Cinayet

2357 Kelimeler
Ilık esen rüzgar saçlarımı uçuşturuyor, elimdeki kağıtları alt üst ediyordu. Rüzgara inatla kağıtları düzeltmeye çalıştığım esnada aklıma bir anda, hangi konuda iyi olduğuna karar veremeyen adam ilişti. İlk görüşte birinden etkilenecek kadar aklı bir karış havada değildim. Fakat ilginç bir şekilde onu görmek istiyordum. Onunla daha fazla konuşmak, onun sesinden daha fazla cümleler duymak istiyordum. Ne kadar aptalca olduğunu kendime tekrarladığım bu gereksiz düşüncelerimle birlikte, bir iki güne hafızamdan silinecek olan o adamı da bir kağıt parçası gibi buruşturup bir kenara fırlattım. İsteksiz olduğu yürüyüşünden belli olan kadına sorumu yöneltmedim bile. Az çok kestirebiliyordum alacağım tepkileri. Ben yokmuşum gibi davranacak, öylece yürümeye devam edecekti. Sıkıntıyla nefesimi verirken, boynum kırılacak kadar şiddetle arkaya çekildim saçlarımdan. Çığlık atmamam için ağzım kapatılmıştı. Elimdekiler yere saçılırken hızla bir yere sürükleniyordum. Pek kimsenin görmeyeceği türden dar sokakta sırtım sertçe duvarla buluştu. Karşımdaki siyah maskeli yüz bana sırıtıyordu fakat, bu sırıtış daha çok tehlike arz ediyordu. Çırpınıyor, bağırmaya çalışıyordum. Üzerime daha da baskı uyguluyordu. Sırtım pürüzlü duvardan neredeyse kanayacaktı. Ciddi derecede tehlikeli gözüken adamın beni bırakmaya niyeti yok gibiydi. Ani bir hareketle sıyrıldım duvarla iri bedeninin arasından. Koşacak olursam, muhtemelen benden daha hızlı koşup beni saniyeler içinde yakalayabilirdi. Tek hamleyle arkasına geçip duvara yasladım onu ve kollarıyla birlikte boynunu kilitledim. Ufak ufak inlemesini duymuştum fakat adam kahkaha atmıştı. "Vay canına, yeni şeyler öğrenmişsin." Yutkundum kaşlarımı çatarken. Korktuğumdan olsa gerek nefes alış verişim düzensizdi. "Kimsin sen?" Gülmeye devam ettiğinde dişlerimi sıktım ve ellerimin arasında olan kollarını daha da gerdim. Dudaklarından belli belirsiz bir inilti kaçtı. "Canımı acıtıyorsun küçük hanım." Ellerim, dizlerim tutmadı bir an için. Gözlerim dolarken karnıma kramplar girmeye başladı. 'Küçük hanım.' Bu demek oluyordu ki; 1 yıl önce beni ölümün bir adım gerisine kadar getiren adamdı bu. Rüya haklıydı, beni yine bulmuştu. Ellerimin titremesini fırsat bilip aniden sıyrıldı ve saçlarımdan tuttu yine. Acıyla dişlerimi sıktım. Ben kıvranırken devasa elini karnımda gezdirmeye başladı. Dokunduğu her yerde yeniden bir yara açılıyordu sanki. O günü dün gibi hatırlıyordum. İnlemelerim, kan kusmalarım, acı çekişlerim. Kâbustan daha kötüydü ve şu an onun aynı şeyler için çabalaması korkutmak yerine cesaretlendirmişti beni. Maskeyi bir çırpıda çıkardım yüzünden. Yüzüne şaşkınlıkla birlikte paniklemiş bir ifade yerleşti. "Güzel bedenin hatırına seni affedebilirdim ama, artık öldürmek zorundayım." Var gücümle ittim onu. Dudaklarını ısırdı, ürkütücü bir bakış attı. Yutkundum önce ama gülümsedim. "İşini bitireceğim adi herif." Bakışları ile alay ettiği belliydi. Tam üzerime hızla geliyordu ki yerde bulduğum sivri taşı sertçe vurdum kafasına. Afalladı, acıyla bağırdı. Yüzüne kanlar akmaya başladı. Elinin tersiyle sildi bir kısmını. "Etkili," dedi kan bulaşmış dudaklarını ıslatırken. Tiksinç diye geçirdim içimden. "ama yetersiz." diye devam etti ve tüm gücüyle saldırdı. Duvarla onun arasında ezilirken ellerinin ulaşmaya çalıştığı yerler bende karşı konulmaz bir öfke uyandırdı. İtmeye çalışıyordum fakat bir kamyon ağırlığındaydı. Asıl duvar arkamdaki değil, oydu sanki. "Bırak beni, bırak diyorum sana! İmdat!" Kötü kahkahasından sonra mide bulandırıcı dudaklarını boynumda gezdirmeye başladı. Gözyaşlarıma hakim olamıyordum. Gittikçe güçsüzleşmeye başladım. Ellerim onu itmiyor, pes ediyordu artık. Üzerimdeki hareketliliğini artırıyor, benim aksime daha güçleniyordu sanki. "Bırak beni lanet olsun, bırak!" Göz yaşlarım hıçkırıklara karışırken gözlerim bir anda arka cebine ilişti. Gördüğüm metalimsi cismin bıçak olmasını diledim. Bir ümitle kaptım cebinden, henüz bir şey anlamıyor kurtulmaya çalıştığımı düşünüyordu hala. Titreyen ellerimle düğmesine bastım ve küçük çakının çıkardığı sesi duymaması için nidalarda bulunmaya devam ettim. Daha fazla düşünecek, bekleyecek vaktim yoktu, var gücümle sapladım sırtına. Gözüm dönmüş gibi defalarca, defalarca sapladım. İnleme sesleriyle doğruldu üzerimden. Şaşkına dönmüş vaziyette fal taşı gibi açtı gözlerini. Ağzından ufak bir kan pıhtısı geldiğinde göz yaşlarım hızlanarak akmaya başladı. Yere yığılırken kas katı olmuştu. Elimdeki kanlı bıçağı titreyerek bıraktım yere. Kanlı ellerime buğulu gözlerimle bakarken panikle etrafı kolaçan ettim. Ki biri varsa bile göremiyordum gözlerimin buğusundan. Yutkunmakta zorlanıyordum. Bedenim buz gibi olurken elimi karnımdan çekemiyordum. İğrenerek boynumu sildim. Afallayarak yürümeye çalışıyor, bir elimle duvardan destek alıyordum. Kafamı kaldırdım, o an yerimde kalakaldım. Bu gerçek olmamalıydı. Biri vardı. Hayır, hayır! Panikle arkamı döndüm ve ters yöne yürümeye başladım. Görmemiş olmasını diledim fakat biliyordum ki bu imkansızdı. "Hey!" dedi korkunç bir ses. Ya da şu an için bana korkunç geliyordu. Adımlarımı hızlandırdım ama önümdeki yığıntıyı fark etmemle çığlık attım. Aniden güçlü iki kol sardı bedenimi. Sesli bir şekilde ağlamaya başladım. Titriyor, düşecek gibi hissediyordum. "Öldürdüm! Öldürdüm onu, b-ben birini öldürdüm!" Delirmiş gibi ağlıyordum. Krize girmiş bağımlı insanlar gibi nefes alıp veriyordum. "Sakin ol." dedi o ses. Sesi de oldukça sakindi. Ama nasıl, nasıl sakin olabilirdim ki? Ben az önce birini öldürmüştüm ve, ceset gözlerimin önündeydi. Gözlerim fal taşı gibi açık, beni teselli eden adama bakıyordum. Yanılıyor olmayı diledim. O adam. Gizemli, ve hangi alanda iyi olduğuna karar veremeyen adam. Ani bir titremeyle yığıldım olduğum yere. Gözlerimi açtığım yer bir barakayı andırıyordu. Etraf karanlık, bense üşüyordum. Üzerimde yarısı daha önceden yanmış, kötü kokan bir battaniye vardı. Telaşla doğruldum yattığım yerden. Kulağımı dolduran çıtırtı sesleri, arkası dönük bir adamın yakmaya çalıştığı ateşten geliyordu. Öksürdüm varlığımı belirtmek istercesine. Bakışları beni bulduktan sonra tekrar ateşe döndü. "Dinlenmene bak, geceyi burada geçireceğiz." Boynumdaki ıslaklığı fark edince yüzümü buruşturdum. "Nereden ıslandım ben?" "Leke vardı, temizledim." Kalbim hızlandı. Yerimden fırladım. "Kan lekesi vardı değil mi? Ben, ben birini öldürdüm. Ben n'apacağım şimdi?" "Düşünme, tam bir pisliğe benziyordu zaten." Ellerimi saçlarıma çıkardım. Olan biten hiçbir şeye anlam veremiyordum. Kabustan farksızdı. "Rüya! Deliye dönmüştür onu aramalıyım. B-bana telefonunu verir misin?" Düşünmeden uzattı telefonunu. Panikten numarayı hatırlayamıyordum. Gözlerimi kaparken dişlerimi sıktım. Sonunda rakamları dizip açmasını bekledim. "Rüya, benim Naz. Yanımda olman gerek, çok kötü bir şey oldu." Saatlerdir haber alamadığı için sokak sokak beni arıyormuş. Ağzına geleni sayıyor, meraktan öldüğünü söylüyordu. Ağlamam duyulmasın diye elimle ağzımı kapattım. "N'apıyorsun? Başını derde mi sokacaksın?" diye uyardı o adam. Haklıydı, bunu düşünmem gerekirdi. Elimi alnıma vurdum gözlerimi kapatırken. "Dur, dur gelme. Benden haber bekle olur mu? Şimdi kapatmam gerek. Evet, iyiyim. Sakin ol lütfen, sorun yok. Hoşça kal." Telefonu kapayıp uzattıktan sonra gözlerimi ona tırmandırdım çekingenlikle. "Neden öyle bakıyorsun?" "Nasıl bakıyorum?" dedi telefonu alıp cebine koyarken. "Sanki her şey normalmiş gibi." "Kimdi o adam?" "Bu seni ilgilendirmez." "Şimdi oturup bana sakin bir şekilde anlatmanı istiyorum. Tam olarak ne oldu?" "Kimsin sen? Neden bana yardım ediyorsun?" "Yardım etmiyorum." Kaşlarımı kaldırdım merakla. "O zaman beni neden buraya getirdin?" "Cevabını hiç düşünmedim." dedi tüm sakinliğiyle. "Gitmem gerek." dedim ayağa kalkarken. "Her yerde aranıyorsun." "Beni nasıl buldun?" Sert, tozlu duvara yaslandı. Bu esnada dudaklarının arasına bir sigara yerleştirdi. Bir elini soğuk betona koyup destek alırken, diğer elinin iki parmağını ön cebine sığdırmak için kalçalarını öne doğru itti. Parmaklarının ucuyla çıkardığı zippomsu çakmağı ateşleyip dudaklarının arasındaki ince beyaz zehrini yaktı. Zayıf yanakları içe göçecek, kemikli yüzü iyice boy gösterecek kadar derin çekti içine. Nefesindeki gri bulutu, kendini karanlığa hapsetmiş, sessiz havaya bıraktı. Bütün bu hareketi boyunca onu izlediğimi, gözlerimi yakan dumana kadar fark etmemiştim. "Sen, seni bulmamı nasıl sağladın?" Duraksadım. Bilmeceden farksızdı cümleleri. Diyaloğa geçmekte zorlanıyordum onunla. "O ne demek?" "Boş ver, aç mısın?" Kafamı sağa sola salladım olumsuzca. "Naz, değil mi?" Bu kez olumlu anlamda başımı salladım yere otururken. Saçlarımdaki tokayı çıkartıp, derin bir nefes aldırdım. Tekrar toparlayıp başımın üzerine kondurdum. Kurumuş dudaklarımı ıslattım. "Senin?" "Bora." Dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. "Güçlü bir kadınsın." Güldüm ona karşın. "O yüzden mi şu an bir barakada saklanıyorum." Güldü yalnızca. "Uyumaya ihtiyacın var. Yarın yorucu bir gün olacağa benziyor." "Uyumaktan daha farklı şeylere de ihtiyacım var." "Mesela?" "Rüya, kız kardeşim. Yani farksız benim için." Başımı odaklandığım yerden kaldırdım. "Ve bir de..." Başımı sağa sola salladım. "Neyse." Söylemekten vazgeçtim ve suya uzandım. "Bir de ne?" dedi ısrarla. Tepkisiz kalacağını düşünmüştüm. Gözlerimi kırpıştırdım. "Önemli bir şey değildi. Uyusam iyi olacak." Kötü kokulu battaniyeye yeltenmiştim ki yineledi soruyu. "Bir de ne?" Yutkundum, buruk bir gülümseme kapladı yüzümü. "İçten bir sarılmaya ve, her şeyin geçeceğine inandırılmaya. En çok da buna ihtiyacım var." Bir cevap beklemeden arkamı dönüp olduğum yere yavru kedi gibi kıvrıldım. Gözyaşlarım sessiz sessiz intihar ediyordu. Belli belirsiz çektiğim pike sıyrıldı üzerimden. "Gel benimle." "Ne?" dedim yerimde hareketlenirken. Sarılmaya kalkarsa onu pişman ederdim. Düşüncemin aksine beni beklemeden yürümeye başlamıştı. "Gel, hadi." dedi sesi uzaklaşırken. Geleceğimden emin gibi ardına bakmadan yürüyordu. Apar topar barakadan çıkarken biri görecek, yakalanacağım diye içim içimi yiyordu. Aramızdaki mesafeyi daralttım koşar adımlarla. Hemen arkasından onu takip ediyordum. "Biri görürse?" diye sordum tedirginlikle. Sesim, sormak ve sormamak arasındaki tınıdaydı. Durdu yerinde, gözlerimin en içine baktı. "Endişelenme, ben yanındayım." Karanlıktan korkan bir kız çocuğuna kahramanlık yapıyor gibi konuşmasına sinirlensem de tuhaf hissetmiştim. "Nereye gideceğiz bu saatte?" "Biraz yürüyeceğiz." Bu cevap tatmin etmemekten çok meraklandırmıştı da. "Bu yolculukta neler olup bittiğini anlatmak istersin belki." Bu bir beklenti, biraz da soruydu. Belki saatlerdir yürüyorduk. Yargılamıyor, huzursuz hissettirmiyordu. Onunla konuşurken kendimi koz veriyormuş gibi hissetmemiştim. İlk kez, birine bu kadar çabuk güvenmiştim. Ona 1 yıl önce ölümle tanıştığımdan, memnun kalmadığımdan bahsettim. Biraz Ege'den, bolca Rüya'dan ve genelde çocukluğumuzdan bahsettim. Ne kadar doğru yaptım bilmiyorum ve umurumda da değil. Belki de sabahında bir daha karşılaşmamak üzere ayrılacağım bir yabancıya sırlarını anlatmak iyi bir fikir olabilirdi. Elim karnıma gitti usulca. Kötü hissettiriyordu. Kapanmayan bir yara gibiydi ya da ben o yaraya dikiş atmayı beceremiyordum. "Neden ağrıyor bilmiyorum. Tıbben bir sorun kalmadığını söylediler." Karnımı kastettiğimi anlamıştı. "Derin yaralar sadece kesici aletlerle ve yüzeyde açılmıyor." diye girdi söze. "O yara senin ruhunda açılmış. Öyle bıçakla, metalle değil. Çaresizlikle, acıyla, sevgisizlikle, korkuyla oyulmuş." Sessiz kalarak dinlemeyi tercih ettim. "O yarayı ancak; sevgiyle kapatabilirsin." Başımı usulca kaldırdım ona. Yüzünde hiç ifade yoktu, düz bir ses tonuyla konuşuyordu şimdiye kadar. Fakat son cümlesi, biraz fısıltılıydı. Bu beni ürpertse de gözlerimi onun çehresinden alıkoyamamıştım. "Neredeyse geldik." dedi gözlerini benden çekip gergin havayı dağıtırken. Bildiğini gösteren kendinden emin adımları onu takip etmem gerektiğini aksediyordu. Ona uydum yine. Etrafıma baktım. Öyle güzel bir tepedeydik ki, şuradan aşağı atsalar öleceğime üzülmem diye geçirdim içimden. "Oradan her gün geçer misin?" diye sordum ama sorduktan sonra yersiz bulmuştum sorumu. Durduğunda ben de durdum. Yönünü bana döndü sonra. "Sadece bir kez geçtim. Bana soru sorduğun gün yani." Kafa salladım anladım der gibi. Sonra başımı yere indirip sokak lambasının yere düşürdüğü gölgelerimizi izledim. "Fakat bugün," dediğinde ona baktım. "Tesadüf değildi orada oluşum." Ne demek istediğini düşünür şekilde gözlerimi kıstım, dikkatle bekledim. Gözlerini bir noktaya sabitledi, sanki az sonra söyleyecekleri daha dışarı vurmadan canını yakıyormuş gibi görünüyordu. "Annemi kaybedişimin tam 1. yılıydı. Sanki gerçek değil gibiydi. Sanki anneler ölemezmiş gibiydi." Bu koca adamdan böyle çocuksu ve hüzünlü cümleler duymak kalbimde bir sızı hissettirmişti. "Çok üzüldüm..." diyebildim yalnızca ama inkar eder gibi başını salladı. "Yo yo hayır. Bana acıman için anlatmadım bunu." "Acımadım sana. Nasıl bir his olduğunu bilmiyorum zaten." dedim soğuk sesimle. "Bir şeyi kaybetmen için önce ona sahip olman gerek, öyle değil mi?" "Özür dilerim..." dedi yanlış bir şey söyleyip beni üzmüş olmanın pişmanlığını yüzüne yerleştirerek. Bu kez ben aynı edayla başımı salladım. "Bana acıman için söylemedim bunu." Bu tavrıma karşın başını önüne eğerken güldüğünü görmüştüm. Dudaklarım istemsizce kıvrılırken "Sonra?" dedim devam etmesini isteyerek. Başını kaldırdı kaldığı yeri hatırlamış gibi. "Sonra, bir iki kadeh bir şeyler aldım. Saatlerce yürüdüm. Belki yine sen durdurursun ve bir şeyler sorarsın. Tek aklımdan geçen bu olmuştu." Benim anlamadığım bir şekilde onu düşündüğüm sırada o içindeki paha biçilemez acıyla bana gelmek istemiş. Bu gerçek beni darmadağın etmişti. Öylesine bir tebessüm serdi dudaklarına. "Komik geliyor kulağa farkındayım." dedi. Hiçbir şey söylemeden onu dinledim. "Çünkü, kendisine soru soran bir kadına aşık olup hemen onu görmeyi arzulayacak kadar divane biri olmamıştım hiçbir zaman. Sokağın ortasında anket gereği sorulmuş bir sorudan fazlası değildi ve benim gibi onlarcasına soruluyordu aynı soru." "Komik gelmiyor." dedim diğer söylediklerini hiçe sayıp. Suratındaki mahcup ve çekimser ifadesi silindi ve yerini keskin bakışlar devraldı. "Çünkü birini zihnine düşürürsen, onun zihnine düşmen çok zaman almazmış." Ben, yaptığım bu masum itiraf sonrası tuhaf hissederken o gözlerimin içine bakmaya devam etti. "Yıldızlar," derken yaklaşıyordu adımları. "sabaha karşı 4 gibi eşsiz güzel oluyorlar, birkaç dakikalığına da olsa. Daha önce şahit oldum birçok kez." Omzumdan sallanan saçlarımı, kırılmasından korkulan bir çiçeğe gösterilen özenle itti arkama. Nefesimi kesecek derecede olan bu yakın duruşuna karşın gözlerine bakmam için başımı biraz kaldırmam gerekiyordu. "O eşsiz manzaraya birazdan birlikte şahit olacağız ve ben ilk kez birinin yıldızlardan daha eşsiz olabileceğine kanaat getireceğim." Yutkundum. Kalp atışlarımı şakaklarımda hissediyordum. Bu an öyle bir andı ki, büyüsünü bozmamak için tek kelime bile etmek istemiyordum. Yüzünün her zerresini karış karış izleyen gözlerimi usulca indirdim. Yanına salladığı elini tedirginlikle çektim kendime. Titreyen ellerim bunu zorlaştırıyordu. Kavradığım sıcak elini karnıma yaklaştırırken hissettiğim korkuyla nefesim kesilecek gibi olmuştu. "Kötü hissedeceksin, yapma." dedi. Tedirginliğimi anlamış olmalıydı. Dolu gözlerimi gözlerine tırmandırdım. Çenem titriyordu, ağlamamak için kendimi sıktığım için boğazıma bir yumru oturmuştu. "Şimdiye kadar hep öyle hissettim. Artık, farklı hissetmek istiyorum." Buz kesmiş elime hapsolmuş elini buğulu gözlerim arasından görmeye çalışarak yaklaştırdım karnıma. Tenime değdiğinde, içim ürperdi ve yaram yavaş yavaş kapandı sanki. Ya da ben öyle olmasını diledim. Bir insanın bir insana bu denli iyi gelmesinin sebebi ne olabilirdi ki? İçimdeki bütün masum hisler bir anda ona kapısını açtı. Yıkılmaz dediğim duvarlarımın üzerinden kendim atlayıp koşmaya çalıştım. Derin bir nefes alırken ıslak gözlerimle gülümsedim ona. Nasıl bir tepki vereceğimi korkuyla karışık endişeli bekleyiş içindeyken ona gülümsediğimde usulca sardı kollarını bedenime. Ben sabahında bir daha göremeyeceğimi düşündüğüm adama bu gece yaramı emanet etmiştim. Omzuma bıraktığı uzun ama içten olan öpücüğü iliklerime kadar hissettim. Yüküne ortağım der gibiydi. Zira bu yük yalnız sırtlanacak gibi değildi. "Teşekkür ederim..." dedim güçlükle fısıldarken. "Ne için?" diye sorduğunda kırçıllanan ses tonu gecenin ayazıyla harmanlanıp içime doluştuğunda soğuk bir hava sardı ciğerlerimi. "Bundan daha kötü ne olabilir dediğim anda karşıma çıkıp, daha güzel ne olabilir diye düşündürttüğün için." Çenesinin altına yuva kurmuş olan başımı usulca geri çektiğimde gözlerimi ona bakmak için yukarı diktim. Avuç içiyle yüzümü okşadığında bir kedi gibi eline bastırdım yüzümü. Gözlerimi kapadığımda karşımda siyah bir perdeye asılmış onlarca yıldız belirdiğinde istemsizce gülümsedim. Beni izleyişini görmek isteyerek açtım gözlerimi. Dudakları belli belirsiz yukarı doğru kıvrılmış, kısılmış gözleriyle önce saçlarımı sonra da yüzümdeki her noktayı özenle izledi. Boştaki eli usulca hareketlenip elime doğru yol aldı. Yüzünü yüzüme eğip usul usul yaklaştığında lunaparktaki en büyük oyuncağa binecek küçük bir çocuk gibi hissetmiştim. Öylesine heyecanlı, öylesine korkak, öylesine istekli. Alnı alnıma değdiğinde durdu ve gözlerini kapadı. Kusursuz yüzünde gezintiye çıktı gözlerim. Dudaklarına indiğinde ise gülümsemekte olduğunu gördüm. "Hangi alanda olduğunu bilmiyorum." dediğimde açtığı gözlerine misafir oldu gözlerim. "Ama deva olma konusunda iyi bir insan olduğuna eminim." Mest olmuş bir halde gülümsemesi büyüdü. Yüzümdeki eliyle uçuşan saçımı yeniden kulağımın arkasına itti. Ardından beni darmadağın edecek bir tonsa fısıldadı; "Sana söz, her şey geçecek."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE