Kedi - Fare Oyunu;

1460 Kelimeler
Birkaç saniyeliğine göz göze geldiler. O an zaman durdu sanki. Deniz'in kalbi hızla atmaya başlamıştı. Göz bebekleri büyüdü, nefesi daraldı. Sonra bir anda irkildi, silkelendi ve dişlerinin arasından alçak bir sesle, "Off derya, Senin yüzünden düştüğüm hale bak," diye mırıldandı. Hızla güneş gözlüğünü taktı, kasketini yüzüne indirip, Kubilay Bey’in arkasına saklanırcasına çekildi. Fakat Fatih, gözlerini ondan ayırmamıştı. Onun panikleyişini, saklanmaya çalışırkenki o suçluluk dolu hâlini görmüştü. Kaşları çatıldı. Bakışları keskinleşti. Dudaklarının kenarı alaycı bir öfkeyle kıvrıldı. "Seni küçük yalancı..." diye fısıldadı neredeyse dişlerinin arasından. Bu kadını… Mutlaka bir köşeye kıstıracaktı. İşte o an hesabını soracaktı. Ama şimdi zamanı değildi. Şimdi sadece izliyordu. Tüm dikkatini ona vermiş, avını usulca izleyen bir yırtıcı gibi. Fatih, genzini temizlercesine kısa bir öksürükle kendine geldi. "Anladım Müdür Bey. Görevimiz sizi bölgeye ulaştırmak, yola çıkalım o hâlde." dedi. Kubilay Bey başını eğerek karşılık verdi. "Tabii tabii, nasıl isterseniz." O sırada Elif, hem omzunu gevşetip hem çantasını sıkıca kavrarken iç geçirir gibi konuştu: "Şey... Bi’ kahve alsaydık en azından, uzun yoldan geldik. Olmaz mı Müdürüm?" Kubilay Bey, yorgun kadroya bakıp bir an tereddüt etti. Sonra gözlerini Fatih’e çevirdi. İzin ondan çıkacaktı. Fatih, o ana kadar konuşmadan yalnızca Deniz’i izliyordu. Gözleriyle adeta genç kadının şapkasının altındaki düşünceleri deşiyordu. Bakışları, Deniz’in kafasında delik açacak kadar yoğundu. Birkaç saniye sonra, bu gerginliği yararak yüzünü Kubilay Bey’e çevirdi. "Çavuş size eşlik etsin. Ve lütfen… sadece bir kişi gidin." Elif, başını sallayarak, "Tamam ben alırım. Herkes ne içiyor?" diye sordu. Mühendisler Taylan ve Berat aynı anda, "Latte olsun," deyince, aralarındaki senkronizasyon bir kahkaha patlatmalarına neden oldu. Elif’in gözleri sonra, asker gibi dik duran ve gölgelerin arasından ortalığı süzen Emekli Binbaşı Tolga Bey’e döndü. "Size ne alayım, güvenlik müdürüm?" Tolga Bey, çelik gibi ifadesiz bir sesle ama hafif bir gülümsemeyle, "Ben su alayım, Elifçim," dedi. Sonra sıra geldi… felaketin merkezine. Elif, hala şapkasını yüzüne kadar çekip görünmemeye çalışan Deniz’e baktı. "Siz ne alırdınız, baş mühendisim?" Deniz bir yutkundu, sesi boğuk ve sakınmaya çalışır haldeydi. "Espresso yeterli…" Fatih’in kaşları hafifçe kalktı. Daha fazla dayanamadı. Dik duruşuyla adım attı, ellerini cebine soktu ve sesinde belli belirsiz alayla konuştu: "İlginç. Oysa şekerli kahveleri sevdiğinizi düşünmüştüm." (Ya şapşal ya 🤭 Unutanlar için rol yaparken şerbet gibi kahve söylemişti kızımız randevuda) Deniz’in boğazı kurudu, içgüdüsel olarak omuzlarını büzdü. O an konuşmadı. Ama etraftaki herkes bir şeylerin olduğunu fark etmişti artık. Gözler, ufaktan kıpırdanıyordu. Uzm. Çavuş Cihan araya girerek ortamı dağıttı. "Ben size eşlik edeyim," dedi. Elif başını eğerek, "Tabii," deyip uzaklaştı. Deniz, hâlâ yüzüne bakmasa da Fatih’in bakışlarının bir avcı gibi onu izlediğini hissediyordu. Bu kadarı fazlaydı. İçinden geçen tek cümle vardı: “Ben bu adamdan nasıl kurtulacağım!” Ana karargaha vardıklarında, saat henüz öğleni biraz geçmişti. Güneş, tepenin hemen üstünde, karargâhın çatısında sıcak gölgeler bırakıyordu. Genişçe bir avluya bakan, iki katlı lojman binası etrafı ağaçlarla çevrilmişti. Uçaktan indiklerinden beri geçen süre içinde herkesin üstünde tatlı bir yorgunluk vardı. Taylan ve Berat, içeri girer girmez koşa koşa yukarı çıkmıştı. "Abi biz yataklara bakıp geliyoruz!" diye bağırdılar. Kubilay Bey, genel düzeni sağlamaya çalışan klasik devlet insanı duruşuyla ayakta duruyor, ekibe bilgi veriyordu: "Bu gece burada konaklayacağız. Sabah erkenden araziye geçip konteynerleri yerleştireceğiz. Hepimiz orada kalacağız. Şimdilik odalara yerleşin, sonra yemekhaneye geçeriz. Sonra da kısa bir alan turu yaparız. Anlaştık mı arkadaşlar?" Grup dağılırken, Deniz’in içindeki sirenler çoktan çalmaya başlamıştı. İç sesi, megafonla bağırıyordu: “Sakın Fatih’e denk gelme. Sakın!” Ama kaçmak kolay değildi. Fatih sanki her taşın arkasında pusuya yatmış gibiydi. Karizmatik, keskin yüz hatları, hafif dağınık sakalı, derin gözleri ve o kış gibi soğuk ama yaz gibi yakan bakışıyla… tam bir felaketti. Deniz aslında randevudan sonra onu düşünmekten kendini alıkoyamamıştı, Ayrıca onu askeri üniformayla görmek kalbini titretmişti. Ama bakışları, ''Seni öldürmek istiyorum'' der gibiydi. ''yok , yok! Bu adam beni çiğ çiğ yiyecek, saçma sapan romantizm düşünmek yok Deniz!'' diyerek kendini gaza getirmeye çalışıyordu. Artık plan yapmalıydı ve, Kaçış Planı – Sürüm 1.0 devredeydi. İlk hedef: odasına çantasını bırakmak. Taylan ve Berat yukarıdaydı ama Fatih… şüpheli bir şekilde ortalıkta yoktu. Koridorda yürürken adımlarını olabildiğince sessiz attı. Kapısını buldu. İçeri girip çantasını bıraktı. Tam çıkacakken arkasından biri yaklaştı. Nefesi tutuldu. “Hey Deniz, odaları beğendin mi?” diyen Berat’tı. Derin bir nefes aldı. ''hıı evet, çok beğendim'' dedi ve uzaklaştı. İkinci hedef: Yemek. Ekip yavaş yavaş yemekhaneye doğru yürüyordu. Deniz de onlarla birlikte ilerlemeye başladı ama burnunun ucunda tanıdık bir parfüm... Mandalina ve keskin odunsu bir notayla birlikte. İşte oradaydı. Fatih, girişte dikilmiş, elleri ceplerinde duruyordu. Gözleri onun üstünde. Herkesin yanında bir şey demedi ama sadece kaşlarını kaldırması bile Deniz’i köşeye sıkıştırmaya yetmişti. Hemen görmezden gelerek, etrafa bakınıyordu. Kaçış Planı – Sürüm 1.1: Geri çekilme. "Benim telefonum içeride kalmış, dönüp alayım," deyip gerisin geri koridora kaçtı. Taylan hemen arkasından seslendi: "Aa gelmişsin, göremeyince ben de seni merak etmiştim!" dedi. Deniz, “Ben kendimi de merak ediyorum Taylan!” diye mırıldanarak uzaklaştı. Üçüncü hedef: Bölge gezisi. Kısa bir gezi turu için dış alana çıktıklarında, ekip yerleşkeyi tanımaya başladı. Tolga Bey önde yürüyor, Elif not alıyor, diğer mühendisler fotoğraflıyordu. Deniz ise gruptan hep bir adım uzakta yürümeye çalışıyordu. Her virajda, her ağacın gölgesinde, her konteynerin arkasında Fatih’i görecekmiş gibi irkiliyordu. Derken, saklanmak için bir konteynera yöneldi, Deniz, konteynere girerken içinden dua etti: “Lütfen... burada olmasın. Lütfen burada olmasın…” Kapı açıldı. İçeride sadece… Fatih vardı! Gözlerini sert bir ifadeyle dikmiş şekilde bakıyordu: Deniz neredeyse çığlık atacaktı. Ama gülümsedi. Gülümsemesi korkuyla uyuşmuş gibiydi. "Pardon, Yanlış konteyner" dedi geri adımlarla kaçmaya başladı. Fatih dik bakışlarla, onu izledi. Dördüncü ve son hedef: Saklanmak. Yemekten, odalardan, konteynerlerden ve hatta insanlıktan kaçmak istercesine sonunda arka bahçeye açılan dar patikadan süzüldü. Yaprak hışırtısı, uzaktaki konuşmaların yankısı… Hepsi silinmişti artık. Tam anlamıyla yalnızdı. Ve işte o ağaç. Kurtarıcısı. Dalları yere yakın, yaprakları sık. Gözünü bile kırpmadan tırmandı. En üste ulaştığında, bacaklarını çaprazlayıp kollarını gövdesine sardı. İçinden “Sonunda, Kurtuldum!” diye bağırıyordu. Gözlerini kapattı. Nefesi sakinleşmeye başlamıştı ki… Duyduğu sesle irkildi, Resmen, Kalbi yerinden fırladı. Gözlerini açtığında, aşağıda Fatih’i gördü. Fatih huzursuzca söylendi, “Kedi gibi ağaca da tırmandığına göre tam oldu. İstersen bir kumanya verelim, dağa da çık! Ne dersin?'' Fatih; Ağaca yaslandı, kollarını göğsünde bağladı, ve artık dik dik yukarı bakıyordu. ''Nesin sen? Derya mı? Deniz mi? Dolandırıcı mı? Yoksa… kedi mi?” Deniz artık pes etmişcesine, omuzlarını düşürdü. Kaçış Planı – Sürüm 1.999: Hedef yakalandı!. Deniz aşağı baktı, Gözlerini kıstı. Öfkeli değil, utanmıştı. Ama yine de kendini toparladı. Dengesini kaybetmeden kızıl saçlarını toplayıp tokaya geçirdi, nefes alarak şöyle bir silkindi. Yüzünde utançla kızaran yanaklarını fark ettirmemeye çalıştı. Tırmandığı daldan aşağı sinirle söylendi, “Bana bu işi cehenneme mi çevireceksin? Anla işte… senden kaçıyorum! Neden kovalıyorsun ki! Hayatımda ilk kez rol yaptım. Ve onda da yakalandım. Beni rahat bıraksan… olmaz mı?” Şimdi olay ilgisini çekmişti, Fatih, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir kıvrımla gülümsedi. Üstündeki haki yeşil üniformanın kollarını sıvamış, bilek damarları belirginleşmişti. Güneşin son ışığı yüz hatlarına keskin bir sertlik katıyordu. Savaşçı gibi duruyordu ama sesi… tam bir sokak serserisi gibi keyifliydi. “Cık… olmaz. İnip bana her şeyi anlatana kadar buradayım, sokak kedisi.” Deniz dişlerini sıktı. Gözlerini kapatıp sabırla saymaya başladı: bir, iki, üç… olmuyordu. Ağaçta kalması mümkün değildi. Yavaşça sarkarak atladı ve yere indi. Ama Fatih’in dibine düşer gibi olmuştu. Aralarındaki mesafe bir karıştan azdı. Bu kadar yakın olmak… tehlikeliydi. “Geri çekil,” dedi Deniz, sesi pamuk gibi çıkmıştı. Geri çekilmesi gereken kendisiydi belki ama bu anı Fatih bozmuyordu. Gözleriyle onu inceliyor, yüzündeki utançla zevk alıyordu sanki. “Eee anlat bakalım, Deniz?” dedi Fatih. Sesi bu kez yumuşaktı. Deniz’in gözleri büyüdü. Cevap veremedi. Dudakları aralandı ama kelimeler çıkmıyordu. Tüm o mühendislik zekâsı, diploması, akademik tavırları şu anda bir ağacın altında çökmüştü. Tamamen afallamış bir haldeydi... Fatih için ise durum daha farklıydı. Düşüncelerinde yalnızca o kadın kalmıştı geriye. Güzelliğini saklamaya çalışan ama başaramayan, utanmakla baş etmekte zorlanan bir kadın… Tam cevap verecekti ki, uzaktan Berat’ın sesi duyuldu: “Deniz Hanım! Müdür bey sizi çağırıyor!” Fatih gözlerini devirdi. "Hayır, anlatmadan gitmeyi aklından bile geçirme!" dedi. Deniz ise hayatının lütfunu yakalamış gibi toparlanarak arkasını döndü. "Kurtuldum!" diye içinden bağırdı. Ama tam iki adım atmıştı ki arkasından gelen fısıltıyla yine sarsıldı: “Yarın sabah bölgede olacağız. Unutma... aynı konteynerde olacağız. Sen, ben... Bende tüm herkesin içinde konuşurum bu konuyu, o halde.” Deniz olduğu yerde durdu. Omzunun üzerinden ona baktı. ''Bunu söylememeliydin'' diye içinden geçirdi. Çünkü; Deniz birşey yapsın isterseniz, Onu tehdit etmeniz yada Yapamazsın demeniz yeterli olurdu. İşte o an içinde ki deli uyanıyordu. O an gözlerinde bir ateşle. Saçlarını hafif savurdu. “Eğer o konteynerda seni boğarsam, sorumluluk almıyorum. Sonra ağlayarak, Günlüğüne yazma. Bir kadın tarafından tekmelendim diye!” Fatih kaşlarını kaldırdı, gülümsedi. “Seninle aynı alanda kalmak bile hayatta kalma eğitimine giriyor zaten. Merak etme, eğitimliyim bu konuda” dedi. Deniz kafasını iki yana sallayıp yürümeye başladı ama yüzündeki inatçı ifade artık saklanmıyordu. Fatih arkasından bakarken dudaklarından şu cümle döküldü: “Bu savaş yeni başlıyor, Kızıl.”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE