📖 10. BÖLÜM – GİDİŞİN SESİ, DÖNÜŞÜN ATEŞİ
Otelin koridorlarında geçen aylar, Nehir’in ruhunu hem büyütmüş hem de ağırlaştırmıştı.
Sabahları alarm sesiyle değil, Meryem’in yukarıdan gelen ayak sesleriyle uyanıyordu.
Bu ses, yıllardır hayatına şekil veren o gerginliğin habercisiydi.
Nehir artık bununla yaşamayı öğrenmişti ama alışmak başka, kabullenmek bambaşkaydı.
Her gün işe yetişmek için adımlarını hızlandırıyor, resepsiyona indiğinde ilk olarak defteri kontrol ediyordu.
Günlük müşteri listesi, temizlik planı, oda değişiklikleri, giriş-çıkış notları…
Hepsi onun omzuna yüklenmişti.
Otelde çalışanlar bile birçok şeyi ona soruyordu.
“Bu odaya kim geçecek?”
“Müşteri kahvaltıyı kaçta ister?”
“Rezervasyonda hata olmuş, nasıl düzelteyim?”
Nehir her seferinde cevap veriyordu.
Sessizce, sakinlikle…
Kimsenin fark etmediği bir olgunlukla.
Ama ne yaparsa yapsın Meryem’in gözünde hep eksik kalıyordu.
“Yine bardaklar yanlış dizilmiş.”
“Bu müşteri niye şikâyet etti?”
“Odanın havlusunu düzgün katlamamışlar, bakmıyor musun?”
Kadının her sözü, Nehir’in kalbine ince ama keskin bir çizik atıyordu.
O çizikler zamanla birleşiyor, derinleşiyor ama dışarıdan bakıldığında hiçbir şey görünmüyordu.
Nehir dışarıdan güçlüydü, içeriden ise ağır bir savaşın içindeydi.
Otelin koridorunda yürürken bazen kendi ayak sesini bile duymaz hale geliyordu.
Sanki hayatı başkalarının istekleriyle çekilmiş bir film sahnesi gibi akıyordu gözlerinin önünden.
Ama bu sahnenin başrolü o değildi.
O sadece işleri toparlayan, sessizce düzenleyen, kimsenin fark etmeye gerek duymadığı bir karakterdi.
Bir sabah resepsiyonda duran küçük saksı çiçeğini sulamak için eline aldığında yaprakların sarardığını fark etti.
Çiçek solmuştu.
Nehir’in içi ürperdi.
O çiçek, bu otelde hayatta kalmak için çırpınan her şey gibiydi.
“Demek burada çiçek bile yaşayamaz…” diye düşündü.
“Ben nasıl yaşayacağım?”
Bu düşünce o gün bırakmadı peşini.
Öğleden sonra temizlik listelerini kontrol ederken, aklı sürekli aynı cümleye gidip geliyordu:
“Ben burada eksiliyorum.”
Ne kadar çalışırsa çalışsın, ne kadar fedakârlık yaparsa yapsın, burası ona bir gün olsun “ev” gibi hissettirmemişti.
Burası Nehir’in çocukluğunu, umutlarını, sessiz kalan hayallerini tüketen bir mekândı.
Akşam olunca dayısının kapısını çaldığında, içeriye sinmiş çay kokusu bile içini ısıtmadı.
“Dayı… ben gitmek istiyorum.”
Dayı başını kaldırdı.
Bu cümlenin içinde hem korku hem cesaret vardı.
Kızın gözlerinde ilk kez bu kadar net bir karar görüyordu.
“Gitmek? Nereye kızım?”
“Bilmiyorum. Ama burada olmuyor. Burada nefes alamıyorum.”
Dayı uzun bir sessizliğin ardından derin bir nefes aldı.
Kızına karşı sevgisi büyüktü ama yıllardır evin içinde yaşanan gerginlik, o sevgiyi ifade edecek kelimelerini tüketmişti.
“Kalmak zorunda değilsin,” dedi sonunda.
“Nereye gidersen git… arkandayım.”
Bu cümle, Nehir’in içindeki zinciri ilk kez gevşetti.
Belki tamamen kırmadı, ama yerinden oynattı.
O gece valizini hazırlarken bir an bile duraksamadı.
Çocukluğundan beri taşıdığı birkaç eşya, bir kaç parça kıyafet, biraz umut…
Valizi kapatırken çıkardığı ses, yıllarca bastırdığı ama duyulmayan bir kararın sesiydi.
Ertesi sabah güneş doğarken otelin kapısından çıktı.
Arkasına bakmadı.
Çünkü bakarsa kalbi geri dönmek isterdi.
O ise gitmek zorundaydı.
Otobüse bindiğinde koltuğa yaslandı ve ilk kez gerçekten nefes aldığını hissetti.
Antalya – Yeni Başlangıcın Sıcaklığı
Antalya’nın sıcak rüzgârı yüzüne vurduğunda içi biraz sızladı.
Bu şehir çok büyük, çok yabancı ama çok özgürdü.
Özgürlük korkuturdu… ama aynı zamanda umut verirdi.
İlk haftadan küçük bir güzellik merkezinde iş buldu.
Dükkânın içi kalabalık, havası sıcak, müşterileri hızlıydı.
Ama Nehir’in kalbi ilk kez “ben buraya sığarım” dedi.
İlk gün ustası ona şunu sordu:
“Bu işleri yapabilir misin?”
Nehir dimdik durdu.
“Yaparım.”
Çünkü hayat ona “yapamam” deme lüksü vermemişti.
Saç yıkadı, boya hazırladı, kaş aldı, pedikür yaptı.
Yoruldu, terledi, elleri sızladı… ama şikâyet etmedi.
Yıllarca çok daha ağır yükleri sessizce taşımış bir çocuk için bu iş kolaydı.
Zamanla müşteriler onu sevmeye başladı.
İnsanların ona sorduğu cümleler çoğaldı:
“Randevumu o yapsın.”
“Kaşımı o alsın.”
“Saçımı o yıkasın.”
Çünkü Nehir dokunduğu her insana özen gösteriyordu.
İçtenliği çalışmasına yansıyordu.
Bir gün ustası arka odada ona dönüp şöyle dedi:
“Sende ışık var kızım. Harcama kendini.”
Bu cümle, yıllarca yok sayılan özgüvenini alevlendirdi.
Kendi Dükkânı – İlk Büyük Cesaret
Bir gün iş yerinde gereksiz bir tartışma çıktı.
Usta bağırdı, haksız yere suçladı.
Nehir karşılık vermedi.
Sessizliğiyle kendini korumayı öğrenmişti.
O akşam yurda yürürken düşündü:
“Ben kendi yerimde olmalıyım.”
Bu düşünce önce küçük bir kıvılcımdı.
Sonra büyüdü.
Sonra ateş oldu.
Bir ay içinde küçük bir dükkan buldu.
Duvarları dökülmüş, zemini eskimiş, aynaları kararmış bir yer…
Ama Nehir orada kendini gördü:
“Kırık ama tamir edilebilir.”
Günlerce temizledi.
Boyadı.
Aynaları yeniledi.
Koltukları düzenledi.
Lambaları değiştirdi.
Ve kapıya küçük bir tabela astı:
“AÇIK”
Bu kelime, onun hayatındaki en büyük cesaret cümlesiydi.
Pişmanlık – Eğitim Eksikliği
Aylar güzel geçti.
Müşteriler memnun kaldı.
Dükkan yavaş yavaş tanınmaya başladı.
Ama bir gün, saç boyası istediği gibi olmayan bir müşteri bağırıp çıktı.
Nehir o gece aynaya baktı:
“Ben yarım kaldım.”
El becerisi vardı ama eğitimi yoktu.
Bu eksiklik zamanla daha çok hissediliyordu.
O akşam defterine eğilip şu cümleyi kurdu:
“Keşke okumaya devam etseydim.”
İlk kez bu kadar açık düşünüyordu.
Sonra telefonu eline aldı.
Açık öğretim başvurusunu açtı.
“Bu kez yarım bırakmayacağım.”
Butona bastı.
Ve o anda yıllardır içindeki kırık parçalar yerine oturmaya başladı.
Yeni Hedef – Kendini Tamamlama
Artık gündüz dükkanda çalışıyor, akşamları ders çalışıyordu.
Yorgunluğu bazen dizlerine vuruyor, bazen gözlerini yakıyordu.
Ama yine de bırakmıyordu.
Kezban telefonda destek oluyordu:
“Sen bitirirsin, sen yaparsın.”
Nehir her defasında aynı cümleyi söylüyordu:
“Bu kez anlayarak bitireceğim.”
Bir gece defterine şunu yazdı:
“Ben düşmedim.
Beni düşürmek isteyenlerden uzaklaştım.
Şimdi kendimi tamamlıyorum.”
Bu cümle artık bir çocuğun değil,
kendi yolunu çizmiş bir kadının cümlesiydi.