Bebeğim artık üç aylık olmuştu. O korkunç günün üzerinden bir ay geçmişti. ama hala Sarvanla konuşmaktan kaçınıyordum. Geceleri gizlice odaya girip bebeğimle konuşuyor beni öpüyordu ama ben uyuyormuş gibi yapıyordum.
Pişman olduğunu biliyordum ama onu affedemiyordum işte. Asmini konuştu konaktan Süreyya anne ne kadar üzülsede Sarvana bir şey dememişti. Yaptıklarında sonra kocasının yani abimin yanına gitmesinin en doğrusu olduğunu söylemişti
Süreyya anne bana çok destek oluyordu. Asla yataktan çıkmama izin vermiyordu. nerdeyse beni kendi elleri ile bekleyecekti. Şeydada aynı şekilde hep yanımda oluyordu.
Bu gün kontrole gidecektik Sarvanla birlikte. Aslında ben Şeydayla gitmeyi düşünüyordum ama kendisi ısrarla gelmek istemişti. Bende bir şey söylemedim. zaten köşe bucak kaçıyordum ondan konuşmuyordum.
Arabaya ilerleyip bindim. Sarvanda peşimden gelerek sürücü koltuğuna geçti. Arabada sessizlik hâkimdi. Sadece motorun uğultusu ve ara sıra Sarvan’ın dikkatlice camı silmesi kulağıma çarpıyordu. Elimi karnımın üzerine koymuştum. İçimde büyüyen minik kalp sağ olsun, hâlâ ayakta durabiliyordum. Beni hayata bağlayan tek şeydi… Her şeyin üstüne bir perde çeken o masum varlık…
Sarvan direksiyon başında sessizdi ama göz ucuyla bana baktığını hissedebiliyordum. Göz göze gelmemek için başımı camdan dışarı çevirmiştim. Konuşmasını istemiyordum. Konuşursa duymak istemediğim şeyleri duyar gibi oluyordum. Ya da daha kötüsü, beklediğim sözleri duyup yumuşar diye korkuyordum. Çünkü kırgınlığımın ardında hâlâ onun bir kelimesine bile diz çökecek bir kalp vardı içimde.
“İyisin değil mi?” dedi ansızın, neredeyse fısıltıyla.
Cevap vermedim.
O da sustu. Birkaç saniye sonra yine o iç çekiş… Arabanın içi, onun pişmanlığının yankısıyla dolmuş gibiydi.
Hastanenin önüne geldiğimizde arabadan ilk ben indim. Hemen kapıyı açıp aşağı atladım neredeyse, Sarvan’ın yardım etmesine fırsat vermemek için. Yanımda yürüdü ama yine tek kelime etmedi. Randevuya birlikte girdik, doktor gülümsediğinde biraz içim rahatladı.
Ultrasonda bebeğimi görmek beni hep ağlatacak gibi yapıyordu. Küçücük bir mucize… Ellerini açmış gibi uzatmıştı kollarını, sanki “Ben buradayım, korkma” diyordu.
Doktor döndü, ciddi bir yüz ifadesiyle konuşmaya başladı:
“Her şey yolunda. Gelişimi normal. Ama…”
İşte o ‘ama’lar, bir annenin kalbine bıçak gibi inerdi.
“Bir kanamayı daha kaldıramazsınız Meryem Hanım. Bu bebek çok güçlü evet, ama sizin bedeniniz zayıflamış. Kendinize dikkat etmezseniz, risk artar. Bol bol dinlenmeniz gerek. Ani hareket yok. Üzülmek yok. Stres yok.”
Başımı yavaşça salladım. Sarvan’ın yanında olduğum için mi bu kadar sıkıntılı hissediyordum bilmiyorum ama bir an önce oradan çıkmak istiyordum. Doktor daha fazla nasihat vermesin, Sarvan daha fazla gözümün içine bakmasın. Bebeğimin kalp atışlarını duydum ya… O yeterdi.
Sarvan elinde reçeteyle peşimden yürüdü. Arabaya binerken beni korumak için kapıyı açtı, ama yine hiçbir şey demedim.
Eve dönerken daha fazla sessiz kalamadı.
“Meryem... Seni kırdığım için her gece kendimden nefret ediyorum,” dedi. Sesi çatallıydı. “Biliyorum affedilmem zor ama… Sana kıydığım her anı bir daha yaşıyorum. Gözümün önünden gitmiyorsun.”
Gözlerimi yummak zorunda kaldım. Çünkü ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Yutkunup başımı çevirdim. Cevap vermedim. Çünkü konuşursam, ona ‘seni affetmek istiyorum’ diyecektim. Ama daha zamanı değildi.
Arabadan indiğimde ilk içeri giren ben oldum. Süreyya anne kapıda bizi bekliyordu. Beni görünce hemen yanıma geldi.
“Nasıl geçti kuzum? Bebek iyi mi?”
Başımı sallayıp yavaşça ona sarıldım. Sessizce… Sadece başımı omzuna koydum. Gözlerim dolmuştu. Ama annemin kucağı gibiydi Süreyya annenin sarılışı. Güvenli ve sıcacık.
“İyiyiz… Ama dikkat etmem gerekiyormuş.”
“Sana gözüm gibi bakacağım,” dedi. “O yatağından çıkmayacaksın. Ben ne gerekiyorsa yaparım.”
Sarvan bize uzaktan bakıyordu. Bu defa gözlerinde pişmanlıktan fazlası vardı. Sanki bir şeyleri daha derinden anlamış gibiydi. Ama artık ne kadar anladığı değil, ne kadar değiştireceği önemliydi benim için.
Süreyya annenin yardımıyla odama çıktım yatağa uzandım. annem üzerimi örtüp alnıma öpücük kondurdu. "Güzel kızım benim dinlen sen bende sana meyve suyu getirmeyim" tam konuşacaktım ki odaya Sarvan girdi.
"Anne bizi biraz yanlız bırakır mısın?" Süreyya anne sanki benden onay almak için gözlerime baktı. gözümü yumup açtım sorun yok der gibi.
"Peki o halde çıkmayıp da konuşun" dedi ve çıktı.
Şimdi sadece Sarvan ve ben vardım odada. yavaşça yanına geldi ve yatağın önüne diz çöktü.
"Meryem" sesinde korku vardı sanki ona cevap vermeyeceğimden korkuyor gibiydi
"Efendim" dedim kısık bir sesle
"Affetmeyecekmisin beni bir ay oldu koskoca bir ay yüzüme bile bakıyorsun"
Cevap vermedim ne diye bilirdim ki. kendime bile bu sorunun cevabını veremiyordum
"Çok seviyorum seni Meryem Allah şahidim eğer o gün bebeğimize bir şey olsa kendimi asla affetmezdim. Ama sen affet beni bak yüzüme Meryem çok özledim seni, tenini, kokunu, bebeğime dokunmayı. çok özledim"
"Sarvan" gözlerim dolmuştu ellerimi karnıma götürdüm bebeğimden güç almak ister gibi
"Affet beni Meryem affetki bende kendimi affedeyim. affetki nefes alayım"
Yutkundum. İçimde ne varsa boğazıma düğümlenmişti sanki. Söz söylemek istiyordum ama dudaklarım mühürlüydü. Kalbim bir çocuğun ağlaması gibi titreyerek atıyordu. Onun gözlerinin içine bakmak istiyordum ama bakarsam dayanamazdım. Affederdim. Sarılırdım. Oysa kalbim hâlâ tamir edilmemişti… Ve bir anne, kırık kalple çocuk büyütemezdi.
Sarvan başını eğdi. Gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Alışık değildim onun böyle oluşuna. Güçlü, dediğim dedik adam; şimdi dizlerimin dibinde, sanki bağışlanma bekleyen bir çocuk gibiydi. Parmaklarımla yorganın ucunu sıkı sıkı tutuyordum. Bedenim sanki taş kesilmişti ama içimde fırtına vardı. Sessizlik arasında kalbinin atışlarını duyuyordum sanki, öyle yakındı ki.
“Meryem…” dedi yeniden. Bu kez sesi çatlamıştı. “Bir hata yaptım, hem de en büyüğünü. Seni dinlemeden, sana güvenmeden, başkasının sözüyle kalbine hançer sapladım. Kendime bunu anlatamıyorum. Her gece odana gelip sana bakıyorum. Uyuduğunu sandığın her an, dua ediyorum… Allah’ım diyorum, ne olur onu bana bağışla…”
Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Kendime kızdım. Hem ağladığım için hem de onun söylediklerine içten içe inandığım için. Bir yandan “hayır” diyordum içimden, “hemen affetme, kolay olmasın,” ama bir yandan da özlemi içimde yankılanıyordu. Onu… sesini… dokunuşunu özlemiştim.
Sarvan gözlerini kaldırdı bana. “Biliyorum” dedi, “bir özür yetmez. Ama ben bir ömür senin affını kazanmak için çabalarım. Yeter ki bana bir şans ver. Ne olursun, bu evi, bu hayatı sensiz bırakma. Bebeğimizi babasız bırakma Meryem. Ben… ben sizi çok seviyorum.”
Yanağımın üzerinden akan bir damla gözyaşı, çenemden süzülüp yastığa düştü. “Ben…” dedim. “Ben sana inanmak istiyorum Sarvan. Ama içim hâlâ yanıyor. O sözlerin… bana baktığın o gözlerin… bana inanmadan kurduğun cümleler… hepsi içimde yankılanıyor.”
Sarvan başını eğdi yine. “Biliyorum. Haklısın. Ben sana güvenmeyi unuttum. Kalbini korumayı unuttum. Ama hatırladım Meryem… senin kalbin benim evimdi. Ve ben o evi yıktım. Şimdi o evi yeniden inşa edebilmem için ne yapmam gerekiyorsa yaparım. Sadece izin ver.”
O an ellerini karnıma uzattı. Önce bana baktı, izin ister gibi. Gözlerimi kapattım, başımı hafifçe salladım. Elleri karnımın üzerine konduğunda içimde tarifsiz bir sıcaklık yayıldı. Konuştu sonra, hem de en saf haliyle, bir baba gibi.
“Minik yüreğim… Baban burada. Seni çok seviyor. Anneni kırdım, farkındayım. Ama sen büyürken bil istiyorum, en büyük savaşım onun kalbini onarmak olacak. Anneni mutlu etmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. Söz veriyorum sana… bir daha onun gözünden bir damla yaş düşerse, sevinçten olsun.”
Artık ağlıyordum. Sessizce. Yorganın altına saklanarak. Gözyaşlarım yastığımı ıslatıyordu. Sanki bu sözleri yıllardır bekliyordum da bir türlü gelmiyordu. Kırgınlığımın en derinine dokunmuştu şimdi. Ama hâlâ korkuyordum… Yine kırılır mıyım diye.
Sarvan usulca ayağa kalktı. Odanın sessizliği tekrar aramıza girdi. Yatağın kenarında biraz durdu, belki bir cevap bekledi. Ama ben susuyordum. Gözlerim kapalıydı. Beni bıraksın istemiyordum ama onu da durduramıyordum.
Yavaşça odadan çıkarken sadece bir fısıltı gibi döküldü ağzından son sözleri.
“Affetmesen de bekleyeceğim Meryem. Her sabah yeniden başlayacağım. Çünkü sen buna değersin.”
Kapı kapandı. Sessizlik kaldı geriye. Elim hâlâ karnımın üzerindeydi. Bebeğim, minik mucizem… O her şeyin şahidiydi. İçimden bir ses dedi ki: belki bir gün… belki bir gün gerçekten affederim. Ama bugün değil… henüz değil.
******
Konağın avlusuna çıktığımızda hafif bir rüzgâr esiyordu. Saçlarımı toplamaya bile halim yoktu ama Şeyda inatla beni biraz yürümeye ikna etmişti. Elim karnımda, yavaş yavaş yürüyorduk. Ayaklarım ağırdı ama içim biraz rahattı. Odanın dört duvarı artık üstüme üstüme gelmeye başlamıştı.
“İyi ki geldik,” dedim usulca.
Şeyda yüzüme döndü, “Gün ışığı her şeyi iyi eder,” dedi gülümseyerek.
“Hem biraz da yürüyüş, bebeğine iyi gelir.”
Gülümsedim, “Bazen ben bile unutuyorum içimde bir can taşıdığımı… Sanki sadece içimde değil, her yerimde onun yükü var. Kalbimde, boğazımda...”
Şeyda durup bana baktı. Gözlerinde o tanıdık şefkat vardı. “Korkuyorsun,” dedi.
Başımı eğdim. “Evet… Hem de çok. Tek başıma bir şey başaramam sanıyorum bazen. Ya da ne bileyim… Bu çocuk beni güçlü kılar sanmıştım. Ama bazen o kadar kırılgan hissediyorum ki…”
Şeyda koluma girdi, beni konağın avlusundaki tahta banklardan birine doğru yönlendirdi. Oturduğumuzda biraz sessizlik oldu. Sanki ikimiz de aynı boşluğu paylaşıyorduk. O, dostluğun sessizliğiydi. Rahatsız etmeyen, konuşmaya zorlamayan bir sessizlik…
“Sen çok güçlüsün,” dedi sonunda.
Başımı ona çevirdim.
“Kimse senin yerinde olup da ayakta kalamazdı. Sen hâlâ buradasın. Ve içindeki can da senin kadar dirençli. Birbirinizi iyileştiriyorsunuz belki de farkında değilsin.”
Gözlerim doldu ama ağlamadım. Sadece başımı usulca salladım.
“Bana iyi geliyorsun,” dedim.
Şeyda elimi tuttu, “Sen de bana. Hem seni böyle kırık dökük görmek hiç içime sinmiyor. Yavaş yavaş toparlanacaksın. Sarvan’ı affetmek zorunda değilsin hemen. Ama kendini affet… O günkü suskunluğun, o acı... Senin suçun değildi.”
Tam o anda avlunun diğer ucundan ayak sesleri duyuldu. Başımı çevirdim. Yezda Hanım ve kızı Yasmin yürüyerek yaklaşıyordu. Bir şey söylemediler. Ama gözlerindeki nefret tokat gibi yüzüme çarptı. Yasmin’in dudakları sıkılıydı. Göz göze geldik bir an. O anda anladım; hala beni Sarvan’ın önünde bir engel olarak görüyordu.
Yezda’nın yüzü soğuk ve kırıktı. Sanki orada bulunmak bile onun için bir zulümmüş gibi. Gözleri beni delip geçerken dudakları küçümseyici bir şekilde büzüldü. Hiçbir şey söylemedi. Ama o bakış her kelimeden ağırdı. Sanki “Sen bu konağın gelini olamazsın” diyordu.
Şeyda hemen kolumu sıkı tuttu. “Boşver,” dedi fısıltıyla, “Baktıklarıyla yıkamazlar seni. Yeter ki sen kendini yıkma.”
Ben bir şey demedim. Sadece başımı çevirdim, gökyüzüne baktım. İçimde kıpırdayan bebeğimin varlığına tutundum. Onların bakışlarına değil, içimde büyüyen umuda inandım.