bc

İzbe

book_age16+
876
TAKİP ET
4.5K
OKU
second chance
arrogant
goodgirl
drama
tragedy
heavy
first love
passionate
selfish
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Birinin ellerini hiç tutmadan, sevebilir miydiniz usul usul?

Seviyordu işte.Ona dokunmadan kalbinin en güzel yerini hediye etmiyor muydu her seferinde? Bıkmadan usanmadan nefesini sermiyor muydu yoluna?

Kalbi... Ki kalbine kefildi. Adamın ismiyle uyanıyordu her sabah. Sadece kalbiyle de değil üstelik gözüyle de seviyordu sevgiden mahrum kalbini. Parmak uçlarıyla adamın bakışının değdiği yerleri okşuyordu.

Bazen küçük bir gülüşünü yakalıyordu adamın. Gözü de kalbi de bayram yerine dönüveriyordu birden. Tamam diyordu işte o zaman. Bu kadar yaşadığım yeter.

Eğdiği başını yerden kaldırıp yanında oturan adama baktı. Buradan bakıldığında nasıl da terkedilmiş izbe bir şehir gibiydi.

Yalnız ve ürkütücü bir şehir...

Mırıltı gibi gelen sesiyle sordu korkarak

" Bir yerlere bağlı olmadan yaşamayı çekici mi buluyorsun?"

Ölüm gibi bir sessizliğin ardından buzmavilerini kadının menekşe gözlerine dikti genç adam. Bu bakışıyla kadının içine baharları saldığından habersizdi.

"İhtiyaç duyduğum tek şey ciğerlerime çektiğim hava." Dedi derin bir nefes alarak.

"Başka hiçbir şeye ihtiyacım yok."

Yine kaybettiğini farketti genç kız duyduğu sözlerle. Zaten göz göze geldiklerinden beri de kaybediyordu.

Bir sarılsaydı adam ona. Sadece bir kez elini uzatsaydı. Tüm yaraları iyileşecekti ama sarılmıyordu işte. Adam ellerini ona uzatmaya yeltenmiyordu.

Yanacaktı. Bu adam onu cayır cayır yakacaktı. Şüphesi yoktu bundan. Koca bir yangına dönecekti de ağzından tek bir kelime çıkmayacaktı genç kızın.

Madem ki adam kırmadan dökmeden sevmeyi beceremiyordu.

O zaman öğrenecekti genç kız. Kırılmayı da affetmeyi de öğrenecekti.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1
Yalnızlığın güzel tarafları olduğunu inkar edemezdi hiç kimse. Belli şeyleri düşünmek zorunda kalmazdınız bir kere. Etrafınızda sizi üzmek için konuşan insanlar olmazdı. Üzülen insanları gördükçe kalbiniz acımazdı. Ama buna rağmen yalnızlıkla mutluluğunuzu paylaşamazdınız. Mutlu olmadığından yalnızlığı tercih ediyordu genç kız. Paylaşacak hiçbir şeyi yoktu nitekim. O yüzden saatinin alarmı beynini delerken yorganı kafasına kadar çekti hızla. "Kızım uyan hadi." diyen annesinin sesi alarma karışınca derin bir of çekerek yatağından kalktı önce. Sonra da hala beynine işkence eden saatine uzandı. Hızla yatağını toplayıp banyoya geçti. Dağınık kahverengi saçlarını elleriyle toplar toplamaz soğuk suyu da yüzüne çarptı. Odasının kapı aralığından kahvaltı hazırlayan annesini izledi bir süre. Kısa, yer yer aklar düşen sarı saçlarını, masaya tabak koyan minik ama dünyaları kucaklayan güzel ellerini tek tek süzdü. O geceliğin içinde bu kadar zayıf görünmesini mantığına aldıramıyor ama önemli olanın zayıflığı olmadığını da biliyordu. "Günaydın anne." Deyip annesinin omzuna kocaman bir öpücük kondurdu. Annesinin gülümseyerek kendine dönmesini bekledi birkaç saniye. "Günaydın meleğim." Annesinin yanağındaki kızıl renge dikkat ettiğinden ona bakarken gözlerinin nasıl parladığını göremedi genç kız. Yüzü düştü. Söyleyebileceği her kelimeyi yutup dilini mühürledi. Zira söyleyecekleri de eksik kalacaktı. Eksik ve eski... Sandalyeye oturup kahvaltı tabağına gözlerini dikerken de sessizliği tercih etti bu yüzden. Önündeki peyniri didiklerken aklına gelen şeyle annesinin güzel yüzüne baktı kafasını kaldırıp. "Fırat uyandı mı?" diye sorarken annesinin gözlerine doldu parlayan bakışları. Kızının çok halini bilirdi nitekim. Ama kardeşinden bahsederken olduğu gibi parlamazdı bakışları hiçbir zaman. O yüzden doya doya izledi güzel kızının gülümsemesini. "Herkes siz mi küçük hanım? Fırat okula gideli çok oldu." derken de silinmişti tüm derdi tasası. Kızının suratının aldığı hale de kıkırdamadan edemedi. Masadaki elini tutup kızının küçük avucuna büyük bir öpücük kondurdu. Korumak ister gibi gezdirdi bakışlarını üstünde. Elinde olsa küçük bir rüzgârdan bile korurdu ya yetmiyordu gücü. Kendi bedenini kızının yüreğine siper edemiyordu. Sessizce izliyordu sadece. Her şeyiydi kızı. En çokta yaşamaktan vazgeçemediği geçmişi. Menekşe gözlerine bakıp bana bu dünyanın tek hediyesi diye geçirdi içinden hemen. Her kadın bir çocuğu olsun isterdi şüphesiz, gözleri sevdiği adamınkilere benzeyen. Melek de öyleydi işte. Kızı da onun kabul olan tek duasıydı. "E o zaman kalksın da bu kızın da okulunun yolunu tutsun." Derken çayından son bir yudum alıp masadan kalktı. Hızlı adımlarla odasına giderken annesinin arkasından gülen bir yüzle onu izlediğini bilmiyordu. Genç kız dolabını açıp askıdaki kıyafetlerine baktı bir süre. Önce elbiselere dikti menekşe gözlerini. Yeşil çiçekli elbisesine elini uzatıp kısacık bir an kumaşını okşadı. Sonra vazgeçip alt raftaki koyu renk pantolonu alıp hızla üstüne geçirdi. Siyah beyaz örgü kazağını da giymek üzereyken komodinin üzerindeki çalan telefonla kazağını koluna takıp telefonuna uzandı. Arayan numaraya bakıp önce gülümsedi sonra da sesinin kızgın çıkmasını umarak açtı telefonu. "Efendim Büşra." Derken de gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. "O nasıl bir telefon açış öyle. Özlemedin mi kızım sen arkadaşını?" diyen arkadaşının cıvıldayan sesi doldu kulaklarına. Ama yine de laf dokundurmadan edemedi. "Bunu tüm yarıyıl tatili boyunca telefonunu kapalı tutan, okulun ilk günü de aramak için can atan arkadaşım mı söylüyor?" deyip telefonu hoparlöre alıp kazağını giymeye devam etti. "Sen bana kızmışsın." Büşra'nın üzgün sesi kulaklarına dolunca daha fazla dayanamayıp gülmeye başladı. "Artık nasıl bir tatil geçirdiysen Gökalp ile telefonlar hiç açılmadı." Derken tekrar ciddi bir ifadeye büründü sesi. "Melek." Diye odada cırladı Büşra'nın neşeli kıkırtısı. Bu kızı seviyordu. Şımarık hallerini, neşeli hallerini en çok da bu utangaç hallerini seviyordu. Gerçek bir kız kardeş gibi kendisine destek olmaya çalışıyordu her zaman. Birlikte de çok uzun zaman geçirmişlerdi. Çok ağladığını bilirdi Büşra'nın omzunda. Bundan sonra da sığınacağı tek adres olacaktı şüphesiz. "Tamam tamam kapat hadi. Okulda görüşürüz." Dedi arkadaşının daha fazla üstüne gitmemek için. "Çabuk ol. Sana anlatacağım çok çok çok fazla şey var." Derken Büşra'nın ellerini birbirine çarptığını hayal edebiliyordu. Başını iki yana salladı umutsuzca. On beş günlük zamanda neler yaptıklarını -özellikle Gökalp ile neler yaptıklarını- dinlemek istediğinden pek emin değildi. Yine de bunu arkadaşına söylemeden telefonu kapattı. Kazağını giydikten sonra aynanın karşısına geçip karışan saçlarına baktı. Derin bir of çekip menekşe gözlerini devirdi umutsuzca. Birazcık daha uysal olamaz mıydı saçları? Hani sabahları böyle harabeye benzemeselerdi olmaz mıydı? "Tarayayım mı saçını?" diyen annesinin sesiyle arkasını dönüp kocaman bir gülümseme hediye etti annesinin güzel yüzüne. Annesi saçlarını taramaya başlarken gözlerini kapatıp bu anın güzelliğine bıraktı kendini. Saçındaki tüm karışıklığı tek tek çözmesini izledi sonra hayranlıkla. Annesi başının üstüne bir öpücük kondurunca ona doğru dönüp kollarına sığınıp fısıltıyla sordu cevabını bildiği soruyu. "Bu evden gidemez miyiz?" Annesinin sessizliğinden aldı tüm cevaplarını. Öyle koca paragraflar arasından seçmesine gerek kalmamıştı kelimeleri. Çaresizliği bembeyaz duvardaki simsiyah leke gibi meydandaydı kadının. Ne söylese saramayacaktı ondaki yarayı biliyordu. Ama yine de ondan başka kimseye de kızamıyordu. Kabullendiği için, elindekine razı olduğu için yersiz bir öfke duyuyordu annesine. Bu nedenle annesinin kollarından çıkıp çantası ve kitabına uzandı hemen. "Akşam pastaneye uğrayacağım geç gelirim." Deyip hızlı adımlarla çıktı evden. Son anda yetiştiği otobüse binince de cam kenarına geçti hemen. Eline okuduğu kitabı alıp kaldığı yerden devam etti. "Bir an için gözünü yumsan, arkana dönüp başka bir yana baksan, önünde duran şeyin ansızın kaybolduğunu görüyorsun. Hiçbir şey kalıcı değil; kafalardaki düşünceler bile. Kaybolanı aramaya kalkışarak boşuna zaman harcamamak gerek. Herhangi bir şey kayboldu mu, gitti gider." Daha fazla okumak istemediğinden kitabı kapatıp çantasına koydu. Yolculuğun geri kalan kısmını okumak yerine gözlerini dindirerek geçirmek adına gözlerini kapatıp kafasını otobüsün koltuğuna yasladı. Yazar ne kadar da haklıydı. Ölenin arkasından bile gülmeyi öğreniyorduk zamanla. Hiçbir şeyin kalıcı olmadığı bir gerçekti bu yüzden. Mutluluklar, acılar, insanlar... Kafasını salladı düşüncelerinin kaydığı yönü yok etmek istercesine. Okulun önüne geldiğini fark ettiğinde de hemen indi otobüsten. Saçlarını sağ omzuna atıp üzerindeki siyah hırkayı çekiştirdi okula girerken. Omzuna dolanan kollarla bir an korksa da Eray'ın kalın sesi dolunca kulaklarına gülümsedi. Arkadaşının yakışıklı yüzüne döndü hızla. "Korkuttun beni." Derken de hala gülüyordu. Eray'ın kahkaha attığı duyunca dirseğini yavaşça arkadaşının karnına vurup ondan uzaklaştı. "Büşralar nerede?" "Büşra nerede olabilir? Tabi ki Gökalp'in yanında." Derken alaylı bir gülümseme doldu Eray'ın dudaklarına. "E sen neden Eylül'ün yanında değilsin?" dedi genç kız gerçekten merak ederek. Bu yüzden arkadaşının yüzünün düşmesine şaşırıp ilgiyle baktı. Eray'ın yanına yaklaşıp omzuna dokundu sevgiyle. Adamın omzunu silkip derin bir nefes aldığını gördü. "Sorun ne Eray?" derken elini indirip yüzüne baktı arkadaşının. "Onu anlayamıyorum Melek." Dedi Eray gözlerine dolan bulutlarla. Kırgındı belli ki. Biraz da kızgın. Ama yine de Eylül'ü sevdiğini görebiliyordu Melek. Çöken omuzlarından, titreyen sesinden anlıyordu. Yine de şimdilik fazla dahil olmaması gerektiğini biliyor sessizliği tercih ediyordu. Eray da öyle düşünmüş olmalı ki kendini toplayıp hızla okula girdi Melek'i arkada bırakarak. Başını iki yana salladı umutsuzca. Aşık olmanın mutlu ettiği kadar üzdüğü de bir gerçekti. Büşra ne kadar aşkın en mutlu halini yaşıyorsa, Eray da kalp ağrısını tadıyordu. Adımlarını kütüphaneye doğru yönlendirirken sessizce iç çekti arkadaşları adına. Dönemin ilk günü olduğundan olsa gerek kütüphaneye giden tüm yollar ıssızdı. Bu duruma gülümsemeden edemedi genç kız. İnsanların kitaplardan kaçması için türlü türlü bahanelere sığınmasını da anlayamıyordu. Lavabolara ayrılan koridorun önünden geçerken kulağına dolan fısıltılarla durdu hemen. Duyduğu sese odaklandı önce. Eğer birileri konuşuyorsa hızla buradan uzaklaşacaktı ama konuşma değildi şahit olduğu. Belki sızlanmaydı ya da yardım isteyen birinin kısık sesi. Bu nedenle hızlı adımlarını büyük kütüphanenin lavaboya ayrılan koridoruna çevirdi. Bayılan ya da yardım isteyen birini görmeyi beklediğinden gördüğü manzarayla dondu Melek. Menekşe gözleri büyüdü şaşkınlıktan. Adamın öpücükleri arasında iniltileri kaybolan kızı tanıyordu. Kızın kazağının içine süzülen elini görünce kafasını sallayıp yavaşça geriye doğru bir adım attı. İnsanların özel hayatına dahil olmayı istemediğinden hızla oradan uzaklaşmayı düşündü. O sırada kızın adamdan nefes nefese ayrılıp fısıltısıyla konuştuğunu duymasa uzaklaşacaktı da. "Okuldayız. Biri görecek." Deyip üstüne başına çeki düzen vermeye çalışan kadına baktıktan sonra arkasına dönüp adımlarını hızlandırdı. Ama geç kalmıştı. Kulağına bir masalın başlangıcı olan adamın tok sesi doldu. "Bence zaten bizi gören biri var." Adımı havada kaldı kızın. Dudağını ısırıp korkarak sesin sahibine doğru döndü. Yanlış anladığını, birinin hasta olduğunu düşündüğünü yoksa kimseyi dikizlemek gibi bir niyeti olmadığını açıklamak için dudaklarını araladı. Adamın alayla gülümseyen dudaklarına takıldı önce bakışları. Yüzünü hızla tarayıp bir ahit gibi duran mavi gözlerine ulaştı. Nefesini tutup utançla eğdi başını. Bu yüzden adamın yüzündeki gülümsemenin büyüdüğünü göremedi. Hiç kimse hayatını değiştirecek insanı bir bakışta tanıyamazdı. Onlarda tanıyamamıştı. Kadın utancından ölmeseydi, ya da adam içindeki savaşın sirenlerinden aşka kör ve sağır kalmasaydı. O zaman tanırlardı belki...

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
522.2K
bc

HÜKÜM

read
224.0K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook