söylenemeyenler

2396 Kelimeler
Yazarın anlatımı Ali evde duramadı; yüzünde sabırsız bir ifade, adımlarında sertlik vardı. Azad Ağa’nın yanına gitti. İçinde Efsun için derin bir endişe taşıyordu. Onun şiddetten ve bağırışlardan etkilendiğini biliyordu. Efsun karakter olarak gelişmiş, olgun bir kadın olmuştu. Bu konuda ona hayranlık duyuyordu. Ama bazı şeylerin onu tetiklediğini, karanlıkta kaldığında anlaşımıştı. Onun üzülmesini istemiyordu. Sonuçta annesi ona emanet etmişti; başına bir şey gelmesini istemezdi. Azad, alaycı bir gülümsemeyle, gözlerini kısarak, sesini hafifçe yükseltti: "Oo Ali Yüzbaşı, hayırdır? Beni görmek istemişşin." Ali’nin kaşları çatıldı, gözleri öfkeyle parladı. Bir anda öne atılıp Azad’ın yakasına yapıştı. Çenesini sıkıp dişlerinin arasından hırladı: "Bana bak lan, ne diye bastın doktorun evini?" Azad bir an şaşkınlıkla gözlerini açtı, dudakları aralandı. Kafasını yana eğip meraklı bir ses tonuyla sordu: "Ne diyorsun sen Yüzbaşı? Ne evi, ne basması, hangi doktor?" Ali, öfkesini kontrol edemeyerek yakasından sertçe itti. Gözleri kararlı, sesi keskin çıktı: "Efsun Eren!" Azad’ın gözlerinde kısa bir an parıltı belirdi. Doktoru hatırladı. İlk görüşte güzelliğinden etkilenmişti. Ama Ali ile ne ilgisi vardı, anlamaya çalışıyordu. Omuzlarını silkip, hafif bir alayla konuştu: "Ev basmadık Yüzbaşı. Birini arıyorduk, sadece sorduk. Zaten Binbaşı da yanlış anladı bizi." Sonra kırık parmağını gösterdi; alçıya alınmıştı. Kaşlarını kaldırıp acıyı hafif bir tebessümle gizlemeye çalıştı. Ali, parmağının kırıldığını biliyordu. Efsun’u tehdit ettiği için öfkeliydi. Parmağını kıramayınca, kafasını sertçe Azad’ın yüzüne gömdü. Azad’ın burnundan kan boşaldı. Ali, gözlerini daraltarak, nefesini ağır ağır verdi: "Bu ilk ve son uyarım. Sebebi ne olursa olsun, Azad… Eğer Efsun’a yaklaşırsan senin için iyi şeyler olmaz." Azad’ın korumaları çevredeydi. Silahlarını çektiler. Ali’nin bakışları buz gibiydi, umursamazdı. Onların yüreğinde bir askere sıkacak cesaret yoktu. Olsa bile umurunda olmazdı. Kafa atınca biraz rahatlamış gibi oldu. Ardından eve döndü. Görevdeyken Efsun’un yaninda bıraktığı askeri aradı. Telefonu açıldı, karşıdan saygılı bir ses geldi: "Efendim Komutanım." Ali, kısa ve keskin konuştu: "Erkan, koçum… Bu Dervanlı aşiretinden Azad hiç Efsun’a muayeneye geldi mi? Dikkatini bir şey çekti mi?" Erkan, hafif tereddütle ama net bir sesle cevapladı: "Evet Komutanım." Sonra olan biten her şeyi anlattı. Ali’nin kaşları çatıldı, gözleri öfkeyle parladı. Yumruklarını sıkarak sert bir sesle bağırdı: "Bunu şu saate kadar neden anlatmadınız lan bana?" Ali’nin sesindeki öfke odada yankılanırken Erkan mahcup bir şekilde devam etti: "Komutanım, doktor hanımın evini basana kadar müdahale etmedik. Size de ulaşamadık. O gece Salih Binbaşıya haber verdik ona anlattık. Tamam, gerisi bizde dedi." Ali şaşkınlıkla gözlerini büyüttü, sesi titrek ama sertti: "Salih’in haberi var mıydı?" Askerin sesi netti: "Evet Komutanım." Ali’nin yüzünde şaşkınlık ve öfke aynı anda belirdi. İçinden "Neden bana söylemedi?" diye düşündü. Çenesini sıktı. Yüz yüze konuşmaya karar verdi Salihle. Ali’nin gözleri dalgınlaştı. Dudaklarını büzüp başını salladı: "Anladım aslanım, tamam." Telefonu kapattı. Düşünceleri ağırdı.13 yaşlarında bir kız. Muhtemelen dövülmüştü. Efsun da kötü olmuştu. Akşam olunca Ali, korkut’un yapıp bıraktığı çorbayı içti, ilaçlarını aldı. Küçük bir yara onu etkilemezdi. Onu etkileyen kaybettiği kandı. Saate baktı, akşam sekiz olmuştu. Efsun gelmiş olmalıydı. Evden çıkıp Efsun’un kapısını çaldı. Kapı açıldığında Efsun şaşkınlıkla gözlerini büyüttü. Ali, gözlerini dikerek, sert ama sakin bir sesle konuştu: "Beni içeriye almayacak mısın?" Efsun gerildi. Kapıyı açarken Berfin’i yatak odasına saklamıştı. Karşısındaki bir bordo bereliydi. Yalanı kolayca yakalayabilirdi. En kötüsü ise Ali’yi tam tanımıyordu. Eski Ali olmadığını biliyordu. Görürse ne tepki vereceğini kestiremiyordu. Hafif kenara çekildi, dudaklarını ısırarak konuştu: "Buyur, geç." Ali etrafı dikkatle inceleyerek içeri girdi. Koltuğa oturdu, omuzlarını geriye yasladı. Efsun karşısına oturdu, gözlerinde endişe vardı: "Bir şey mi oldu Yüzbaşı?" Ali, gözlerini kısarak, dudaklarının kenarında sert bir çizgiyle cevapladı: "Hayır olmadı. Pansuman yaparsın diye düşündüm." Efsun şaşırdı ama bir şey demedi. İlk yardım çantasını alıp geldi. Bu defa şükür ki Ali tişörtünü tamamen çıkarmamıştı. Sessizce, dikkatle, hafif tişörtünü sıyırarak pansumanını yaptı. Evet Ali bu soğukta bile tişört giyiyordu. Ali’nin gözleri Efsun’un ellerine takıldı; sessizlik içinde nefesler ağırlaştı. Pansumandan sonra Ali gitmeyince Efsun ne yapacağını şaşırdı. Bir an duraksadı, sonra dudaklarını ısırarak hafif gergin bir sesle sordu: "Çay demlemiştim, içer misin?" Ali başını ağır ağır salladı. Efsun mutfaktan çay almaya gitti. Çay doldururken telefonu üst üste çaldı. Deniz arıyordu. Çünkü ona verdiği yarım saatlik süre dolmuştu, Efsun mesaj atmayı unutmuştu. Deniz arkadaşlarına çok düşkün biriydi. Efsun’u, Gül’ü, Tuğba’yı çok seviyordu ve onlara karşı fazlaca korumacıydı. Üçüncü kez telefon çalınca Ali dayanamadı. Kaşlarını çattı, içinden "Ne bu ısrar?" diye düşündü. Telefonu alıp açtı. Daha Ali bir şey demeden Deniz merakla, hızlı hızlı konuştu: "Alo Efsun, ne oldu? Neden mesaj atmadın? Bir şey mi oldu? Geliyorum hemen." Bir yandan da kendine küçük bir çanta hazırlıyordu, hemen çıkmayı düşünüyordu. Ama o sırada telefonun öbür ucundaki Ali’nin tek kaşı havalandı. İçinden "Kim bu lavuk?" diye düşündü. Deniz’in kız olduğunu sanmıştı. Kimdi ve niye böyle konuşuyordu? Ali, boriton gibi sert sesiyle sordu: "Kimsiniz?" Deniz’in tek kaşı havalandı, sesi sertleşti: "Asıl sen kimsin be adam? Ne işi var Efsun’un telefonunun sende? Bana bak, sen Azad mıdır nedir, o musun? Geliyorum hemen oraya." Ali, Azad’ı Efsun’un kendisine değil de ona anlatmasına sinirlenmişti. Çünkü o buradaydı ve yardım edebilirdi. Tam bir şey diyecekti ki Efsun elinde çayla geldi. Telefonu Ali’nin kulağında görünce ters bir bakış attı. Ardından Deniz’in aradığını anladı, mesaj atmadığını hatırladı. Kaşlarını çatarak sordu: "Ne yapıyorsunuz Yüzbaşı?" Telefonunu aldı. Ali kendini korumaya çalışarak konuştu: "Ben ısrarla çalınca acil sandım." Efsun telefonu kulağına aldı. Ali onu dinliyordu. Efsun karşı tarafı dinleyip tekrar konuşuyordu, Ali ise dikkatle bakıyordu. "Hayır Deniz… İyiyim… Unutmuşum, kusura bakma… Deniz vallahi iyiyim… Hayır gelme… Ben arayacağım seni." Deyip kapattı. Ali meraklı bir ses tonuyla sordu: "Ne oluyor Efsun? Azad’ın seninle ne alıp veremediği var? Ve bu herif Azad’ı biliyor, bir de buraya gelmek istiyor." Ona anlatmasını istiyordu. Efsun onun sorgulayıcı tavrına kaşlarını çattı. Sitem eder bir ses tonuyla konuştu: "Öğrenmişsindir zaten. Askerlerden öğreneceğini şimdi niye bana soruyordun?" Ali sakin kalmaya çalışarak cevap verdi: "Evet, öğrendim. Ama başka bir şey daha var Efsun. Anlat bana hadi." Efsun mesafeli bir sesle karşılık verdi: "Yüzbaşı, bir problem yok. Siz zaten benimle ilgilenmek istemiyordunuz. Evi bulacaktınız, hayatınıza geri dönecektiniz. Şimdi lütfen bunu yapın." Ali onun bu haline gıcık oluyordu. İçinden "Eskiden peşimden ayrılmayan kıza da bak, şimdi…" diyordu. Ali sesini sertleştirdi: "İstesem de istemesem de her gün anamla konuşuyorum. Bak, başına bela almış olabilirsin. Bu şakaya gelmez Efsun, anlat." Efsun derince yutkundu. "Anlatacak bir şey yok Yüzbaşı. Çayınızı için." Efsun içinden bir şey saklayamayacak diye korkuyordu. Zaten dün Ali hastaneden geldiğinde yatağın üzerinde Berfin’in tokasını bulmuştu. Ali’ye belli etmeden alıp çıkacağım diye kırk takla atmış, rezil olmuştu. Ali üstüne gitmek istemiyordu ama anlamıştı zaten. Olanı kendisinden saklayamazdı. Ali’nin gözleri kapalı olan yatak odası kapısına takıldı. Uzun uzun bakınca Efsun panikle sordu: "Ne oldu Yüzbaşı, bir sorun mu var?" Ali onun bu paniklemiş haline gülmemek için kendini zor tuttu. Kesinlikle yalan söyleyemiyordu Efsun. Çocukken de böyleydi. Sadece sevdiği, değer verdiği insanlara söyleyemezdi. Ama buradan kendisine değer verdiğini de anlamıştı. Ali başını salladı: "Yok, bir sorun yok Efsun." Sonra aklındaki soruyu tekrar yöneltti: "Deniz kim Efsun?" Efsun bir anda sorunca şaşırdı ama hemen toparlandı: "Dedim ya, arkadaşım." Ali gözlerini daralttı: "Nasıl bir arkadaş?" Efsun Ali’nin saçma sorularıyla donup kalıyordu. Sesini mümkün olduğu kadar sert tutarak konuştu: "Size ne Yüzbaşı, ne oluyor?" Ali omuzlarını silkti: "Merak ettim sadece, konuşuyoruz." Tam o sırada Deniz’in görüntülü aramasıyla sohbetleri tekrar bölündü. Ekrana baktı. Efsun, gruptan aradığını gördü. İyi olduğuna emin olmak istiyorlardı. Kızlar da merak ederdi. Açmasa olmazdı ama açarsa pot kırarlardı diye korkuyordu. Ama el mecbur açacaktı. Efsun, Ali’ye dönerek hafif gergin bir sesle konuştu: "Kusura bakma Yüzbaşı, benim bunu açmam lazım. Biraz evhamlıdır arkadaşlarım." Telefonu açtı. Deniz’in sesi sevecen ama meraklıydı: "Efsun kuzum, nasılsın? Görmeden rahat etmeyecektim, iyi misin?" Efsun cevap vermeden gülümsedi. Tuğba araya girip şakalaştı: "Ne oldu ki, niye iyi olmayacakmış? Ne kaçırdım lan ben?" Gül de ekledi: "Kız baksana, kesin Deniz’in mesajına cevap vermedi Efsun. Denizde panikledi." Sonra heyecanla devam etti: "Kız baksana şuna, hazırlanmış ufacık şeyde gidecek." Ali duyduklarıyla nedenini bilmediği bir şekilde gerildi. Efsun ise ağızlarından bir şey kaçıracaklar diye geriliyordu. Kendisi Ali’ye döndü, özçekim yapar gibi telefonu tutup onların Ali’yi görmesini sağladı. Yüzbaşı Ali burada oturuyoruz dedi Efsun gülümseyerek el salladı: "Bakın, iyiyim." Gül gülümseyerek el salladı: "Merhaba Ali Yüzbaşı." Tuğba da aynı şekilde el salladı: "Merhaba." Ali başıyla selam verdi sadece. Konuşsa ölürdü sanki dedi içinden Efsun. Deniz de başıyla selam verdi. Ardından telefonu sadece kendime çevirdim. Deniz’e kesin bir tonla söyledi: "Oldu mu Denizcim, tamamı? “Tamam. Gelmiyorum ama bir şey olursa arıyorsun, hemen. Mesaj atarsam da cevap veriyorsun." Ali karşıdan sesli bir şekilde konuştu, sesi sertti: "Ben buradayım, sıkıntı yok. Zırt pırt kimseyi aramasına." Gül eliyle ağzını kapatıp kahkahasını bastırırken Tuğba tebessüm ediyordu. Deniz şaşkın bir şekilde Efsun’a bakarken, Efsun ekrana değil Ali’ye bakıyordu. Başından atmaya çalışıyordu. "Zırt pırt arama diyordu, şimdi ben varım diyor…" Ali’nin değişen ruh hali Efsun’un sinirini bozuyordu. Deniz yüksek sesle söyledi: "Eyvallah Ali Yüzbaşı." Ardından ekledi: "Hadi ben kapatıyorum, sonra konuşuruz." Efsun o arada Gül’e döndü: "Dur Efsun, kızları da gruba ekle. Numaralarını almadık, onlar da iyi mi, bir sorun var mı?" Ali’nin yine tek kaşı havalanırken Efsun konuştu: "Onlar da iyi, eklerim merak etmeyin." Deniz lafa girdi, sesi hafif alaycıydı: "Selin de o dil varken fazla uzun sürmez, yani alır başına belayı." Efsun gülümsedi: "Ne o, ona da mı koruma olacaksın?" Deniz bir an sinirlendi: "Yok be, ne koruması bana ne. Elin şımarık, siniri bozucu kızından… Ben sormadım zaten, Gül sordu. O koruma olur belki." Tuğba kahkahasını bastıramadı, ekrandan sesi yayıldı. Efsun kendini zor tutuyordu. Deniz ekledi: "Neyse, hadi görüşürüz." Deyip kapattı. Telefonu indirdiğinde Efsun’un yüzündeki gülümseme hâlâ duruyordu. Ama Ali’nin çatık kaşlarıyla karşılaşınca anında soldu. Dudaklarını ısırarak konuştu: "Şey… Kusura bak, açmazsam merak ederlerdi. Mecbur kaldım. Çayın bitmiş, ben tazeleyeceğim." Tam bardağı alacaktı ki Ali sert bir sesle konuştu: "Yok, içmeyeceğim. Teşekkür ederim. Efsun, otur." Efsun yavaşça yerine oturdu. Ali gözlerini daraltarak sordu: "Şu Deniz normal arkadaşın olduğuna emin misin?" İçindeki merakın sebebini bilmiyor ama sorguluyordu. Efsun kaşlarını çatarak cevap verdi: "Yüzbaşı, arkadaşım dedim ya. Neyin merakı bu?" Ali kısa süre yüzünü inceledi, sonra başını salladı: "Tamam, anladım. Öyle olsun." O arada kapı alacaklı gibi çalınınca Efsun anlık bir irkildi, hemen toparlanıp ayağa kalktı. O ara Ali de ayaklanmıştı. Sert bir sesle söyledi: "Dur sen, ben bakarım." Kapıya yöneldi. Efsun da arkasından ilerledi. Kapıyı açtıklarında ellerinde poşetlerle tim ekibini görmeyi hiç beklemiyordu Efsun. Şaşkınca bakarken Ali öfkeyle bakıyordu. İçinden "Akşam akşam ne diye gelmişlerdi bunlar?" diye geçirdi. Efsun gülümseyerek konuştu: "Hoş geldiniz." Toplu bir şekilde ellerini kaldırıp içeri buyur etti. Hepsi aynı anda cevap verdi: "Hoş bulduk." İçeri geçtiler. Poşetleri Efsun’un eline bıraktılar. İçinde birkaç çeşit tatlı vardı. Efsun mutfağa geçti, tatlıları koydu. Ardından herkese çay koyup içeri geçti. Çayları dağıtırken Aras kalkıp mutfağa gitti, kalan tatlıları getirdi. Hep beraber oturduklarında ilk Aras konuştu: "Efsun, merak ettik seni. İyi misin diye geldik." Efsun onların kendisini merak etmesine sevinmişti, gözleri dolmak üzereydi ama kendini tuttu. Bu güne kadar sadece Gül, Tuğba ve Deniz’den görmüştü bu sevgiyi, bir de annesinden tabii ki. Ama abisiyle aynı evde yaşadığından akşam olunca o sevginin yerini bir karanlık dolduruyordu. Şimdi ise içindeki ışık sanki hiç solmuyordu. Timdekiler korkutucu olsa da ona sevildiğini hissettiriyorlardı. Efsun hafif bir tebessümle konuştu: "İyiyim Aras, merak etmeyin. Bir sorun yok, yanlış anlaşılma olmuş." Yalan söylemekten hoşlanmıyordu ama kendince onları koruyordu. Bozkurt lafa girdi, sesi ciddi ama yumuşaktı: "Efsun, bir sıkıntın olursa bizi ara demiştik. Sen neden aramadın?" Efsun hafifçe başını eğdi, mahcup bir sesle cevap verdi: "Kemal, gerçekten bir sıkıntı yoktu. Beni düşündüğünüz için teşekkür ederim." Rüzgar çayından bir yudum aldı, ardından meraklı bir sesle konuştu: "Komutanım, bugün Azad’ı dövmüşsünüz. Niye bize haber vermediniz? Biz de gelir, bir stres atardık." Ali, Efsun’un öğrenmesini istemiyordu. Ona değer verdiğini sanar diye korkuyordu, yanlış anlaşılmasını istemiyordu. Efsun şaşkın bir şekilde Ali’ye baktı. Ali sert bir sesle cevap verdi: "Ne dövmesi? Dövmedim, uyardım sadece. Hem sen nereden biliyorsun lan?" Konuyu değiştirmeye çalıştı. Rüzgar cevap vermeyince Ali sinirle konuştu: "Ulan Sertel, yine mi telefonuma girdin lan?" Aras gülerek lafa girdi: "Kendini ele veriyorsun. Rüzgar nereden bilecekti telefonuna girdiğini?" Suskun lafa girdi "Şimdi yine Ali telefonunu kurtarmaya çalışacak, sonra sen tekrar gireceksin. Bıkmadınız mı, bir kısır döngüye girdiniz." Rüzgar kendini savundu: "Sen bize bir şey söylemiyorsun Ali. Ne yapalım? Bizsiz kavga gitmek yok bir daha." Efsun onların bu hallerini şaşkınlıkla izliyordu. O ara yine kapı çalınca Efsun bu defa hiç gerilmedi. Kendini hiç hissetmediği kadar güvende hissediyordu. Ali’nin kulağı kapıdaydı. Efsun kapıyı açınca Korkut’u gördü. Yüzünde bir tebessüm oluştu. "Gel, hoş geldin Korkut." Korkut gülümseyerek konuştu: "Yenge müsait misin?" Efsun onun "yenge" demesine alışmıştı, artık takılmıyordu. "Gel, müsaitim." Korkut içeri geçince timi görmeyi beklemiyordu. Demek onlar da Efsun’u merak edip gelmişlerdi. Ali’ye bakarak sordu: "Komutanım, siz mi buradaydınız?" Ali sert bir sesle cevap verdi: "Evet Korkut, biz de buradaydık." Sonuçta ne işleri vardı Efsun’un evinde? Şimdi Korkut’a da çay getirecekti. "Niye bu kadar adama hizmet ediyordu bu kız?" diye içinden sinirlendi Ali. Efsun gülümseyerek konuştu: "Sana çay getireyim." Gidip ona da çay ve tatlı koyup getirdi. Korkut teşekkür etti: "Eline sağlık yenge, sağ ol." Aras aşırı eğleniyordu onun bu halinde. O da yenge şakası yapmak istedi ama Ali’den korkup vazgeçti. "Şu an hiç de normal bakmıyor," diye düşündü. Sohbet güzel ilerlerken Ali ile Efsun’un bakışları arada kesişiyordu. Hemen kendilerini toparlıyorlardı. O sırada Efsun’un abisi görüntülü aradı. Efsun abisinin adını ekranda görünce gözle görülür bir şekilde tedirgin oldu. Çünkü abisi arada arıyor, evi de gezdirtiyordu, biri var mı diye. Efsun tabii ki isterse abisini hayatından çıkarabilirdi ama annesi oradaydı. Kendisine kızarsa acısını ondan çıkarır diye korkuyordu. Ayrıca çocuklukta ondan korkmaya alışmıştı. Ne yaparsa yapsın, ne kadar güvende olursa olsun yine de korkuyordu ondan. Buna engel olamıyordu. Ali ve tim onun gerildiğini anladı. Orta sehpanın üzerindeki telefondan "Abim" yazısını gördüler. Ali dışında kimse neden gerildiğini anlamadı. Aras gülümseyerek konuştu: "Açsana, senin abin mi vardı? Biz de tanışırız." Efsun bundan korkuyordu. İşte abisi bu kadar erkeği evde görürse çok sinirlenirdi. Dudaklarını ısırarak konuştu: "Şey… Ben onu sonra ararım." Ama açmazsa da sinirleneceğini biliyordu. Telefon kapandı. O arada Ali, Efsun’un bembeyaz olmuş yüzünü görünce yumruklarını sıktığını fark etmemişti bile. Timdekiler de Efsun’un korktuğunu anladılar. Tabii ki ama tam sebebi anlayamadılar. "Belki de fazla korumacı olabilir," diye iyi düşünmeye çalıştılar. Korkut meraklı bir sesle sordu: "Yenge, sen iyi misin?" İşte bir de bu vardı. Korkut’un "yenge" dediğini duyduğunu düşündü. Bir an Efsun’un kalbi iyice hızla atmaya başladı. Elleri titredi. "Be… ben iyiyim." Dedi zorla. Aras hemen mutfaktan su getirdi. "Efsun al iç, yüzün bembeyaz oldu. Bir şey olmadığına emin misin?" Efsun dudaklarını ısırarak cevap verdi: "Evet, iyiyim." Suyu içerken ellerinin titrediğini hepsi gördü. Bunun normal bir korumacı tavır olmadığını anladılar ama sormaya çekindiler. Onu kırmak istemiyorlardı. Telefon ikinci defa çalınca Efsun uzanıp telefonu aldı. Ne onları gönderebildi, ne de telefonu açabildi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE