9

1368 Kelimeler
Ertesi gün cumartesi olduğu için sinemaya gitmeye karar vermiştik. ‘Semih gelmeden evden çıkayım da üzerimi değiştirmek zorunda kalmamayım.’ diye onu beklemeden gitmeye karar verdim. Aslında Tuğçe Fuat'tan bıktığı için erkenden çıkıp beni de alışveriş merkezinde beklediğini söyleyince, fikrin oldukça mantıklı olduğuna karar verip hazırlanmıştım hemen. Yıldız'ı da çağırmıştık, e kız bizim için güzelim tırnaklarından olmuştu yani. Ve şu an erken geldiğimiz için mağazaları gezip bizimkileri bekliyorduk Tuğçe'yle. Ah, tabi ki benim beklediğim bir diğer şey de girdiğimiz her mağazada en az üç çeşit kıyafet deneyen Tuğçe’ydi. "Kübra?" Bana seslenen kişiye dönüp, tanımadığımı görünce başka birine seslendiğini düşünerek önüme döndüm. Tuğçe'ye "Hadi artık." diye seslenirken kabinden bir türlü çıkmayan arkadaşımı beklemeye başladım. Az önceki kız tekrar ismimi söyleyip omzuma dokununca ona çevirdim gözlerimi. "Bu kadar çabuk mu unuttun bizi ya?" "Siz karıştırdınız sanırım. İsmim Kübra tamam da, ben sizi tanımıyorum." "Nasıl ya? Aynı okuldaydık İzmir’de. Sonra sen annen ölünce..." Kaşlarımı çatarak kıza bakarken, Tuğçe kabinden pantolonunun düğmelerini ilikleyerek koşar adım geldi. "Ne ölmesi, ne İzmir’i arkadaşım? Karıştırıyorsun sen, kızın annesi sapa sağlam hayatta." "Şeyy evet. Yani İzmir'de oturdum ama, küçükken." diye mırıldanınca kız karıştırdığını söyleyerek özür dileyip ayrıldı yanımızdan. Bu kadar tesadüf biraz fazla gibiydi, yani aslında küçüklük arkadaşım olabilirdi ama annen ölünce dedi kız. Ay Allah korusun! "Kız az önceki manyağı düşünmüyorsun değil mi?" "Yok be. Başkasıyla karıştırdı sanırım. Off, nerde kaldı bunlar ya?" "Arasana." diyen dahi arkadaşımı dinleyerek w******p’tan gruba mesaj attım. O dâhiyse ben daha dâhiydim bir kere. Daha sonra grupta olmayan Yıldız'a mesaj atarak yolda olduğunu öğrendim. ‘Nerde kaldınız ya?’ ‘Bizi beklemeden çıkarsanız sap gibi beklersiniz işte orda.’ Yazan Semih’in arkasından Can’ın mesajı gelince kahkaha attım. ‘Yenge biliyorum sadece bana mesaj atmak istemiştin ama Semih kızar diye gruba attın. Bak sakın merak etme, yoldayım. Kızlar bırakmadı da peşimi.’ ‘Can, o mesajı okuma gereği bile duymuyorum. Ayrıca Semih, sap gibi beklediğimizi de kim söyledi?’ Tuğçe gruba ‘Ha?’ yazınca "Geri zekâlı sen niye oradan yazıyorsun?" diyerek Tuğçe'nin kafasına vurduktan sonra telefona geri döndüm . ‘Ne demek sap değiliz?’ ‘Sap değiliz ne demek?’ ‘Ne yapıyorsunuz lan siz orda?’ ‘Şşş.. Alooo!’ Yuh! On saniye içinde bu kadar çok mesaj atılır mı ya? Fuat ‘Sap değiller çünkü şu andan itibaren ben varım.’ yazınca telefondan kafamı kaldırınca bize doğru gelen Fuat'ı gördüm. Bize şöyle bir bakıp kafasını tekrar telefona çevirerek yanımıza geldi. ‘Ve on dakika içinde burada olmasanız katliam çıkabilir.’ Mesajı okuyunca Fuat'a döndüm. "O ne demek be?" "Ne anladıysanız o. Ne bu üzerinizdekiler?" "Biz kıyafet diyoruz ama." "Buradan bakınca pek öyle durmuyor da." diyen Fuat'a baktım. Gayet de düzgündü üzerimizdekiler, yine neyine takmıştı kim bilir? Yemin ederim gelecekteki karısına çok acıyordum ben bunun. Umarım evde falan kalırdı. O sırada bize doğru gelen Yıldız'a bakıp "Bak işte buna kıyafet denebilir." diyen Fuat'a şaşkınlıkla baktım. Kıyafet anlayışımız kesinlikle ama kesinlikle farklıydı. Ben o milattan kalma hırkaları asla giymezdim bir kere. Diğerleri de yanımıza gelince Semih olmadığını iddia ettiği şortuma bir ton laf etmiş, “Altında çorap var.” diye diretsem de Fuat'la bir olup beni çıldırtmayı başarmışlardı. En sonunda sinemaya girince ikisi de susmak zorunda olduğu için binlerce kez şükrettim. O ikisini bıraksan tam bir ay boyunca bunun hakkında konuşacaklarına emindim çünkü. Filmi izlerken yanımızda resmen horlaya horlaya uyuyan Fuat’a bakıp güldüm. E çocuğu romantik filme getirirsek olacağı buydu e de olsa. Semih beni, Ozan Tuğçe’yi ve Can da her zamanki gibi boşta bulduğu tüm kızları izlemese onlar da uyurdu büyük bir ihtimalle. Sanırım romantik filmler sadece kadınlar içindi. Sinemadan çıkınca gezinirken bana adımla seslenen sabahki kızın dikkatle bizi izlediğini gördüm. Semih'e bakıyordu sanki daha çok. "Bu kız da sıktı artık." "Ne?" "Ya sabah bir şeyler saçmaladı, beni başkasıyla karıştırdı sanırım. Değilim dedim ama hâlâ dik dik bakıyor. Hayır yani o olsam neden söylemeyeyim değil mi?" "Kim?" diye soran Semih'e göz ucuyla kızı gösterirken Tuğçe de yanımıza geldi. "Gitsek mi artık? Başım ağrıdı benim." Diğerleri "Ama bir şeyler yiyecektik." diye mızmızlanınca ben de onlara katıldım. Yani o kadar gezdikten sonra açlıktan ölebilirdim. "Çok mu ağrıyor ki?" Kulağıma eğilip "Ya gidelim Kübra karnım ağrıyor hiç iyi değilim. " deyince diğerlerini de ikna edip çıktık alışveriş merkezinden. Eve gelince Tuğçe'ye mesaj atıp iyi olup olmadığını sorduktan sonra yatağa girdim. Oldukça değişik bir gündü. ‘Keşke o kızın adını sorsaydım.’ diye düşündüm yatağa girerken. Tüm gün yaşananlar tam da yatağa girince üşüşürmüş ya insanın beynine, aynen öyle oldu işte. Düşüncelerle uykuya dalınca görülen rüyadan da hayır beklememek lazım bence. Gözlerimi kan ter içinde açınca biraz sakinleştikten sonra gördüğüm rüyanın saçmalığını düşünerek tekrar uykuya daldım. Rüya: Semih ve Kübra'nın on beş yaşındaki halleri Kübra'nın daha önce hiç görmediği bir okulda, aynı sırada otururken alışveriş merkezindeki kız gelip öndeki sıraya oturur. Kübra onunla gülerek sohbet ederken adını hatırlamadığının farkına varır. Tam adını soracakken her yer birden kararır ve Kübra kendini odasında bulur. Bilekleri kan içindedir. Dışarıdan Semih'in kapıyı aç diye yalvarmalarını işitirken kapıyı açmak istemediğini hatırlar. Ve karanlık onu tekrar esir alır.. *** Ertesi gün sınav olduğu için okula gitmek zorunda olduğumdan ilk dersten önce müdür yardımcısına gidip izin aldıktan sonra sınıfa geçtim. Erkek olan müdür yardımcısına “Karnım ağrıyor.” demek ne kadar utanç vericidir bilir misiniz? "Neredesin kız sen?" "Müdür yardımcısına uğrayıp izin aldım. Sınavdan sonra gideceğim." "Hayırdır?" Tuğçe'ye cevap vereceğim sırada yanımıza doğru gelen Ozan ve Semih'le susunca Tuğçe de durumu anlamış oldu büyük bir ihtimalle. Sınavın ilk ders olması büyük bir avantajdı şu an benim için. Birkaç saat böyle kalsam utanmadan sınıfın ortasında ağlayabilirdim ağrıdan. Sınav başlamadan önce iyi olup olmadığını soran Semih'i geçiştirip dört gözle sınavın bitmesini bekledim. Sınav bitince toparlanmaya başlayınca Ozan ve Semih ‘Hayırdır?’ der gibi bana bakıyorlardı. "Hastayım biraz, sınavdan önce izin almıştım zaten. Eve gidiyorum." "Ve sorduğumda söylemedin." diyen Semih’e sinirle baktım. "Ölüyorum burada ağrıdan. Sence şu an önemli olan bu mu Semih?" Semih "Tamam, hadi gidiyoruz." deyince idrak edemedim bir an. Ben tamam da o nereye gidiyordu acaba? "Eve gidiyorum Semih, beni bırakmak için derse girmemek gibi bir aptallık yapmayacaksın değil mi?" "Sana ne. Ozan sen Fuat'ı bul halletsin izini." diyerek benim çantamı ve kendi çantasını alarak kolumu tutan Semih'e baktım. Ne kadar inatçıydı bu çocuk. Şu köprüdeki iki keçi olayında Semih olsa sırf inadı yüzünden aç susuz bir ay beklerdi o köprüde, öyle bir inattı ondaki. Arabaya binince artan ağrıdan dolayı koltukta iki büklüm olup eve gitmeyi beklerken, daha erken durduğumuzu fark edip başımı kaldırdım. Daha neler? "Sizin evin önünde ne işimiz var açıklamak ister misin acaba?" "Sizin evde kimse yoktur şu an Kübra. Burada ben varım en azından." Hayır ya! Benim mızmızlanmalarıma aldırmayan Semih, beni kendi odasına götürüp yatağa yatırdıktan sonra bir şeyler aramaya başladı. "Sen kalkma sakın, geliyorum ben." Yerimde yatarak yanımdaki çekmeceleri karıştırmaya başladım. Sonuçta Semih'in dediğini yapıp kalkmıyordum değil mi ama? Ayrıca karnım ağrıyordu benim. Çekmecelerde bir şey bulamayınca kafamı yastığa koyup beklemeye başladım. Ne yapıyordu bu bir saattir ya? Bir süre sonra Semih bir elinde kupa, diğerinde sıcak su torbasıyla gelince yorganı kafama çekip, yatağa gömdüm kendimi. Rezillik, bildiğin rezillik! "Kübra, ne yapıyorsun?" "Uyuyorum." Aslında nefessiz kalıp ölmeye çalışıyorum ve umarım işe yarar. Semih yorganı üzerimden çekince kalkmak zorunda kaldım. "Hadi iç şunu." "Ne ki bu?" "Bitki çayı. Ağrılara iyi gelir." "Ay tatsız tuzsuz. İçmem ben onu." deyip geri itim bardağı. İğrençti onların tadı. Semih "Al." deyip cebinden çikolata çıkartınca çocuğuna kavuşan anne gibi sevindim. "Bu nerden aklına geldi?" "Bilmem. O çaylar tatsız ya ondan, çikolata tat verir diye." Ben de hep çikolatayla içerdim o iğrenç çayları. Ve şu an ağrıdan kıvranırken içmekten başka seçeneğimde yoktu zaten. Semih olduğu için karnımı bile tutamıyordum ağrıdığı halde. Ben çayı elime alıp içmeye başlarken karnıma konulan sıcak su torbasına dehşetle baktım. Nereden biliyordu bu çocuk bu kadar şeyi? Semih arkama geçmiş sıcak su torbasını karnıma koymuşken başını sırtıma yaslayıp diğer eliyle sırtımı ovaya başladı. Utançtan kıpkırmızı kesildiğim için şu an Semih'in arkamda olmasına binlerce kez şükredip çayı içmeye devam ettim. Çay bitince elimden alan Semih hiçbir şey demeyerek beni yatırıp kendi de yanıma uzandı. Bir eli hâlâ sıcak su torbasındayken, diğeriyle bana sarılıp "Uyu biraz, geçer." deyince gözlerimi kapattım ben de. Ağrı geçer miydi bilmiyorum ama onun dışındaki tüm acılarım geçmişti şu an. Gözlerimi açınca uyuyakaldığımızı fark ettim. Ağrım hafiflemişti. Semih'i uyandırmaya utanıyordum işin doğrusu. Resmen ne olduğunu anlamış ve bana yardım etmişti. Hayatımda hiç bu kadar rezil olduğumu hatırlamıyordum ben.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE