Odaya girmeme izin vermedi.
annem yavaşça kapıyı kapatırken gözlerime bile bakamadı. Sanki içeriye adım atmaya kalksam, o kadının içindeki bütün kırgınlık beni yere serecekmiş gibiydi. İçimde bir sıkışma vardı. Öyle tanıdık, öyle ezici ki… İlk defa kelimelerin yetersiz kaldığını anladım. İlk defa bir kadın bana "gelme" dediğinde, gerçekten haklıydı. Ve ben, ona yaklaşmayı bırak, kapısının önünde bile fazlaydım belki artık.
Duvarın kenarına yaslandım, parmaklarım yumruk oldu ama suçlayacak kimsem yoktu. Ne annemi, ne o kapının ardındaki kırık kalbi. Çünkü en büyük yarayı ben açtım.
Onu defalarca yalnız bıraktım. Yaralıydı… hem bedeniyle hem ruhuyla. Ben ne yaptım? Koruyamadım. En çok ihtiyacı olduğu anda, onun yanına gitmek yerine susmayı, geri çekilmeyi, boş bir öfkeye tutunmayı seçtim. Onu susturdum, korkuttum. Karnında taşıdığı canı düşünmeden bağırdım, bağırttım. Şimdi odasında tek başına yatarken, yanında ben yokum. Çünkü istemedi. Çünkü hak etmedim.
annemin sesi hâlâ kulaklarımdaydı:
“Şimdilik görmek istemiyor seni. Dinlenmek istiyor.”
“Ben onun kocasıyım,” diyecek oldum, ama boğazımda düğümlendi kelimeler. O kelime… "koca"... O kadar ağır geldi ki. Koca olmak neydi? Sahip çıkmak mıydı? Yarasında ilk ben vardım oysa. Şimdi değil sadece, o ilk geceden beri. Belki de en büyük korkusu, ben oldum. İçine düştüğü yalnızlığın nedeni bendim. O konağa geldiği günden beri, hep savaştı. Hep ayakta durdu. Ve ben... her defasında onun ellerini bırakmayı tercih ettim.
Ellerimle gözlerimi kapattım. İlk defa bu kadar çaresizdim. İlk defa onun gülümsemesini kazanmak için değil, affedilmek için bekliyordum.
İçerideki kadını seviyorum. Bunu söylemek kolay, ama onu hak etmek başka bir şey. Şimdi ben, o hakkı kazanamayan bir adamım.
Ama bekleyeceğim. Kapının dışında da olsa, yanında olduğumu bilsin diye. Belki bir gün, yüzüme bakmak isterse… orada olacağım. Sözlerle değil, duruşumla anlatacağım artık her şeyi.
Çünkü bu defa, gerçekten pişmanım. Ve bu defa, onu kaybetmek istemiyorum.
Ayağa kalktım. İçimdeki ağırlık yumru gibi mideme oturmuştu ama artık orada dikilip kendimi acındırmanın bir anlamı yoktu. Gerçeklerin üstünü pişmanlıkla örtemezdim. İçeri giremesem de, dışarıda kalmakla bir şey düzelmiyordu. Ama içimde bir ses… içimde bir ses susmuyordu.
“Bunu sana kim söyledi Sarvan? Meryem gerçekten böyle bir şey söylemiş olabilir mi?”
Hayır… Meryem öyle biri değildi. Bebeğini yitirmiş bir kadına, hem de kendi kardeşine, böyle bir laf edemezdi. Meryem’in gözlerini hatırladım. Sessizliğini. Kalbinde ne varsa, diline taşımayan o sabrı. Ama ben... her zaman en kötü olana inandım. Kızgınlığımın kör ettiği kalbimle, en kolayına kaçtım.
Omuzlarımda taş gibi bir yükle kardeşimin odasına doğru yürüdüm. Ayak seslerimi duymasını istedim. Bilerek gürültü yaptım. O korksun, neyle karşılaşacağını bilsin.
Kapıyı tek seferde açtım. Asmin yatağında telefonuyla ilgileniyordu. Beni görünce irkildi, suratındaki o rahat ifade silinip yerine tedirgin bir bakış yerleşti.
“Ne oldu ağabey?” dedi, sesi ne kadar sakin görünmeye çalışsa da gözleri kaçak oynuyordu.
Kapıyı yavaşça kapattım arkamdan. Birkaç adım attım. Odanın ortasında durdum. Sadece gözlerine baktım. Kaçmaya çalıştı, yere indirdi bakışlarını.
“Ne anlattın bana?” dedim. Sesim ne yüksekti ne de alçak. Soğuktu. Donuktu. Ama altındaki öfkeyi kendim bile zor bastırıyordum.
“Ne… neyden bahsediyorsun?” dedi, sesi titrek.
Bir adım daha attım. “Senin o gece söylediklerini tekrar düşünme fırsatım oldu. Meryem’in, sana bebeğini kaybetmeyi hak ettiğini söylediğini iddia etmiştin.” Gözlerim delip geçiyordu artık. “Bunu gerçekten söyledi mi Asmin?”
Asmin’in yüzü düştü. Dudakları seyirdi. Birkaç saniye sustu. “Ben… o an çok öfkeliydim. Her şeyi üst üste yaşamıştım. Ne dediğimi bilmiyorum.”
“Sen ne dediğini gayet iyi biliyordun,” dedim. Sesim bu sefer sertti. “Ve senin yalanına inanıp karımın kalbini kırdım. Onu öyle sözlerle yaraladım ki… hastaneye kaldırıldı Asmin! Neredeyse bebeğini kaybediyordu!”
Asmin ağlamaya başladı. “Ben istemedim böyle olsun. Sadece o an… o kadar kırgındım ki! Sarvan, o benim de çocuğumdu! Onu kaybettim ve kimse yanımda değildi. Meryem’in yanına geldiğimde öyle sakin, öyle güçlüydü ki… kıskandım belki… bilmiyorum!”
“Sen kıskandın diye ben hayatımdaki en değerli kadını kaybediyordum az daha!” Yumruklarımı sıktım. Sakin kalmak istiyordum ama mümkün değildi. “O kadın senin yengendi. O kadın bir can taşıyor. Ve sen… sen gözünü kırpmadan ona iftira attın!”
Asmin ellerini yüzüne kapattı. “Özür dilerim…”
Başımı iki yana salladım. O kadar acıydı ki içimdeki hisler. Ne özür ne pişmanlık Meryem’in yaşadıklarını silebilirdi.
“Özrü ben değil, Meryem hak ediyor. Ama ona gidip bakmaya bile yüzün var mı, bilmiyorum.”
Asmin başını eğdi, hıçkırıkları yükseliyordu.
Ben arkamı dönüp kapıya yöneldim. Elim tokmağa uzanırken duraksadım. Son bir kez arkamı döndüm.
Kapıya uzanan elim yarım kaldı. İçimde hâlâ dinmeyen öfke, hayal kırıklığıyla karışık bir girdap gibi dönüyordu. Bu sessizlik… Asmin’in hıçkırıkları… Hiçbiri yüreğimdeki yangını söndüremiyordu.
Yavaşça ona döndüm. Gözlerim hâlâ donuktu ama artık öfkenin altındaki o derin yorgunluk da yüzüme yerleşmişti.
“Asmin,” dedim. Adını ilk kez bu kadar ağır söyledim belki de. “Pılını pırtını topla.”
Başını kaldırdı. Gözyaşları içinde bana baktı, anlamamış gibiydi.
“Topla dedim. Evlisin. Kocanın evine git. O kapı neresi ise, bundan sonra yerin orası. Bu konakta artık ne bir hakkın ne de yerin var. Buradan çekip gideceksin.”
“Abi… ben—”
“Elini bile kaldırma,” dedim. Sözünü keserken sesimdeki titreme artık kendimi zor tuttuğumun göstergesiydi. “Bu evin, bu ailenin adını lekeledin. Senin kıskançlığın yüzünden ben karımı kendi ellerimle kırdım. Sadece ona değil, içindeki cana da…”
Yutkundum. Kelimeler boğazıma takıldı. Onları zorladıkça sesim daha da kısıldı.
“Bir daha bu konağa adımını atarsan, ne senin yüzünü görmek isterim ne de sana Sarvan diyen biri çıkar karşına. Anladın mı?”
Gözlerimi kaçırmadan baktım. Bu sefer o başını çevirdi. Gururu, kırgınlığı, hatta pişmanlığı umurumda değildi. İçimdeki tek şey, Meryem’in gözlerinde gördüğüm o kırılmışlık, o sessiz acıydı.
“Toparlan,” dedim bir kez daha. “Çünkü bu gece son gecen burada.”
Sonra hiç arkamı dönmeden kapıyı açtım. Ağır adımlarla çıktım odadan. Kapının sesi arkamdan kapandığında, içimde yalnızca soğuk bir sessizlik kaldı.
ağır adımlarla odaya doğru yürüdüm. Meryeme doğru gittim. ayaklarım beni sevdiğim kadına götürüyordu. Ne çok canını yakmıştım onun. öyle pişmandım ki yanıp kavruluyordu. Odanın önüne vardım.
Yavaşça açtım odanın kapısını. Loş bir ışık vardı içeride. Perdenin aralığından süzülen ay ışığı, Meryem’in yüzüne düşmüş… öyle masum, öyle kırılgan görünüyordu ki içim burkuldu. Beni en çok ezen neydi biliyor musun? O suratına kapandığı sessizlik. Ne bağırmıştı ne de ağlamıştı. Sadece susmuştu. Sessizlikle cezalandırmıştı beni. Ve o sessizlik, şimdi ciğerimi kavuruyordu.
Adımlarımı duyurmamaya çalışarak içeri girdim. Uyuyordu. Hafif yüzü yana dönüktü, saçları yastığın üzerine dağılmıştı. Solgun teni, yorgun dudakları, gözlerinin altındaki o gölgeler… hepsini tek tek ezberledim o an. Ne hale getirmiştim onu. Sırf başkasının ağzıyla yargıladığım için. Dinlemeden, anlamadan, sormadan.
Diz çöktüm yatağın kenarına. Elimi kaldırdım, bir süre tereddüt ettim ama sonra usulca başına eğildim. Alnına minicik bir öpücük kondurdum. Tenine dokunduğum anda gözlerim doldu. Bunu hak etmiyordu. Bu kadını, bu kadar çok sevdiğim hâlde, en çok ben kırmıştım.
“Affet beni,” diye fısıldadım dudaklarımı zar zor kıpırdatarak. “Yaralarını saracağım dedim ama… en büyük yarayı ben açtım sana. Seni koruyacağıma, en savunmasız anında seni parçaladım.”
Bakışlarım karnına kaydı. O narin, hayat taşıyan kıymetli yere. Avuçlarım titreyerek o yana uzandı. Parmaklarım nazikçe dokundu. Sonra usulca öne eğildim ve bir öpücük bıraktım oraya da.
“Baban burada miniğim,” dedim sessizce. “Belki çok yanlış yaptı ama… seni çok seviyor. Anneni de. Dünyadaki her şeyden çok.”
Bir süre başımı oraya yasladım. Nefesimi tuttum, duysa da anlamasa da içimdeki sevgiyi belki hisseder diye.
Sonra dikkatlice doğruldum. Onu uyandırmak istemedim. Zaten uyanıksa bile yüzünü bana çevirmedi. Beni görmek istemediğini biliyordum. Bu yüzden geldiğimi bilse bile arkamdan ses etmeyecekti. Kalbinin kapılarını kapatmıştı bana.
Sessizce ayağa kalktım. Bir kez daha baktım ona, belki son defa böyle savunmasız hâliyle. Sonra adımlarımı geri geri attım, yavaşça kapıyı çektim ardımdan.
Gecenin karanlığına yürürken içimde bir karar yankılanıyordu: Ben onu hak etmemiştim belki ama… bundan sonra ne gerekiyorsa yapacaktım. Hem onun için hem içindeki o minicik kalp için. Çünkü sevgi, sadece sevmek değilmiş. Yanlış yaptığında diz çöküp af dilemekmiş. Ben bunu öğrendim. En acı şekilde.
Koridorda adımlarım yankılanıyordu ama sanki o sessizlik bile bana ceza gibiydi. Her köşe, her duvar, Meryem’in bir zamanlar bana inandığı günleri hatırlatıyordu. O tebessümlerini, gözümün içine baka baka “güvendim sana” deyişini. Şimdi o güven paramparça. Ve ben, bu enkazın ortasında ellerimle yok ettiğim bir sevdanın külleriyle baş başayım.
başka bir odanın kapısını açıp içeri girdim. Derin bir nefes aldım, ama içimi geçmeyen bir ağırlık vardı. Gömleğimi çıkarırken aynaya gözüm takıldı. Kendime baktım… Gözlerimde yorgunluk, pişmanlık ve korku. En çok da korku. Onu tamamen kaybetme korkusu.
Yüzümü ellerimin arasına aldım. “Nasıl yaptın bunu?” dedim kendime. “Nasıl olur da onun gözyaşlarına sebep olacak kadar körleştin Sarvan?” Asmin’in söylediklerini düşündüm tekrar tekrar. Kardeşimdi. Ama bir kardeşin bile sözü, bir kadının gözlerindeki gerçekliği gölgeliyorsa, insan en çok kendine hesap vermeli. Vermeliyim.
Yerimde duramadım. Ayağa kalktım, pencereye yürüdüm. Gece ağırdı. Dağların silüeti bile karanlığa sinmişti. Ama en karanlık yer benim içimdi. Meryem o odada yalnızdı şimdi. Belki uyanmıştı, belki yastığına gömülüp ağlıyordu. Belki de sadece taş kesilmişti, tıpkı günlerdir yüzü gibi.
Sırtımı cama yasladım. Avuçlarımı yumruk yaptım. O çocuğu kaybetseydik… Bu düşünce mideme bıçak gibi saplandı. O zaman ne kalırdı geriye? Ne Meryem, ne biz… hiçbir şey.
Sabaha kadar uyumayacaktım, bunu biliyordum. O kapının ardında yatan kadını tekrar gülümsetene kadar, gözlerime uyku girmeyecekti. Belki günlerce, belki haftalarca o kapının dışında bekleyeceğim. Ama bekleyeceğim. Çünkü onu bu evde bir yük gibi hissettiren bendim. Şimdi ona nefes gibi olmak zorundayım.
Elimi kalbimin üzerine koydum, alçak bir sesle kendi kendime yemin ettim
."Bu sefer bırakmayacağım. Ne olursa olsun… seni, seni kıran bu adam iyileştirecek Meryem."
Kapıya hafifçe vurulan tırnak sesi düşüncelerimi böldü. Dönüp baktım. Açılmadan önce bile kimin geldiğini anlamıştım. Yasmin.
Kapı aralandı, ardından o tanıdık, her zaman kendinden emin, bakışlarının altına gizlediği niyetiyle içeri süzüldü. Üzerinde yine dikkatle seçilmiş bir elbise, yüzünde mahzun taklidi yapan ama gözleriyle beni tartan o bakış.
"Geç oldu Yasmin," dedim sertçe. “Neden buradasın?”
Kapıyı usulca kapattı arkasından. “Seninle biraz konuşmak istiyorum,” dedi, sesi olduğundan daha yumuşaktı bu sefer. “Kırıldığını biliyorum. Her şeyin üstüne geldiğini de. Ama… belki de seni iyi edecek bir şey vardır.”
Kaşlarımı çattım. “Neyden bahsediyorsun?”
Birkaç adım attı. Masama yaklaştı ama ben geri çekildim, mesafeyi korudum. “Beni dinle lütfen,” dedi. “Ben sana bir zarar vermek istemedim. Ama olan oldu, şimdi sen bu hale geldin. Ben… yanında olmak istiyorum. Senin yaralarını sarabilirim Sarvan. Gerçekten yapabilirim.”
Gözlerimi ona diktim. O cümleyi söylemesini bekliyordum. Tam da düşündüğüm gibi… Adım adım bu ana gelmek için hazırlık yapmış gibiydi.
“Bir şans ver bana,” dedi. “Sadece bir kez. Seni eskisi gibi güldürmeyi deneyebilirim. Yalnız hissetmeni istemiyorum. Meryem… sana acıdan başka bir şey vermedi. Ama ben—”
“Yeter!” dedim, sesim aniden yükseldi. Yumruklarım sıkılıydı, çenem kasılmış. “Yasmin, sen ne yaptığının farkında mısın? Ben evli bir adamım. Ve karıma aşığım. O acıyı da ben verdim ona, başkası değil. O kadın canından oluyordu az daha. Senin gibi biri bana merhem değil, zehir olur!”
Gözleri doldu ama bu sefer etkilenmemiştim. Biliyordum artık. Bu yüzü daha önce de göstermişti. Hep kendince haklıydı, hep bir rol, bir plan…
“Odadan çık Yasmin,” dedim sertçe. “Bir daha da benimle bu şekilde konuşma. Ben seni kardeşim bilip saygı gösterdim. Ama sen bu eve, bu kadına, bu aileye ihanet ettin. Bir daha adımı böyle hecelediğini duyarsam… seni kendi evimden ben gönderirim.”
Yüzü düşerken, dudakları kıpırdadı ama kelime çıkmadı. Başını eğip yavaşça arkasını döndü. Kapıya yöneldi. Açtı, bir anlık tereddüt etti ama tek kelime etmeden çıktı.
Kapı kapanır kapanmaz derin bir nefes verdim. Ellerimi yüzüme sürdüm. Kalbim hâlâ öfkeyle çarpıyordu. Ama içimde başka bir his daha vardı. Netlik.
Meryem’i kaybetmeyeceğim.
Benim hayatımda bir kadın olacaksa o her zaman Meryem olacaktı