BÖLÜM 2: AŞERME

2287 Kelimeler
~ AŞERME ~ Ne kadar öylece arkasından baktım bilmiyorum. Gitmişti işte. Ne bekliyordum ki zaten? Benimle konuşması bile yasakken beni burada bir başıma bırakması mı şaşırtıyordu? Sonunda kendime gelerek yerleri silmeye karar verdiğimde, paytak adımlarımla kilere doğru yol aldım. O caniyle aynı çatı altındaydık ama birbirimizden kaçıyorduk, daha doğrusu ben kaçıyordum. Sanırım hayatım boyunca yerleri silecek ve o acımasız pisliğe yakalanmamak için uğraş verecektim. Acı ama bana reva görülen hayat buydu. Seçimim yoktu. Kimsem yoktu. Kilere vardığımda temiz bir bez, kova ve deterjan alıp çıktım. Ardından misafir banyosuna giderek kovanın içine temiz su ve deterjan ekleyip karıştırdım, daha sonra ağır kovayı zor bela elime aldım ve en üst kata çıkarak parkeleri silmeye başladım. İşkenceden farksız silme işlemi sonunda bitince hemen ayağa kalktım, ani hareketimden ötürü kasıklarım sancılanırken acı dolu bir inleme dudaklarımın arasından kaçıvermişti. Nedense son zamanlarda beni sancı tutuyordu ve bu beni çok korkutuyordu. Umarım bebeğime zarar gelmez ve onu sağ salim dünyaya getirebilirim. Neticesinde tek temennim, tek umudum oydu. Kasıklarımın sancısı geçsin diye ayakta, duvara tutunmuş ve bir süre hareketsiz bir hâlde acı içinde kıvrana kıvrana beklemeye başladım. Çok fazla acı çekiyordum ama Allah'tan şimdiki acım biraz katlanılabilirdi; zira sancılarım bazen o kadar şiddetliydi ki, bu nefesimi kesen acı gözüme batmıyordu. Bir doktora, hiç çoktan bir ebeye görünmem gerekiyordu ama… Aması vardı işte. Kısa bir zaman sonra kendime geldiğimde rahat bir nefes verdim, fakat bu uzun sürmedi çünkü gözlerim ister istemez salondaki saate ilişince, doğru dürüst rahat bir nefes veremeden bedenimi büyük bir korku kaplamıştı. Acımasız pisliğin gelmesine iki saat gibi bir şey kalmıştı ve ben daha yemek yapmamıştım. Normalde yemek işleriyle Mehtap Hanım'ın komutuyla çalışanlar ilgilenirdi ama bugün hafta sonu olduğu için çalışanlar izne çıkmıştı. Ve ben bunu yeni fark ediyordum, yani Mehtap Hanım'ın sabah ve akşam yemeklerini hazırla demesinin sebebini şimdi anlamıştım. Aslında çalışanlar hafta sonu da çalışabilirlerdi fakat bildiğim kadarıyla Mehtap Hanım dışında başka çalışanların hafta sonu burada olması, o cani herifin hoşuna gitmiyordu. İçimden o pisliğe saydırırken elimdeki kova ve bezi zorlukla kilere bıraktım ve hemen mutfağa ilerledim, mutfağa vardığımda ise ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Aklıma bir anda tarhana çorbası, yaprak sarma, salata ve yanında ayran yapmak gelince buzdolabına doğru ilerledim. Bu menü yapabileceğim en güzel yemeklerden birkaçıydı, gerçi o acımasız pislik bunları hak etmiyordu ama ben yine de kollarımı sıvazlayıp malzemeleri çıkardım ve işe koyuldum. Sonunda her şeyin hazır olmasıyla yorgun düşmüş bedenime inat rahat bir nefes verdim. Artık eskisinden daha çok ve çabuk zorlanıyordum. Karnımdaki bebek, her geçen gün beni zorluyordu. Üstüne üstlük parkeleri de sildiğim için daha çok zorlanıyordum. Yorgun düşmüş bakışlarıma rağmen eksikler var mı diye son kez masayı süzerek kontrol ettim, tek bir eksiğin olmadığına kanaat getirdiğimde ise salondan ayrıldım ve bana verilen odaya doğu yol aldım. O karanlık odaya odam diyemiyordum, benim için cehenemin başlandığı yer hiçbir şekilde odam olamazdı. Ki zaten ışık bile olmayan bir yerden nasıl cenneti beklerdim ki? Işık yoktu, çok görülüyordu bana. Odaya vardığım an köşeye serilmiş yer yatağına doğru adımladım. İçeride yatak vardı ama ben o yatağın üzerine yatmıyordum, daha doğrusu yaşadığım iğrençliklerden dolayı yatamıyordum. *GEÇMİŞ* Ona ne yapmış olabilirim diye kara kara düşünüyordum ama acımasızca atmış olduğu tokat yüzünden beynim donmuş, hiçbir şey düşünemez olmuştum. Aldığım darbelerden ötürü beynim zonkluyordu. Saç diplerim çekilmekten hassaslaşmış, yüzümün sol tarafını acıdan hissetmez olmuştum. Tüm bu acılar yetmezmiş gibi dudağımın kenarı da patlamıştı, ince ince kan sızıyordu. “Yoksa seni doğduğuna pişman ederim, kahpe!" Tüyler ürpertici sözlerini sarf ettikten sonra ardına döndü ve odada bulunan siyah gardıroba doğru ilerledi, ben ise kalbimdeki acıyla öylece arkasına bakmakla yetindim. Çünkü korkuyordum, hem de hiç olmadığı kadar. Öyle ki, bana takıntılı olan o pislikten bile bu denli korkmuş değildim. Titreyen bedenim ve kulaklarımda atan kalbimle korkudan gözlerimi ondan ayıramazken, o gardırobun kapağını açarak bir şeyler aramaya başladı. Fazlasıyla gergin ve öfkeli görünüyordu. İstediğini bulamadığı için olsa gerek daha bir öfkeleniyor, sinirden elleri titriyordu. Sanırım alkollü olduğu için istediğini bulmakta zorluk çekiyordu. Ki nasıl çekmesin ki? Ne de olsa alkolden dolayı ayakta bile duramıyordu. Ayakta bile duramayan pislik herif, sonunda istediğini bulmuş olacak ki dolabın kapağını sertçe kapatarak öfkeyle bana döndüğünde daha çok korkup titremeye başladım. Eline almış olduğu kırmızı kumaş parçası ve dudaklarında yer edinmiş piç bir sırıtışla üzerime doğru gelmeye başladığında ise yatakta geriye doğru sürünmeye başlamıştım bile. “Hünerlerini göstermeye hazır mısın, Şehla?” diye sorunca aklımdaki ihtimali tokat misali suratıma çarpmıştı. Bana… bana dokunacaktı, yine istismara uğrayacaktım. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken “Ne?” diye dumura uğramış bir hâlde fısıldadığımda elindeki kumaş parçasını yüzüme sertçe fırlattı. “Boş boş gevelemede giy şunu!” Ne dediğini anlamazken bana fırlatılan kumaş parçasına baktım, bir an beynim dondu. Zira gördüğüm bir kumaş parçası değil, gecelikti. Fazlasıyla iddialı bir gecelikti hem de. İstemsizce yutkundum. Beynim işlevini kaybetmiş, bu anda kaybolmuşum gibi geceliğe dalıp gittiğim sırada "Beş dakikan var, bunu giy ve beni bekle!” dedi öfke ve alay barındıran bir sesle. “Sonuçta o piçe gösterdiğin hünerlerini bana da göstereceksin!” Hangi piçten bahsediyordu? Hem ben kime hünerlerimi gösterdim de buna göstereceğim? Beni fahişe mi zannediyordu? Burda kesinlikle bir yanlış anlaşılma vardı. Evet, evet burda bir yanlış anlaşılma vardı. Bakışlarımı gecelikten çekip ona baktığımda başımda dikilmiş olduğunu gördüm. “Ss-siz… siz beni yanlış anla…” Bir anda çenemden sertçe kavramasıyla sözüm kesilirken “Ne yanlış anlayacağım lan!?” diye gözlerimin içine nefretle bakarak bağırdı. “Fahişeleğin neresini yanlış anlayacağım ben!?” Bu kendini bilmez adam ne saçmalıyordu anlamış değildim. Ciddi ciddi beni ne sanıyordu? Kirli yatağına atabilecek fahişelerinden biri mi? Delirmişti. “Bb-ben…” Kuruyan dudaklarımı dilimle bir kez yalayıp yutkunurken, gözlerimdeki bakışları kısa bir anlığına dudaklarıma inmişti. “Ben fahişe değilim!” Kıpkırmızı kesilmiş bir çift koyu kahvelere öfkeyle bakarken dişlerimin arasından tısladım, böylece alaycı kahkahası odada yankılandı, çenemi hâlâ da bırakmış değildi. Alaycı kahkahası bir anda kesilince daha bir korktum, dengesiz tavırları beni korkutuyordu. “Bana bak,” derken parmakları arasında hapsettiği çenemi sıkmıştı. “Tekrar etmeyeceğim, giy ve beni bekle! Ya da o şerefini siktiğimin pezevengin hangi delikte saklandığını söyle!” Kimden bahsediyordu? Ondan hiçbir şey anlamıyordum, üstelik alkollü olduğu için olsa gerek doğru dürüst bir şey anlatamıyor ve konuşamıyordu. Öylece her şeyden bir haber olduğumu bilmeden beni yargılıyordu. Parmakları arasında kırılacağından korktuğum çenemi sonunda ittirerek bırakırken “Yoksa o paçavrayı giyer, bana hünerlerini gösterirsin!” dedi oldukça sakin bir sesle. “Bakalım olduğu kadar var mısın?” Sözleriyle birlikte bütün uzuvlarımdaki kanlar âdeta beynime sıçrarken bu olanlar karşısında daha fazla sessiz kalamadım. “Sen ne diyorsun bee!? Ne dediğinin farkında mısın!?" diye kendime engel olamayıp bir anlık cesaretle bağırdım ve o daha ne olduğunu anlamadan yataktan çıktım, göğsüm korkudan körük gibi inip kalkıyordu. Korkuyordum, çok korkuyordum ama susmadım. "Ne giymesi? Ne beklemesi? Ne hüneri?" Tıpkı bir volkan ateşi gibi içimde birikmiş siniri, pisliğin yüzüne haykırırken onu göğsünden ittiriyordum. “Kimden bahsettiğini bilmiyorum.” dedim bağırmaktan çatallaşmış fısıltıyla. “Hem… hem ben senin fahişen değilm, aptal adam!" Bir anda yanağıma yediğim ikinci bir tokatla başım yana savrulurken bedenim yerle buluşmuştu. Aldığım sert darbeden ötürü başım fena hâlde zonklamaya başlamış, nefeslerim sıklaşmış, gözyaşlarım sel misali akmaya başlamıştı. Korkudan tir tir titriyor, bana ne olacak düşüncesi beni öldürüyordu. Bu gencecik yaşımda, sonumun bir adam tarafından olacağı ihtimali beni korkutuyordu. Korkuyla yutkunup dudaklarımı yaladım ve yaşla dolup taşmış gözlerimle omzum üzerinden ona baktım. Çene hatları anbean sertleşirken alın ve boyun damarları belirginleşmeye başlamıştı. Kıpkırmızı kesilmiş gözleri bedenimi parçalamak istiyormuş gibi bakarken korkuyla ürperdim. Gitmeliydim, o’ndan kaçmalıydım. Burada ve kendini kaybetmiş biriyle kalmamın doğru olmadığına kanaat getirdiğim anda hemen ayaklandım ve var gücümle kapıya doğru koştum ama ben daha kapıya varamadan, saçlarımdan acımasızca tutup geriye doğru sertçe çekerek beni yere savurdu. Popo üstü düştüğümden ötürü kalçalarım feci hâlde ağrımaya başlamıştı, daha çok ağlamaya başladım. Ağlamam acıdan değil, yaşadığım korku dolu anlardan. Kaşlarını derinden çatmış, öfke ve nefret dolu bakışlarını gözlerime dikmiş vaziyette üzerime doğru dengesiz adımlarıyla gelirken "Demek aptal adam haa?” diye kükredi vahşice. “Ben şimdi sana göstermez miyim, aptal adamı?" Yüksek sesten korktuğum için ellerimi kulaklarıma siper etmiş, gözlerimi sıkı sıkı kapatmıştım. Cani pisliğin sesini duymak istemiyordum. Bunca şey söylediğim hâlde ona aptal dememe mi takılmıştı? Yanıma varmasına ramak kaldığını hissetmemle gözlerimi açtım ve yerde sürünerek geriye doğru kaçtım. "Lütfen… yalvarırım bana zarar verme." diye yalvardım, dudaklarımın arasından ufak çaplı küçük bir hıçkırık firar ederken. "Yy-yemin…” -ağzımdan bir hıçkırık daha firar etti- “Yy-yemin ederim ki hiçbir şey yapmadım, seni tanımıyorum bile." Yaşla dolup taşmış ürkek bakışlarımı ona dikmiştim. Sözlerimden hemen sonra yüzünde yer edinen piç bir sırıtışla "Oyy, masum ayaklarına yatan orospuya bakın hele." dedi, resmen benimle alay ediyordu. Üstelik bana orospu demesi artık canımı sıkmaya başlamıştı, zira orospu veyahutta fahişe değildim. Yüksek çıktığına umduğum sesimle "Yeter artık, ben orospu değilim!" dediğimde odada öyle bir kahkaha yankılandı ki, neye uğradığımı şaşırdım. Gülüyordu ama sıradan bir gülme değildi, daha çok öfkeden gülüyor gibiydi. Korkutuyordu beni. Kahkahası kesilir kesilmez "Kes!" diye tısladı, tükürük bezleri etrafa saçılmıştı. "Orospu değilsin?” dedi başını aşağı yukarı sallarken. “Demek orospu değilsin, haa!?" Birkaç büyük adımda üzerime geldi, kolumdan sert bir şekilde kavrayarak ayağa kaldırdı ve anlamadığım birtakım şeyler söylemeye başladı. "Orospu olmadığın için mi kız kardeşimin kocasıyla fingirdeşiyordun? Senin orospuluğun..." dedi ve bir anda sözünün devamını kesti. Her ne söyleyecekse sözlerini tamamlamakta zorlanıyor gibiydi. “Kimin günahına girdin, biliyor musun lan sen!?” diye yüzüme karşı bağırdığında parmakları çoktan boynumu sarmıştı. “El kadar bebeğin günahına girdin!” Boynuma sarılan parmaklarla hiç olmadığı kadar korkuyla dolup taşarken nefesim kesilmişti. Gözbebeklerim nefessizlikten kayıyor, her an ruhumu teslim edecek gibi duruyordum. Çok… çok sıkıyordu boğazımı. Nefese alamıyor, ne dediğini algılamakta güçlük çekiyordum. Ne diyordu bu adam böyle? Ne fingirdeşmesi? Ne bebeği? Hiçbir şey anlamıyordum. Kimin günahına, kimin… Boynuma yılan misali sarılmış parmaklardan kurtulmak için kolları arasında debelenip duruyor ve öylece anlamayan bakışlarla karşımda öfkeden dolayı kıpkırmızı kesilmiş adama bakıyordum. Boyun damarları ve alnının ortasında beliren damarı şişmiş, neredeyse patlayacak raddeye gelmişti. Ve ben nefessizlikten kıpkırmızı kesilirken, o öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. "Senin yüzünden kız kardeşim intihar etti lan! a****ı kaşınan orospuluğun yüzünden! Senin yüzünden lan! Senin yüzünden..." Her 'senin yüzünden' dedikçe daha çok boğazımı sıkıyordu. Nefes alamıyordum artık. Galiba ölüyordum, gün yüzü görmediğim bu vefasız hayattan kurtulacaktım. Kendi içimde ölmeyi beklerken bir anda boğazımı sert bir şekilde bıraktı, böylece yere yığılarak öksürük krizine girdim. Her aldığım nefes boğazımı yakarken, o öfkeli bir şekilde üstten üstten bana bakıyordu. "Hade şimdi bana da aynı muameleyi göster! Kardeşimin lânet kocasıyla nasıl oturup kalkmışsan benle de oturup kalk. Hade!" diye hayvani bir şekilde kükremesiyle yerimden korku içinde sıçramıştım. Gözyaşlarım sel misali akıyor, yeni yeni kendime gelmeye çalışıyordum. Ve sonunda kendimi az çok toparladıktan sonra konuşmaya başladım. "Ne dediğini aa-anlamıyorum.” -derin bir nefes aldım- “Yy-yemin ederim ki bb-ben hiçbir şey yapmadım. Yy-yalvarırım inan bana. Hem böyle bir şeyi asla yapmam, yapamam." Konuştukça boğazım yanmış, nefes nefese kalmıştım. Hâlâ da arada bir öksürüyordum. Hızla soluklanan ciğerlerime derin bir nefes daha çektim. “Hem…” -kurumuş dudaklarımı yalayıp acıyla yutkundum- “Hem sen yanlış biliyorsun. İstediğin, aradığın kişi ben değilim. Yalvarırım… lütfen bırak beni." diye daha bir koyulaşmış kahvelerine yalvarırcasına bakarken isyan edercesine konuştum. Neyle suçlanıyordum böyle Allah'ım? "Demek aradığım kişi sen değilsin haa? Sen değilsin!" diye öfkeyle bağırdıktan sonra arkasını dönüp odadan çıktı. Ben ise acınası bir hâlde öylece yerde oturmuş vaziyette hâlâ da ağlıyordum, gerçi hayatım boyunca en iyi dostum gözyaşlarımdı. O küçük tanelere alışmam gerekiyordu. Kaderime, bunca zaman yaşadıklarıma isyan ederken, o pislik herif aradan beş dakika bile geçmeden elinde bir zarfla geri döndü ve zarfın içinde bulunan fotoğrafları çıkardığı gibi öfkeyle yüzüme savurdu. Yüzüme savrulan, oradanda yerle buluşan fotoğraflara baktım. Bunlar, bunlar bana saplantılı olan adamla çekilen fotoğraflardı. Bu nasıl olur? ◇◇◇ Salondan gelen büyük bir gürültüyle geçmişten korku içinde irkilerek sıyrıldım ve hemen yorganın altına girip yorganı başıma dek çektim, gözlerimi sıkı sıkı kapadım. O tecavüzcü pislik gelmişti ama bu gürültüde neyin nesiydi? Neyse ne, tek temennimin buraya gelmemesiydi. Umarım buraya gelmezdi, gerçi hiçbir zaman buraya gelmiyordu ama ben yine de gelecek diye korkuyordum. Her an birinin gelecek olabilme ihtimali beni korkutuyordu. Korku dolu birkaç dakikanın ardından dış kapının sesi kulaklarıma doldu; gitmişti. Neden gittiğini anlamış değildim. Hem az önceki gürültüde neydi öyle? Gidip baksam mı acaba? Hayır, ne olduğu beni ilgilendirmiyordu. Ama sonra merakıma yenik düştüm ve üstümdeki yorganı üzerimden atarak yer yatağından çıktım. Korkudan titreyen bacaklarıma inat kapıya doğru ilerledim ve kilitli kapıyı açtım, daha sonra gittiğinden emin olmak istercesine etrafa kulak kabarttım. Herhangi bir ses iştimediğimde, aralık bıraktığım kapıyı geçebileceğim kadar açtım ve odadan çıktım. Sesin nerden geldiğini merak ediyordum. Korkudan tüm uzuvlarıma dek titrediğim hâlde sesin geldiği salona doğru ilerledim. Neyle karşı karşıya geleceğimi bilmemek beni geriyordu. Ama neyseki salona vardığımda gerginliğimin gereksiz olduğunu gördüm, çünkü sadece sofra dağılmıştı. Az önceki gürültü dağıtılan masadan gelmişti. O pislik herif, sanırım yemeklerin benim ellerimden olduğunu anlamış ve bu yüzden sofrayı öfkeyle dağıtıp çekip gitmişti. Hüzünle iç çektim; yemediği için değil, o kadar özenle sardığım sarmalar için üzülmüştüm. Ya beğenmemişti ya da ellerimden bir şey yemek istememişti. Hım, çokta umrumda! Yemesindi! Bir süre öylece ayakta dikildim, sonra salonun birçok yerine saçılmış cam kırıklarına dikkat ederek sofrayı toparlamaya başladım. Kısa sürede yemek masasını ve zemini bir güzel toparlayıp temizledikten sonra bana verilen odaya doğru yol aldım, fakat bir anda ve nedensizce tatlı atıştırmalıklar zihnime sızınca bir an duraksadım. Canım feci şekilde tatlı bir şeyler çekiyordu, sanırım yine diğer günler olduğu gibi aşeriyordum ve ben yine mutfağa gidip bir şeyler yemekten deli gibi korkuyordum. Mutfakta gizli gizli kaçamak yaptığımı öğrenirse kızabilirdi, bundan dolayı nefsime gem vurarak kaldığım odaya doğru yol aldım. Ve ben vardığım odada, yaklaşık yarım saattir uzandığım yer yatağında kıvranıyordum. Dayanamıyordum artık, tatlı bir şeyler yemem gerekiyordu. Korkumu bir kenara bırakıp, küçükte olsa tatlı bir atıştırmalık tüketmem şarttı yoksa sabaha dek kıvranır dururdum. Yüreğime bir anda uğrayan cesaret sayesinde yataktan çıkıp mutfağa gitmeye karar verdim, ki yaptım. Heyecanıma karışmış içimdeki korkuya rağmen mutfağa gittim. Hem zaten daha gelmemişti. O cani gelmeden iki dakikada tatlı bir şeyler tüketip mutfaktan çıkacaktım.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE