Efsun’un gözleriyle “gelme” diyince bir şey yapmadım, yerime çakıldım. Toprak, ağır adımlarla öne doğru yürüdü. O şerefsizin yüz ifadesi zaten sinirden gerilmişti; kaşları çatık, dudakları sıkılıydı. Neye kızmıştı yine, kim bilir. Efsun Toprağın tam önünde durdu. Biz hepimiz sadece bakıyorduk.
“Abi hoş geldin, geleceğini bilmiyordum.” dedi Efsun, sesi titrek, gözleri kaçamak.
Toprak elini uzattı, öpsün diye. Dingil bir adamdı; aralarında üç dört yaş vardı. Efsun, başını eğerek elini öpüp alnına koydu.
Toprak, masayı sert bir bakışla işaret etti. Sinirli adımlarla yanımıza geldi. Efsun peşinden yürüdü ama benim yanıma geçmedi, Ece’nin yanına oturdu. Abisini ise onun yerine oturttu. Herkesle selamlaştı ama yüzündeki sertlikten insan olmadığı anlaşılıyordu; herkes onun halinden sevmediğini belli ediyordu.
Dikkatliydi. Önce Efsun’un önüne baktı, servis açılmamıştı. Sonra kendi önüne baktı, tabak kenardaydı. Kaşları daha da çatıldı, ardından tekrar Efsun’a döndü. İki erkeğin yanında oturması bile onun için sorundu. Burada bulunması bile öyleydi. İyi ki kızlar buradaydı.
Efsun’a tabağını uzattım. “Kusura bakma, sen yemeyeceğini söyleyince biraz aldım.” dedim. Efsun elleri titreyerek aldı tabağı.
Şu an Toprak’ı öldürme hissiyle dolup taşıyordum. Timde öyleydi; hepimiz Efsun’un ağzından çıkacak bir lafa bakıyorduk ama o istemiyordu, biliyorduk.
“Ee sürpriz mi yaptınız? Efsun’a haberimiz yoktu geleceğinizden.” dedi Selin, sert ses tonuyla.
“Evet, sürpriz yapacaktım ama bana sürpriz oldu. Hastaneye gitmiştim. Aslında nöbetçi hemşireler sizin hep birlikte burada olacağınızı söylediler. Hatta gelmek istemişler ama nöbetten dolayı gelememişler.” dedi Toprak, dudaklarını büzerek.
“Doğrudur.” dedi Selin, büyük bir mesafeyle. “Bir şeyler söyleyelim size de.”
“Gerek yok, tokum ben.” dedi Toprak, kendini sert göstermeye çalışarak. Yumruğunu masaya vuracak gibiydi; Bir tane vursam yarısı boşa gidecek, it herif.
“Efsun, yediysen kalk gidelim.” dedi sert sesiyle.
Efsun başıyla onayladı. Yanakları kızarmıştı, korkmuştu. Ayağa kalktı ama anında dengesini kaybetti. Bir eliyle masaya tutunurken Ece ve Selin anında koluna sarıldı. Herkes ayağa kalkmıştı. Ben yanına gidecektim, Salih tuttu.
“İyi misin?” dedi Selin, gözleri endişeyle büyümüş.
“İyiyim… biraz yorucu bir gündü.” dedi Efsun, nefesi kesik kesik.
Korkak adımlarla abisinin yanına geldi. Baş eğip hepimize selam verip “İyi akşamlar.” dedi ama kimsenin yüzüne bakmadı.
Korkut “yen..” diyordu ki kolundan tutup çektim bi pot kırsa kızın başı ağrıyacaktı.
“Efsun, sizi bırakalım mı?” diye düzeltti Korkut.
Toprak’a baktı. “Uzak mı evin?” dedi sert sesiyle.
“Yok.” dedi Efsun, gözlerini kaçırarak. “Yakın” “iyi… yürüyerek gideriz.” dedi it herif.
Onlar beraber restorandan çıktılar. Şu an çok öfkeliydim ama sanki Toprak’tan çok Efsun’a kızgındım. Kendine bunu yaptığı için. İçten içe biliyordu; onu burada ezerdik biliyordu. Alışılmış bir korkuydu bu. Bilse de korkuyordu. Psikolojisini anlıyor olsam da ona kızgındım. Timdeki herkes artık Efsun’un abisinden dolayı böyle olduğunu, yani şiddeti abisinden gördüğünü anlamıştı.
Aras masaya yumruk attı birden. “Ulan kızı bir bakışıyla ne hale getirdi! Nasıl yollarız onunla?”
Korkut devam ettirdi. “Gidip gebertelim şunu! Yengemin hali neydi?”
Rüzgar, bana döndü. “Sen nasıl bıraktın lan?” diye üstüme geldi.
Efe montunu giyiyordu bile.
Kemal ağzının içinden küfürler ediyordu.
“Efsun istemediği müddetçe kimse bir şey yapmayacak. Bu aile işi, karışmayacaksınız.” dedi Salih, kesin bir tonla.
Ben bu cümleye daha da kızdım. İçim içimi yiyordu, asla duramıyordum. Ama Salih de haklıydı; onun aile işine karışacak kadar yakında değildik.
---
Efsun Eren
Kalbim kaburgalarımı yumruklarken çıktım restorandan. Annem bilmiyor muydu geleceğini? Demedi bana, söylememiştir kesin. Şimdi ne olacak?
Adım dahi atacak halim yoktu. Kafamı bile kaldıramıyordum. Alışmıştım onsuz olmaya. Tüm anılar beynime hücum ederken bedenim bana ihanet edip tir tir titriyordu. Bu halim ise ona zevk veriyordu. Kendini güçlü, kudretli hissediyordu. Oysa ne kadar güçsüz… Erkek bile denilemeyecek biriydi. Erkekliği gücünü kadını dövmek, korkutmak sanan bir zavallıydı.
Ama işte ben o zavallıdan korkuyordum. Eve doğru yürürken hiçbir şey söylemedi. Bu sessizliği beni daha çok korkuturken ben de hiçbir şey diyemedim.
Eve gelince içeri girdik. Girer girmez başladı.
“Ulan senin ne işin var o kadar erkeğin içinde? Biz seni çalış diye yolladık! Gecenin bir vakti ne boklar dönüyordu lan!”
“Bir şey yok… hep beraberdik. Hastane ekibinden de bir sürü kişi vardı. Ayıp olmasın diye…”
“Kes lan!! Öldürürüm kızım seni, gebertirim! Duydun mu beni? Söyle bana, niye böyle beni döverek gibi bakıyordu hepsi? Ne anlattın lan!!” diye bağırdı, yüzü kıpkırmızı, gözleri öfkeyle parlıyordu.
“Bir şey demedim.” dedim. Sesim ağlamaklı çıkıyordu. Onun karşısında bu kadar güçsüz olmaktan nefret ediyordum.
Bir anda saçlarımı tuttu, sertçe çekip yüzünü bana yaklaştırdı. “Senin ipini biraz gevşek bıraktım ben ha, ne dersin?” dedi.
Gözlerimden anında yaşlar inerken içimden anneme öfkemi kustum. Buydu işte; kıyamadığı oğlu hem kendine hem bana acı çektiriyordu.
Elini kaldırdı. Gözlerimi kapatıp başıma geleceklere hazırlanırken kapı alacaklı gibi çalmaya başladı. Bir anda durdu, elini çekti. “Birini mi bekliyordun, kim bu bu saatte?” dedi şüpheyle.
“Bilmiyorum.” dedim, titreyerek.
“Ağlama lan!!” diye bağırdı.
Gözyaşlarımı titreyen ellerimle silip kapıya yöneldim. Oda arkamdaydı. Kapıyı açınca gelenlere şaşkınlıkla baktım: Selin, Ece, Alya, Ali, Salih abi. Tepki veremedim.
“Efsuncum, abine hoş geldin diyemedik, bir gelelim dedik.” dediler.
“Hoş geldiniz.” dedim, sesimi zor çıkararak. İçeri geçip koltuğa kuruldular.
“Alya, Yaren hastaydı, onlar nerede?” dedim.
“Tanıdığım birindeler, merak etme.” dedi Alya.
“Bir şey içer misiniz?” dedim.
“Çay alırız.” dediler.
Mutfakta yönelirken abime baktım. Öldürecek gibi bakıyordu bana. Ama asla başkasının yanında kolay kolay vurmazdı; alacağı tepkiden korkardı. Yine de kendini gizleyemiyordu. Mutfakta çay demledim, bardakları hazırladım. Arkama döndüğümde Salih abi duruyordu. Panikledim; abim görse “Ne yapıyordunuz?” der biliyordum.
“Abi, bir şey mi isteyecektin?” dedim.
“Efsun.” dedi en güven veren sesiyle. “Sen iyi misin? Bak, bir sorun varsa anında çözeceğimizi biliyorsun.”
Anında gözlerim dolarken anneme düşman olmamaya çalışıyordum. Başımı iki yana salladım. “Yok, iyiyim abi, sağ ol. Ama içeri geçelim mi?”
“Emin misin?” dedi.
Başımı salladım.
“Peki.” dedi.
Titreyen ellerimle çay tepsisini aldım. İçeri geçtik. Herkese tek tek çay uzatırken ortam çok gergindi. Abim bana öldürecek gibi bakarken diğerleri aynı bakışı ona yöneltiyordu. En çok Ali… Ali patlamaya hazır bomba gibiydi. Diğerleri bilmiyordu; sonuçta bence sevmemişlerdi abimi, ondan öylelerdi. Ama Ali her şeyi biliyordu.
Gergin bir şekilde bir süre oturuldu. Ardından kapı tekrar alacaklı gibi çalındı. Abim yine bana ölümcül bakışlar yollarken omuz silktim. “Ben bir bakayım.” dedim. Arkamdan Ali ve abim de geldi.
Kapıyı açtığımda gördüğüm manzara karşısında küçük bir şok yaşadım. Şu an bir film setinde olmalıydım. Bu kadar üst üste gelmiş olamazdı. Deniz gelmişti. Bittim ben işte, şimdi bittim. Ya abim beni öldürecekti bugün ya da Deniz abimi.
Abimin bakışları Deniz’deydi. Deniz ise bana sarılmak için bir hamle yaptı. “Hoş geldin.” bile diyemedim, şaşkınca duruyordum. Kalbim artık maratona koşarken Ali önüme atladı.
“Vay Deniz kardeşim, hoş geldin ya! Sen de bana mı gelmiştin? Evde olmayınca yan daireyi mi sorayım dedin?” dedi Ali, gülümsemeye çalışarak.
Ali olayı anlamış, el atmıştı. Deniz şaşkınlıkla bir Ali’ye bir bana baktı. Kaşları anında çatılırken tam bir şey diyecekti ki, “Hoş geldiniz.” dedim. Onunla böyle konuşunca ne olduğuna anlam veremedi.
“Senin de misafirin gelmiş Ali, sen git istersen ayıp olmaz.” dedi abim, dudaklarını büzerek. Deniz’in anında kaşları dahada çatıldı. Deniz bana doğru yürüyordu ki Ali ensesinden tutup çekti.
“Doğru, biz bize geçelim bi.” dedi.
Deniz’e yalvaran bakışlar attım. Salih abi abimin arkasında duruyordu, ne ara gelmişti anlamadım. Ali, Salih abiye doğru yeltenip tokalaşacakken bir anda abime sağlam bir yumrukla tokat arasında bir şey geçirdi. O kadar hızlıydı ki göremedim. Abim sendeledi, eliyle çenesini tutarken Ali’ye öfkeyle baktı.
“Pardon kardeş, seni görmedim.” dedi Ali.
Salih abiyle vedalaşıp Deniz’i çekiştirerek çıktı evden. Biz içeri geçtik. Çaylar içildikten sonra saat geç olunca kalktılar.
“Ben yolcu edeyim.” dedim.
Abim odada vedalaşıp lavaboya gitti. Salih abi beni köşeye çekip “İstersen kalabilirim.” dedi. Anlamışlar mıydı? Anlaşılmayacak gibi değildi ki. Kalsa her şey daha kötü olurdu. Kızlar da “Kalalım mı?” dediler ama korkunun ecele faydası yoktu. Beni daha fazla böyle acınası bir halde görmelerini istemedim.
Herkes gittikten sonra abim duşa girdi. Ben de ortalığı toparladım, ona diğer odada yatak yaptım. O ara annem aradı. Görüntülü açtım. Kıgınlığım geçmiyordu.
“Efsun kızım, nasılsın?” dedi annem.
“İyi anne, sen nasılsın?” derken anında kaşlarım çatıldı. Gözünün altındaki hafif morluğu fark ettim. Bu kadın kendine de bana da ne yapıyordu böyle?
“Anne, ne kadar susmayı planlıyorsun? Yine o yaptı değil mi? Şimdi de buraya geldi.” dedim.
Gözleri açıldı. “Toprak orada mı? Bana söylemedi.” dedi.
“Söylese ne olacak anne, ne yapacaktın sanki? Bak gel, polise gidelim. Ben de yokum yanında. Tüm hıncını senden çıkartıyor. Anne, bu kadar at gözlüğüyle bakma etrafına. Artık düzelmeyecek. Vicdanı yok bunun. Kendini düşünmüyorsun, beni düşün.”
“Efsun, ne olur başlama gene kızım. Biliyorsun babasından çok çekti abin, amcalarından… Hayatı kolay olmadı. Geçecek kızım.” dedi annem, sesi titreyerek.
Sinirle soludum. “Anne, sen ya da ben ölünce mi geçecek?”
“Deme öyle kızım.” dedi, sesi ağlamaklıydı. “Arkadaşın falan yok mu? Yalnız kalmayın. Bir yolunu bul, gelene kadar yanında kalsın arkadaşların.”
“Yeter anne! Bir de başkalarına daha fazla rezil olamam senin bakış açın yüzünden. Kapatıyorum, yoksa kalbini kıracağım.” dedim ve kapattım telefonu.
Ben evlat değil miydim? Beni seviyordu, biliyorum. Öl desem ölürdü. Ama oğlunu hastalıklı derecede seviyordu. Belki de babamdan koruyamadığı için kendini suçluyordu.
Kendi kendime konuşurken abim duştan çıktı. “Nerede yatağım?” dedi sert sesiyle. Odaya girdim, arkamdan girdi.
“Burada. Çarşaflar temiz.” dedim.
İçimde korku kol gezerken bu defa başka bir şey daha vardı: en az onun kadar güçlü bir şey, öfke. O da bunu fark etmiş olacak ki, “Bana öyle bakma lan! Gözlerini oymamı mı istiyorsun?” diye üstüme yürüdü.
Bakışlarımı kaçırmadım. “Sana iyi geceler.” dedim. Odadan çıkarken kolumu tutup sertçe çekti. Ani acıyla inledim. Ardından saçlarımı tuttu, yine sertçe çekti.
“Benimle sesini yumuşatarak konuşacaksın lan! Kendine gel, bir halt mı sanıyorsun sen kendini!” dedi.
Anlık bir kararla dirseğimi karnına geçirdim. Acıyla inleyip şokla geri çekildi. İşaret parmağımı ona savurarak konuşmaya başladım:
“Bana bak! Ben kendimin ne olduğunu biliyorum ama sen bilmiyorsun.”
Şokla bakıyordu. Normalde konuşturmazdı ama şaşırmanın etkisiyle kalmıştı öyle.
“Ben okumuş tıp fakültesini birincilikle bitirmiş, kendi ayakları üzerinde duran güçlü bir kadınım. Sana da anneme de ben bakıyorum!” dedim. Sesim tahminimden yüksek çıkmıştı.
“Ben olmasam sokaklarda geberip giderdin sen! Beni mi öldüreceksin? Öldürsene! Kim doyuracak o zaman o aç karnını? Bana bak bana!”
“Şimdi burada duruyorsan anneme yemin verdiğim için duruyorsun. Adam gibi dur o zaman, huzurumu bozma. Bugün o tiksinerek baktığın insanlar var ya, sen onların tırnağı bile olamazsın!”
Yüzü gitgide sertleşirken üstüme doğru gelip bir adım daha yaklaştı.
“Ya adam gibi kal evimde ya da cehennem ol git buradan!” diye haykırdım.
Kalbim yine küt küt atarken şaşkınlığından faydalanıp odama gittim. Kapıyı kapatıp kilitledim. Elim kalbimde öylece kaldım. Az önce ne yapmıştım ben? Gözüne bakamazken neler söyledim? Ellerim, vücudum, hatta damarlarımdaki kanım bile korkuyla titrerken yüzümde minik bir tebessüm oluştu. Ben ne yapmıştım?
Bana karışmasa bile acısını annemden çıkarabilirdi. Bunları düşünürken kapı yine çaldı. Anında kapıyı açıp çıktım. Abimle karşılaştım.
“Kim lan gene bu? Dingonun ahırı mı senin evin? Giren çıkan belli değil. O erkeklerin hesabını da sonra vereceksin. Az önceki saygısızlığını da!” dedi.
Onu dinlemedim, gidip kapıyı açtım. Ece ve Selin’di. Onlara şaşkınlıkla baktım. Ali de kendi evlerinin kapısını açmıştı.
“Hayırdır kızlar?” dedim.
Ali o arada, “Pardon, ben benim kapım çalındı sandım.” diye neden orada olduğunu açıkladı.
“Ya Efsuncum, biz eve gittik ama kombi bozulmuş. Ev buz gibiydi. Sende kalabilir miyiz bu gece?” dedi Ece.
“Tabii, kalabilirsiniz.” dedim.
Onlar içeri geçerken Ali arkama bakıyordu. Kafamı çevirdiğimde abimi gördüm.
“Toprak, sen de bize gel. Bu kadar kızın içinde doğru olmaz şimdi.” dedi Ali.
Abime baktım. “Ben bacımı görmeye geldim. Ne diye başka evde kalacakmışım?” dedi.
Ali yaklaştı, yüzü sertti, tehdit eder gibi konuştu. “Kızlar mecbur kalmış burada kalacaklar. Şimdi babaları yada abileri olsa, ne diye erkeğin olduğu evde kalıyorsun diye kızmazlar mı? Ayıp. Gel.” dedi ve kolundan tutup çekti.
Ama Ali abimden baya iri olduğu için abim resmen yere yapıştı. Ali onu kaldırırken, “Pardon kardeş.” diyordu.
Abimse sinirli bir sesle, “Sabah beri kardeş diye diye ne hale soktun bizi.” dedi.
“Bak, Deniz’de bizde… Erkek erkeğe çok eğleniriz.” diyip abimi zorla kendi evine çekti. Başını bana sallayarak selam verdi ve gitti.