Ertesi sabah kahvaltıya inen Lara üzerine dünkü tarzına benzer bir kıyafet giymişti. Ne de olsa bu evdeki ikinci günüydü ve henüz tam anlamıyla aile ile tanışmış sayılmazdı. Bunun için de hemen öyle kot tişört gibi basit bir kıyafetle oturması uygun olmazdı herhalde. Teyzesi her zaman ilk izlenimin her şey olacağından ve bir insanın içinin merak edilmesi için önce dışının beğenilip dikkat çekmesi gerektiğini söylerdi.
Bu konuda o da teyzesine hak veriyordu. O sebeple giydiği siyah çok da mini olmayan kısa elbisesi ve içine verdiği beyaz, dökümlü yaka gömleğiyle kahvaltıya inmişti.
İçeri girdiğinde kahvaltı masasında yalnızca evin büyük hanım efendisi olan Yekaterina'yı gördü. Genç kadın yine tüm ihtişamı ve nazik tavırlarıyla oturmuş kahvatısıyla meşgul olmaktaydı. Gerçekten de filmlerde abartılan Rus kızlarını andırıyor, sarı saçlarıyla ortalıkta güneş gibi parıldıyordu. Başını kaldırıp salon girişde kendisini görmesiyle derin ve içten bir gülümseme takınıp:
"Günaydın, Lara." diye seslendi.
"Günaydın." diye hafif bir tebessümle karşılık verdi Lara da. Kapı eşiğinde durmuş bekliyorken Yekaterina yeniden söylenmiş:
"Vladimir." diye başını hafifçe sallamıştı. Bu hareketiyle hızla arkasına baktı Lara.
Artık adını öğrendiği yeni patronu Vladimir Romanov tam ardında durmuş, kendisinin ilerleyerek kapı önünden çekilmesini bekliyordu. Ensesinde dessizce bekleyen adamı görmenin telaşıyla hareket edip masada dün akşamki yerine geçti Lara. Bay Romanov'da onu takip ederek kendi baş köşedeki yerine oturabilmişti.
Yüzünde sabreden, öfkelenmemek için bir şeyleri umursamayan bir ifadesi vardı. Belki de yol üzerinde durup kendisini beklettiği için Lara'ya kızmıştı eve ikinci günden bir şey söylemek istemediği için burnundan solumakla yetiniyordu. Kendisine bakmadığı için şanslıydı, gerçi şimdi o da eünkü kadar cesur değildi ve daha kaçamak bakışlar atıyordu.
Yekaterina:
“Lara bu gün Olga ile çalışmaya başlayacak.” diye ortaya bir laf atarak sohbeti başlatmaya çalıştı. Bay Romanov Lara'ya bakmayı geç, başını bile kaldırmamıştı.
"Hangi teknikle başlayacaksın?” dedi ve birden bakındı. Böyle bir soru beklemeyen Lara şaşkınlık içerisindeydi. Gerçi bu tarz bir soru beklememek onun aptallığıydı. Bu insanlar köklü bir aile geçmişine sahiplerdi ve yaşadıkları ev içerisindeki diğer tablolara bakılacak olursa bu tarz konularda üç aşağı beş yukarı fikirleri vardı.
"İsteğe göre yarım boy veya üççeyrek.” diye sakin bir ses tonuyla cevap verdi. Şuan eğer içeride sohbet eden birkaç kişi olsaydı, Vladimir onu duymakta kesinlikle zorlanırdı.
“Yön?” dedi tüm ilgisini Lara'ya vermiş bir halde.
"Ön görünüm.” dedi Lara.
“Yekaterina’nın hem benimle hem de Olga ile Duo portresi olacak.” diyen adamla bir kezdaha şaşalayıp başını salladı.
“Arka plan hepsinde siyah olacak.” demesiyle tekrar başıyla onaylamış, bakışmaları uzamadan Yekaterina araya girmişti.
“O halde yer değiştirmene ya da çok düşünmene gerek yok, rahatça kendi odanda çalışabilirsin.”
Onu da aynı şekilde, gülümseyerek onayladı Lara. Bay Romanov kısa sohbetleri sırasında bile oldukça sertti ve anladığı kadarıyla Yekaterina abisinin sert mizacını perdelemeye gayret ediyordu. Birazdan içeri giren Olga ve Andrei ile ilgi onlara yöneldi ve genç kadın yerine otururken bay danışman patronuna doğru Rusça birkaç cümle kurmuş, o da her ne söylendiyse duyduklarıyla yerinden fırlamıştı. Kalkmadan önce ise Lara'ya attığı bakış pek de ilgi dolu sayılmazdı.
...
Öğleden sonra evin büyük hanım efendisi alışverişe çıktığını haber ederken, küçüğüyle yalnız kalan Lara başlangıç çalışması için odasına çıktı. Onunla birlikte gelen Olga Romanov odasına girerken ağır adımlarla ilerliyor, etrafı delici bakışlarıyla süzüyordu. Ortada pek eşya olmamasına şaşırmıştı, kıyafet kalabalığı yerine hazırlanmış çizim malzemeleri bulunmaktaydı. Anlaşılan tatlı Türk ressamları oldukça derli toplu bir kişilikti.
Eli ardında, oda içinde turlamaya devam ederken pencere önüne kadar gelip Lara'ya dönerek:
“Ne kadar da düzenlisin.” diye söylendi. Ellerini kendisinden küçük olduğunu tahmin ettiği genç kızın aksine önünde kavuşturmuş halde bekleyerek:
“Dağınıklıktan hoşlanmam.” diye cevap verdi Lara.
“Ya da kalıcı olmak istemiyorsun.” diye imalı bir bakışla söylenen küçük patronunu anlamamıştı.
İmzayı atmıştı, öyle değil mi? Yani istese de istemese de bir yıl, belki daha da fazla süre boyunca kalıcıydı. Sessizce beklerken Olga bu kez:
“Haksız sayılmazsın.” diye söylenip pencereden dışarı bakmıştı. Lara odanın giriş tarafında sessizce kendisini izlerken, o yardımcısına ciddi bir şekilde bir şeyler fısıldayan ablasını izlemeye koyulmuştu. Tabii konuşmadan durmadı.
"Aklı olan hiç kimse bir Vory’nin evinde çalışmak istemez.” diye söylendi.
Ne demek istediğini anlamayan Lara ise sessizliğini korumaya meyilliydi. Bu kızın hali tavrı oldukça garipti ve onunla saçma sapan bir wohbete girmek kendisini için yararlı olacağa benzemiyordu. Ayrıca Vory ne demek onu bile bilmiyordu ki? Yine de:
“Vory?” diye sorarcasına baktı.
"Ne demek olduğunu bilmiyor musun?” diye tekrar ondan yana döndü Olga. Lara başını hayır anlamında sallarken, Olga'nın yüzünde onun henüz anlamlandıramayacağı kurnaz bir gülüş yer almıştı bile.
“Bratva.” Diye baktığında:
“Neden bahsettiğiniz hakkında bir fikrim yok, üzgünüm.” diye söylendi Lara.
“Çok yazık.” diye şımarık bir edayla dudak büzen Olga tuval arkasında yer alan geniş koltuğa doğru yürüdü.
"Buraya mı oturuyorum.” diye koltuğu işaret etti.
“Evet, lütfen.” diye onun ardından tuval önündeki yumuşak tabureye çöktü Lara. Masa üzerindeki defter ve kalemini eline almış, taburesini biraz sağa kaydırmıştı.
“Tuvale çizmen gerekmiyor mu?” diye soran genç kadına:
“Öncelikle deftere kara kalem çalışması yapmayı düşünüyorum. Sonrasında tuval üzerine aktarıp sizle birlikte tekrar kontrol edeceğim.” diye cevap verdi.
"Anladım.” diye umursamaz bir şekilde söylendi Olga. Kısa da olsa bir sürelik sessizlik Lara'nın kalemi hızlıca hareket ettirmesi için yeterli olmuştu. Olga da etrafı izlemeye devam etti.
“Konstantinopol’den misin?” diye sordu birden bire. Başını defterinden kaldırarak:
“İstanbul.” diye düzeltti Lara.
“Ah, elbette." diyen Olga'nın sesi alay eder misali bir tık daha incelmişti.
"İstanbul.” diye, Türkçe olarak imalı bir şekilde konuştu. Yeni bir sessizlik peşi sıra gelmişti.
"Gerçekten nasıl bir aile olduğumuzu bilmiyorsun, öyle değil mi?” diye yeni bir alaylı eda Lara'nın yeniden ona daha uzun bakmasını sağlamıştı.
"İşimle ilgilenmeyi tercih ediyorum.” dedi genç kadının gözlerine dikkatle bakıp defterine dönerken.
"Kuşaklar boyu portre çizdirmiş zengin bir ailenin ne iş yaptığını merak etmiyor musun yani?” diye aheste aheste, uzun bir cümle kurdu Olga.
“Bunun beni ilgilendirmediğine eminim.” diye gözlerine bakıp bakıp, deftere karalama yapmaya devam ediyordu Lara.
"Hiç şüphesiz.” Diye iç çeken genç kadınla o da durup derin bir iç çekti. Yeniden çizime odaklanacağı sırada:
"Yine de senin yerinde olsam, en az bir yıl aynı evde yaşayacağım insanlar hakkında bir şeyler öğrenmek isterdim." diye gülümseyerek omuz silkti Olga.
"Beni ilgilendirmese bile.” diye eklendiğinde gülümseyişin karşılık verdi Lara.
"Önerinizi hatırlayacağım.” dedi ve karalamaya devam etti.
...
O günün akşam üzere Lara günlük çalışmasını bitirmiş, daha doğrusu Olga sıkıldığı için bitirmek zorunda kalmış, Katya'nın yerleştirdiği eşyalarının yerlerine kısa bir göz atmış ve evde dolaşmanın uygun olmayacağını düşünerek bahçeye çıkmıştı. Bir kale, adeta bir şato genişliğinde olan ev ve arazi oldukça tüzel bir bahçeye sahipti.
Araba yolu ve kenardaki çiçeklerin bir benzeri de arka tarafta bulunuyor, oradaki daha çok yürüyüş patikası gibi görünüyordu. Üstelik çitlerin hangi noktada, tam olarak nerede bittiği de görünmüyor, bu şekilde de bahçe uçsuz bucaksız bir görünüme ev sahipliği ediyordu.
Patika ileride ormanı andıran ağaçlık bir bölgeye doğru uzanırken Lara ilerlemek yerine malikane yakınındaki banklardan birine oturarak telefonunu kurcalamaya başlamıştı.
Dünden beri doğru düzgün eline almadığı telefonunun ekranı hayli boştu ve aktif bir şekilde kullanmadığı sosyal medya hesabında da pek bir şey olmadığı söylenebilirdi.
Aklına gelen teyzesiyle hızlıca kişiler uygulamasına geçmişti ama numaraya basmadan durup bekledi. Arayıp aramama konusunda emin olamıyordu. İlk defa yurtdışına çıkıyor değildi evet ama ilk defa bu kadar uzun soluklu bir yolculuktaydı. Geleli henüz 24 saat olmuştu evet ama teyzesi arama gereği bile duymazken kendisi aramalı mıydı bilmiyordu.
Sahi neden aramamıştı ki?
İnsan beş dakika da olsa merak edip bir alo diyemez miydi?
Bu kadar mı umursamıyordu onu?
Derken çalan telefonuyla yerinde sıçrayıp elinde zıplattığı telefonun ekranına bakındı. Evet, yine teyzesi değildi. Ama arayan kişiyi de beklemiyordu açıkçası.
"Alo." diye Türkçe konuşarak kulağına götürdüğü telefonun karşı tarafından neşeli bir ses duyuldu.
"Alo, Lara. Nasılsın?" diye sevecen bir tavırla seslenen teyzesinin İngiltere'de bulunan kızı Lale'ydi.
"İyiyim, Lale. Sen nasılsın?" diye bozuntuya vermeden seslendi. Annesi aramazken onun araması gerçekten garipti.
"İyiyim. Annem Rusya'ya taşındığını söyledi, arayıp yeni işini kutlamak istedim." diyen kuzeniyle derin bir soluk aldı.
"Evet, teşekkür ederim."
"Her şey yolundadır umarım. Yeni işin nasıl, işverenlerin?" diye cevap beklentisiyle konuşuyordu Lale. Lara'nın ise bu konuda pek de sohbet edesi yoktu. Daha kendisi bir şey bilmiyordu ki ona anlatsındı. Hem anlatsa ne olacaktı, çok mu umurlarındaydı?
"Her şey yolunda. Çalıştığım insanlar da oldukça güler yüzlüler. Tablolara ilgi duyan çekirdek bir aile." diye kendi düşüncesine göre epey bilgi verdi Lara. Bu kadarı yeter de artardı bile.
"Harika. O halde uzun bir süre oradasın?" diye sordu Lale.
"Evet." demekle yetinen Lara ise telefonu ne zaman kapatacağını merak ediyordu.
"Senin adına çok sevindim. Yeni hayatında başarılar ve mutluluklar dilerim. Tatilde İngiltere'ye bekliyorum. Belki de ben Rusya'ya gelirim, ne dersin?" diye ilk andaki aynı neşeyle konuşan kuzenine:
"Evet, olabilir." diye basit bir cevap verdi. Ne yapsaydı, mizacı böyleydi.
"O halde yazın görüşürüz, kendine iyi bak." diye telefonu kapatmaya koyulan Lale'ye:
"Sende, hoşça kal." diye şükredercesine konuşup kapattı.
Lale'yi severdi ama...
Bilmiyordu, onun kadar neşeli olamıyor, onun gibi canı gönülden bir sevecenlikle karşılık veremiyordu. Buna rağmen onu kırmaktan da güvücendirmekten de çok korkuyordu. Çocukluğunun en güzel anılarından birisiydi o, hatta belki de tek anısıydı. Anne ve babasını kaybettiği çocukluğuna dair pek bir şey hatırlamıyor, hatırlamak da istemiyordu. Belki de istemediği için bir şey hatırlamıyordu ya, her neyse.
Şimdi o anılardan çok uzak, çok başka bir yerdeydi. Henüz ikinci gününde de olsa aidiyet hissetmediği o yerden ayrılmanın nasıl bir duygu olduğuna kesin bir edayla karar veremiyordu. Karar vermek şöyle dursun, buraya gelmek iyi bir karar mıydı onda bile emin değildi.
Bu insanları tanımıyor, güler yüzlerinin gerçekliğini kestiremiyordu. Hiç tanımadığı insanlarla yaptığı yoğun içerikli maddeler bütününü imzalamış, kendisini birden bire burqda buluvermişti. Belki de henüz aldığı kararın ciddiyetinin farkında değildi.
İzlediği bu güllerle dolu bahçe, güzel gökyüzü, berrak bulutlar, dev pencereleri olan bu devasa malikane...
Belki de her şey onun hayalindeydi.
Belki de her şey kendi düşüncelerinden ibaretti.
Her şeybir hayal ürünüydü.
Kim bilir, belki de hala teyzesinin o büyük, içini üşüten sıcak villasındaki geniş odasında, kendi yalnızlığıyla başbaşa oturmaya devam ediyordu.
Ama hayır.
Yekaterina'nın sıcak tebessümünü görmüş, Andrei'nin şakalarını duymuş, Olga'nın ukala imalarını fark etmişti değil mi?
Öyleyse her şey gerçek olsa gerekti.
Bu koca, uçsuz bucaksız bahçe, bu devasa kaleden bozma malikane, bu lüks, bu şaşaa...
Hepsi bay soğuk Romanov'un keskin bakışları kadar gerçekti.
Buradaydı.
Yine yalnız, yine bir başına, ama kendinden emin bir tavırla...
Bu aileyi yeterince tanımıyor olabilirdi, ama o yalnızca bir çalışandı. Yani fazla tanışıklığa gerek yoktu. İşini yapacak ve ülkesine dönecekti. Evet, teyzesinin düşünceleri de, Gonca ile Çetin'in arkasından çevirdiği işler de, Olga'nın imaları da umurunda değildi.
Sahi neydi onun o söyledikleri?
Kuşaklar boyu portre çizdiren bir aile olduklarından, nasıl bir aileyle çalıştığını merak edip etmediğinden falan bahsetmişti yanlış hatırlamıyorsa.
Bir de şey demişti...
Vory.
Ne demekti acaba?
Elinde evirip çevirdiği telefonuyla Olga'nın söylediklerini düşünürken elinde bir telefon, telefonda bir arama motoru olduğunu o an hatırladı. Hızlıca açtığı telefonda aramamotoruna girdiği kelimenin anlamına bakınırken söylediği diğer kelimeyi anımsamaya çalıştı.
Şeydi...
Bratva.
Attığı kelimelerin anlamlarını henüz okurken ardında duyduğu sesleyerinde sıçradı.
“Birileri dedektifçilik oynuyor sanırım, hm?” diyen danışman Andrei'nin sesi telefon sesinden daha çok korkmasına sebep olmuştu. Sı,rayarak toparlandığı yerde ayaklanıp telefonu istemsizce ardına sakladı. Yaramazlık yaparken yakalanan çocuklar gibi hissediyordu. Andrei'nin bakışları içine işleyen cinstendi ama yüzündeki ifade öfkeden çok uzaktı.
"Birini tanımak için mantıklı olan o kişiyle iletişime geçmek olmalı.” derken hala gülümsüyordu. Fakat Lara sözlerini nasıl algılaması gerektiğini anlamıştı. Güler yüzü ise henüz tanıştıklarından kaynaklanan bir kibarlık süsü olsa gerekti.
"Üzgünüm, sadece küçük bir merak.” deyiverdi bir sorun yaratmamak için.
"Merak her zaman iyi sonuçlar doğurmaz, Türk Lokumu.” derken hala gözlerine aynı kararlılıkla bakmaktaydı Andrei.
"Aslında, Bayan Romanov bundan bahsetmeseydi…” diye söze giren Lara'nın cümlesi:
“Bayan Romanov?” diyen Andrei'ninkiyle yarım kaldı.
“Olga, Romanov." diye yarım kalmış sözüne bir açıklık getirdi Lara.
"En az bir yıl birlikte yaşayacağım ailenin kim olduğunu bilmem konusunda öneride bulundu.” diye sürdürdü.
“Öneri?” diye sorarcasına bakındı Andrei. Lara başını aşağı yukarı sallarken o doğru duyup duymadığını anlamaya çalışıyordu. Derin bir soluk alıp Lara'dan yana bir adım daha atarak ıslattığı dudaklarından yeni bir soru iletiverdi.
"Söylesene Türk lokumu, küçük Olyenka sana tam olarak ne anlattı?”
...
Akşam üzeri günün yorgunluğunu odasına, derin bir sessizlik içinde geçiriyordu Vladimir. Aslında pek yorulmuş sayılmazdı, günleri o kadar da yoğun geçmiyordu.
Henüz...
İçeriden yeni çıktığı için olsa gerekti. Birkaç hafta içinde her şey çok daha karışık, çok daha yoğun ve gergin bir hal almaya başlardı. İşte o zaman daha sakin, daha dikkatli olması gereken bir süreç olacaktı.
Yaklaşık 15 yıldır hapis hayatı yaşamaktaydı ve tam da babası ve ardından abisini yitirdiği günlerde cezasının bitmesi büyük şanstı. Tabii etraflarındaki herkes bunun tam aksini düşünürken tetikte olması gerekecekti. Öte yandan, ölümünde bir suçu ya da parmağı olmayan abisi kadar pasif olmadığı da su götürmez bir gerçekti. İşte bu yüzden sakin kalması söyleniyordu. Özellikle Yekaterina bu konuda söz vermesini istemişti ama hayır, o kadarını yapabileceğini sanmıyordu. Evet, dedikodulara kulak asmamak için çabalayacak, sakin kalamaya çalışacaktı ama onun da bir sabrı vardı değil mi?
Ve bilmelilerdi ki, sessizliği baki kalmayacaktı. Babasının pek de önemsemediği, abisinin o hiç istemediği Bratva'nın çarlığını canı gönülden istiyordu. Hatta düşünebildiği tek şey buydu. Bulundukları konum için genç yaşında hapis yatmış, Bratva içerisindeki tüm kurallara uyarak içeride herhangi bir kanun görevlisiyle iletişime geçip destek almamıştı. Cezasını sonuna kadar çekmiş, kimseden medet ummamıştı.
Şimdi ise durmayacaktı.
Evet, şimdilik sakin kalacak, onca yıldan sonra dışarı hayatına yeniden uyum sağlayabilmek için Yekaterina'nın sözüne gidiyor gibi yapacaktı. Onun danışmanlığı şimdilik kabul edilebilir bir şeydi. İstediği gibi at koştuşmasına bir şey demiyordu. Sadece, biricik ablası şunu bilmeliydi ki, çitin içine giren onlar olmayacaktı.
Abisinin pasif krallığını değil, dedesinin imparatorluğunu istiyordu.
Ve canlandıracaktı.
Kapının çalınmasıyla düşüncelerinden uzaklaşmak zorunda kalırken açılan kapıda gördüğü kişi beklemediği bir yüzdü. Onu görmenin şaşkınlığıyla tamamen o yöne dönüp kaşlarını çattı.
"Sergei.” Diye koşup boynuna atlayan genç kadını kucaklamamış, bir karşılık vermemişti. Sarışın kadın ise boynunu öyle sıkı sarmalamaktaydı ki, o karşılık vermese bile birbirlerine dolanmış halde bekleyişleri hayli zaman almıştı. Ya da Vladimir'e öyle geliyordu. Genç kadının boynunu sarmış bakımlı ellerine uzanıp çözerek:
"Nadzya." diye söylendi. Bu uzaklaşması için küçük bir tepkiydi. Fakat işe yarayacağa benzemiyordu.
“Seni çok özledim.” diyen kadın bileklerini tutan adamı umursamadan tekrar sarılıp burnunu boyun girintisine gömerek derin derin soludu. Yeni bir bekleyiş başlamıştı ve Vladimir dişlerini sıksa da bir şey söylememek için zor duruyordu. Derken sabredemedi ve genç kadının boynunu kilitleyen ellerini bir kez daha çözüp yeniden uzaklaştırdı.
"Nasılsın?" diyen kadınla:
"İyiyim." diye söylendi.
"Sende öyle." diye devam ettiğinde başını sallayan kadın bu kez de gövdesine sarılıp başını göğsüne yaslamıştı.
"Hiç bu kadar iyi olmamıştım." diyerek gözlerini yumması Vladimir'in yeniden sabır dolu bir soluk almasına sebep olmuştu. Yeniden kollarına uzanarak:
"Nadzya, tamam." diye uzaklaştırdı. Ardından yanından geçip masasının sol tarafında bulunan koltuğa ilerleyerek oturdu. Peşinden gelen kadın hareketlerine anlam veremiyor gibiydi.
"Neden böyle davranıyorsun?" diye yakınına gelen kadına:
"Nasıl?" dedi.
"Uzak." diyen genç kadın çantasını çoktan tekli koltuklardan birine bırakmış, Vladimir'in yanına vararak arkasına geçmiş, omuzlarına sarılmıştı. Yanağını sakallarına sürterken:
"Seni çok özledim." eiye tekrarladı. Bir karşılık göremese de umurunda değil gibiydi. Yine de sordu:
"Ya sen?" dedi başını sadece karşıya bakmakla yetinen adama çevirerek. Dudaklarını aralayıp yeniden kapstan Vladimir'in sessizliğini anlıyordu. Fakat vazgeçmedi. Yanına geçip daha o karşı gelmeden dizine oturarak yüzünü avuçları arasına aldı. Dudağına doğru uzanırken bu çabası boşa çıkmış, Vladimir ellerini iteleyerek yüzünü çevirmişti.
"Neden böyle yapıyorsun?" diye küçük bir çocuk gibi sızlanmasını umursamadı Vladimir.
"Sen neden yapıyorsun?" diye sordu. Nadzya ellerini bir kez daha yüzüne yerleştirerek dudaklarına yaklaşıp:
"Çünkü seni sev..." derken:
"Nadzya." diye karşı koyan Vladimir yeniden yüzünü çevirdi. Nadzya bu sefer dolmuş gözleriyle bakınıyordu.
"Babam yüzünden, değil mi?" dedi sesi incelirken.
"Bay Boris'e öfkeliyim evet. Lakin bunun aramızda olan şeyle bir alakası yok." deyişinde kendileri için bir çıkış arıyordu Nadzya. Bulamayacağını bilmesi gerekirdi.
"Seni bekledim." dedi bu defa.
"Bir gün bile öf demeden." derken, Vladimir kucağındaki kadını kaldırıp koltuğun yan tarafına bırakarak kalkmıştı bile.
"Neredeyse 15 yıl." diye ardından sesini yükseltmesiyle dönüp baktı.
"Bunu istediğimi hatırlamıyorum." dedi bakışlarını genç kadından ayırmadan.
Aralarında nerden baksa altı yaş kadar vardı ve Nadzya yaşını göstermeyen, oldukça güzel bir kadındı. Yıllarca Vladimir'in bir gün ona aşık olma umuduyla yaşamış, ailelerinin her an düşman olanilecek sahte dost görüntüsünü umursamamamıştı. Henüz çok gençken Vladimir ona şimdiki kadar karşı koymaz, ufak yakınlaşmalarına o güzel ana kapılıp karşılık verdiği olurdu. Lakin görüyordu ki, o artık eski Sergei değildi.
Kendisini sevmediği, hiç özlemediği her halinden belliydi. Ama onu ne kadar çok sevdiğini, onun için neler yapabileceği, nelerden vazgeçebileceğini bilmiyordu ki. İstediği kadar itelesindi. Nadzya dönüp dolaşıp yine ona varırdı.
"Eskiden böyle değildin?" diye ayaklanarak yeniden yaklaştı.
"Daha anlayışlı, daha sakin, daha..." diye boynuna uzanırken bilekleri yeniden ve daha sert bir şekilde tutuldu.
"Eskiden, çocuktuk. Ve eski, eskide kaldı." deyip iteler gibi bırakması genç kadını öfkelendirmişti. Fakat öfkesinin Vladimir'i dizginlemeyeceğini biliyordu.
"Peki." dedi sakinleşmek için birkaç kez soluyarak.
"Anlaşılan konuşacak havanda değilsin. Gitmeden kızları da görebilir miyim?" dediğinde yüzüne bakma zahmetinde bile bulunmayarak:
"Evde değiller." dedi Vladimir. Yekaterina'nın çıktığından haberi vardı ama Olga nerelerde bilmiyordu. Sadece bu gün yeterince Nadzya dozu aldığı için geçiştiriyordu işte.
"O halde başka zaman gelirim. Görüşürüz." diye uzanarak yanağına bir öpücük kondurmasına bir şey diyemeden çıkışını izlemekle yetinebilmişti. Bu kadını anlamak zordu.
...
Hemen hemen aynı saatlerde eve dönen Yekaterina elindeki poşetleri çalışanlardan birine verip Vladimir'e bakmak için evin batı yakasına yol almıştı ki bileğinden tutulduğu gibi merdiven altına, kuytu bir köşeye çekildi. Birden dudaklarına kapanan adama korkuyla karışık karşılık verirken öpücüklerin arasında da söyleniyordu.
"Bir gün heyecandan öleceğim.” deyişine umursamaz bir kıkırtıyla:
"Nedenmiş o?” diye cevap veren adama:
"Çünkü bu çıkışlarınla beni öldüreceksin.” diye fısıldadı. Tekrar soluksuzca öpüşmeye başlarkarken dudaklarından pek de uzaklaşmadan:
"Seni özledim.” diye fısıldadı genç adam.
"Andrei, Sergei evde.” diyen kadının kalçalarını kavrayarak onu biraz daha kendisine çekip uzun soluklu bir öpücük daha aldı.
“Bunun beni durduracağını sanmıyorum.” deyişine gülen kadına karşılık verirken birden omuzlarını tutup hafifçe sni bir iteleyişle gözlerine bakt.
"Küçük Olyenka neyin peşinde?” sorusu Yekaterina'nın da kaşlarını çatmasına sebep olmuştu.
“Neyin peşindeymiş?” diyen sevdiğini yeniden belinden tutup kendisine çekerek:
"Güzel ressama Bratva hakkında bahsetmiş.” dedi. Göz bebekleri büyüyen Yekaterina şaşkınlıkla:
“Ne?” diye çıkıştı.
“Sakin ol, bir şey anlatmamış." diye uzaklaşmayaçalışan kadını bedenine iyice bastırdı Andrei. Böyle bir anda bile kendisinden uzak kalmasına dayanamıyordu.
"Sadece evinde yaşadığın insanları tanı gibi bir şeyler gevelemiş.” dediğinde daha büyük bir heyecanla karşılık vermişti Yekaterina.
“Tanrı aşkına, derdi ne?” diye öfkeyle sordu.
“Kendince oyun oynuyor.” diyen Andrei kadar sakin kalamıyordu.
"O kız oyuncağı değil. İş için burada.” diye çıkıştı. Andrei anlayışla başını sallıyordu. Ne diyebilirdi ki, ikisi de Olyenka'yı iyi bilirdi. Yaramaz bir kız çocuğundan beterdi o.
"Sergei istemedikçe hiçbir şey öğrenmemeli.” diye olabildiğince sakin bir şekilde söylendi Yekaterina.
"İstemeyecektir.” diye kesin bir cevap verdi Andrei de. Eğer böyledi şeylerden haberi olsun istenseydi bir Türk yerine yarı İngiliz hatunu ya da kim bilir kimin ajanı olan rusça bileni seçebilirlerdi. Ya da bu Türk güzelle bu konu hakkında direkt iletişime geçilirdi. Her halükarda imkansız bir konuydu işte.
"Konuş onunla." diye sevgilisinin dikkatini yeniden çekti.
"Kızın aklını bulandırmamasını söyle. Hem…” deyip bir an için sustuğunda bu aralığın uzun sürmesine izin vermedi Yekaterina.
“Hem ne?” dedi.
"O bir Türk.” dedi hızla Andrei.
“Eee, ne olmuş yani?”
“Henüz tam anlamıyla tanımıyoruz. Körü körüne güvenemeyiz.”
“Neyden şüphelendiğinizi anlamıyorum.” dedi Yekaterina. Anlaması beklenen bir ihtimal değildi zaten. Hem Andrei güzel sevgilisinin böyle şeyler için canını sıkmasını istemezdi. O her şeyi halledebilirdi, yeterki Yekaterina keyifli olsun ve Olga'nın zincirlerini tutsundu. Sevgilisinin yüzünü avuçladı ve kafasını takmaması için lafı geçiştirdi.
"Her şeyden, bebeğim." dedi, yeniden dudaklarına kapanmadan önce.
"Her şeyden.”
...
Akşam yemeği sonrası yağmur hafif hafif çiselemeye başlamışken bir süre kızlarla oturan Lara müsaade isteyerek odasına çekilmişti. Tam salondan çıkarken sabahki gibi kapıda karşılaştığı Vladimir'le burun buruna gelmiş, son anda çarpmadan durabilmişti.
Vladimir bu omzuna bile zor gelen genç kadına yukarıdan bir bakış attığı sıralarda o küçük bir özürle yanından sıvışıp geçerek basamaklara yönelmişti. Kendi yapılı bedeninin aksine küçük, narin gövdesiyle yanından geçevek yer bulamasa şaşırırdı.
Hızlıca odasının yolunu tutan Lara ise bir şey isteyip istemediğini soran Katya'ya teşekkürlerini sunarak gönderdikten sonra kendisini duşa atmıştı. Küvetin içerisinde ne kadar kaldı bilmiyordu ama duşakabine geçmeden evvel suyun hafiften soğuduğunu hissetmişti.
Nihayet tüm işlerini bitirip banyodan çıkabildiğinde sıcacık odada alt çamaşırı ve sıfır kollu, yakası v dekolteki beyaz bir atletle dolaşmayı yeterli bulmuştu. Işıkları kapattığı oda yatağının sol yanında bulunan küçük abajurun sarı ışığında loş bir hava barındırıyordu. Nemli saçlarını açık bırakarak tabletini alıp yatağa yerleşti. Telefonundaki üç beş bildirimi çok da umursamadan tabletinden genel haberlere bakınırken öğleden sonra olanlar aklına geldi. Olga'nın söylediklerini de, Andrei'nin merakına olan kamçılayıcı sözlerini de hatırlıyordu. İmalı sözlerine sebep olan o merakı şimdi yeniden su yüzüne çıkmıştı ve eli istemsizce tabletin ana ekranındaki arama motoruna yol aldı.
Öğlen araştırırken yakalandığı ve tam olarak okuyup anlayamadığı kelimelerden ilgi olan Vory'i arattı. Yazılan şeyler neyi ifade ediyor, anlayamıyordu.
Daha az, ancak daha katı kurallar...
Meleklerin yuvası cennet ve bir Vory'nin yuvası hapishanedir...
Anlamadığı birkaç cümle silsilesi sonrası diğer kelimeyi arattı. Zaten aradığı şeyler birbiriyle bağlantılı olacak ki hemen hemen aynı şeyler çıkıyor, çıkan açıklamalar onu bir başkasına yönlendiriyordu.
Vory...
Bratva...
Kardeşlik...
Hukuk hırsızı...
Mafya!
Yeterince okumuştu.
Bratva hakkında da, Rus mafyası hakkında da...
Bilindik isimlere, ailelere, dövmelere ve daha bir çok şeye bakındıktan sonra parmakları dokunmatik klavyede birkaç bir şey yazıverdi.
Vladimir Romanov.
İşte şimdi çok daha ilginç şeyler okuyordu.
Bratva'nın yeni gücü...
Vladimir Sergeyeviç Romanov - 14 yılın ardından beraat...
Andrei Alekseyeviç Krasova - Affedilmiş idam mahkumu...
Gözleri ekranın bir köşesinden bir başkasına kayıyor, okuduğu her bir cümle beyninin bir kısmına kazınıyordu. Şaşırdığı şey ise sert tavırları her hallerinden belli olan bu adamların bir mafya üyesi olmasının yanı sıra bunların en ufak birinden bile kendisine bahsedilmemiş olmasıydı.
Bunu ondan nasıl gizlerlerdi?
O gün Çetin bu konuyu ilk açtığında Gonca bu yüzden mi araya girmeye çalışmıştı?
Ya Süreyya bey?
O neden hiçbir şey söyleme zahmetinde bulunmamıştı?
Dışarıdan gelen lastik ve akabinde bağırış sesleriyle tableti bırakarak yerinden kalkıp pencereye yaklaştı. Odasının penceresi malikânenin tam olarak önünü göremese de köşesini görebilmekteydi. Aşağıda küçük bir grup adam Andrei'nin önünde bekliyor, aslında tam olarak azar işitiyorlardı. Andrei sinirle bir şeyler söylüyor, adamlarda uysal bir şekilde dinliyorlar, hiçbir karşılıkta bulunmuyorlardı. Andrei’nin kızarak eliyle işaret vermesi sonrası aceleyle araçlara binip dağıldılar.
Cebinden çıkardığı sigara paketinden bir tane alıp dudaklarına yerleştiren adam çakmağı yakarak öne eğilmiş, yanan sigaranın dumanı dalgalanarak yukarı kıvrılırken derin birkaç soluk çekmişti. Yavaşça omzu üzerinden gerisine bakarken birden bire dönmesiyle, korkuyla geriye çekilen Lara kendi yaptığı ani harekete daha o an kızmıştı. Geri çekilmemesi gerekirdi, suçlu durumuna düşecekti. Fakat qrtık çok geçti ve perdenin kenarından uzanıp bakındığında genç adamın artık orada olmadığını fark etti.
Öyle görünüyor ki, anlık düşüncelerinde haklıydı.
Buraya hiç gelmemeliydi.