasını beklediğim yer elması sitenin dışından içeriye girdi, elinde bir poşetle. Arabayı görünce bana doğru geldi, arka koltuğu açıp poşeti bıraktı, sonra ön koltuğa geçti. “Nereden geliyorsun?” dedim. “Arkadaki tatlıcıdan tatlı aldım. İlk kez evlerine gidiyorum, ayıp olmasın dedim,” dedi. “Ben alırdım,” dedim. Gözlerini devirdi. “Sen de istiyorsan al Ali,” dedi. Bu kıza bir şey olmuş. Bir insanın çocukken o kadar tatlı olup şimdi bu kadar mendebur olması imkânsız ya! “Ne oldu sana?” dedim. Bana baktı çatık kaşlarla. “Sana diyorum, ne oldu? Bir şey olmuş, cinler mi musallat oldu?” Kaşlarını daha da çatıp önce aynadan yüzüne baktı, inceledi. Sonra bana döndü: “Ne saçmalıyorsun sen” “Bir insanın bu kadar değişmesi normal değil.” “Ben değişmedim. Sen beni nereden tanıyorsun sanki? Çocuktuk o zamanlar.” “Evet çocuktuk. Peşimden koşar dururdun. Bir de çok yaramazdın. Sürekli bir yerlerini kanatır, sonra gelip bana üfletir, pansuman yaptırırdın. Hâlâ sakar mısın?” Başıyla onayladı. “Hı hı, biraz” “Eminim birazdır,” dedim. Bir şey söylemedi. “Annen nasıl Efsun? Abinle bir sıkıntı var mı, yani yardımcı olmamı istediğin bir şey?” Yüzü kızardı ama sinirden. Eskiden de sinirlenince yüzü kızarırdı. “Yok, iyiyiz biz,” dedi. Sesi sanki küfür ediyordu. Sıkıştırmak istemedim. Banane zaten, şu ev işini halledelim de ne hali varsa görsün.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE