5

1556 Kelimeler
Uzun zaman önce bir kitapta okuduğunu, satırların altını çizdiğini hatırlıyordu Melek. Yazar kalbi nara benzetmişti. Dağılabilir, parçalanabilir geriye küçük kırıntılarından başka bir şey kalmaz diyordu. İşin garip yanı ise insanın damağındaki o eşsiz tadı bırakan lezzetin de bu dağılmadan geçtiğini düşünüyordu yazar. Adımlarını bu dağılmaya doğru attığını hissediyordu genç kız. Ama yine de yasak olanın cazibesinden kaçamıyordu. Ayaklarını Pamir'in arkasından sürüklerken kendi kendine söyleniyor, bir yandan da hırkasını çekiştiriyordu. Bakışlarını önünde yürüyen genç adamın sırtından birkaç metre uzaklarında duran kafenin büyük kapısına çevirdi. Renkli, ahşap kapı oldukça güzel görünüyor ve Melek'in dikkatini çekiyordu. Tam bakışlarını tekrar önündeki yola çevirecekti ki kaldırımı fark etmeyerek hızla savruldu. Neyse ki kendini düşmeden toplayabilmiş ama yine de Pamir'in geniş sırtına çarpmaktan kurtulamamıştı. Pamir ne olduğunu anlamaya çalışan bakışlarını Melek'in kızaran yüzüne çevirdiğinde genç kız tüm evrenin kendi etrafında dönmeye başladığını hissetti. "Ne oluyor?" Pamir sesini alçak tutmaya çalışsa da merakla yükselmesine mani olamamıştı. Ama Melek genç adamın sesini duyduğunda Pamir kadar sakin kalamıyor, aklının bulanmasını engelleyemiyordu. "Şey oldu." Dedi kısık sesiyle. "Ne oldu?" derken bir adımla Melek'e yaklaşmış ve bakışlarıyla genç kızı süzmüştü. Bir kez daha genç kızın bu kadar güzel oluşundan habersiz olmasını anlamsız bulmuştu. "Kaldırım ayağıma çarptı." Melek yüzündeki ifadeyle ne kadar sevilesi göründüğünü fark edemiyor olmalıydı ki, Pamir'in minik kahkahasına anlamlı bir neden bulamamıştı. Ama Allah da biliyordu ki, Pamir'in böyle güldüğünü görebilmek için dünyanın tüm kaldırımlarına çarpabilirdi genç kız. Pamir sakinleşip gülümsemesini kontrol altına alabildiğinde Melek'in ayaklarına çevirdi bakışlarını. Kendini tekrar gülecekmiş gibi hissetse de gülmemiş aksine sakin bir ifadeyle genç kızın menekşe gözlerine bakmıştı. "Şimdi şu koca kaldırım kalktı, senin otuz yedi numara olan ayağına takıldı öyle mi?" Dedi yine aynı sakinlikle. Sonra da omuzlarını silkip derin bir nefes almış, Melek'in papatya kokusunun içine dolmasına neden olmuştu. "Sen böyle söyleyince biraz saçma durdu tabi." Pamir'in biçimli kaşlarını kaldırmasıyla beraber son kelimesini yutmak zorunda gibi hissetmişti kendini. Bakışlarının hedefi olmak genç kızın canını yakıyordu. Canının acıyı hissedebilen büyük bir parçası genç adamın bakışının kıyısında takılı kalıyor ve Pamir'in tenine işliyordu. Üstelik Pamir'in soluk tenindeki ilk can acısı da olmayacağını tahmin edebiliyordu Melek. "Hadi." Pamir'in sesi kulaklarını doldurduğunda kirpiklerini kırpıştırdı hızla. Bunun bir adı var mıydı bilmiyordu ama Melek kanının akışının bile değiştiğini hissediyordu. Üstelik içinde bulunduğu durumu inkâr etmek gibi saçma bir ihtimale el açmıyordu. Kabullenmişti. İçinin -en çokta kırılmaya meyilli olan- bir yanı koşar adım Pamir'e gidiyordu. Pamir'in yavaş adımlarını takip edip içeriye girdiğinde menekşe gözleri etrafı taradı hemen. Bakışları ilk olarak minik ampullerle süslenmiş büyük tavanı bulmuş, hemen sonrasında gri tuğlalarla örülen kafe duvarlarını sahiplenmişti. Köşede kalan çift kişilik ahşap masanın yaslandığı duvarda ise tamamen donuk bir maviden çizilmiş bir kadın resmi bulunuyordu. İçinden bir ses Pamir'in onları o köşedeki masaya yönlendireceğini fısıldamıştı. Bu yüzden genç adamın büyük camın hemen önündeki masaya oturduğunu görünce oldukça şaşırmış ama bunu yüzüne yansıtmamayı başarabilmişti. Ya da başarabildiğini umuyordu. Pamir ise genç kızın etrafı inceleyen bakışlarının hedefi olmadığı için kendini tuhaf hissediyordu. Şu birkaç gün içinde Melek'in göz bebeklerine alışmış olmalıydı. Ama bunu yine de dert etmiyordu genç adam. Alışkanlıklar gelir ve giderdi. "Buraya hep gelir misin?" Diyen Melek'e tekrar baktığında önce derin bir nefes alıp boğazını temizledi. Sahi, en son ne zaman gelmişti buraya? Annesiyle şu an dolu olan köşedeki masaya oturup bol köpüklü birer Türk kahvesi içmişler ve aynı sessizliğe ortak olmuşlardı. Kadının kendisiyle aynı renkteki bakışlarının kenarına yuva yapmış olan çaresizliği bunca zaman sonra bile zihninden atamıyordu Pamir. O günden sonra da her şey tepe taklak olmuştu zaten. Pamir ise arkada kalan olmuş, içindeki bu yükle yaşamaya çalışmıştı. "Aslında uzun zamandır gelmiyordum. Geçerken görünce girmek istedim." Melek'in yeni bir soru sormasına müsaade etmeden küçük bir el işaretiyle çalışanlardan birini yanına çağırdı. "Ne içersin?" Dedikten hemen sonra Pamir'in bakışları Melek'in yüzünü buldu bir cevap beklercesine. Ama Melek yine de genç adamın kendi dudaklarından dökülecek birkaç kelimeyle ilgilenmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden sesini olabildiğince kısık tutup çay diye fısıldadı. Pamir yirmili yaşlarda görünen, kumral bir garson siparişleri verirken derin bir sızıyla gözlerini kapattı. "Geçecek." Diye fısıldadı defalarca. Pamir'in ona ulaşmayan sesini duymak için çırpınan kulaklarını, buz mavisiyle saralanmak isteyen bakışlarını ve kendi ritmine yabancı olan kalbini sakinleştirmek için yineledi fısıltısını. Nasıl olduğunu bile anlamadan kendi uzuvlarının kontrolünü karşısında oturan genç adamın insafına bırakmıştı. "İlkokula yeni başlayan çocuklar gibi çantanla beraber mi oturacaksın o sandalyede?" Pamir, Melek'in omzundan yere sarkan çantasına bakıp gülümsedi. Hiçbir şey, hiçbir yer genç kızın üstüne sinen o hüzün buğusunu silip atamıyor gibiydi. Melek, kaderine hüzün damlatılan kadınlardandı. Mayası hüzünle yoğrulmuş, kaburgalarını bir sıraya dizip onu ayakta tutan ne varsa içine hüzün konmuş gibiydi. Melek, Pamir'in sorusuna cevap vermeden çantasını masanın kenarına koyarken, çantasının içindeki kitaptan tok bir ses çıktı. Pamir'in kaşlarının havalandığını görünce gülümseyip elini çantanın fermuarına uzattı. "Kitap." Dedi sadece. Pamir küçük bir tebessümle -ki genç kız bunun içten bir gülümseme olmadığına kalıbını basabilirdi- genç kıza bakıp mırıldandı. "Kitapları seviyorsun değil mi?" Bunu herhangi bir cevap almak ister gibi değil de genç kızı tanımaya giden yolu adımlamaya başlamış gibi sormuştu. "Kim sevmez ki?" deyip omuzlarını silken genç kıza bakıp sandalyesine yaslandı. Derin bir nefes aldığında düşünür gibi başını iki yana sallamıştı. "Bu kitap aşkın yüzünden görmemen gereken şeyler görmene rağmen mi?" İlk o cümleyle fark etmişti Melek, Pamir'in kırık dökmeye, insanı savurmaya, en çokta acımadan parçalamaya ne kadar hevesli olduğunu. Genç adamın üzerinde gezinen bakışlarından köşe bucak kaçmak istedi. İçinde çatırdayan onlarca duygudan, Melek'i Pamir'e sürükleyen bu uğursuz uçurumdan ve en çokta genç adamın diline dolanan anılardan kaçmayı diledi. "İnsanlar saklamak istediklerini mahrem kılarlar Pamir." Dedi inlercesine. "Ama yine de orada gördüklerimden dolayı beni suçlayacaksan ya da bunu yapmak için beni buraya getirdiysen, o müzik salonunda ismimi hiç sormaman gerekirdi." Cümlesinin sonuna geldiğinde birkaç dakika önce masanın üstüne bıraktığı kitabını çantasına tekrar koymuş ve oturduğu sandalyeden kalkmak için hamle yapmıştı. Ama Pamir de aynı anda harekete geçip genç kızın ince bileğini kavradı. Sıkmaya cesaret edemeden usulca durdurdu onu. Melek, genç adamın biçimli parmaklarını kendi bileğinde hissettiğinde derin bir nefes alıp yanaklarına gölgesi düşen kirpiklerini kırpıştırdı hızla. Kalbi yirmi bir yıllık yerinden ilk kez çıkmak ister gibi atıyor, genç kızın ılık nefesini kaburgalarına sıralıyordu. "Bu kadar çabuk alınma, çok kırılırsın." Diyen Pamir'in cümlesine bile hayal meyal başını salladığını hissediyordu. Pamir'in o ufak dokunuşu genç kızın teninde iz bırakıyordu. Pamir'in parmaklarının altında derisinin kapanmayacak bir yaraya ev sahipliği yapacağını şimdiden hissediyordu Melek. "Hadi biraz kitap oku bana, olmaz mı?" Pamir bu soruyu sorarken ne düşünmüştü bilmiyordu. Tek istediği genç kızın dudaklarından bir şeyler dökülmesiydi. Ne olduğunun önemi yoktu. Genç kız gözlerinde can kırıklarıyla bakıyor gibi durmasındı yeterdi. Bu yüzden hala parmakları arasında tuttuğu bileğe -neden bırakmadığı konusunda bir fikri yoktu- başparmağıyla minik bir dokunuş bıraktı. "Olur." Diye mırıldandı Melek. Gövdesinin içindeki muharebeye rağmen sesini böyle tutabildiği için kendini şanslı hissediyordu. Pamir minik bir tebessümle elini çektiğinde kitabına uzanıp renkli ayracıyla kaldığı yeri açtı. Parmağının ucundaki titremeyi fark ettiği her an elini yumruk yapmamak için büyük bir çaba sarf ediyordu. İçine kaçtığını düşündüğü sesini toparlayabilmek için kısık sesle öksürüp yutkundu. Melek kitaptaki kaldığı kısmı okumaya başladığında Pamir'de sandalyesine yaslanmıştı. "İnsanın bir karısının olması nasıl bir şey acaba diye düşünürüm sık sık. Zaaflarını, zavallılıklarını senden iyi bilen ama yine de seni olduğun gibi seven bir kadın. Bunun nasıl bir şey olduğunu bilmemek kahreder beni. Kimseye belli etmem. Oğlumun ismi Tom. Beni hiç görmedi, ben de onu. Bugün bir başka adama "baba" diyor oluşuna üzülmüyorum. Benden feci bir baba olurdu zaten. Feci baba insanın boğazına takılı kılçık gibidir. Ne tükürüp atabilirsin, ne yutup sindirebilirsin. Bir şekilde kurtulsan bile geride bir iz kalır mutlaka, dışarıdan bakanların göremediği ama senin hep hissettiğin bir çentik etinde. Feci baban olacağına hiç olmasın daha iyi."* Melek son cümleyi de okuduğunda devam edemeyeceğini anlayıp kitabı hızla kapattı. Olsun isterdi. Her şeye rağmen anıları silinip giden babası başucunda dursun, feci olsa da kendisine ait olsun isterdi. Bir başka adamın aynı sıfatı kirletiyor oluşuna tahammül etmek zorunda kalmazdı böylece. Bakışlarını camdan çevirdiğinde Pamir'in buz mavilerinin onu izlediğini fark etti. Neyse ki siparişleri gelmişti de genç kız kendi boğazında o kılçığın daha büyüğünü, daha acımasızını hissettiğini söylemek zorunda kalmamıştı. Çayından bir yudum alıp tekrar cama dönerek yolu izlemeye devam etti. "O kızlardansın değil mi?" diyen Pamir'in sorusunu duyduğunda bardağını masaya bırakıp merakla ona döndü. "Hangi kızlardan?" "Kitaplara üzülenlerden, birkaç güzel paragrafa mutlu olanlardan daha da fenası kitaplardaki gibi bir aşk bekleyenlerden..." Melek birkaç saniye Pamir'in yüzüne bakıp nasıl bir cevap vermesi gerektiğini düşündü. Saçlarının sarışınına düşen kahverengi gölgeleri, kaşlarının altında insanı olduğu yerde son nefesini vermeye ikna edebilecek kadar güzel duran gözlerini ve sınırlarını parmaklarıyla okşamak istediği dudaklarını izledi bir süre. Sadece Pamir'i izlemek bile genç kızın göğsünde ılık bir esintiye neden oluyor ve aynı esintiyle genç kızın parmak uçları sızlıyordu. Yine de bunları değil, Pamir'in kahve fincanını tutan ellerini düşünüyordu. "Sende o adamlardansın o zaman." deyip Pamir'in herhangi bir cevap vermesine fırsat bırakmadan devam etti. "Aşka inanmayan, inanan herkesi de kendinden uzaklaştıran, onu iyileştirecek bir kadın olduğuna olan inancını kaybetmiş, sert, kırıp dökmeyi oyun haline getirmiş olan adamlardan." Pamir düşünmeden dumanı tüten kahvesinden bir yudum aldı. Melek'in ondan bir cevap eklediğini biliyor ama yine de sessizliği bir ilmek gibi uzatıyordu. "Sert ve kırıp dökmek konusunda belki de öyleyimdir. Ama aşka inanamamak konusunda..." deyip duraksadı. Aşkın ne kadar acımasız bir duygu olduğunu, bir insana neler yapabileceğini görmüştü. Nasıl inanmasındı? Kollarını masaya yaslayıp Melek'e doğru eğildi. Genç kızın nefesini tuttuğunu ve menekşe gözlerinin irileştiğini gördü ama umursamadı. Nefesi genç kızın yüzünü okşarken bir sırrı ifşa eder gibi fısıldadı. "Aşka inanmamak gibi bir aptallığı asla yapmam." * Elif Şafak
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE