Kulağına gelen çocukların sesleriyle gözlerini açan genç kız yataktan kalkıp dağınık saçlarını karıştırdı. Bütün gece deliksiz uyumasına rağmen hâlâ esneyip duruyordu. Annesi geç saatlere kadar uyumasından şikâyet edip durduğu için her akşam yarın sabah erken kalkacağım diyerek kendini tembihlemesine rağmen her zaman olduğu gibi geç kalkınca kendi kendine söylenip pencereden dışarı baktı. Ellerini pencerenin pervazına yaslayıp başını dışarı uzattı. Çocuklar dinç bir halde topun peşine koştukça onların yerine yoruluyordu. Bu kadar enerjiyi nereden buluyorlar anlamıyordu.
Bu mahalleye taşınalı bir ay olmasına rağmen yıllardır burada yaşıyormuş gibi hissediyordu. İnsanlar sıcakkanlı, güler yüzlüydü. Taşındıkları ilk gün hepsi sevgilerini göstermekten çekinmemişlerdi. Bu sayede kendine yakın arkadaş da bulmuştu.
Gözü evlerinin karşısındaki üç katlı evi buldu. Ona arkadaşlık eden arkadaşı Gül’ün perdeleri kapalı olduğuna göre uyuyordu. Oruç tutarken zorlandığı için vaktinin çoğunu öğlene kadar uyuyarak geçirdiği için onun bu haline gülümseyip içeri girdi. Pijama takımlarını üzerinden çıkarıp sıcaktan bunalmamak adına üzerine beyaz karpuz kollu elbisesini giydi. Dizlerinin biraz altında biten elbisesinin eteklerini düzeltip odadan çıktığında banyoya girip elini yüzünü yıkadı. Annesinin sesi aşağıdan geliyordu. Kesin kadınlarla toplanmışlar akşama börek yapıyorlardır.
Saçlarını düzeltip evden çıktı. Merdivenleri koşarak inerken terliklerinin çıkardığı sesten bir an çekindi. Uyuyan komşuları olabilirdi. Onları rahatsız etmeden inmeliydi. Adımlarını yavaşlatıp basamakları usulca indi. Aralık olan demir kapıyı açtığında ellerindeki unlarla arkalarına dönen kadınlara, “Günaydın,” dedi neşeli sesiyle.
“Akşam oldu ama sana günaydın kızım.”
“Alt tarafı saat on iki anne, neden abartıyorsun? Komşularımız akşama kadar uyuduğumu düşünecekler sonra.”
Oklavayı hamurun üzerinde gezdiren Emine Hanım genç kızı baştan aşağı süzüp, “Meryem,” dedi kızıyormuş gibi. “Genç o, bırak istediği kadar uyusun. Evlenince sorumluluk alarak uykusuz kaldığı günler çok olacak. Gençliğini yaşasın kız.”
Gül’ün annesine tebessüm eden Ayşem, “Teşekkür ederim,” dedi mırıldanarak.
“Emine, sen dün Gül geç kalktı diye kıza demediğini bırakmadın mı, o genç değil mi?”
Tülbentini geriye savuran Emine Hanım, “Aman,” dedi. “Sen de benim kızı savunmuştun, ödeştik.” İki tombul kadına tebessüm eden Ayşem oturmak için eteğini bacaklarının arasına sıkıştırdığında, “Hiç oturma kızım,” diyen Emine Hanım yüzünden iki büklüm durdu.
“Sana zahmet olmazsa benim elişi poşetimi getirir misin? Gül sabah teyzesine gitti akşam gelir, kalkıp gidemiyorum bacaklarım ağrıyor biliyorsun.”
Başını salladı Ayşem. “Getiririm Emine teyze.” Anahtarı Ayşem’e uzatan kadın, “Salonda masanın üzerinde,” deyince gözlerinden geçen parıltıları Ayşem’den saklamak için bakışlarını masaya çevirdi hemen.
“Ben hemen geliyorum.”
“Acele etme yavrum, oruçlu halinle merdivenleri çıkıp yorulacaksın. Azıcık otur evde dinlen, televizyonda izleyebilirsin.”
Deminden beri konuşmayan komşuları Emine Hanım’ın bacağını dürtüp, “Sen ne fenasın,” dediklerinde Emine Hanım kadınların bacağına oklavayı sallayıp “Susun,” dedi. Ne olmuş bu güzel kızı Ali’sine yakıştırmışsa. Çok güzel bir kız olduğu gibi hanım hanımcıktı da. Kibir yoktu gözlerinde. Oğlunun bacağı topal diye küçümsemezdi. Sonuçta bir aydır onu gözlemliyordu, bu güzel kızın kalbi yüzünden güzeldi. Oğluna çok güzel eş olurdu.
Ayşem ise Emine Hanım’ın düşüncelerini bilmeden kadının dairesinin önüne geldi. Bu zamana kadar asla başkasının evine tek başına girmemişti. Ürküyordu.
Kapıyı açıp içeri girdiğinde çekingen adımlarla boş koridora göz gezdirdi. Evde kimsenin olmaması onu huzursuz ediyordu. Emine teyzesi rica etmese bu eve yalnız asla girmezdi. Sonuçta bu mahalleye taşınalı bir ay olmuştu. Komşuları her ne kadar onlara candan davransalar da yine de çekingenliği vardı.
Geniş olan salona adımını atıp masanın üzerinde duran beyaz poşete hızlı adımlarla ilerledi. Poşeti eline alır almaz içini kontrol etti. Yün iplerin içinde olduğunu görünce derin nefes aldı ve arkasını döndü. Kapının eşiğinde duran genç adamı gördüğünde korkuyla çığlık atıp kalçasını masaya yasladı. Başını sağ omzuna doğru eğen genç adam tek kaşını kaldırdığında, “Ben Ayşem,” dedi bir anda bağırarak. Adamın onu hırsız sanmasından korkuyordu. Kimdi bu? Gül’ün bahsettiği ağabeyi miydi?
“Ben de Ali.”
Oydu! Memnun oldum mu demeliydi ya da burada ne işi olduğunu mu açıklamalıydı? Mantıklı olan burada ne işi olduğunu söylemesiydi ama o dili tutulmuş gibi kala kalmıştı olduğu yerde. Uzun boyuyla kapının eşiğinde duran genç adam kenara kaysa bir hışımla koşup evden dışarı atacaktı kendini ama şu an bu isteği imkânsız gibi geliyordu.
“Gül’ün arkadaşı mısın Ayşem?”
Başını hızla aşağı yukarı salladı. Kahkülleri gözlerini kapattığında onları düzeltip elindeki poşeti sıktı.
“Ben karşı binada oturuyorum. Emine teyze ipleri almamı söyledi. Gül teyzesinde olduğu için ben gelmek durumunda kaldım.”
Omzunu kapıya yaslayan genç adam başını anladım der gibi salladığında gitmek için bir adım attı, Ayşem.
“Rahatsızlık verdim kusura bakmayın.”
“Estağfurullah.”
Boğazına yapışan tükürüğü yutmak için birkaç kere yutkunsa da tükürük oradan gitmeyecekmiş gibi duruyordu. Bir an önce bu evden çıkmazsa boğulacaktı.
“Ben hemen gidiyorum.”
Ağzı koşarak gidiyordu ama ayakları yavaş yavaş hareket ediyordu. Üst dudağı çok hafif kıvrılan genç adam başını kaldırıp indirdi. Ayşem’in kızaran yanaklarından utandığını görebiliyordu. Normalde bu durumu umursamazdı ama bu kızın karşısında kıvranması hoşuna gidiyordu.
“Annenize evde olduğunuzu söylerim.”
“Evde olduğumu biliyor.”
Gözlerini fok balığı gibi açıp kaldı öylece. “Ama bana evde kimse yok dedi.” Tıpkı gözleri gibi sesi de şaşkın çıktı.
“Annem işte, işine nasıl geliyorsa öyle konuşuyor.”
Dudaklarını hafif kapatıp, “Anladım,” dedi. Aslında hiçbir şey anlamamıştı. Saf gibi davranıyordu ve bu halinden utanıyordu.
Genç adamın yanında geçmek için ona doğru adım attığında elini ensesine götüren Ali kenara çekildi.
“Tanıştığıma memnum oldum, Ali.”
“Ben de, Ayşem.”
Elleri ve ayakları birbirine karışarak evden çıktı. Boğazı hafif kızaran Ali ağrıyan bacağının üzerine elini bastırarak pencereye doğru topalladığında tülü hafif aralayıp kenara geçti. Annesi dün gece sahura kadar bu kızı ona anlatıp durduğu için kızı uzun zamandır tanıyormuş gibi beklettiğine inanamıyordu. Normalde genç bir hanımla asla göz göze gelmez, gerekmedikçe de konuşmazdı. Yumruğunu dizine vurdu. “Aferin Ali, ne zamandır helalin olmayanın gözlerine uzun bakar oldun?” Ensesinden başlayan ter tabakası gömleğinin altına doğru süzülürken karşı evin bahçesine giren kızın arkasından bir süre daha baktı. Annesiyle tartışması gerekecekti, evde onun olduğunu bildiği halde genç bir kızı evine göndererek ne amaçlıyordu aklı almıyordu.
Ayşem ise poşeti Emine teyzesine uzatıp annesinin yanına oturdu. Konuşmayan kızın yüzünde gözlerini gezdiren Emine Hanım, “Rahatlıkla buldun mu kızım?” dedi. Başını usulca sallayan Ayşem, “Evde oğlunuz varmış,” dediğinde, “Aa,” diyen Emine Hanım unlu ellerini suyla temizledi.
“Ben onu dükkâna gitti sanıyordum.”
“Oğlun geldi mi, Emine?”
Komşusu Necla’ya dönüp, “Geldi,” dedi. “Bir aydır annemin yanında Rize’de kalıyordu, evi derleyip topladıktan sonra çok şükür yuvasına döndü.”
“Hadi gözün aydın yolunu gözlüyordun.”
Ellerini yüzünün önünde sallayıp utançla yeri izleyen Ayşem’e döndü.
“Oğlum diye söylemiyorum bir tanedir. Çarşıdaki büyük berber dükkânın sahibi, işinde özünde çok iyidir. Beş vakit namazını asla kaçırmaz. Sabah imamla beraber uyanıp camiye gider namazını kılar oğlum. Öyle kadınlarla da işi yoktur.”
“Biraz daha öv,” diyen komşusunun bacağını sıkıp gülümsedi.
“Maşallah Emine, valla devir artık değişiyor. Gençler ana, baba dinlemeden başlarına buyruk olmak istiyorlar. Böyle bir zamanda hayırlı evlat yetiştirmek zor. Gençler siyaset yüzünden birbirine girip duruyor. Sağcısı solcusu derken gençliklerin baharında ölüp gidiyorlar.”
Kulağını çeken Emine Hanım, “Allah korusun,” dedi. “Benim oğlumun siyasetle işi olmaz. İşinde gücünde bir delikanlı o.”
Saçlarını sırtına doğru itekleyen Ayşem iki kadının muhabbetini nedense üzerine çekti. Emine teyzesinin ima ettiği şeyi anlamaması imkânsızdı. Oturduğu yerden kalktı.
“Ben eve gidiyorum anne, Figen’in kına elbisesini dikeceğim düğüne az kaldı.”
“Tamam kızım.”
“Size iyi oturmalar,” diyerek demir kapıyı içeri itip binanın içine girdi. Yüzü alev gibi yanıyordu. Ellerini yanaklarına bastırıp, “Kendine gel Ayşem,” diyerek kapıyı açtı. Niye utanıyorsa? Adam ona kötü bir söz söylememişti, utandıracak bir harekette de bulunmamıştı. Neden yanakları yanıyordu?
Dikiş makinesinin başına geçip, “Çalış Ayşem,” diyerek kendine gazı verdi. Akşama kadar aklına hiçbir şey getirmeden elbisenin üst kısmını dikti. İftar vaktine yaklaştıklarında, “Emine teyzenlere gidiyoruz,” diyen annesinin sesiyle karnının içi düğüm düğüm oldu. Bir süre gözlerini kapatıp oturduğu yerde bekledi. Ardından derin nefes alıp ayağa kalktığı gibi dolaptan kısa kollu beyaz tişörtüyle askılı çiçekli elbisesini aldı. Üzerindekileri çıkarıp beyaz tişörtü giydi ilk önce. Elbiseyi de onun üzerinde giydikten sonra saçlarını salık bırakıp odadan çıktı.
Ailesinin yanına geçtiğinde konuşmadan onlarla birlikte karşı binaya geçti. Erkek kardeşi durmadan babasına el atarisi istediğini söyleyip duruyordu. Her defasında olmaz diyerek oğluna itiraz eden adam kapının tokmağını çalınca Emre sustu. Kapıyı açan Serdar Bey yüzündeki gülümsemeyle "Buyurun, hoş geldiniz" dedi.
"Hoş bulduk" Ellerindeki ikramları ev sahiplerine verdiler.
"Ama niye zahmet ettiniz ki?"
"Ne zahmeti Emine? Zaten beraber yaptık börekleri.”
Ayşem'le Gül annelerine bakıp sırıttıklarında iki kadın bakışlarını kızlarına çevirdiler. "Bize mi gülüyorsunuz?"
“Ne münasebet,” diyen Gül gülmeye devam ederken Ayşem’in elinden tutup solana çekiştirdi. Onlar kendi aralarında sohbet ederken Ali dükkânı kapatıp fırından pide alıp evine geldi. Evin kapısını açıp içeri girdiğinde evden sesler geliyordu, misafirler gelmiş diye düşündü. Pideleri mutfağa bırakıp banyoda elini yıkadı. Hava sıcak olduğu için önce üstünü değiştirip salona öyle girdi.
Selam verip gelen misafirlerle tek tek tokalaşmaya başladı. Ayşem'e denk gelince olduğu yerde kaldı. Bir anda ne yapacağını bilemedi. Hiçbir şey demeden arkasını dönmek olmayacağı için başıyla selam verdi. Arkasını dönüp Ayşem'in kardeşinin yanına oturdu. Kızı öğlen salonda o tutmamış gibi şimdi ilk kez görüyormuş gibi davranıyordu. Avcunu pantolonuna sürtüp babasıyla konuşan adamı dikkatle dinliyordu. Bu aileyi yeni görüyordu ama annesinin anlatımıyla sanki onları tanıyormuş gibi hissediyordu. Tekli koltukta oturan annesi sürekli genç kıza bir şeyler sorarak onun ilgisini çekmeye çalıştığını bariz bir şekilde görebiliyordu. Bu durumdan rahatsız oldu. Ayağını yere sürtüp gömleğinin yakasını öne doğru çekiştirdi. Anında oğlunun ne demek istediğini anlayan Emine Hanım sustu.
"Hadi masaya geçelim, ezan okunur şimdi."
Herkes ayağa kalktı, önce misafirler oturdu sofraya sonra ev sahipleri. Ayşem'le Ali karşı karşıya geldiler, ikisi de önlerindeki tabaklara bakıyorlardı. Herkes normal bir şekilde konuşurken onlar geriliyordu. Birbirine bakmaya çekiniyordu. Eğer gözleri birbirine değerse yanlış bir şey yaptıklarını düşüneceklerdi. Diken üzerinde oturan Ali içinden duasını okuyup, “Nefsime uydurma Allah’ım,” dedi mırıldanarak.
Kendi içinde beyninden geçen seslerle boğulurken Ayşem'in babası Ali'ye, "Ne iş yapıyorsun evladım?" diye sordu. Başını kaldırıp, "Berber dükkânım var efendim," cevabını verdi. Bir an utandı, masada hem kendi ailesi hem de karşısında oturan kızın ailesi vardı. Evine misafir gelen kızı düşündüğüne inanamıyordu. Bunların suçlusu annesiydi, bütün gece bu kızdan bahsetmeseydi şimdi böyle olmazdı.
"Allah işini rast getirsin oğlum."
Başını eğip kaldırdı. “Sağ olun efendim.”
"Abi ben iş arıyorum elaman lazım olursa beni alır mısın?"
Ayşem’in kardeşi Emre'ye bakıp, "Okumuyor musun?" diye sordu.
"Yok abi, lise bitince gitmedim."
"Tamam, baban izin verirse yarın gel başla."
"Baba, gidebilir miyim?"
"O oyuncağı almak istemesen çalışmayacaksın ama hadi neyse, git de Ali ağabeyinden iş öğren."
Masanın altından ellerini birbirine sürten genç çocuk sırıtırken Ayşem kardeşine gülümseyip, ‘şanslı çocuk,’ dedi içinden. Dört ayaküstüne düşüyordu her zaman. Sokaklarda boş boş gezeceğine işe girmesine de sevinmişti kardeşinin.
Ezan okununca birbirlerine Allah kabul etsin deyip oruçlarını açtılar. Sessiz bir şekilde yemeklerini yerken Ayşem önünde pide bitince etrafına bakındı. Ali'nin tabağının yanında olduğunu görünce istemeye utanıp yemeğini yemeye devam etti. Genç kızın pideye baktığını gören Ali başını yemeğinden kaldırmadan tabağının yanında duran pideyi Ayşem’in tabağının yanına koydu.
Yutkunan Ayşem tabağının yanındaki pideye uzanırken titreyen parmaklarını kontrol altına alıp sakin bir şekilde soluğunu bıraktı. Babası ya da annesi görmüş müydü Ali’nin tabağının yanına pide bıraktığını. Normalde bu durum dikkat çekmezdi ama Emine teyzesinin yaptığı imalar yüzünden utanıyordu. Bu zamanda bir kadın genç bir kızı beğendimi sürekli oğluna ondan bahsederdi. Sonuçta Ali bir aydır burada yoktu, Emine Hanım bir aydır onu gözleriyle hapsetmişken oğlu dönünce kim bilir neler konuşmuşlardır. Emine teyzesinin Ali’ye ondan bahsettiğini düşününce yanakları daha fazla kızardı.
Parmaklarının arasına aldığı pideyi dudaklarına getirmeden mırıldanarak, “Teşekkür ederim,” dedi Ali’ye. Başını usulca sallayan Ali yemeğini bitirmiş insanların yemeklerini bitirmesini bekledi. Akşam namazını kılması gerekiyordu, masadan büyükler kalkmadan da kalkmak istemiyordu. Elleri dizlerinin üzerinde ödündeki boş tabağı izlerken, “Namaz kılalım,” diyen babasının sesiyle başını direkt ona çevirdi. Ayşem’in babasıyla kendi babası ayağa kalkınca sandalyeyi usulca geriye itip ayağa kalktı. Dudakları arasından, “Afiyet olsun,” diye mırıldandı. Hızlı olmaya çabalayarak salonun çıkışına ilerledi. Bir an bacağından utandı, sanki o yürürken bütün gözlerin ona değdiğini hissetti. Kötü bir şey yapıyormuş gibi kızarırken odasına girdi. Sırtı kapıya yaslı yatağının üzerinde duran seccadeyi izlerken, “İsyan etmiyorum,” dedi kanayan yüreğine inat. “Senden gelen her şeye razıyım Allah’ım.”
Erkekler namazına dururken kadınlar boş bir odada namazlarını kıldılar. Ayşem’le Gül masayı toplayıp bulaşıkları birlikte yıkarken oflayan Gül’e bakışlarını çevirdi Ayşem.
“Ne oldu?”
“Sanki bilmiyorsun.”
Sabunlu tabağı Gül’e uzatan Ayşem, “Hakan meselesi mi?” dedi kısık sesle. Başını aşağı yukarı salladı Gül. “Elli defa karışma siyaset işlerine diyorum beni dinlemiyor. Seksen darbesini tekrar yaşarız diye aklım çıkıyor. O zaman yaşanılanları benden daha iyi biliyor buna rağmen hâlâ karışıyor ya beni çok yaralıyor.”
“Benimle bir gelecek düşünüyorsan siyaset olaylarına karışma de. Ben kendisini pek tanımıyorum ama bir iki kere gördüğüm kadarıyla seni çok seviyor ve değer veriyor. Adamla inatlaşmak yerine ona tatlı dille istediğin her şeyi yaptırabilirsin. Sen gördüğüm kadarıyla sürekli bağırıyorsun.”
“Sence işe yarar mı?”
“Annem babamdan bir şey istediğinde iki gülüyor, ellerini yanaklarının üzerinde gezdiriyor babam da hemen dediğini yapıyor.”
Kafalarını birbirine vuran kızlar kıkır kıkır gülerken, “Çay hazır değil mi?” diyen Emine Hanım’ın sesiyle ellerini durulayan Gül, “Çaylarını verip hemen geliyorum,” dedi. Bulaşıkları yıkamaya devam eden Ayşem, “Rahatına bak,” dediğinde işine devam etti. Mutfakta durmak rahat hissettiriyordu. İçerisi kalabalık olduğundan otururken kendini kasıyordu. Babası ve Serdar amcasından çekinmiyordu ama Gül’ün ağabeyiyle aynı ortamda durmak geriyordu onu.
Tabakları durulayıp sabunlu suyu lavabonun içine döktü. Gül hâlâ gelmemişti. Komple binaya çay dağıtmıyorsundur umarım Gül,” diyerek lavaboyu temizledikten sonra ellerini kuruladı.
Arkasında hissettiği öksürük sesiyle irkilip omzunun üzerinden arkasına baktı. Başı önde, “Kolay gelsin,” diyen genç adama ne diyeceğini bilemedi bir an. Bacağını cimcikleyip arkasın döndü hızla. “Sağ ol.”
“Ben çay alacaktım.”
Gözleri raflarda duran bardaklara ilişti. İnce uzun küçük bardağı alıp, “Vereyim,” dediğinde ocağın üzerinde kaynayan çaydanlığı aldı.
“Demli mi olsun?”
“Açık.”
Kaynar suyu beyaz mermerin üzerine dökmemeye çalışarak bardağa doldurduğunda soluğunu içine aldı. Çaydanlık ocağın üstünde yerini alırken bardağı genç adama uzatmak için çay tablasının altından tuttu. Elleri çok hafif titriyordu. Biraz yavaş hareket ediyordu bunun farkındaydı ama elinden bir şey gelmiyordu. Heyecanlanınca eli ayağı birbirine karışan insanlardandı o. Çay bardağını Ali’ye verdiğinde yine aynı şekilde arkasını döndü. Başını bir kere yerden kaldırmayan Ali, “Teşekkür ederim,” dedi. “Gül içeride oturuyor, sen de geç yanına. Burada tek başına iş yapma.”
Başını salladı Ayşem. Yüzüne doğru dökülen uzun saçlarına minnettar oldu. Neyse ki kızaran yanaklarını Ali görmüyordu.
Salona geçen Ali Emre’nin yanına oturup pencerenin önünde dışarıyı izleyen kardeşine kısa bir an öfkeyle baktı. Misafir kızı mutfağa sokmuş kendi burada oturuyordu. Yüzünü dönse gözleriyle kızdığını ona gösterecekti ama dışarıda ne varsa on dakikadır sokağa bakıyordu kız kardeşi. Ayıp denen bir şey vardı. Buz kız o burada yokken çok değişmiş. Kardeşiyle yakın zamanda konuşması gerekecekti.
Ayşem salona döndüğünde pencerenin önündeki kahverengi koltukta oturan Gül’ün yanına gitti. Yerine oturduğu an annesi, “Yarın halılarımı yıkasak?” dedi. “Yaza temiz girelim.”
“Ramazandan sonra yıkasak olmaz mı anne? Oruçluyken zor olur.”
“Kız haklı,” diyen Emine Hanım’ın sesi yüksek çıkınca bir an herkes sustu. Onları ilgilendirmeyen konu olduklarını anlayınca konuşmaya devam ettiler.
“Haklı da bayrama temiz girelim istiyorum. Sen bir tane yıkarsın kızım, iki tane Emre, üç tane de ben yıkarım.”
“Ben yarın işe başlıyorum beni unutun,” diyen Emre Ali’nin yüzüne eğildiğinde üst dudağı kıvrılan Ali, “Halılar bittikten sonra gelebilirsin,” dedi.
“Ali abi, yapma bunu bana.”
Boş çay bardağıyla ayağa kalkan Ali, “Annen ne derse o olur,” dedi. “Teravi vakti geldi, izniniz olursa ben camiye gideceğim.”
“İzin senin oğlum, beraber kalkalım.”
“Ayşem biz de namaza gidelim.”
Gül’e dönen Ayşem, “Ben evde kılırım, teravi çok uzun,” diye mırıldandı. “Bacaklarım ağrıyor.”
“Allah duymasın günah yazar Ayşem. Kalk hadi, Alaattin hoca hızlı kıldırıyor, hemen biter.”
“Tövbe tövbe,” diyen Ali kardeşine kınayıcı bakışlarını atıp salondan çıktı. “Bizimle beraber gelin,” diyen anneleri ayaklanınca Ayşem’de ayağa kalktı. Bu kadar insan camiye gidelim diyorsa gidecekti. Bu Gül’ün derdi Hakan’ı görmekti sanki bilmiyordu.
“Gel ben sana etek ve tülbent vereyim.”
“Ver bakalım,” diyerek Gül’ün odasına girdi.
“Ayşem, biz arka saflarda duralım sen namazını kılarken ben Hakan’la buluşacağım. Teravi bir saat sürüyor beni idare edersin değil mi?”
“Namazı bahane ederek sevgilinle buluşmaya mı gidiyorsun, Gül?”
“Yaradan benim kalbimin temizliğini biliyor, Ayşem. O benim onu nasıl sevdiğimi biliyor eve gelince hemen kılacağım namazımı. Lütfen, hazır imkân bulmuşum görüşeyim biliyorsun hep uzaktan izliyoruz birbirimizi.”
“İyi tamam.”
Hazırlanıp anneleriyle birlikte evden çıktılar. Erkekler onlardan önce gitmişti camiye. Mahallenin sonunda olan caminin avlusuna giriş yaptıklarında kadınların arkasından ilerleyen kızlar birbirine bakıp duruyorlardı. Gül sürekli annemden nasıl kaçacağım diyerek mırıldanıyor olsa da Ayşem ona bir kere bile cevap vermiyordu. Caminin içine girdiklerinde ayakkabılarını çıkarıp raflara koydular. Anneleri poşetlerinden seccadeleri çıkarıp namaz kılınacak bölüme geçtiklerinde Ayşem’de arkalarından ilerledi. Mis gibi gül suyunun kokusunu içine çekip tülbentinin önünü düzeltti.
“Ön saflara gidelim kızlar.”
“Anne ben girişte kılmak istiyorum namaz, kalabalık olduğu için içerisi bunaltıyor.”
“Camiden çıkar çıkmaz doğruca eve gidin. Sakın başka yere gitmeyin, kavga çıkar başınızı derde sokmayın.”
“Tamam anne,” diyen Gül Ayşem’in kolundan çekip duvar dibine geçti. Bir süre annesiyle Meryem Hanım’ın gidişişini izledi. İki kadın ortadan kaybolunca, “Ben gidiyorum,” dedi acele ederek.
“Eğer kalabalıkta seni göremezsem ne olacak? Ya sizinkiler beni görüp Gül nerede derseler?”
“Merak etme seni zor duruma sokmayacağım, biraz konuşayım eve geçeceğim. Sen namaz bitince eve git.”
Başını sallayan Ayşem seccadesini yere serip tesbihini seccadenin başına koydu. Dizlerinin üzerine oturduğunda Gül ona el sallayarak camiden çıktı. “Allah akıl fikir versin,” dedi mırıldanarak. Biri görse ne diyecekti? Gecenin bir vakti genç bir erkekle buluşması doğru değildi. Ağabeyi görse ne yapar bilemedi. “Umarım başın belaya girmez Gül,” diyerek ezanın okunmasıyla oturuşunu düzeltti.
Toplumla beraber kılınan namazın ardından eşyalarını toplayıp dışarı çıktı. Ayakkabılarının topuğuna basarak caminin avlusundan çıktığında gözlerini etrafta gezdirdi. Gül yoktu, “Umarım evdesindir,” dedi. Eğer evde değilse bu akşam Gül’ün evinde tartışma çıkabilirdi. Bir süre caminin önünde bekledi, arkadaşı hiçbir yerden çıkmayınca evine doğru yola koyuldu. Allah’tan annesiyle Emine Hanım’a da yakalanmamıştı.
Hızlı adımlarla eve ilerlemeye devam ederken, “Abla,” diyen kardeşinin sesiyle adımları durdu. Arkasını dönüp kardeşinin yanında duran Ali ve Hakan’a kaydı bakışları kısa bir an. Hakan burada olduğuna göre Gül eve gitmiştir. Derin nefes alıp, “Efendim,” dedi kardeşine.
“Bekle beraber gidelim.”
Başını sallayıp kardeşiyle birlikte yürümeye başladı. Ali Gül’ü sormamıştı. Bu yüzden yalan söylemek durumunda kalmayacağı için sevindi.
Evlerinin önüne geldiklerinde Gül’ü balkonda görünce gülümsedi.
“Sen niye erken eve geldin?” diyen Ali’ye bakmadan bahçenin içine girdi. Gerisini Gül hallederdi. Merdivenleri tek tek çıkıp başındaki tülbenti çıkardı. Eve girdiğinde odasına girip eteğini çıkardı. Saçlarını ensesinde toplayıp dikiş makinesinin başına geçti. Kırmızı elbisenin üst tarafını dikmiş sıra etek kısmına gelmişti. Ölçülere uyuyarak eteği dikkatle dikerken kapının aralık kısmından başını içeri uzatan annesine, “Buyur anne,” dedi.
“Baban seninle konuşmak istiyor kızım.”
Elleri durdu, gözleri annesini buldu. “Ne oldu ki?” Annesi geri çekilip, “Gel,” dediğinde endişeyle etrafına bakındı. Akşam Ali’ye bir iki kere bakmıştı, babası bunu mu görmüştü? Ali pideyi önüne uzatırken mi görmüştü yoksa? Yanakları tutuşmaya başlayan soba gibi yanarken çekingen halde salona geçti. Babasının karşısına oturup ellerini birleştirdi. Oturduğu yerden kalkan adam televizyonun yanına gidip düğmeye basarak ekranı kapattı. Merakla yüzüne bakan kızının karşısına geçip omuzlarını dikleştirdi.
“Seni üniversiteye göndermeyerek günahına girdim bunun farkındayım. Biliyorsun ülkemizde durumlar kötü olduğu için korktum. Üniversitelerde gençleri kandırmak çok kolay, seni de kandırırlar diye aklım çıktı. Bu yüzden göndermedim bunu sana sürekli söyledim.”
Başını aşağı yukarı sallayan Ayşem konunun Ali olmamasına sevindi.
“Sen çok yetenekli bir kızsın kızım. Annenle diyoruz ki senin için dükkân açalım entarilerini orada dikersin. Hem kendin için para biriktirirsin hem de çalışarak kendini geliştirirsin.”
Gözleri büyüyen Ayşem, “Sahiden mi?” dediğinde babası başını aşağı yukarı salladı.
“Teşekkür ederim baba, böyle düşünerek beni mutlu ettin. Elimden gelenin fazlasını yapacağıma inanabilirsin. Ne seni ne de annemi utandırmayacağım söz veriyorum.”
“Bizden önce kendini düşün kızın. Biliyorsun toplumun ne dediğine fazla kulak asmıyorum. İnsanlar başkaları hakkında konuşmayı seviyorlar, bu yüzden bu insanların ağzına laf vermeyelim.”
Oturuşunu düzelten Ayşem, “Gönlün rahat olsun,” dedi. Kızına içi giderek bakan adam dolan gözlerini kapatıp açtı. “Yarın teraviden sonra Melda için lokma dağıtmak istiyorum hazırlıklarını yaparsın hanım.” Kederli bir şekilde iç çeken adam balkona çıktı.
Gözlerinden yaşları akıtan annesine, “Yapma,” diye fısıldayan Ayşem’in de yüreği burkuldu. Ablası iki yıl önce rahim kanserinden vefat etmişti. Ona olan özlemleri çok fazlaydı. Büyük kızlarını kaybeden adam Ayşem kızını ve oğlunu da kaybedecek düşüncesiyle onları üniversiteye göndermek istememişti. Bunun acısını hep yaşasa da çocukları yanında olduğu için mutluydu. Kız kardeşi Ayşem’in yaşı geçiyor onu evlendirelim diye baskı yapmasına rağmen yine de kızının evden gitmesini istemiyordu.
Hüzün çöken evde herkes bir köşeye çekilmiş kendi içindeki sıkıntılara cebelleşirken sıcaktan bunalan Ayşem yastık ve örtüyü eline hırsla alıp balkona doğru ilerledi. Bir koltukta annesi diğer koltukta da babası uyuya kalmıştı. Odanıza gidin diyerek balkona çıktığında elindeki yastıkla örtüyü sinirli bir şekilde yere attı. O kış çocuğuydu, bir an önce yazın bitmesini istiyordu. Kalçasına kadar uzanan saçlarını yolar gibi topladıktan sonra ofladı.
Balkonda çay içen Ali deminden beri söylenen Ayşem’i pür dikkat dinlerken onun havanın sıcak olmasına söylendiğini fark edince dudağı kıvrıldı. Saçlarını yolar gibi topladığı zaman kendi canı acımış gibi yüzünü buruşturdu. Çok güzel saçları vardı. Düşünceleri yüzünden içtiği çay boğazına takılınca öksürmeye başladı.
Gözlerini korkuyla ona çeviren kıza bakmamaya çalışarak evin içine girdi.
Neydi bu kalbini saran ateş?