yanımda olmayışı, ellerimin arasından kayıp gidişiydi. Onu kaybettiğim günün anılarını silmek istiyordum ve bu bitmek tükenmek bilmeyen acıyı ama asla onu değil.
“Taylor,” diyerek konuşmaya başladı Henry “Üzgün olduğunu anlıyorum ama-”
“Senin hiçbir şey anladığın yok!” Anlayamazlardı. Sonunda her şeyini kaybetmiş bir adamdım işte. Kral yine bir aile çalmıştı benden ve ben bu defa hayatıma nasıl devam edeceğimi bilmiyordum. İntikam almak istiyordum ama onu bile nasıl yapabileceğime dahi bir fikrim yoktu. Doğrusu, Alexander şimdi çıkıp gelse ve beni burada öldürse, muhtemelen umurumda olmazdı, çünkü artık yaşamayı umursamıyordum.
“Sence Calla-”
Bir anda ona döndüm ve hızla yakalarına yapıştım. “Onun adını ağzına alma. Asla! Onun hakkında fikir dahi yürütme!”
Sertçe yakasına yapışan bileklerimi kavradı ve çekiştirmeye başladı ancak o çırpındıkça ben daha da sert kavrıyordum yakalarını. “Üzgünüm ama belli ki birilerinin bunu senin yerine yapması gerekiyor. Calla eğer hayatta olsaydı-”
“O zaten hayatta!” Neden bunu kimseye bir türlü anlatamıyordum?
“Peki, tamam,” dedi bu defa “Dediğin gibi olsun.” Zaten öyleydi! “O halde sen neden buradasın? Neden onu aramak yerine Jones seni enselesin diye uğraşıyorsun.”
Ona cevap vermedim. Yakasını bırakıp içkime geri döndüm. Haklı olduğu için değil, haklı olduğunu asla kabul etmezdim, fakat onu dinlemek istemiyordum. Kimseyi dinlemek istemiyordum. Sadece bir an için gözlerimi kapamak ve yine sesini duyabilmek istiyordum.
“Haklı olduğumu biliyorsun ve o yüzden cevap vermiyorsun.” Barmenin az önce bıraktığı içkisini bir dikişte içip bitirdi. “Yeter artık. Şu sefil halinden kurtul ve gerekeni yap Şampiyon. Calla’yı bir an önce bul ve ona olanların intikamını sorumlu olan herkesten al. Acımasızca. Eğer yapamıyorsan da zorluk çıkarma. Sana söylendiği gibi saklan ve bırak birileri olanların hesabını sorsun.”
İçkimden kalan son damlaları da bir dikişte içtim ve bardağı tezgâhın üzerine sertçe bıraktım. Cebimden birkaç banknot çıkarıp attım ve hızla ayağa kalktım. Daha fazla burada oturup onun kendine kendine konuşmasını dinlemek istemiyordum. Henry gecemi varlığıyla mahvetmişti sonunda. Bu yüzden hızla terk ettim o barı. Çıkarken son kez onunla ilk kez tanıştım çıkmaz sokağa bir göz attım. İçimden bir şeyler koptu gitti yine. Sanki damla damla aktı. Damlalar arkamda bir iz bıraktı. İzlerimi bıraka bırak yola çıktım geri dönmek üzere. Eve… Ne komikti. Robin o yerin yeni evimiz olduğunu söylemişti ama ben hiç de öyle hissetmiyordum. Bir evim yoktu artık. Daha çok bir sığınaktı orası ya da belki bir hapishane.
Henry’yi bırakıp bardan ayrıldıktan sonra, hızla yola koyuldum. Gece sona ermişti ve geri dönüşümü daha fazla erteleyemezdim. Zaten bunu iki gündür yapıyordum ve başım yeteri kadar beladaydı. Ana caddeye çıktım ve bir araç aramaya başladım. Kendi arabamın nerede olduğunu bilmiyordum. Dün gece anahtarlarımı, telefonumu ve cüzdanımı bir yerlerde kaybetmiştim. Cebimde kalan son parayla da buraya içmeye gelmiştim. Ne zekice ama! Sonunda bir taksi bulabildiğimde saat gece ikiyi geçiyordu. Dün akşam saatlerinde evden çıkmış ve geri dönmemiştim. Başımın ne tarz bir belada olduğunu tahmin etmek bile istemiyordum. Taksi Peck sahiline doğru sürerken ben de oturduğum koltukta kayıp, başımı geriye yasladım ve gözlerimi kapattım. Hayatımın bu denli karışık ve aksiyon dolu olmasına alışkındım. Özellikle son bir yıldır tüm bunlar hayatımdan hiç eksik olmamıştı. Yine de öyle bir boşluk vardı ki hayatımda nasıl dolduracağımı bilmiyordum. Bazen onun öldüğünden emin olsam her şey nasıl olurdu diye düşünüyordum, çünkü bir yerlerde yaşadığını biliyor ama onu bulamıyordum ve beni deli eden buydu. Nasıldı? Neredeydi? Ne yapıyordu? Tüm bu sorularının cevabını bilmiyor olmaktı beni bu denli yoldan çıkaran. Öldüğünü bilsem… Sanırım bir şeyler daha farklı olurdu. Sanırım sonunda hayatıma yeni bir yol çizmeye hazır olurdum. Hayatınızda olup biten olayları kabullenmek önemli bir şeydi. Ben kabullenemiyordum. İşte bu beni bitiriyordu. Fakat ben, onu bulacaktım ve o zaman hayatıma tekrar bir yol verebilecek durumda olacaktım.
Peck sahiline geldiğimizde evin önünde indim ve Robin’in kapıda duran adamlarına taksi ücretini ödemelerini söyledim. Sendeleyerek ilerledim binanın girişine doğru. Giriş kapısıın önünde çöküp oturdum bir süre. Biraz hava almak istiyordum. Bir de eve gidiş saatimi geciktirmek. Hayatımda hiç evden kaçtığım için birinden azar işitmemiştim. Ben on yedi yaşındayken kimse ne yaptığıma karışmazdı, çünkü kimsenin umurunda olmazdı. Onlar benim kazandığım dövüşlerle ilgileniyorlardı. Ben de onlara istediklerini veriyordum.
Şimdi ise hayatımda ilk defa böyle bir duyguyu yaşıyordum ve neredeyse babama beni Alexander Jones’a sattığı için minnettar olacaktım. Yirmi bir yaşındaydım. Benim yaşımdaki çoğu kişi ilk kez yasal olarak içki alabilmek için heyecanla beklerlerken ben on altı yaşında yeraltında kaçak içki ticareti yapan aptallara geçici olarak yardım ediyordum. Yirmi bir değil de elli bir yaşında gibi hissediyordum. Ama görünüş olarak değil. Muhtemelen hep yirmi bir yaşında bir delikanlının çekiciliğine sahip olacaktım. Bunun için yapabileceğim bir şey yoktu. Tanrı vergisi harika kişiliğim ve on üç yıllık dövüş hayatım yüzünden artık bu gerçeğin geri dönüşü yoktu.
Anahtarlarım da düşmüştü. Bu yüzden eve geldiğimde Robin’in posta kutusuna koyduğu yedek anahtarı aldım. Robin anahtarı oraya koymuştu, Vera ise hırsızlık olaylarının yüzde doksan sekizinin posta kutularına konan anahtar yüzünden olduğuyla ilgili bir şeyler söylemişti. Haksız olduğunu kimse iddia edemezdi.
Vera’yı severdim. İki ay içinde hiç sahip olmadığım kız kardeşim gibi olmuştu. Şey, aslında bir kız kardeşim vardı ama onunla hiç tanışmamıştım. Her neyse. Vera iyi kızdır. Zekidir ve güçlüdür ama tek bir kötü özelliğini söylememi isterseniz buna çokbilmişliği cevabını verirdim. Onun neredeyse her şeye bir cevabı vardı. Robin onunla ne zaman tartışmaya çalışsa bir şekilde üste çıkıyordu. Üstelik ağzı da iyi laf yapıyordu. Sonuç olarak ona bulaşmamayı seçmiştim. Bir şey de kaybetmemiştim.
Robin Peck sahilinde bir apartman dairesi tutmuştu. Üç odalı, küçük bir daireydi. Güzel bir kamuflajdı. Burada saklanıyorduk. O arada sırada geliyor ve bizi kontrol ediyordu. Bunun dışında hâlâ Alexander Jones’un gölgesiydi. Yani üvey abisinin. Bir abisini öldürdüğü için diğer abisinden nefret ediyordu. Haksız değildi. Zaten Kral’ın öyle pek de sevilecek bir özelliği yoktu. Calla’nın onun kızı olmadığını ilk tanıştığımızda anlamalıydım. Calla onun gibi acımasız, ruhsuz değildi. Sevgi doluydu, merhametliydi. İnatçı ve hırslıydı ama kendinden önce sevdiklerini düşünürdü. Zaten başına ne geldiyse, onları korumak için gelmişti. Benim yapmam gerekense o sevdikleri için savaşırken onu korumaktı fakat bunu bile başaramamıştım. Hayatta ne vasfım kalmıştı ki?
Anahtarı deliğe sokup kapıyı açtığımda ilk gördüğüm şey, salonda açık olan televizyonun aydınlattığı bir ev oldu sadece. Vera televizyonun karşısına oturmuş, yine dondurmasıyla aşk yaşıyor ve bir aksiyon filmi izliyordu. Normalde kadınlar depresyona girdiklerinde aşk filmi izlerlerdi, fakat Vera Glazkov, aksiyon filmi izliyordu. Birilerinin kötü adamların kıçlarını tekmelemesini izlemenin onu duygulandırdığını söylüyordu. Umarım öz kız kardeşim ona benziyordur, çünkü bu kız gerçekten çok havalıydı. Bazen ben bile onun gibi olmak istiyordum.
Kapıyı arkamdan kapattığımda, çıkan sesle birlikte Vera’da hafifçe başını çevirdi ve bana baktı. Sonra hiç umursamıyormuşçasına önüne döndü ve Robin’e seslendi. Gammaz!
“Kuş yuvaya döndü, babacık!” Size Robin’in babamız gibi davrandığını daha önce söylemiştim. Öyle düşünen tek kişinin ben olmadığını öğrendiğime pek de şaşıramamıştım açıkçası. Durum apaçık ortadaydı zira.
Vera’nın oturduğu koltuğa doğru ilerlerken, Robin arka odalardan birinden öfkeyle çıktı geldi ve hızla bana doğru yürümeye başladı. “İki gün Taylor, lanet olası iki gündür ortada yoksun. Arabanı, anahtarlarını ve cüzdanını bir bar köşelerinde buluyorum ve sen bir kez bile aramayı akıl edemiyorsun! Senin derdin ne sersem herif?”
“Telefonumu barda bulduğunu kendin söyledin. Seni nasıl arayabilirdim ki?”
Robin sıkkın bir nefes aldı ve yumruklarını hafifçe sıktı. Kavga edeceksek sonuçları hiç hoş olmazdı, umarım bunun farkındaydı.
“Bak Taylor, anlıyorum, olanlar için üzgünsün ama hatırlamıyorsan söyleyeyim, Alexander Jones peşinde. Size yardım etmeye çalışıyorum. Kraldan saklanmanız için ve ona yaptıklarını ödetebilmeniz için,” Bu daha çok bizim değil de onun intikamıydı ama ne ben ne de Vera sesimizi çıkarmıyorduk. Sonuçta bu yolun sonu hepimizin amaçlarına hizmet eden ortak bir noktaydı. “Tek yapman gereken size söylediğim sınırların arasında, ayık kalmak. Bunu kavramak neden bu kadar zor anlayamıyorum!”
Bunları kaçıncı kez söyleyişiydi? Bir milyon? İki milyon? Artık saymıyordum. Saymaya başlamaya da hiç niyetim yoktu. Bu yüzden ondan uzaklaştım ve Vera’nın oturduğu üçlü koltuğun yanındaki tekli koltuğa çökerek arkama yaslandım.
“Bebek gibi davranıyorsunuz!” diye gürledi Robin. Evet, bunu da daha önce söylemişti. Artık biraz yaratıcı olmasının vakti gelmişti bence.
Bu sefer Vera “Ben ne yaptım ki şimdi?” diye çıkıştı kendini savunarak. Tabii, zira küçük hırsızımız tam bir melekti. “Tek yaptım dondurmamı yiyip, film izlemek. Üç gündür evden bile çıkmadım!”
“Çünkü üç gün önce neredeyse hapse giriyordun. Seni gelip kurtarmasaydım muhtemelen polislere yakalanacaktın ve sonra da Gavril’e.”
Robin ellerini beline koydu ve başını öne eğip sessizce derin nefesler almaya başladı. Bakışlarımı hafifçe Vera’ya çevirdim. Babalık evresi bitmişti. Şimdi daha çok annemiz olmaya hazırlanıyor gibiydi.
“Pekala, bu sizi son uyarım. Eğer dikkate almazsanız, başka önlemler almam gerekir. Bu yola birlikte çıktık. Üçümüzün de kralla görülecek hesapları var. Bu yüzden sizi seçtim ben ama on beşlik ergenler gibi davranıyorsunuz. İkinizin de kendinizce büyük sorunları var ama yeter artık! Gerçek dünyaya dönün!”
Karşınızdaki insan sizi azarlarken haklı olunca çok sinir bozucu oluyordu. “Sen,” diyerek bana döndü. Ses tonu gittikçe yükseliyordu. Vay canına ilk kez böyle azarlanıyordum ve oldukça ilginç bir tecrübeydi benim için. Bilimsel deney gibiydi. “Bundan sonra New Haven’a hiçbir şekilde gitmeyeceksin. Ve bir kez daha seni bar köşelerinden toplarsam, benden sıkı bir dayak yersin, şampiyon” Gerçekten mi? “Yüzünde ki o aptal ifadeyi sil. Senin tüm hareketlerini ezbere biliyorum ben. Ben artık yaşlı bir adamım, Taylor. Senin yerinde olsam şansımı zorlamazdım” Tamam, eğer öyle diyorsa.
Bu sefer bakışlarını Vera’ya çevirdi “Ve sen,” dedi “Bir daha aptalca soygunlar yok. Sen hırsızların arasından kaçtın. Madem bu işi bu kadar seviyordun, neden kaçtın? Eğer bir daha böyle bir şey yaparsan seni kurtarmam, güzel hırsız. Gavril’e seni teslim ettiğim son sefer gibi olmaz üstelik bu”
İşte bu sıkı bir tehdit olmuştu. Gavril onu bulursa sonuçları çok kötü olurdu.
“Anlaşıldı mı?” diye bağırdı son bir kez Robin.
“Apartmanda yaşıyoruz, Robin biraz sessiz ol” diye karşılık verdi, Vera
Bense “Karnım acıktı,” dedim ve yerimden kalkıp mutfağa doğru ilerledim. Son duyduğum Robin’in öfkeli homurdanması ve çarpan kapı oldu. Büyük ihtimalle kralın yanına gitmişti. O öfkesini dindirene kadar evde yalnız kalmamız bence harika bir fikirdi.
Buz dolabının kapağını açtım ve içinden iki yumurta ve yağ çıkardım. Bu saatte yapabileceğim tek şey buydu. Ben tavayı almak için altta ki dolaplara eğildiğimde, Vera’da mutfağa yanıma gelmişti. Tavayı alıp ayağa kalktım ve ocağın yanına gittim. O ise hemen yanımda, tezgaha sırtını yasladı ve kollarını göğsünde kavuşturdu.
“Nerelerdeydin?” diye sordu. Hesap soruyor gibi değildi. Daha çok hikaye peşindeydi.
“Yine New Haven’a gidip sarhoş oldum. Sonra ayıldım ve sonra biraz daha içip tekrar sarhoş oldum. O yüzden eve dönmem uzun sürdü.”
“Başka bir şey?
“Hayır.”
“Başın herhangi bir şekilde belada mı?”
“Robin’in antropozuyla mı?
“O da var ama, hayır. Kral’la.”
“Hayır, değil.” Fakat umuyordum ki kısa zamanda onun başı benimle belada olacaktı.
Vera’nın soruları bitmişti. Ben de karnımı doyurmaya hazırdım zaten. Ocağı yakıp tavayı, üzerine koydum ve yağı içine döktüm. Yağ hafifçe kızarınca, yumurtalardan birini tavanın içine kırdım. Kızarmış yağ ve yumurta kokusu hızla tüm mutfağı sardı. İlk duyduğum ses yumurtanın pişerken çıkardığı çıtır çıtır sesti. İkinci ses ise önce öğürmeye başlayan ve sonra da banyoya koşan, Vera’nın sesi oldu. Bu iki haftadır bilmem kaçıncıydı. Bu konu hakkında hiç de hoşuma gitmeyen tahminlerim vardı. Hızla ocağın altını kapattım ve Vera’nın peşinden banyoya gittim.
Kapıyı arkasından kapatmıştı ama öğürürken çıkardığı sesleri duyabiliyordum.
“Vera!” diyerek ona seslendim. Endişeliydim ama çok fazla değil. Dedim ya bu ilk değildi. Bu kız bir ay boyunca nerede saklandı bilmiyordum ama şimdi kusuyordu. Arkasında birilerini bıraktığıyla ilgili tahminimin üzerine iddiaya bile girerdim. Banka hesabımı bu iddianın üzerine yatırıyordum. Kraldan bana yüklü miktarda para kalmıştı da… “Vera iyi misin?”
Cevabım uzun bir ‘öğğ’ sesi oldu. Bunun açılımı ‘sence iyi miyim, seni ahmak?’ tarzı bir şeydi sanırım.
Sırtımı kapının pervazına yasladım ve Vera’nın kusmayı kesip banyodan çıkmasını bekledim. Sonunda sifon ve ardından duyulan su sesiyle dışarı çıkma vaktinin geldiğini anlamıştım.
Kapıyı açıp, önümde belirdiğinde gerçekten berbat görünüyordu. Terlemişti ve rengi bembeyaz olmuştu.
“Hadi gel seni odana götürelim” dedim ve onu omuzlarından sıkıca tutup odasına götürdüm.
Odasına girip, yatağın üzerine oturur oturmaz kendini yastıkların üzerine attı ve gözlerine kapattı. Ben de ayakucuna oturdum ve dinlenmesini bekledim. Artık bana bazı cevaplar vermesinin zamanı gelmişti. En azından Robin’den önce bana verirse bu cevapları onun yararına olurdu.
“Son iki haftadır kustuğunu hatırlatmama gerek var mı?” diye sordum, meraklı bakışlarla.
“Hayır” dedi.
“Robin ve benim senin kusma seanslarından sıkılıp artık bizimle konuşmanı beklediğimizi, hatırlatmalı mıyım?”
Yine “Hayır” dedi.
“Peki, başın belada mı?” Bu bizim aramızda bir espriye dönüşmüştü. Final sorusu hep bu oluyordu.
Vera hafifçe kıkırdadı “Evet”
Hâlâ gözleri kapalıydı ve hala derin nefesler alıp veriyordu.
“Kim olduğunu sormayacağım ama umarım aptalın teki değildir.” diyerek konuşmaya başladım
“Aptallardan hamile kalmıyorum, Taylor” diyerek cevabı yapıştırdı anında. Eh, iyi bir şey yapıyordu. Aptallar genellikle iyi birer baba figürü olmuyorlardı. “Aslında oldukça zeki biridir. İşte tam da bu yüzden başım belada!”
Zor bir durumdu. Arkasında bırakmak zorunda olduğu bir adamın bebeğini taşıyordu. Onu çok seviyor gibi duruyordu ama ona geri dönemiyordu. Hayatı tehlikedeydi ama hala ne kraldan ne de Gavril’den kurtulabilmişti. Bir bebeği olacaktı ama anne olmak için çok da iyi bir konumda değildi.
“Madem hamilesin ne diye saçma sapan işler yapıyorsun? Kendine dikkat etmen filan gerekmiyor mu senin?”
Vera gözlerini hafifçe açtı ve dudaklarına alaycı bir gülümseme yerleştirdi “Robin’in babam, senin de abim olmaya bu kadar gönüllü olduğunuzu bilseydim bu işe en başta bulaşmazdım. Ne Robin’de baba tiplemesi var ne de sen de abi tiplemesi!”
Ben de ona alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdim “Senin ideal kız kardeş olduğunu kim söyledi?” diyerek meydan okudum ona “Ayrıca Robin yaşlı olabilir ama baba olmak için biraz fazla genç.”
İkimizde gülmeye başladık. Bazı anlar geliyordu hayatımızın ne kadar karışık olduğu önemli olmuyordu. Sadece normal oluyorduk. Gülüyorduk. Bunun kulağa çok basit bir şey gibi geldiğini biliyordum ama bizim ki gibi zor hayatlar yaşadığınızda gülmek o kadar da basit değildi. Karanlığın ve pisliğin içinde kimsesiz çocuklardık biz. Sevmeyi sonradan öğrenmiş ve kaybetmiştik. Şimdi bizden geriye kalanları toparlamaya, sevdiklerimize geri dönmeye çalışıyorduk ama biz içinde bulunduğumuz çukurdan çıkmaya çalıştıkça sanki birileri üzerimize basıyor, orada olduğumuzu umursamadan çukura toprak atıyordu. O yüzden güldüğümüzde, bu bize güzel değil, mükemmel hissettiriyordu ama biz güldüğümüz zamanlarda da hep bir şeyler eksikti.
“Bir süre Robin’in sözünden çıkmasak iyi olur,” diyerek konuşmaya başladı Vera düşüncelerimi dağıttı. “Aslında kabul etmek istemiyorum ama o haklı. Ona yardım etmemiz gerekiyordu ama işini zorlaştırmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Yeniden başlamak istiyoruz ama bunun için uğraşmıyoruz. Sorunlarımızın arasında kısılıp kaldık. Bence artık toparlanmalıyız.” Size söylemiştim. Fazla zekiydi. Her zaman haklıydı. Bu oldukça sinir bozucuydu. “Hem,” dedi Vera “Hayati tehlikeyi bir an önce atlatsam iyi olur. Biraz hamileyim de!”
O an gerçekten de haklı olduğunu anladım. Bu öyle az önce bahsettiğim sinir bozucu seviyede bir haklılık değildi. Bu yüzünüze tokat gibi çarpan cinsten bir haklılıktı. Sanki başınızdan aşağıya kaynar su dökülmüş gibi hissetmenize sebep olan… Kendime acıyor ve Calla’nın bana gelmesini bekliyordum. Peki ya o da aynısını yapıyorsa? Ya o da beni bekliyorsa? Harekete geçme ve cici kızımı bulma zamanıydı. Kraldan onu korumam gerekiyordu. Onu, kendimi, Vera’yı… Vera’nın da birçok şey yapması gerekiyordu. Kral ve Gavril’den kurtulup, bebeğin babası her kimse onun yanına dönmesi gerekiyordu.
Kararımı vermiştim. Artık kendime acımaktan vazgeçmiştim.
“Geçen gün sana banka hesabımda ki servetle ne yapacağımı bilmediğimi söylediğimi hatırlıyor musun?” diye sordum Vera’ya
Hafifçe başını salladı ve yattığı yerden beni onayladı. “Artık biliyorum,” dedim “Hadi bir tekne satın alalım”
Peck Sahili, Calla ve benim kaza yaptığımız yere yakındı. Tekneyle birlikte tüm sahil şeridini gezebilir ve onu arayabilirdim. Mutlaka bir yerde kıyıya vurmuş olması gerekiyordu ya da ne bileyim, birileri onu suyun üzerinde sürüklenirken bulmuş olabilirdi. Üstelik bu şekilde kraldan uzak olurduk. Bizi okyanusta aramak aklına bile gelmezdi.
“Bir de şikâyet ediyorsun,” dedi Vera “Alexander Jones en azından sana ödeme yapıyormuş. Ben hırsızlığı Gavril’den çalarak öğrendim”
Eh, Jones bir pislik olabilirdi ama cömert bir patrondu. Onu kendi parasıyla alt edecektim ve bu çok zevkli olacaktı.
Dinlenmesi için Vera’yı odasından yalnız bırakmadan önce ona son bir kez diktim bakışlarımı “Kimdi?” diye sordum bana bir ipucu vermesini dileyerek.
“Bir hırsızın âşık olabileceği en yanlış kişiydi,” dedi “Bir polisti”
Dedim ya ikimizin de hayatları hiç kolay değildi. Ama yakında her şey bitecekti. Bu bizim ikinci şansımızdı.
Onu odasında bıraktım ve kendi odama gittim. Verdiğim kararla sanki biraz nefes alabilmiştim. On üç yıl boyunca yer altında öğrendiğim bir şey varsa, hayattan bir amacı olmayan kimse karanlıkta kurtulamazdı.
Ve hikâye işte böyle başlamıştı.
Bir varmış bir yokmuş, iki âşık bir kuşun kanadında ki tüyler gibi farklı yönlere savrulmuş. Biri şansa inanmazmış, diğer şansını kendi yaratırmış. Şansını kendi yaratan, ikinci şanslarını bulacakmış.
Çünkü tek ihtiyaçları olan, bir şans dahaymış!