~ İNANILMAYAN GERÇEKLER ~
Kader bir seçimdir derler; iki yolla, yani iyi veya kötü yolla karşı karşıya kalır ve kaderinizi kendi iradenizle seçersiniz ama bana öyle bir hak tanınmadı. Kaderimi ben seçmedim, yabancı eller seçti.
Yabancı ellerin seçtiği kader, beni şu an gizliden kaçamak yapmak zorunda bırakmıştı. Mutfağa gelmiş, her an yakalanacak olmanın korkusuyla gizliden tatlı atıştırmalıklar arıyordum. Beni bu hâlde gören vicdanlı birine eminimki acınası görünürdüm. Vicdanlı diyorum çünkü bu mâlikanenin hiçbir çalışanı bana merhamet etmiyordu.
Vicdanları çürümüştü.
Evin çalışanları beni gördüklerinde, bana kokuşmuş bir çöpmüşüm gibi tiksinerek bakıyorlardı. Gerçi çöplükten bir farkım yoktu, sonuçta birkaç giysim ve sadece haftada bir kez olacak şekilde yirmi dakikalık bir duş hakkım vardı. Üstelik giysilerimin belirli yerleri yırtıldığı için kendi imkanlarımla dikmiş, böylece eskimiş görünüyorlardı. Dilenci… kokuşmuş bir çöplük gibiydim.
Yoksunluk içinde olduğum hâlde yine de bana tiksintiyle bakıp duruyorlardı; ne denli kırıldığımı bilmeden, belki de biliyorlardır.
Evde benden başka kimse olmadığı hâlde ses çıkarmamaya özen göstererek titreyen ellerimle çekmeceleri karıştırıyordum, sessizdim çünkü biri duyar diye korkuyordum. İçimdeki korku ve heyecanla üst çekmeceyi açtığımda çeşit çeşit tatlı abur cuburları gördüğüm an sevinçten çığlık atmamak için kendimi zor tuttum.
Önümde âdeta bizi ye diye bağıran çikolatalardan birini elime alıp açtım ve iştahla yemeye başladım. Çok lezetliydi, uzun zamandır ilk defa yiyiyordum çünkü her aşerdiğimde korktuğum için odadan çıkmazdım ve bugün şansıma kimse evde olmadığı için odadan çıkmış, kaçamak yapıyordum. Gerçekten şanslıydım.
Elimdeki çikolata bitince bir taneyle yetinemediğimi anladığımda, çekmecenin içinden her çeşit çikolatalardan birer tane ve yanında da çeşitli çikolatalı gofret aldım, bir de çikolatalı keklerden dilediğimce aldım. Belki çoğunu yiyemezdim ama bu umurumda değildi, çünkü aşerdiğim için hepsini yiyebilirim diye düşünüyorum. Hem bugün var yarın yok.
Kıkırdadım.
Oldukça bol ve eski tişörtümün paçalarından tutup kese hâline getirdim ve tezgâhın üzerine bıraktığım tatlı abur cuburları tişörtümün içine doldurdum. Bunları yiyeceğim için içim pır pır ediyordu, çok mutluydum.
İçimdeki tarifi imkânsız mutlulukla mutfaktan çıkmak için ardımı döndüm, fakat ben daha doğru dürüst birkaç adım atamadan dış kapının açılma sesi kulaklarıma doldu. İçimdeki mutluluk yerini korkuya bıraktı, gözlerim irice açılırken korkuyla yutkundum. Gelmişti, adam demeye bin şahit kâbusum gelmişti.
Tişörtün paçalarını kavramış titreyen ellerim iki yanıma düştü, böylece büyük bir mutlulukla aldığım atıştırmalıklar yeri boyladı. Ama bunu dert etmedim, saklanmam gerekiyordu. Korku, panik hâlinde etrafıma kısaca bir göz gezdirdim ve gözüme ilk kestirdiğim büyük mutfak dolabına koşup saklandım.
Sığabileceğim kadar büyük dolapta oturmuş ve korkudan zangır zangır titreyen bedenimi zapt etmek istercesine bacaklarımı kendime çekerek kollarımı bacaklarıma dolamıştım, içimden dualar etmeyi ihmal etmiyordum. O pisliğin buraya gelip beni yakalayacağından çok korkuyordum. O lânet gecede korkusu içime işlenmişti.
*GEÇMİŞ*
Bana… tüm benliğime saplantılı olan adamla sarmaş dolaş hâllerimizin her bir karesi çekilmişti. Bu fotoların hiçbirini inkar edemem zira her bir karesi doğru ama...
"Bb-bu… yy-yani ben..."
Elimdeki çekilmiş karelere bakıp kekelediğim sırada bir anda saçlarıma var gücüyle asılıp sertçe çekerek bedenimi kolaylıkla ayağa kaldırdı, kıpkırmızı kesilmiş delici bakışlarını ürkek bakışlarıma itinayla dikmişti. "İnkar mı edeceksin, lan sen? Haa?" Suratıma karşı hayvanca kükremesiyle yüzümü buruşturup gözlerimi sıkıca kapadım, o ise avcu arasındaki saçlarımı daha bir sıkıp çekerek sarstı. "Söylesene orospu, inkar mı edeceksin?"
Gözlerimi açıp ağlamaktan ıslanmış gür kirpiklerimi kırpıştırırken “Lütfen…” diye fısıldadım, ne diyeceğimi bilmiyordum. O bu hâldeyken bana inanır mıydı bilmiyordum. “Ss-Suat bana tak…” Kendimi izah etmeme izin vermeden titreyen cılız bedenimi, saçlarımdan canice yatağın üzerine ittirdi. Bir an kalbim duracak gibi olunca nefesim boğazımda tıkanıp kaldı. Ne yaşıyordum böyle Allah'ım?
“O piçi tanıyorsun demek ha!?”
Hemen inkar ettim onu. “Hayır.” diye fısıldarken başımı sağa sola doğru hareket ettiriyordum. "Bb-ben onu tanımıyorum. Yy-yani ben..." Ne diyeceğimi, nerden başlayıp nasıl cümle kuracağımı bilmiyordum. Her şeyden öte ne dersem diyeyim bana inanmaz gibi duruyordu.
"Ne demek tanımıyorum lan?" Sinirle söylenerek öfkeyle üzerime geldiğinde geriye doğru sürünüp kaçacakken son anda canice boğazıma yapıştı. “Taşak mı geçiyorsun lan benle!?” Gözlerimi korkuyla sıkıca kapatırken onu başımla reddediyordum. Kısa bir an sonra ince dudaklarını ıslak yanaklarımda hissettiğimde gözlerimi korkuyla açtım, istemsizce hareketsiz kalmış ve nefesimi tutmuştum.
“Biliyor musun, uzun zamandır biriyle olmadım.” diye yanağıma doğru sıcak nefesiyle fısıldarken kaşlarımı belli belirsiz anlamamazlıkla çattım. “Ve şu an gözüme o kadar cezbedici görünüyorsun ki…” Histerikçe kırkırdayıp yanağıma küçük bir öpücük kondurduğunda gözlerim ardına kadar açıldı, beynim donmuştu. “Gözyaşların… korkun… odayı dolduran kalp atışların beni cezbediyor.” Yine kıkırdadı ama bu defa kısık, duyulmayacak türdendi.
Ve ben içten içe ölmekle kalmayıp ufak ufak parçalandım.
Bu adam ne diyordu böyle?
Neredeyse hissedilmeyecek cinsten ufak öpücükleriyle göz altıma değin geldi, küçük bir dil darbesiyle göz altımda birikmiş ıslaklığı yaladı ve sert sakallarıyla çevrili yanağını, gözyaşlarımdan dolayı tahriş olmuş yanağıma sürte sürte kulağıma değin geldi. “Ne dersin, seni altıma alayım mı?” diye ürpertici fısıltısıyla sorunca bir an tepkisiz kalsamda, korku dolu benliğimle onu başımla reddettim. Bunu istemiyordum.
Boynumdaki eli bir anda çenemi bulunca, öfkeyle “O zaman âşığının hangi fare deliğinde saklandığını söyle!” diye suratıma doğru tısladı. “Yoksa…” dedi, gözleri öfkeden kocaman açılırken. “Yoksa sonun ellerimden olur.” Bir şey demedim, diyemedim. “Sonun olmamı istiyor musun?” diye sordu, sonra cevabını kendisi zaten biliyormuş gibi “İstemiyorsun.” diye cevabımdan eminmişcesine kendi kendini cevapladı.
Bu adam… bu adam delirmişti.
Dengesiz hareketleriyle beni korkutuyordu.
“Lütfen…” diye bir umut ağzımın içinde mırıldandığımda beni duymadı, veyahutta duymamazlıktan geldi. “Şimdi ya o pezevengin yerini söylersin ya da…” Ürkütücü tınısıyla fısıldadı, ardından şeytanca gülümseyerek “Anladın sen!” dedi, gözlerinin içi parıl parıl parıldarken. Ne yapacaktı bana?
Bilmiyorum, ama her ne yapacaksa duymak istemiyordum çünkü ne olduğunu içten içe hissedebiliyorum. “Yapma…” dedim ama bunun bir işe yaramayacağını bildiğimden “Yemin ederim ki ne yerini biliyorum ne de…” diye devam edeceğim sırada “Canın çıkana kadar sikilmek istiyorsun demek, ha!?” diye bıçak gibi sözümü kesti. Ürktüm.
Bana inanmıyordu.
Çenemden öfkeyle sertçe ittirdi, ağzının içinden birkaç küfür mırıldandı ve sonra aklına bir şey gelmiş gibi "Tabii yaa…” diye neredeyse duyulmayacak cinsten fısıldarken gözlerini itinayla gözlerime dikmiş ve kısmıştı. “Fahişeler sertçe sikilmek ister, değil mi?" Histerikçe güldü. “Kahretsin!” Sonra elleri kalça kemiğinde olacak şekilde başını geriye atarak kahkahalara boğuldu, ona korku dolu ve bir o kadar da şaşkın bakışlarla bakıyordum; delirmişti.
Sonunda korkutucu ruh hâline bir son verip kahkahasını kestiğinde "Sikilmek senin gibi orospular için tehdit sayılmaz.” dedi sakin bir tınıyla, ardından “Ama seni sikesim geldi, onu ne yapacağız?” diye alay edercesine ciddi ciddi sordu. Şaka yapıyordu.
Şaka yapıyordu, değil mi? Evet, evet şaka yapıyordu. Beni korkutmak için öyle konuşuyordu, belki de bir an önce konuşmam için… “O adam bana takıntılı biriydi." diye hızlıca tek nefeste konuşurken beni korkutan irislerinden bir an olsun çekinmedim. "Her seferinde beni tehdit edip bir yerlere götürmeye zorlardı, ben ise her seferinde o piçten kaçmaya çalışırdım." Yüz ifadesi, sözlerime inanmadığına dair açıkça vurguluyordu. "Ne olur inan bana, yalan söylemiyorum."
"Kanıtın var mı?" derken alaydan uzak, ciddiydi. Bir kanıtımın olmasını benden daha çok o istiyor gibiydi.
"Nn-ne?"
"Neyini anlamadın?" Aptalmışım gibi bana muamele ederken "Sana takıntı biri olduğuna dair kanıtın var mı diye soruyorum!" diye tekrarladı. Benden kanıt istiyordu ama ben...
"Ama doğruyu söylüyorum."
"Ne aptalsın!" derken beni küçük düşürürcesine suratını buruşturdu, ardından üzerime eğilip beklemediğim bir anda çenemden sertçe kavradı. "Dil bu, dil! Dile güven olmaz, bilmez misin?" dedikten sonra çenemden sertçe ittirdi. "Madem o puştun hangi am deliğinde saklandığını söylemiyorsun, sikilmeye hazırlan!" Acımasız sözleri yüreğime hançer misali saplanırken, kendimi bu pisliğin elinden nasıl kurtaracağıma dair düşüne durdum.
Bana dokunmasından çok korkuyordum.
Ama ben çoktan bittim.
Yine de bir umut vazgeçer diye "Hani fahişler böyle şeyler severdi ya? Ben seviyorum, benim için ödül olur." diye bu günah dolu sözler dudaklarımın arasından dökülüverdi. Vazgeçer ve beni bırakır sanıyordum ama odanın içinde kahkahası yankılanıp durdu. Bir hata mı yaptım?
"Kendini ele verdin, aptal."
♧ARSLAN♧
Taylan’da gönderilen yasa dışı mallardan sonra günün tüm yorgunluğunu üstlenmiş bir hâlde aç kurtlar gibi eve dönmüş, beni karşılayan enfes görünen sofraya oturmuştum.
Uzun zamandır bu denli iç açıcı, sıcacık görünen sofrayı sorgulamdan yaprak sarmasını ağzıma attığımda kaşlarım kendiliğinden çatılmıştı; çünkü bu, özellikle her seferinde Mehtap Hanım'dan istediğim sarmalara benzemiyordu. Mehtap Hanım'ın ellerinden yediğim en iyi sarmalardan biriydi, hayır, kesinlikle en iyisi buydu. Belli ki Mehtap Hanım sarmada seviye atlamıştı.
Gülümsedim ve hayatımda görüp yiyebilecğim en iyi sarmalara gömüldüm.
Neredeyse tabaktaki sarmaların çoğunu silip süpürerek mideme indirirken aklıma bir anda Mehtap Hanım'ın evde olmadığı dank etti. Öfkelendim, zira hafta sonu olduğu için sıradan çalışanlarda evde yoktu ve bu da demek oluyor ki sofrayı Şehla hazırlamıştı. Şehla'nın hazırladığı sofrayı beğenmem yetmezmiş gibi tabağı silip süpürmeme öfkelendim ve bu öfkemi içimde tutamayıp elimin tersiyle sofrayı dağıttım.
Şehla'nın ellerinden bir sikim yemeyi aklımın ucundan geçirmezken, bilmeden de olsa beğenerek yediğim sarmalara lânet ede ede büyük bir öfkeyle çıkış kapısına ilerleyip kapıyı açtım ve kapıyı bilerek sertçe kapatarak evden ayrıldım. Öfkeliydim, çok öfkeliydim çünkü bir sikime yaramayan o orospu uzun zamandır benimle aynı çatı altında yan gelip yatıyordu ve ben bir sikim yapmıyordum. En kısa zamanda işini bitirsem iyi olacaktı.
Yakın bir arkadaşıma ait her zamanki mekanlardan birine gelmiş, locada iş dostlarımla birlikte alkol tüketiyordum. Alkolümü ağır ağır içerken birbirlerini âdeta ayakta yalayıp yutan, kalçalarını delicesine hareket ettirip twerk atarak görsel şölen sunan kızlara bakıyordum. Her biri fahişeydi ve ben, fahişlerle yatıp sikimi rahatlatmayı tercih etmezdim.
Sikime layık değillerdi.
Şehla da layık değildi ama ben…
Ağır, derin düşüncelere daldım.
Kız kardeşimin kocası olacak o puşt, kardeşimi her defasında aldatır ve yüzlerce alt sınıf fahişelerle yatarak bir sikime yaramayan s****i rahatlatırdı. Kız kardeşim Aslı'yı defalarca uyardım. Öyle ki, o Suat denen puşttan boşanması için dökmediğim dil kalmadı ama o ne yazık ki kocasına kör kütük âşıktı. O puştu çok severdi, sevmek ne kelime deli olurdu ona. Aslı çocukluğundan beri onu sevip sayardı ama puşt pezeveng, kardeşimi bir kez olsun sevip saymadı.
Kız kardeşime yaşattığı acılar yüzünden canı çıkana kadar o sikik herifi patakladım, hatta gözümü kırpmadan öldürmeye bile yeltendim ama Aslı salak gibi her seferinde bana engel oldu, hakkını helal etmeyeceğini ve beni abilikten reddedeceğini dile getirip durdu. Sıradan bir piç kurusu için neredeyse otuz yıllık abisini reddetmeye hazırdı.
Hiçbir şey yapamadım.
Kardeşimi kurtaramadım.
Kocası fahişelerle yatıp kalktığı hâlde kız kardeşim kocasına olan büyük aşkı uğruna bu iğrençliği görmemezlikten gelip hayatına mutluymuş gibi devam etti. Tâ ki o güne kadar… İntihar ettiği gün… Bana bir mektup ve o lânet fotoğrafları gönderdiği gün.
Aslı'nın intihar haberi bana ulaşınca o puşta sinir katsayım artmış, yerimde duramamıştım. Pisik herifi acımadan öldürüp parça pinçik etmek istiyordum. Ve bunu yapacaktım ama anasını sattığım orospu çocuğu bir anda ortadan kaybolup gitti, siktiğimin pezevengi kaçmıştı.
Her bir yeri karış karış aradım, o puştu bulamadığım her an onu öldürme hissiyle yanıp tutuştum. Bu öyle bir histi ki… öfkem katlandıkça katlandı, o piçin haberi kulağıma ulaşmadığı her an için onlarca masum can öfkeme maruz kalıp elimde kaldı. Yine de o pezevengi bulamadım.
Puşt herif kimliğini değiştirip izini kaybettirmişti.
Ve ben her şeye rağmen aramaktan vazgeçmedim.
Cenaze merasiminden bir hafta sonra Aslı’nın bana gönderdiği mektup ve zarf aklıma gelince hemen o zarfın içindeki fotğraflara bakıp mektubu okumaya başladım. Her satırda öfkem anbean lav ateşi gibi harlanırken ellerimin arasındaki kağıt parçası, öfkeden sıktığım yumruklarımdan yeterince nasibini almıştı.
*MEKTUP*
Özür dilerim abi...
Aşkından ölüp bittiğim adam beni sevmiyor ve ben bu acıya dayanamıyorum.
Kendisiyle zorla evlendiğimi dile getirip duruyor. Haksız değil, benim olması için her şey yaptım. Suat benim olsun diye yanlış olduğunu bile bile hatalar yaptım ama tüm uğraş ve çabalarıma rağmen beni sevmedi, aksine her seferinde tüm gerçekleri çıplaklığıyla yüzüme vurdu.
Öldüm…
Her gece öldüm ama yine her şeye, herkese rağmen ayakta durdum.
Ucuz fahişelerle yatıp kalktığında bile sırf beni boşamasın diye sesimi çıkarmadım, ne de olsa o ucuz fahişeler tek gecelikti ama sonra… sonra hayatım altüst oldu. Hiç beklemediğim bir anda genç, güzel bir kadın Suat'ın kalbine dokundu ve ben işte o an gerçek anlamda öldüm. Hayatımı, evliliğimi altüst eden o kadın her şeyimi elimden aldı ve üstüne beni öldürdü.
Suat, yurtta ve yetim birine âşık olduğunu ve beni boşayıp o kızla evlenmek istediğini her defasında dile getirdi ya…
Bu acıya kesinlikle dayanamadım ve bu yüzden kocamın peşine dedektif taktım, böylelikle kocamı Şehla denen orospuyla yakaladım. Akşam yemeğinde, yurtta, otellerde ve daha birçok yerde. O fahişe Şehla, kocamın evli olduğunu bile bile kocamın peşini bırakmadı. Evli olduğunu biliyordu çünkü onu daha önce defalarca uyardım ama o beni tınlamadı bile.
Belki de para için peşini bırakmadı, sonuçta yetim ve kimsesiz.
Belki sen bilmiyorsun, gerçi hiç kimse bilmiyor ama ben iki aylık hamileyim. Bunu bir tek âşık olduğum adam biliyordu ama yine de buna rağmen beni boşamak istedi. Ne yazık ki bu yükün ağırlğı altından kalkamadım, bu yüzden intihar etmeye karar verdim. Bu defa ruhen değil, gerçekten gerçek anlamda bedenen ölmek istedim.
Üzülme…
Ben şimdi mutluyum.
Bu defa istediğini yap abi, seni tutan yok. İster o şerefsizi öldür ister onu köpeklere yem et. O artık umurumda değil. Nasıl ki beni önemsemedi, ben de artık onu önemsemeyeceğim. Biliyorum, bunun için hayatta değilim.
Son kez…
Bir dileğim var.
Şehla denen orospunun hayatını benim için zindana çevir, o bunu hak ediyor çünkü onun yüzünden benimle birlikte doğmamış bebeğim katledildi.
Seni seviyorum.
Kardeşin Aslı… :)
◇◇◇
Suat denen puştla neredeyse iç içe olan Şehla'yı gözüm bir yerden kestiriyor gibiydi ama bir türlü kim olduğu aklıma gelmiyordu. Aslında biri geliyordu ama o mu değil mi diye uzun bir süre düşünüp durdum. Evet, bu oydu; bana çarpıp gömleğimin düğümlerini yırtan kişiydi.
Bana çarptığı gibi yeri boylamış, irice açılmış cam mavisi gözlerini ürkek bir kuş misali bana dikmişti. O kadar tatlı ve komik görünüyordu ki… ama şaşırtıcı bir şekilde o an çok masum ve korkmuş görünüyordu, demek ki fahişeler de masum görünebilirmiş.
Popo üstü yere kapaklanmış bir hâlde öylece kızarmış yanakları, terlemiş suratı ve nefes nefese kalmış hâliyle bir süre boyunca suratıma ve açıkta kalan göğsüme baktı, sonra aklına bir şey gelmiş gibi arkasını kollayıp bir anda ayağa kalktı ve benden özür dileyip koşup kaçtı.
Anımsadığım kısa bir an sonra o puştu Şehla'nın yoluyla bir şekilde bulurum diye düşünerek Şehla'yı iki saat içerisinde rehin aldım, fakat hiçbir işe yaramadı. Onu tehdit edip hayvan gibi canı çıkana kadar siktiğim hâlde tek kelime etmedi. Belli ki sözde sevgilisini ölüme terk etmek istemiyordu.
Onu rehin alırken aklımda iki şey vardı; ya Şehla ağzındaki baklayı çıkaracaktı ya da o pezeveng, Şehla'yı gerçekten seviyorsa ortaya çıkacaktı. Aklımda kesinlikle Şehla'ya tecavüz etmek yoktu, bunun pişmanlığını içten içe yaşıyor ama kabullenmiyordum. Bâkire olduğunu kabullenmediğim gibi pişmanlığımı da kabullenmiyordum.
İçimi kemiren pişmanlığın yanında gittikçe harlanan öfkem, sonunda Suat'ın bulunmasıyla son bulunmuştu. Hayır, pişmanlığım hâlâ yerli yerinde duruyordu.
Şehla'yı becerdikten iki ay sonra orospu çocuğunun feci ölümü kulağıma ulaştığında sonunda huzura erdiğimi hissettim. Rusya'nın yer altı mafyası tarafından acımasızca öldürülmüştü, öldüren kişi yakın bir dostum ve aynı zamanda iş ortağımdı. Bulduğu yerde dayanamayıp öldürdüğünü ve bu zevki kendisi tattığı için mutlu olduğunu dile getirmişti.
İlk başta o puştu ben öldürmedim diye sinir olsam da, pezevengin beş kuruş etmez kanı elime bulaşmadan geberip gittiği için mutluydum.