Masadaki hava, üst üste gelen haberlerin ağırlığıyla iyice koyulaşmıştı. Efe, boğazındaki düğümü yutkunarak bastırdı.
Bugün fazlasıyla şok yaşamıştı. Artık zihnini biraz toparlamaya ihtiyacı vardı. Sandalyeden ağır ağır doğruldu, sesi yorgun ama netti:
''Ben koğuşa geçiyorum. Herhangi bir gelişme olursa bana haber verin.'' dedi.
İkizler ve Sarp, hâlâ olan biteni hazmedememiş halde masada oturuyorlardı, sadece başlarını salladılar. Kısa bir “Görüşürüz,” mırıldanması dışında, kimsenin konuşacak hâli yoktu.
Efe kapıya yöneldi. Karargahtan çıktı, Koğuşa gitmek üzereydi ki bir an duraksadı.
Umay’a verdiği sözü hatırladı. “Akşamüstü uğrayıp konuşurum,” demişti.
Derin bir nefes aldı, yönünü değiştirdi. Ayakları bu kez revire doğru ilerliyordu. Pencerelerden süzülen kızıl gün ışığı, dar koridorları akşam üzeri sakinliğine bürümüştü.
Yaklaştıkça, içeriden gelen hafif kahve kokusu ve kısık fısıltılar kulağına çarpmaya başladı…
Kapı aralıktı. Efe, birkaç adım yaklaşıp elini kapıya koyduğu anda içeriden gelen bir cümle dikkatini çekti:
— Ben bu adama güvenmiyorum…
Umay’ın sesi, belirgin bir tonda, hafif de öfkeli çıkmıştı. Acaba kime güvenmiyor? diye düşündü Efe. Daha fazlasını duymak için yerinden kıpırdamadı.
Bir sonraki söz Simge’den geldi:
— Aslına bakarsan… evet, telefonu yüzüne kapatmış olabilir. Ama geldiğimizden beri sanki sana yardım etmek istiyormuş gibi hareket ediyor.
Efe, o kişinin kendisi olduğunu anlamıştı. Sırtını duvara yasladı, kollarını göğsünde birleştirdi. Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı; keyifle dinlemeye başladı.
Umay, ses tonunu biraz daha yükseltti:
— Geldiğimden beri bana hakaret ediyor. Sürekli beni aşağılama çabasında. Babama kendi babası gibi davranıyor. Her şeyi bırak, burada olmamdan o kadar hoşnutsuz ki… bakışlarıyla bile bunu ima ediyor. Ve açık söylemem gerekiyor… hayatımda ilk kez birine karşı bu kadar gıcığım.
Efe’nin yüzündeki gülüş daha da büyüdü. Kendi kendine sessizce mırıldandı:
— Ne üzüldüm… ben de sana bayılıyordum, Süslü!
Simge hafifçe kıkırdadı. Umay, elindeki kahveyi sehpaya bırakıp kollarını göğsünde bağladı, huzursuz bir ifadeyle burnunu buruşturdu:
— Niye gülüyorsun şu anda acaba, Simge?
Simge’nin cevabı netti:
— Büyük aşklar kavgayla başlar derler. Dikkat et de, Sonunda âşık olma bu çocuğa…
Umay gözlerini devirdi, öfkesini saklamadan karşılık verdi:
— Saçmalayacak başka bir şey bulamadın herhalde, ben o itici tipe bakmam…
Kapının dışındaki Efe, alaycı bir tebessümle mırıldandı:
— Bunlar ne çok romantik komedi izlemiş böyle, Laflara bak!
Başını alayla salladı, Artık daha fazla beklemedi. Kapıyı usulca itti, içeri adım attı.
— Selam, Rahatsız mı ediyorum? diye sordu, sesi gayet sakin ama gözleri net bir meydan okumaydı.
Simge hemen toparlandı, elindeki kupayı aldı. Hafif bir gülümsemeyle ayağa kalktı:
— Ben sizi yalnız bırakayım. Acil bir şeyim var, sanırım…
dedi, Ve odadan çıktı.
Umay, Simge'nin bu kaçar adım hallerine sinir olmuştu. Ama belli etmemeye çalıştı.
Kapı kapandığında, revirin içinde geriye sadece Efe’nin ağır adımları ve Umay’ın keskin bakışları kaldı.
Umay, kollarını hâlâ göğsünde bağlı tutuyordu. Dudakları belli belirsiz kıvrıldı:
— Ne istiyorsun?
Efe, gözlerini onunkilerden ayırmadan yaklaştı.
— Sözümü tutmaya geldim, Süslü.
Umay, ukala bir tavırla dudaklarını kıvırdı.
— Gözlerim doldu açıkçası. Demek sözünü tutmaya geldin. Otur konuş o zaman, dinleyeyim bari.
Efe, sessizce ona baktı. Gözlerini devirdi.
Uzun boyuyla, ağır adımlarla koltuğa yöneldi. Üzerindeki askeri üniforma, geniş omuzlarını ve fit duruşunu daha da belirginleştiriyordu. Kumaşın sert çizgileri bile onda yakışıklı, güçlü bir hava bırakıyordu.
Umay, istemsizce bakışlarını ondan alamadığını fark etti. Saçmalama, diye çıkıştı kendi kendine. Bu sadece fiziksel bir çekim. Hepsi bu.
Efe oturdu. Hafifçe öne eğildi, dirseklerini dizlerine koydu. Boynunda ki damarlı yapı, her hareketinde kasılıyor. Göz dolduruyordu.
Sonra, Gözlerini Umay’dan ayırmadan konuşmaya başladı:
— Bundan altı yıl önce… ben ve ekibim Suriye’ye göreve geldiğimizde, Albay zaten dört yıldır buradaydı. Şu an onuncu yılı. Biz göreve geldiğimizden beri uğraştığımız bir örgüt var: ESVED.
Sesinde ciddi bir ton vardı.
— Bu örgütün lideri, Suriye’yi ve hatta Orta Doğu’yu karıştıracak birçok işin başında. İnsan kaçakçılığından tut, silah kaçakçılığı ve uyuşturucu kaçakçılığına. Örgütün, Bağlantıları derin. Ülkeler arasındaki politik provokasyonlarda bile parmağı var. Ve dahası…
Cümleyi burada kesip dişlerini sıktı.
— Yerel halka çok fazla zulüm yapan bir örgüt bu. Biz geldikten sonra bölgeye yayıldık. Tüm istihbarat bilgilerini sızdırdık. Kaçacak delik bırakmadık. Sonunda elebaşını yakaladık. O zaman örgüt dağıldı… ya da biz öyle düşündük.
Bakışları sertleşmişti.
— O günlerden beri, Albay’a karşı büyük bir kin besleyen bir yapı var. Senin gelişinle birlikte bu örgüt ilk kez mantıksız bir hamle yaptı. Ve bu hamlenin sonucunda hiç beklemediğimiz, bizi şok edecek bir rehineyle karşılaştık.
Umay kaşlarını çattı.
— Ne rehinesi…?
Efe sözünü bitirdi:
— Boşver, seni ilgilendirmez. Ben bu rehine olayını çözmek istiyorum. Bu kişinin gerçekte kim olduğunu ve başına ne geldiğini bilmemiz gerekiyor. Ve şundan eminim… üç yıldır ilk kez hareketlendiler. Onları harekete geçiren şey sensin.
Umay’ın gözleri kısıldı.
— Yani beni yem olarak kullanmak istiyorsun. Peki… babamla benim baba-kız ilişkim , tam olarak bu işin neresinde?
Efe’nin yüzünde hafif bir gülüş belirdi.
— Sence babanın şu an seni göndermek istemesinin sebebi ne?
Umay düşündü. Yutkunarak, istemeden mırıldandı:
— Sanırım… beni kızı olarak görmediği ve… beni sevmediği.
Efe’nin gözlerindeki ifade değişmedi. Ama dudaklarındaki gülüş, sanki cevabı çoktan biliyormuş gibi, biraz daha belirginleşti.
— Hayır, Süslü! dedi Efe, gözlerini ona dikerek. Ses tonu netti, kararlıydı. Babanın senden uzak durmasının sebebi bu değil.
Umay kaşlarını çatarak sordu:
— Nereden biliyorsun ki? Sen bizim, Baba-kız ilişkimiz hakkında bu kadar rahat nasıl konuşabiliyorsun?
Efe’nin yüzündeki ifade sertleşti.
— Baban… her 18 Eylül’de büyük bir çiçek buketi alır. Küçük, tatlı bir pembe pasta yaptırır.
Umay’ın boğazı düğümlendi. O tarih… Umay'ın doğum günüydü.
— Ardından güzel bir müzik açar. Masasına oturur. Pastadan bir lokma alır, yanına kahve koyar… ve resmine bakarak içer. Bir nevi sessizce, hüzünle kutlar.
Umay, nefesini tutmuş onu dinliyordu. Gözleri hınca hınç dolmuş, ağlamamak için direniyordu.
— Sahaya çıktığımızda, yerli halkın arasına girdiğimizde… gözleri hep küçük kız çocuklarını arar. Onlara özlemle bakar. Ayrıca... Ekibimizde bir kadın teğmen var, Atmaca.
Umay başını salladı, onu tanıdığını belli ederek.
— TSK bizi, Yetimhaneden aldığından beri Baban Atmaca’ya hepimizden farklı davranırdı. Daha fazla sevgi gösterirdi. Ama hepimizi sevgiyle koruyup büyüttü. Eğitti. Yani… babanın seni ne kadar çok sevdiğini anlayabilecek kapasitedeyim ben.
Efe’nin sesi bir an yumuşadı, ama gözleri hâlâ ciddiydi.
— Ve sen bunların hiçbirini görmedin. Baban senin hayaletinle yaşadı. Peki… bunca yıl sana ulaşmamasının sebebi sence annenin adresini gizlemesi miydi?
Umay, gözleri dolarak baktı. Sebep bu muydu? diye düşündü. Sonra, Meraklı gözlerini tekrar Efe'ye dikti.
Efe devam etti:
— Biz istihbarat ajanıyız, Umay. Sence baban senin adresini bulamaz mıydı? Annen gerçekten seni saklayabilir miydi? Hayır. Ulaşamamasının sebebi bu değildi. Ulaşmak istememesiydi. Çünkü seni korumak istedi.
Umay’ın dudakları aralandı, ama ses çıkaramadı.
— Çünkü peşinde olduğu tek bir örgüt yoktu. Sen Paris’te, süslü püslü Barbie hayatına devam ederken… baban yaklaşık yedi kez vuruldu. Defalarca operasyona çıktı. Bir keresinde aylarca ortadan kayboldu. Döndüğünde ise koca bir örgütü çökertmişti.
Umay’ın nefesi kesilmişti. Sanki bir film sahnesini dinliyor gibiydi ama tüm bu aksiyonun içinde düşündüğü tek şey vardı. ''Yıllarca, Babamın canını çok yakmışlar.''
— Baban, sandığından çok daha fazlası. Ama… ben, babanın seni sandığı kadar büyük bir potansiyele sahip olduğuna inanmıyorum. Sen sadece mızmız bir kızsın!
dedi ve, ayağa kalktı. Kapıya doğru yürürken son sözlerini söyledi:
— Yarın kalmayı seçersen… ben elimdeki rehineyle ilgili pusu kurmak için seni kullanırım. Sen de babanın duygularını harekete geçirmek için beni. Seçim senin...
Kapı kapandığında odada yalnız kalan Umay, derin bir sessizlikte kala kalmıştı. Düşünceleri birbirine dolanmış, boğazındaki düğüm gitgide ağırlaşmıştı...
Şimdi ne yapmalıydı?