👙Mor Bikini👙

2050 Kelimeler
*** Zemheri'den... Banyoda elimi yüzümü yıkayıp biraz olsun kendime gelmeye çalışmıştım. Ama kapıyı açıp çıktığımda karşıma çıkan manzaraya hazırlıklı değildim. Oğuz ve Çekdar... yatakta, üst üste kalmışlardı. İkisi de kasvetli bir ciddiyetle birbirine bakarken ben sahneyi görünce kendimi tutamadım; kahkaha boğazımdan fırladı. "Tercihleriniz kadınlardan yana sanıyordum." dedim, gözlerimden yaş gelecek kadar gülerken. Çekdar, yüzü kıpkırmızı kesilmiş, öfkeyle ayağa kalktı. "Yeter Zemheri." dedi sert bir tonla. Ama onun bu hali kahkahalarımı daha da artırıyordu. Oğuz da ciddiyetini bozmadan yatağın üzerinden doğruldu. Bu sırada Kumsal uyanmış, merakla karşısında duran iki adama bakıyordu. Küçük gözleri şaşkınlıktan kocaman açılmıştı. "Anlıyorum, tutkulu bir aşk yaşıyorsunuz ama kızımı ezebilirdiniz." Kızımı kucağıma alıp korumacı bir şekilde sarıldım. İkisi de bana aynı anda öyle bir bakış attılar ki, adeta öldürücüydü. Dudaklarımı ısırıp alaycı bir gülümsemeyle ekledim. "Bunları göreceğime, keşke kör olaydım." Çekdar öfkeyle çenesini okşadı, belli ki gururu paramparça olmuştu. İçinden saydırdığı her şey yüzüne vurmuştu. Oğuz ise sakinliğini koruyor, hiçbir şey olmamış gibi duruyordu. Çekdar hala kendini Midyat’ta, törelerin içinde sanıyordu her halde; bu yüzden bu kadar geriliyordu. "İzniniz var mı, uyuyacağız kızımla? Çekdar, sen de odana gitsen iyi olur." dedim, sesim yorgunluktan çatallı çıkmıştı. Çekdar bakışlarını bana değil, Oğuz’a çevirdi. Parmak ucuyla onu işaret ederek, "Bu nerede yatacak?" diye sordu. Sessizce koltuğu gösterdim. Söze gerek duymadım. Gözleri Oğuz’a kaydı, bakışlarında hala öfke vardı. "İyi, gözüm üzerinde." diyerek tehditkar bir söz savurdu ve kapıyı ardından kapatıp çıktı. Ben bir an yerimde kalakaldım. Bu kadar çabuk pes edeceğini hiç düşünmemiştim. Başımı kaldırıp Oğuz’a baktım. Sesim mahcup ve kısık çıktı. "Kusura bakma, bu sözleri duymak zorunda değilsin." O ise başını iki yana sallayıp, olgun bir tavırla karşılık verdi. "Sorun değil, güzelim." Bunu söylerken yorgun bedenini, yatağa paralel duran koltuğa bıraktı. Ben de yatağın üzerindeki fazla yastıklardan birini alıp ona uzattım. Sessizce elimden aldı, koltuğun başlığına yaslayıp uzandı. Banyoya gidip üzerime rahat bir şeyler giydim. Aynaya bakarken gözlerimin ne kadar yorgun, yüzümün ne kadar solgun olduğunu fark ettim. Derin bir nefes alıp çıktım. Yatağa girerken örtüyü kaldırdım, Kumsal’ı yanıma alıp küçük bedenini bana sokulmasına izin verdim. Onun sıcaklığı içime yayıldı. Minik alnına dudaklarımı kondurup öptüm. "Bana diyorsun ama sen de bunları duymak zorunda değilsin, Zemheri." Az önce söylediğim sözler hala aklında olacak ki, şimdi dile getirmişti. Başımı hafifçe kaldırdım. Oğuz koltukta sırt üstü uzanmış, bir eli başının altında, diğer eli göğsünde hareketsizdi. Gözleri kapalıydı ama sözleri, kalbimi hedef alır gibiydi. "Biliyorum ama..." dedim kısık bir sesle. Sözlerim havada asılı kaldı, devamını getiremedim. Dudaklarım kıpırdadı, sonra sustum. Oğuz ise hiç duraksamadan, benim içimdeki eksik cümleyi tamamladı. "Ama hala ondan tamamen vazgeçecek kadar gaddarlaşmadın." Sözleri ciğerime saplandı. Sertçe yutkundum. Beni tanıyordu... hem de en kırılgan yerimden. Suskunluğum bir cevaptı; o, bunu çok iyi biliyordu. Bir süre odanın içinde sadece dışarıdan gelen dalga sesleri duyuldu. Sonra Oğuz’un sesi tekrar geldi. Bu kez daha ağır, daha derinden gelen bir tonla. "Umarım bir gün Çekdar kıymetini bilir, Zemheri..." O anda gözlerini açtı. Bakışları tavana dikildi. Derin, düşünceli bir kararlılıkla konuşuyordu. "...Bilsin ki, benimle savaşmak zorunda kalmasın." Sonra başını bana çevirdi. Gözleri, gecenin loş ışığında bile keskin ve delici görünüyordu. Nefesim hızlandı, kalbim boğazıma tırmanıyordu. Şimdiye kadar susmuş hali bu muydu? Ve dudaklarından çıkan son cümle, odanın içine buz gibi bir kesinlik bıraktı. "Çünkü bugüne kadar isteyip de almadığım hiçbir şey olmadı." O an bakışlarımız kilitlendi. Onun gözlerinde gördüğüm şey, sadece bir erkeğin kararlılığı değil; aynı zamanda bir savaşın çoktan başlamış olduğunun ilanıydı. "İyi geceler." dedim sadece. Konuşacak cesaretin yoktu daha fazla. Aklım başka yerdeydi zaten, belli etmesem de içimi kemiren bir şey vardı. Çekdar ve Nazya'da aynı odada kalacaklardı. Of! Sana ne Zemheri. Onlar evli... ve senin onla bir alakan kalmadı. *** Sabah odanın içine dolan cıvıl cıvıl seslerle gözlerimi araladım. Daha göz kapaklarım tam açılmamıştı ki, Kumsal’ın kendi kendine bir şeyler gevelediğini gördüm. Anlamsız sesler çıkarıyor, ayağını kaldırıp ağzına götürmeye çalışıyordu. Sözde sabah sporu yapıyordu! Küçücük bedeniyle bu çabasına istemsizce gülümsedim. "Anneciğim, günaydın." dedim, yüzümü ona yaklaştırıp yanaklarını üst üste öptüm. Doğrulup yan taraftaki koltuğa baktım. Ama Oğuz yoktu. Gitmiş olmalıydı. İçimde küçücük bir rahatlama... ama aynı anda bir merak vardı. Nereye kayboldu bu adam sabahın köründe? Kumsal’a dönüp saçlarını düzelttim. "Anne yüzünü yıkasın, sonra kahvaltı yapalım güzel kızım." dedim. O ise gözlerimin içine bakıp kendince bir şeyler söylüyordu. Ayağa kalkıp esneyerek banyoya yöneldim. Kapıyı açtığım gibi, yüzüme sıcak buhar çarptı. Ellerimle buharı dağıtıyordum ama... karşıya baktığım anda beynim dondu. Ellerim havada asılı kaldı. Karşımda Oğuz! Havlusunu iki yana açmış, tam beline saracakken yakalamıştım onu. Ve başka bir şey... Evet, resmen başka bir şeyle göz göze geldim. Bir anlık şokla gözlerim fal taşı gibi açıldı. Yüzümdeki ifadeyi görseniz, sanki dünya üzerime yıkılmış gibi! "Özür dilerim!!!" diye bağırdım telaşla. Sesim ince bir çığlığa dönmüştü. Kapıyı hızla kapatıp arkamı yasladım. Kalbim küt küt atıyordu, yanaklarım alev almıştı. İçimden feryat figan, Ne gördüm ben az önce?! diyordum. Oğuz’un... evet, Oğuz’un orasını gördüm! "Ay! Delireceğim!" dedim kendi kendime, yüzümü ellerimle kapatım. Utançtan öleceğim! Görmemem gereken şeyi gördüm! Öfkem karıştı utanmama. Gerzek kız! İnsan bir kapıyı tıklatmaz mı? Hadi onu geçtim, buhardan birisinin başını yıkadığını nasıl anlamadın? Uyku sersemliğim yüzünden hep. Gözlerimden yaşlar gelecek kadar gülme ile ağlama arasında sıkışıp kalmıştım. Resmen sinir sistemim çökmüştü! Ne gülebildim, ne de ağlayabildim. Banyodan sesler geldiğini duyunca, kalbim hızlandı. Panik halinde hemen kapıdan uzaklaşıp yatağa koştum. Örtüyü kaldırıp altına girdim. Her yerimi kapattım; başımı bile altına soktum. Sanki örtünün altına girince az önce gördüklerimi de unutabilecektim. Banyonun kapısı açıldığında nefesimi tuttum, gözlerimi sıkıca yumdum. Ama ne fayda! Gözlerimin önüne o görüntü tekrar tekrar geliyordu. Şaka gibiydi bu ya, resmen şaka! Bir süre sonra valizin zincir sesi geldi. Metalin şıngırtısından, kıyafetlerini çıkardığını anlamıştım. Yemin ederim nefesimi tutmuş, kıpırdamadan yatıyordum. Sonra banyo kapısı yeniden kapandı. Dayanamayarak yorganın kenarını araladım, biraz temiz hava aldım. Örtünün altında nefessiz kalmıştım. Dakikalar geçti. Yaklaşık on dakika sonra banyodan yine bir kapı sesi geldi. Telaşla yeniden başımı örtünün altına soktum. Bu kez Oğuz'un sesini duydum. "Beni o halde görmene neden olduğum için... ben özür dilerim Zemheri. Ama kapının kilidi yoktu. Uyuduğun için de söyleyemedim. Gidiyorum şimdi, rahat ol lütfen. Kahvaltıya da geç kalma." Ardından kapı kapandı. O an başımı yastığa bastırıp bağırasım geldi. Ya resmen adamı basmam yetmezmiş gibi, üstüne bir de mahcup bırakmıştım! Kumsal’a döndüm, minik gözleri bana bakıyordu. Dudaklarımı büzüp, ağlamaklı bir sesle mırıldandım. "Anne rezil oldu." Sonra banyoya girdim, kısacık bir duş alıp bornozumu da üzerime geçirerek çıktım. Çıktığımda Kumsal daha çok acıkmıştı. Hemen sütünü verdim. İştahla içip doyduğunda, yatağa bırakıp giyinmeye başladım. Bir yazlık elbise seçtim, hafif ve rahat. Saçlarımı düzelttim. Kumsal’ı da özenle giydirdim. Anne-kız hazırdık. Derin bir nefes alıp dışarı çıktık. Ama aklım hala o utanç verici sahnedeydi. İçimde “Allah’ım, bu nasıl başıma geldi?” diye dönüp duran bir ses vardı. Kahvaltı yerine doğru yürüyecekken, bilmediğimden telefonumu çıkardım. Elim Oğuz’u aramaya gitti ama son anda vazgeçtim. Parmağım geri kaydı. Ali’yi aradım. "Buyur biladerim." dedi, her zamanki pişkince sesiyle. İstemeden sırıtıp, mahcup ama şakacı bir tonda sordum. "Kahvaltı yeri neresi, bulamadım." Bir an sessizlik oldu. Sonra Ali’nin sesi geldi. "Konum attım biladerim, çabuk gel yoksa sana bırakmam." Telefonun kapanma sesi kulaklarımda çınlarken derin bir nefes aldım. Konuma bakarak yürümeye başladım. Ayaklarım beni nereye götürüyorsa götürsün, içimde tek dileğim buydu: Yeter ki başıma yeni bir rezillik gelmesin. Kısa sürede mekana vardım. Açık havaydı, masalar bizim ekip için birleştirilmişti. Kahvaltı sofraları donatılmış, bizimkiler çoktan yerleşmişti. Kuş sesleri, masanın üzerindeki çay buharıyla karışıyordu. Adımlarımı yavaşlatarak masaya yaklaştım. İlk gözüm Çekdar’a kaydı. Ve evet... onun gözleri çoktan bendeydi. Ne bakışı kaçırıyordu ne de yüzünü. O an içimdeki huzursuzluk daha da arttı. Hızla gözlerimi kaçırıp dudaklarımdan kısa bir cümle döküldü. "Afiyet olsun herkese." Herkes teşekkür ederken, boş sandalyeye oturdum. Karşımda oturanı görünce içimden tek bir söz patladı: Ha siktir. Oğuz... Tam karşımdaydı. Bu hiç olmadı. Bu, evrende ihtimallerin en kötüsüydü. Mecbur... kahvaltıyı başım öne eğik yapacaktım. Çekdar’ın sesi o anda seslerin içinden yükseldi. "Zemheri, Kumsal’ı bana ver. Sen rahat rahat kahvaltını yap." İtiraz etmeden, küçük kızımı masanın üzerinden uzattım. Elden ele uzatılıp her durakta öpücüğünü alıp, sonunda babasının kollarına yerleşti. Çekdar’ın yüzündeki tatmin gölgesini fark etmemek imkansızdı. Ben ise sandalyeye tam oturduğumda, gözlerim istemsizce karşıya kaydı. Oğuz’un gözleri bendeydi. Dudaklarının kenarında ince, alaycı bir sırıtış vardı. Beni utandırmanın verdiği gizli bir keyifle, bakışlarını çekti, başını eğip tabağıyla ilgilenmeye başladı. Resmen rezil olmuştum. Ve biliyordum... benim bu utanmalarım, Oğuz’un hoşuna gidiyordu. O, sert görüntüsünün arkasında eğlenen bir tarafını bana böyle hissettiriyordu. Kahvaltıdan sonra herkes sahile ineceğini söylediğinde, ben birazdan geleceğimi belirttim. Çünkü mayolarım yanımda değildi. Odaya dönüp valizi açtım. Önce mor bikinimi giydim, üzerine fazla açık göstermeyen dantelli mayo üstümü geçirdim. Sonra hem Kumsal’ı hem kendimi baştan ayağa güneş kremledim. Kızımın minik kollarını kremden yapış yapış yaparken çıkardığı sesler sabahın stresini alıp götürdü. Hasır çantamı da kaptığım gibi odadan çıktım. Sahile vardığımda gözüm ilk Ali’ye takıldı. Turist kızların şezlonguna oturmuştu, el-kol hareketleriyle resmen şov yapıyordu. Kızlar kahkahalar atıyor, o da gülerek karşılık veriyordu. Yakışıklı olduğu için kovulmak yerine ilgi görmesi kaçınılmazdı. Doğruya doğru, kızları anlıyorum. Gözüm sahildeki boş şezlonglardan birine kaydı. Tam sevinmiştim ki... şezlongun sağında Oğuz, solunda Çekdar uzanıyordu. Ulan hayat resmen bana, “sıçtım senin ağzına” diyordu. Başka çarem yoktu. Güneş kafama geçmesin diye aralarına gidip, şezlonga oturdum. İkisinin de bakışları üzerimdeydi. Sanki görünmez bir halatla beni çekiştiriyorlardı. Ama yüzümde tek bir tepki belirmedi. Umursamaz gibi yapıp çantamı kenara bıraktım. Birden Dalga’nın sesi yankılandı. "Zemheri, hadi gel!" Başımı kaldırdım, suyun içinde çocuklarıyla oynuyordu. El sallıyordu. "Geliyorum!" dedim gülerek. Ama sorun vardı. Kumsal. Minik kollarıyla bana sarılmıştı. Kime bırakacağım bu cimcimeyi? "Bana ver." dedi Oğuz, kolunu uzatarak. Ama Çekdar bir anda yerinden fırladı. Kucağımdan Kumsal’ı aldı. Oğuz’a resmen nispet yapıyordu. Kızımın babasının kollarına geçişini izlerken, dudaklarımda hafif bir tebessüm belirdi. Onları umursamayıp, üzerimdeki mayo üstünü çıkardım. Tam ayağa kalkmıştım ki, Çekdar’ın sesi sertçe yükseldi. "Ha siktir!" deyip, "Ulan... bu ne hal kadın?!" Başımı çevirdim, gözleri üzerimdeydi. "Sana giymeyeceksin demedim mi bunu?" Bir an kaşlarımı kaldırdım, sonra dudaklarımda alaycı bir gülümseme belirdi. "Ben de sana, seni ilgilendirmiyor demedim mi?" Aramızdaki elektrik kıvılcım gibi çaktı. Sonra arkamı dönüp Dalga’nın yanına yürüdüm. Ayağım ilk defa denize değdiğinde serinlik bütün vücudumu sardı. Suyun hafif dalgaları, içimdeki bütün gerilimi yavaş yavaş alıp götürüyordu. O an, en azından birkaç dakikalığına, kafamın içindeki karmaşadan kurtulmuş gibiydim. *** Çekdar'dan... Öfkemi bastırmaya çalışırken yumruğum daha da sıkıldı. Zemheri, üzerine inanılmaz yakışan mor mayosuyla denize doğru yürüyordu. Güneş ışıkları teninde parlıyor, saçları rüzgarla hafifçe dalgalanıyordu. Ayağını suya ilk kez değdirdiğinde yüzündeki ifadeyi gördüm, sanki dünyadaki bütün serinlik ona aitmiş gibi rahatlamıştı. Ama benim içim yanıyordu. Çıldıracağım şimdi! Benim kalbim onun için bu kadar hızlanırken, kim bilir hangi şerefsizler ona nasıl gözle bakıyordu! Başımı çevirdiğimde, kaslarım gerildi. Aha işte bir tanesi de bu! Oğuz’un gözleri de Zemheri’deydi. "Bakma lan karıma!" dedim dişlerimin arasından. Başını bana çevirdi, yüzünde küçümseyici bir tebessüm vardı. "Karın mı?" dedi önce, sonra gülümsedi. "Seni alakadar ettiğini sanmıyorum." demesiyle, kan beynime sıçradı. "Baktığın kadın bana aitse, alakadar eder." Sesim öfkeyle titriyordu. Kumsal kucağımda olduğu için gidip de yüzünü dağıtamadım, bu yüzden elim yumruk halinde sıkılıydı; suratına geçirmemek için kendimi zor tutuyordum. Gözlerini kısıp, iğneleyici konuştu. "Ama o kendini sana ait hissetmiyor. Buna ne diyorsun Çekdar Ağa?" Dişlerim gıcırdadı. Yüzüne yaklaşıp tısladım. "Hissediyor. Sadece dile getirmiyor. Onun bakışlarını ben bilirim. Hala bana ait binlerce duygu var orada. Senin içini kemiren de bu zaten; elde edememen.” Oğuz’un çene kasları gerildi. Dudaklarının kenarı sertleşti. İkimiz de öyle bakıyorduk ki, sanki birazdan biri diğerini öldürecekti. İçimde yankılanan tek gerçek şuydu: Zemheri için daha önce can aldım, gerekirse yine alırım. Onun için ölmeye de öldürmeye de minnet ederim. *** Zemheri'den... Biraz Dalga ve çocuklarla şakalaştıktan sonra, kalabalığın sesinden uzaklaşmak istedim. Sanki denizin derinliği bana huzur vaat ediyordu. Usulca açıldım. Sahilden yeterince uzaklaştığımda, sırt üstü uzanıp gökyüzüne baktım. Bulutlar ağır ağır süzülüyor, güneş ışıkları gözlerimi kamaştırıyordu. Altımdaki su tenimi okşuyor, serinliği içime işliyordu. Bir an kendimi özgür hissettim. Ama o huzurun ortasında, aniden bir şey tenime sürtündü. İlk başta “balıktır” deyip geçtim. Ama aynı his ikinci kez geldiğinde kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Ya köpekbalığıysa? Panikle doğruldum. Nefesim hızlandı, gözlerim etrafı tarıyordu. Ama su her yerde aynıydı, dipsiz, uçsuz bucaksız... Kaçacak yerim yoktu. Sahile doğru yüzmek istesem ya tam o rotadaysa? Çaresizce etrafa bakarken, içimdeki korku büyüdü. Kalbim çırpınan bir kuş gibi göğsümü yumrukluyordu. Birden arkamdan büyük bir şeyin hızla yükseldiğini hissettim. Su damlaları patlayarak etrafa saçıldı. Çığlık atıp döndüm ama sesim boğazımda kesildi. Çünkü anında dudaklarıma kime ait bilmediğim dudaklar kapandı, gözlerim irice açıldı. Kalbim ağzımdan fırlayacak gibiydi. Kimdi bu ırz düşmanı? Görmeye bile fırsatım olmamıştı... ***
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE