(⁠ ⁠◜⁠‿⁠◝⁠ ⁠)⁠♡(⁠ ⁠◜⁠‿⁠◝⁠ ⁠)⁠♡(⁠ ⁠◜⁠‿⁠◝⁠ ⁠)⁠♡

3971 Kelimeler
Hastaneden on kilometre sonra araba kiralama dükkanından iki araba kiralayan Şirwan, "Ben merkeze gidiyorum, sen de Bargiran'la gelirsin." deyince Cihan, "Abi, merkez derken? Neden burada kalmıyoruz?" diye sordu. "Burada doğru dürüst otel yok, merkez de güzel bi otel buldum, akşam oraya gelin." Cihan, "Tamam abi." dedikten sonra ikisi de arabalara bindi, Şirwan Tokat merkeze giderken, Cihan kasabanın merkezine doğru yola koyuldu. İki saat sonra çay bahçesinde buluşan üçlü, çay içerek konuşuyorlardı. Cihan: "Way bee, o güzel, dişli hatun bu ikilinin bacısıymış haa? Nasıl diklendi öyle gördün mü lan..." Bargiran: "Gördüm de bize ne, daha da önemlisi sana ne? Daha bir yıllık evlisin, gözün dışarıya mı kaydı hemen." Cihan: "Sus laann, tövbe de... Pervin duyarsa; gözümü oyar, sosa batırıp yağda kızartır yer... İki gün geç kaçırdım diye iki ay kan kusturdu bana." Bargiran: "Ne diye kıza yazıyon o zaman." Cihan: "Büyük düşün büyük olsun demişler, iki haftacık da olsa eğlenelim ne var yani..." İshak: "Bana bak, kafanda yine ne tilkiler dolanıyor senin, Şirwan bu sefer kafanı koparır oğlum, kafandan ne geçiyorsa unut." Cihan: "Yavaş atın çıkması ağır olur demişler İsak, siz hâlâ benim kim olduğumu anlamadınız ama ben size göstereceğim... Sen, o Şirwan ağanın peşinden gitmeye devam et. Ben istediğime ulaşınca göreceğim seni, arkandan su dökeceğim." İshak: "İnşaallah baban ve abin gibi bi delilik yapmaya kalkmazsın yoksa anan bir evlat acısı daha çeker ve o zaman biz senin arkandan helvanı yeriz." Cihan: "Son gülen iyi güler İs-aaak, sen merak etme... Sen, bu iki hafta da ne yapacaksın?" İshak: "Cansu'yu takip edeceğim." Cihan: "Diğer çocuk?" İshak: "Furkan?" Cihan: "Her ne y.raksa işte." İshak: "Şirwan, 'Onluk bir işimiz kalmadı, onun çektiği acı ona yeter' dedi." Cihan: "E yaaniii, canını verecek kadar aşık olduğu kızın abisiyle evlenmesi en büyük acı olsa gerek." İshak: "Evlenmeyecek kii, biz gittikten sonra ayrılırlar." Cihan: "Belki de Cansu, abiyi ister, ayrılmaz!" İshak: "O da bizi ilgilendirmez. Ben gidiyorum, sizde kafanıza göre takılın ama kafanıza göre iş yapmayın." Cihan: "Tamam isakcığım. Kolay gelsin." Bargiran, birlikte büyüdüğü arkadaşını iyi bildiği için, "Cihan, aklından ne geçiyorsa unut gözünü seveyim, geldiğimiz gibi gidelim." deyince Cihan elini masaya vurup, "Yeter artık Bargiran, yıllardır kelle koltukta yürüyorum, sıra bana ne zaman geldi gelecek korkusuyla yaşamak istemiyorum. Duydun mu?" dedi Bargiran: "Ne yapacaksın peki?" Cihan: "Öncelikle, benimle misin onu söyle, sana güvene bilir miyim?" B: "Abin kollarım da öldü, onu bırakmadıysam, seni de bırakmam..." C: "Sana güveneceğimi biliyordum. Öncelikle bu İsak'a dikkat et, o farketmesin... Jehat ile Ferzan'ı ara acilen biri buraya gelsin, diğeri de bu aşk acısı çeken Furkan'ı takip etmek için okuduğu yere gitsin." B: "Sen ne yapacaksın?" Cihan, "O güzel kıza bir özür borcumuz var, onu dileyeceğim..." Dedikten sonra,"Hadi görüşürüz." diyerek oradan ayrıldı. ~~~~•~~~~• Hastaneye başvurusu kabul edilen Türkân, Gerekli evrakları hazırlayıp hastaneye bıraktıktan sonra Cansu'nun yanına giderken önüne bir genç çıktı. "Abla, bu seninmiş?" deyip giden çocuk, Türkân'ın, "Heeeyy kimdeenn?" diye bağırmasına cevap vermeden hızla uzaklaştı. Beyaz güller arasında bir tane kırmızı gül olan bukete bakan Türkân gülümsedi, "Aaayyy, gıcıklar, hanginiz yolladı kim bilir?" diyerek Hakan, Furkan ve Erkan'ı zannetti. Heyecanla zarfı açıp okumaya başlayınca yüzü asılmaya başladı. "Beyaz gülden güzel yüzünüze, kırmızı gül rengi düşürdüğüm için özür dilerim." Türkân, "Salak, kan yazamamış, o kadar tutuyor demek ki?" diyerek gelen buketi Şirwan'ın yolladığını düşündü... ~~~~• Türkân, elinde bir buket gülü koklayarak içeri girince ayağa kalktım. "Türkân?!" "Naber?" "İyiii, gel... O ne?" "Hastaneye başlıyorum ya, gözün aydın çiçeği." "Kimden?" "Hayatımda tanıdığım en romantik kişiden." "Hııığmm, o zaman babandan." "Ooowww, evet... O da vardı ama babamın huyunu almış birinden." "Hakan?" "Hayır." "O zaman Erkan!" "Hayır." Derin bir iç çekip susmakla son kişiyi söylemiş olsam da Türkân bir şey söylememişti... "Ne içersin?" "Ne var?" "Çay kahve meyve suyu?" "Şimdi uğraşma biraz sonra Nalan gelecek, onunla birlikte içeriz. Nasılsın?" "İyiyim, sen... Başın nasıl?" "Önemli bir şey yoktu, sen neden öyle bir hışımla geldin? Onları tanıyor musun?" "Y.Y.Yok canım, n.nereden tanıyayım, geçerken gördüm, korktum." "Neden?" "Hararetli bir konuşma gibiydi." "Gibi? Bana onları tanıyor muşsun gibi geldi ama?" "Yok, tanımıyorum." "Abim aramadığına göre söylemedin?" "Önemli bir şey yok gibiydi o yüzden söylemedim." "Söylediklerin ne kadar çelişiyor Cansu farkında mısın, hararetli konuşuyor gibiydin başının belada olduğunu düşünüp, korktum deyip, şimdi de bir şey yok gibiydi diyorsun?" Türkân, beni köşeye sıkıştırmak için gelmiş gibiydi. "Yanına gelip seni görünce korkum geçti." "Ya da, zaten abimin başı senin yüzünden belada, bir de benimkini bilsin istemediğin için." "Ne alâkası var?" "Çocukluğumuzun, gençliğimizin birlikte geçmesinin dezavantajlarından biri de bu canım, yalan söylediğimizde hemen anlıyoruz." Türkân, konuştukça kalp ritmim artıyordu. Nalan'ın kapıdan girmesiyle bir nebze de olsa nefes alabilmiştim... "Hoş geldin canım." deyip, onu görmekten mutluluk duyduğumu gözlerimle de gösterdim. Bana, "Hoş bulduk." dedikten sonra Türkân'a döndü, "Ebemmm hayırlı olsun." deyip, sıkı sıkıya kucaklaştı... Biz çay almış içerken, Rasim amca, "Selamün aleyküm." diyerek içeri girdi ve Nalan'a bakıp, "AA! Sen de mi buradaydın?" diyerek geriye gitti. Nalan, kısa kontaklarla bize bakarken, "Ne oldu yaa?" dedi. Türkân: "Ben buraya geleceğimi söyledim, bana bakmaya geldi herhalde ama neden öyle yaptı anlamadım." "Bana bakma, ben hiç bilmiyorum." deyip Nalan'ın soru dolu bakışlarını kendimden çevirdim. On dakika geçmeden Rasim amca tekrar, "Selamün aleyküm." diyerek içeri girdi. Üçümüz de "kalk" komutu verilmiş gibi ayağa fırladık, Rasim amca, "Akşama kadar sabredemedim, buraya, emeklerinin karşılığını en güzel şekilde alacağını düşündüğüm kişiyi tebrik etmeye geldim." diyerek cebinden kutu çıkarttı. Türkân, "Babaa! Ne zahmet ettin?" diyerek, kendine uzatılan altın bilekliğe bakıyordu... Rasim amca bilekliği takarken, Türkân'ın gözleri yaşarmıştı... "Senin bize yaşattığın güzelliğin karşısında benim ki hiç biliyorum, Rabb'im emeklerini boşa çıkartmasın, güzel insanlara güzel haberler vermeyi nasip etsin." Nalan ile ben "amin" derken Türkân daha fazla dayanamayıp Rasim amcaya sarılarak ağlamaya başladı. "Size ve mesleğime layık olmaya çalışacağım babacığım." Rasim amca da duygulanmıştı ama bizim yanımızda ağlamamak için kendini sıkıp, burnunu çekerek Nalan'a döndü, "Benim güzel kızımın güzel arkadaşları, sizin desteğiniz olmasaydı kızım buralara gelemezdi... Ömrünüzün sonuna kadar bu arkadaştan öte olan kardeşliğiniz daim olsun." Cebinden çıkarttığı iki çeyrek altını görünce Rasim amcanın neden gittiğini de anlamış olduk. Rasim amca bana doğru gelmeden, ben önce davrandım ve Nalan'ın yanında altın sırama girdim... "Kızımdan önce ki kızım, şimdi de oğlumdan dolayı gelinim, varlığın bana müjde getirdi, Rabb'im yine öyle olmayı nasip etsin." Normalde duaya "amin" denirdi ama bu sefer kimse dememişti, çünkü bu duanın kabulü Hakan ile çocuğum olmasıydı ve orada bulunan bir kişi hariç kimse bunun olmasını istemiyordu. Rasim amca, telefonunu çıkartıp, "Hadi, bi fotoğraf çekip koyuyonuz ya ondan yapalım." deyince Türkân, "Durum mu baba? diye sordu. "Hee durum mu oluyor profil mi her neyse?" "Durumsa yarın gidecek, profilse kalacak." "İkisini de yap o zaman." "Tamam." Türkân, öz çekim yaparak, dördümüzün olduğu fotoğrafı bizi de etiketleyerek, hem durum hem profil yaptı. ~~~~•~~~~• Erkan, telefonda oynarken babasının durumunu görüp, "AA, babam ablamların yanında." diyerek Hakan ile Furkan'ı meraklandırdı. Furkan, telefonu alıp Cansu'ya bakarken, gözlerinin şiş olduğunu gördü, "Neden Ceylan gözlüm, neden kendini bu hâle getiriyorsun... Derdin ne?" derken, Hakan aynı fotoğrafa bakıp, "O ne yaa, Türkân'ın başında yara bandı mı var?" diyerek gördüğüne tasdik istedi. Furkan, Cansu'yu bırakıp, ablasına bakınca, "AA?! Evet." dedi. Hakan, yerinden fırlayıp, kliniğe gitmek için çıktığında, Türkân ile Nalan kendilerine doğru geliyordu. Hakan, "Türkân, başına ne oldu?" diyerek yanına koşunca Türkan kendini bir adım geriye çekip, tavırlı bir şekilde, "İyiyim abi, bir şey yok... Görünmez kaza, hastanenin orada biri taşa vurdu, o da yanlışlıkla bana geldi." dedi. Hakan: "O nasıl yanlışlıkmış yaa, kim o geri zekalı, söyle bana da göstereyim ona yanlışlık nasıl oluyor!" "Sanane abi, benim başım yarılmış, kalbim yaralanmış seni ne zamandır ilgilendiriyor söyler misin?" "Ne demek istiyorsun Türkân, o nasıl söz?" "Senin saçma "Söz"üne böyle söz abi kusura bakma." "Sen Cansu'yu mu kasdediyorsun?" "Başka sözlünde mi var?" "Bu durumunla Cansu'nun ne alakası var?" "Durumumla onun alakası yok, senin onunla durumundan sonra benimle bir durumun olamaz." "Türkân, saçmalıyorsun." "Ben mi abi? Ben mii? Yaa, ikiniz de bir birinizi sevmiyorsunuz yalan mı? Bir günde evlilik kararı verilmez." "Bir günde verdiğimizi kim söylüyor? Ayrıca, siz istemediniz mi, yıllardır bana sev evlen diye yalvarmadınız mı? İstediğinizi yapıyorum işte, daha ne istiyorsunuz?.. Sevdiğin arkadaşın yengen oluyor." "Ona bakıyorsan ben Nalan'ı da seviyorum abi, o da yengem olsun o zaman?" "Türkân, saçmalama?" "Siz, üç arkadaş, hiç biriniz arkadaşıyla böyle bir şey yapmazken neden benim arkadaşımı elimden alıyorsun, siz illa ki kavga edeceksiniz, ben hanginizin tarafında olacağım?" "Tek derdin bu mu? Senin yanında kavga etmem bende. Oldu mu?.. Başına ne oldu söyle bana?" "Git o sözlüne sor, o da oradaydı... Gördü." Hakan, Nalan ile Türkân'ın arasından hızla geçip giderken, Türkân isyan edercesine haykırdı... "Gördünüz mü? O kadar konuştu, bir kere seviyorum demedi... Abim bile bile kendini ateşe atıyor. Oooofff." Furkan, yutkunduktan sonra, "Abla, başına ne oldu? Kim yaptı." diye sordu. "Taş vurdu ama adamı bilmiyorum, ilk defa gördüm. Yanındaki kişiler ağam deyince sen Neçirvan mısın dedim, yok dedi." Furkan, "Ben Neçirvan'ı arayıp soracağım. Bekle." deyip telefonu çıkarttı. ~~~~•~~~~• Hakan, nefes nefese kapıdan girince ayağa kalktım... Türkân'ın yarasını görmüş olmalıydı. "Hakan." "Türkân'ın başına taşla vuran kim?" "Türkân'ın başına mı vurmuşlar?!" "Cansu gördü oradaydı, dedi?" "Ben oraya gidince konuşuyorlardı, taş attığını görmedim." "Kim, kiminle konuşuyorlardı." "Şirwan, kuzeni ve beni kaçırmaya yardım eden adamlarından biri." "Nee? Sen bunu bana neden söylemedin?" "Korktum." "Neyden korktun?" "Bir şey yaparsın diye? Başın belaya girer diye?" "Başım belada zaten, seni koruyayım derken kardeşimden oluyormuşum ve sen bunu benden gizledin öyle mi?" "Olma Hakan, benim yüzümden kardeşinden de olma, başındaki beladan da kurtul." diyerek yüzüğü çıkartıp Hakan'a uzattım. "Saçmalama, öyle söylemek istemedim, tak şu yüzüğü." derken yüzüğü kendi takıyordu... "Sen benden bir şey gizleme, ben ikinizi de korurum." "Hakan, biz gidecek derken o adamlarını da çağırmış, bırak gideyim buralardan... Benim yüzümden Türkân'a yaklaşmasın." "Korkma!" deyip, beni bağrına bastırınca kısa süreliğine huzur buldum. "Gerekirse buradan birlikte gideceğiz... Korkma." ~~~~•~~~~• Furkan, Neçirvan'ı arayıp, "Buralarda dolanan kişi kim?" diye sorduğunda Neçirvan, "Seni vurduran adam, onun yerine beni tehdit ettiğin kişi?" dedi. Furkan, "Ne istiyor?" deyince, "Biraz önce konuştum, bir şey istediği yok merak etme, Cansu kaçırılınca elinden kurtulmak için buna tekme atmıştı, iki hafta şiş gezmiş... Ben orada olduğunu duyar duymaz aradım, beni dinlemeyince de iki araba insanla oraya geliyordum... Cansu, abinle sözlenince bilet aldı geliyordu ama Cansu'yla seni öğrenmiş, biraz korkutup s.kimin intikamını alıcam diyor... Sen merak etme yani? Hatta git Cansu'ya söyle korkmasına gerek yok." "Bu adam kim yaa?" "Furkan, uzun hikâye... sen, abin ve Cansu ile olan şey; benim babam ve onun babası arasında oldu... İkisi de canından olurken, ben de en yakın arkadaşımla düşman oldum. Cansu ile alakası yoktu benim canımı acıtıp babasının intikamını alacaktı, adamı yanlış gelini kaçırdı hepsi bu... Orada da Cansu'ya takıldı... Aşık olduğundan değil haa, senin sevdiğin de aynı senin gibi korkusuz olduğu için... Adama kendi silahını doğrultup ateş edecek kadar gözü kara olduğu için... 'Altıma ettim lan, güvenliği açsaydı beynim parçalanmıştı' dedi... Cansu'ya silah boş deyip elinden almış ama tamamen şans eseri yani?" "Sana güvenebilir miyim?" "Güven!.. Hatta iki hafta sonra gelip kendi elimle alacağım, hem burada bir hanım ağa var, arkadaşını görmek için beni darlayıp duruyor. Bana da bahane oldu." "Tamam." "Cansu'ya haber ver, geceleri çocuğu ona bırakacağım, onun yüzünden nasıl bir şey ile karşı karşıyayız göstereceğim ona." "Şu intikam hırsınız ne acaba?" "Biz iki öğün yemek yerken beş öğün düşmana intikam alacaksınızla beskendik, o yüzden." ~~~~•~~~~• Hakan, kendini benden çekip, "Yapacağın bir şey var mı?" diye sordu. "Yok?" diyerek boş kliniği gösterdim. "Hadi o zaman, kapat gidelim." "Nereye?" "Sana bir şey daha öğretmeye, çabuk." deyip, çantamla uzun hırkamı verirken, beni dışarıya çıkartıp kapıyı kilitledi. Benim arabaya doğru yürürken yine o önde ben arkadaydım... ~~~~•~~~~•~~~~• Furkan, "Korkma, Şirwan senden intikam alıyor." demek için Cansu'nun kliniğe gelince kapı kilitliydi... Numarasının engelli olduğunu bildiği için arayamıyordu... Yan komşusuna sormak için hamle yaptığında telefonu çaldı. "Efendim Zafer." "Furkan, nerdesin?" "Kasabadayım?" "Furkan, Elâ... Ela açmıyor..." "Dur, panik olma hemen, mayrayı odaya almış, ben sabah yanındaki abiye sordum." "Furkan, haber al yoksa çıkıp geliyorum." "Saçmalama, askerliğini mi yakacaksın, gidiyorum hemen... Hemen... Kapat..." Furkan, alelacele markete gidip Engin'e baktı, "Abii, acil çıkmamız lazım." "Nasıl, anlamadım?" "Abi, çok acil gitmem lazım." "Akşam çıkacaktık?" "Önemli, hayat memat... Köye uğramaya gerek var mı?" "O derece mi yaa?" "Evet, hatta şuan üç yolu geçmiş olmam lazımdı." "Yürü hadi yürü, sizin dükkandan projeyi alıp gidelim." "Tamam." Engin, dükkandan proje kutusunu alıp Nalan'a "Ben gidiyorum." diyerek haber verdikten sonra Furkan'la yola koyuldu. ~~~~•~~~~• Hakan, Türkân'a da öğrettiği savunma tekniğini bana da öğretmeye çalışıyordu... "Hakan, yoruldum." diyerek kendimi yanımızda ki piknik masasına bıraktım. "Hadi ama Cansu, iki saat bile olmadı." "Kaslarım hâlâ zayıf Hakan." "Tamam, bu günlük yeter o zaman." diyerek yanıma oturunca ona minnetle baktım. "Ne oldu kız neden öyle baktın?" "Hâlâ kahrımı çekiyorsun." "Başlama yine." "Hakan, bir şey sorabilir miyim?" "Sor bakayım yine ne saçmalayacaksın." "Geçmişe dönecek olsaydın hangi yaşına gidip ne yapmak isterdin?" "Hıııımm!.. Açık ara on sekiz yaşına gitmek ve o zaman yaptığım bir şeyi yapmamak ve onun sonucunda da buradan gitmemek isterdim." "Neymiş o şey?" "Bu konu hakkında konuşmayı geçtim, düşünmeyi bile kendime yasaklıyorum, o yüzden sorma." "İyi de gitmekle ne alakası var." "O şeyi yapmasaydım buradan gitmezdim, buradan gitmeseydim o ikiliye engel olurdum ve belki de sen Meriç'le." "Oooohoo Hakan yaa, amma yaptın?" "Hadi gidelim, Furkan'lar gidecek." "Ne zaman?" "Bu akşam." "Furkan gidiyor mu yani?" "Evet, ev arkadaşı rahatsızmış." "Sen ev arkadaşını tanıyor musun?" "Bir kere tanışmıştık Zafer." "İki kişi mi kalıyorlar?" "Evet." Hakan, Ela'yı tanımıyordu, belli ki Furkan onlardan da gizlemişti ve biz böyleyken gidebiliyordu... Parmağımda abisinin yüzüğü varken ona güle güle demeyi istiyordum. Köye doğru yola koyulduk... ~~~~•~~~~• Furkan, yolda Meriç'i arayıp, "Abi, benim odada hoparlör var, telefonunu tak, sesimi Ela'ya duyurmaya çalış." dedi Meriç, Hoparlörü alıp Ela'nın kapısına dayayınca Furkan, bir kaç defa, "Ela, yoldayım, üç saat sonra oradayım... Beni duyuyorsan kapıya vur ve Meriç abiye iyi olduğunu kanıtla, yoksa Zafer askerliğini yakacak." dedi. Ela, "Ben iyiyim, sadece açım." yazıp kapının altından Meriç'e gönderdi. Meriç, yazıyı Furkan'a okuyunca da, "Hazırlan başımın belası, geldiğimde yemeğe gideceğiz." deyip telefonu kapattı. Engin, bir yandan araba kullanıyor bir yandan da Furkan'a bakıyordu. "Ne oluyor Furkan, nasıl bir belaya düştün sen?" Furkan, "Abi, arkadaşa mesaj yazayım da merak etmesin." deyip, Zafer'e mesaj yazma bahanesiyle soruyu yanıtsız bıraktı. ~~~~•~~~~• Hakan ile evlerine geldiğimizde akşam ezanı okunmak üzereydi, harmanda yine araba yoktu... "Biz önce gelmişiz?" diyen Hakan arabayı stop edip aşağıya indi. Birlikte avludan girdiğimizde, Erkan odun almış yukarı çıkmaya hazırlanıyordu. "Selamün aleyküm." "Aleyküm selam abi. Hoşgeldiniz." Yukarıya çıkarken odanın sıcağı yüzüme vurduğu için değil utandığım için kızarıyordum... Odaya girdiğimizde Furkan hariç herkes sofrada oturuyordu. Hakan: "Bereketli olsun." "Gel beraber olsun oğlum." diyen Neriman teyzeye başımla selam verip bana gösterdiği yanına oturdum. "Rasim efendi, adağım var unutturma, düğünden sonra bi kızımı soluma diğer kızımı sağıma alıp böyle oturursam, kurban keseceğim." Hakan: "Anne, kurbanı duyunca Cansu vazgeçebilir başka bir şey ada bence." "Yooo, adağım adak, benim kızım kavurmalarımı çok sever, kendi elimle yedireceğim ona inşaallah." "Amin" demeyenler çoğunlukta olduğu için iki kişinin sesi çok net anlaşılmıştı. Hakan: "Eee, Furkan nerede?" Erkan: "Abi, onlar gitti." Hakan: "Nasıl gitti yaa, proje?" Erkan: "Engin abi geldi, baktı aldı gittiler." Hakan: "Akşam çıkacağım demişti?" Erkan: "Arkadaşından telefon geldi." Hakan: "İyii... Güle güle gitsinler o zaman." Hakan ile evlenirsem, yüreğime oturan bu öküzün kesilmesini isterdim, nefes almama mani oluyordu... Yutkunamıyordum... Furkan, o kıza gitmişti... Beni ne hâlde bıraktığını umursamadan hemde, oysa ben bir şey yapamasamda son bir defa görmeyi çok isterdim... ~~~~•~~~~• Saat yedi gibi eve gelen Furkan doğruca Ela'nın dairesine çıktı. "Ela, geldim aç kapıyı." Ela, kapıyı açmadığı gibi ses de vermiyordu... Furkan, kapıyı kırıp içeri girince Ela odasında yoktu... Meriç'e bakıp, "Abi!" deyince, dolaptan tırmalama sesini duydu... Dolabı açtığında, kedi Ela'dan kurtulmuş gibi kendini diğer odaya attı. Ela, Meriç'le Engin'i görüp çıkmak istemeyince, Meriç Engin'i kolundan aşağıya yönlendirdi. Furkan: "Ela, bu ne?" "Mayra çişini yaptı." "Ooofff, kalk şuradan, iğrenç kokuyor, nasıl duruyorsun?" Furkan, Ela'yı dolaptan çıkartıp camı açtı. "Bana bak, tek başına yıkanabilir misin? Ayşe ablayı çağırayım mı?" "Yıkanırım galiba?" "Gir hadi, sonra da gel, yemeğe gidelim." "Tamam... Kapım ne olacak?" "Ne demek ne olacak, aç dediğimde açsaydın kırmazdım, yarın seni kocana götürüyorum, gelince hallederim." "Bu akşam?" "Kusura bakma, dayarsın arkasına bir şey uyursun? Ablamın arkadaşına bile güvenmemişsin, ben daha sana ne yapayım?" "Furkan!" "Ela, Allah aşkına önce bi yıkan, kusucam yoksa." Furkan, aşağıya inip, "Abi seninle alakası yok biliyorsun değil mi?" diyerek Meriç'e açıklama yaptı. "Biliyorum, ben ablana böyle olacağını söyledim Furkan." "Dört ay sonra Zafer geliyor, yüküm azalacak inşaallah." "Ara dönemde ne yapacaksın?" "Köye götüreceğim." Meriç, yanında Engin olduğu için Cansu hakkında konuşmadı ama ne olduğunu da merak ediyordu. Ela, banyosunu yapıp üzerini giydikten sonra, alt kata bağırdı. "Furkan?!" "Efendim." "Furkaaann!" "NEEEE?" Furkan bağırınca Engin, "Ne bağırıyorsun?" diyerek kızdı... Furkan'da kendi kulağını göstererek, "Duymuyor." diyerek bağırma sebebini söyledi. Ela: "Geleyim mi?" "İSTİYORSAN GEEELLL!" Ela, yavaş yavaş merdivenlerden inince Furkan ayağa kalktı. "Senin işitme cihazın nerede?" "Kulağımda?" "Pili bitmiş galiba, ver düzelteyim." Ela, kulaklığı verirken Furkan nereye gidiyorsa gözüyle takip ediyordu. Furkan, Meriç'in yanına otururken de yanına gelip oturdu... Meriç, Furkan'ın yanından kalkıp, Engin'in yanına oturunca ikili koltukta rahat oturdu... Ela: "Furkan?" "Efendim." "O geldi." "Kim?" "O." "Kabus mu gördün yine?" "Hayır Furkan? Numaramı öğrenmiş, mesaj attı bak." ***"Şafak, Zafer'e karanlık ama bana doğan güneş."*** "Şerefsiz." "Ne yapacağız." "Bilmiyorum ama bu gidişle Zafer'in yarım bıraktığını ben tamamlayacağım." Meriç, gelip mesajı okuduktan sonra telefonu Engin'e gösterdi. Engin: "Furkan, yardım edebiliriz." Furkan: "Ne yapacağız abi?" Engin: "Sen yarın arkadaşını götür. Ben de siz gelene kadar İstanbul'daki işimi halledip buraya geleyim... Bi düşünelim bakalım ne olacak." "Tamam abi, ne olursa deneyeceğim artık yapacak bir şey yok." ~~~~•~~~~• İbrahim Erkal yada Bilal Sonses - sevme... Şarkı dinleyerek yaptığım yolculuktan sonra arabayı park edip indim ama hâlâ mırıldanmaya devam ediyordum... "Tutma benim gibi onun elini, onu benim gibi sevme sevme, ben kimseyi sevmedim sen gibi, sende benim gibi sevme, sevme..." Kliniği ilk defa besmele yerine şarkı söyleyerek açıyordum, "Hâlâ seviyorsan durma durma..." Çantamı ve peluş hırkamı çıkartıp asmak için içeriye girerken gözlerimden de istemsizce yaşlar akıyordu... Mutfağa çay suyu koyup çıkıyordum ki bir elin bana yaklaşıp ağzıma yaklaştığını gördüm... Kendimi geriye çekip kurtulmak isterken, Şirwan'ın sapık kuzeniyle boğuşmaya başladım... Tezgahdan bıçak almayı düşünüp arkamı döndüğümde şalımın altından kavradığı saçlarımı tutup beni tezgaha dayadıktan sonra elindeki pinpon topunu ağzıma tıktı. "Rahat dur yoksa gebertirim." derken, sağ böbreğimin üzerinde silah olduğunu zannettiğim sert bir şey ile beni uyarıyordu. Tıpkı altı ay önce ki gibi sadece "ıııığğğhh"lıyordum... Beni kaçıran Bargiran, yanımıza gelince, "Kilitledin mi?" diye sorarken kapıyı kasdediyor olmalıydı. Bir yandan kapıyı kontrol ederken eliyle de ağzımdan topu çıkarmama engel oluyordu. "Iııığğğhh?!" (canım acıyor) "Sus, sesini çıkartma... Acımam vallahi." Onların beni bu şekilde kaçırması Şirwan'ın izin vermeyeceği bir tip olduğu için, bana ne yapacaklarından emin olamıyordum. Cihan: "Dediğimi yapıp sessiz olursan bir şey olmayacak merak etme... Konuşup gideceğim." "ıııığğğhh." Sapık kuzen ve Bargiran beni mutfaktan alıp muayene odasına götürürken dışarıda kapının zorlama sesini duyduk... Sapık kuzen beni hızla içeri girdirirken Bargiran'a kızıyordu. "Geri zekalı, hani bu saatte kimse gelmiyordu?" "Bilmiyorum Cihan." Onlar konuşurken ben ayağımla çelik sedyeye tekme atıp dışarıya sesimi duyurmaya çalıştım ama Bargiran bacaklarımı tutarak bu hamlemi ekarte etti... "Iııığğğhh!" Çığlığım duyulmuyordu... Bir süre sonra ses kesilmiş gelen her kimse geriye dönmüştü. C: "Bi bak bakalım?" Bargiran başını uzatıp, "Tamam gitmiş." diyerek telefonunu çıkarttıktan sonra birini görüntülü arayıp ekranı sapık kuzenle bana döndürdü. "Aloo! Ferzan neredesin?" "Emrettiğin gibi Ankara'dayım ağam." "Aç bakalım ne var orada?" "Hemen abi." deyip arka kamerayı açınca Furkan ile Ela'nın restoranda kahvaltı yaptığını gördüm... Onların gülerek yaptığı kahvaltıyı daha fazla izlememek için başımı sola çevirip ağlamamı arttırdım... C: "Bak bak baaakk, Cansu hanım aldatıldığını öğrenip intikam almak için abisiyle nişanlanmış haa?" Ferzan, "Ağaamm, bu sefer ıskalamam emret." deyince ekrana baktım, Ferzan; Furkan'ın başının hizasına silah dayamış, emir bekliyordu. Cihan'ın kollarında yalvarırcasına çırpındım, inlemelerim ve göz yaşlarımla yalvarıp yakardım. "Ne diyorsun Cansu, sıksın mı kafasına, sende istemediğin bir evlilik yapmazsın." "I ııııhhh." derken başımı sağa sola sallıyordum. "Ne diyorsun anlamıyorum... Ferzan, Cansu'nun ağzını açacağım bağırırsa sık oğlum." "Emredersin abi." Elini ağzımdan çekince topu yere tükürdüm. "Ne istiyorsun?" B: "Ağam ben sana dedim değil mi? Cansu akıllı kızdır diye, bak hemen anladı." C: "Aferin ona, sözümüzü de dinlerse daha çok severiz onu." "Tamam... Ne isterseniz yapacağım, sizinle geleceğim yeter ki ona dokunmayın?" C: "Bargiran, gördün mü ne kadar aşık... İşte gerçek aşk bu! Onun canı için kendini feda etmeye hazır...Aferin, anlaşacağız seninle. Şimdi, seni bir yere götürmek istemiyorum, yapacağın şey çok basit... Evleneceksin." "Ben nişanlıyım zaten?" "Tamam işte, o kişiyle evleneceksin, gerçekten evleneceksin, Şirwan senin oyun yaptığını anladı, seni almadan buradan gitmeyecek." "Benden ne istiyorsun, daha ne yapayım?" "Nişanlına yalvaracaksın ve evleneceksin. Şirwan'da böylece benim ablamla evlenebilecek... Bende bana ait olan hükmü süreceğim. Duydun mu beni." "İnanmazlar, kimse inanmaz... Sözlenmeme bile inanmadılar. Hakan onu sevmediğimi biliyor... Herkes biliyor." "Çok da güzel sayılmazsın ama senin de albenin yok değil. Ben yardım edeceğim merak etme ama sende işve yap cilve yap, bir şekilde ikna et. " "Yaa, ben aylarca nişanlı kalacağım zaten?" "Sen beni anlamadın galiba, ben burada oyalanamam? Şirwan, Neçirvan'ı kandırdı, herkesi oyalayıp seni Amerika'ya götürecek, önümde engel istemiyorum." "Hakan inanmaz." Cihan: "Bargiran, ara." İki dakika geçmeden bu sefer ekranda Türkân ve Nalan'ı gördüm. Bir silah da onlara doğrultulmuştu. "Bırakın onları lütfen." C: "Bana garanti olması için bunlardan birini rehin alacağım, Hakan'ın kardeşi olsa daha iyi olur bence haa, seni alırsa kardeşine de kavuşur. Ya da Bargiran bak bakalım diğeri güzel mi? Sana alalım, bak çıkı pıtı, çok direnemezde." "Hayır hayır hayır... Tamam... Ben yapacağım... Lütfen... Onlara dokunmayın." C: "İşte gerçek dostluk buu, Mikail'in kısmetine mani oldun ama neyse, gözüm üstünde, bir yanlışını görürsem, o kemeri açtırırım-" Bargiran: "Bende bu zamana kadar hiç açmamıştım, kısmetim Cansu'nun ellerinde haa?" "Allah belanızı versin... Pislikler." C: "Şşşhhh! Beddua etme, Mikail namusunu temizler merak etme, ırzına geçip bırakmaz." B: "Söz veremem abi, hoşuma giderse." "Allah belanızı versin, Allah sizi kahretsin." C: "Yürü Mikail gidelim de Cansu kendine çeki düzen versin, kendini düğüne hazırlasın." "Onlara dokunmayın." diyerek dizlerimin üzerine kapandım... Ne kadar öyle yerde kaldığımı bilmiyorum, "Cansu?" diyen Nalan'ın sesiyle yerimden fırlayıp kendimi kollarına attım. "Ne oldu?" "Nalan, seni çok seviyorum... Özür dilerim... Özür dilerim." Türkân: "Cansu, ne oldu? Bak bana?" "Neden Türkân, neden abinle olmamı istemiyorsun?" diyerek, ilk dakikadan zorunda olduğum şeyi yapmaya başladım. Türkân: "Cansu, ne diyorsun sen? Aklın başında mı?" Nalan: "Cansu, ne oluyor, neden böylesin?" "Nalan, çok yoruldum artık, bir karar verdik ama bunlar engel olduğu için Hakan geri duruyor." Türkân: "Cansu, korkma... Furkan aradı, sen adama tekme attın diye-" "NE ADAMI NE TEKMESİ YAA, NE SAÇMALIYORSUN?" Türkân: "Yapma böyle Cansu, Biliyorum o adam zorluyor seni." "SEN ZORLUYORSUN BENİ SEENN, BENİM KİMSEDEN KORKUM YOK, BAŞIMA BELA OLDUNUZ SENDE O FURKAN'DA KURTULAMIYORUM İKİNİZDEN DE?" Nalan: "Cansu, yapma böyle." "NE YAPAYIM NALAN, BIKTIM ARTIK... BEN GELİRKEN HAYALLERİM BU DEĞİLDİ, ANNEM MUHTEMELEN HAKAN'I İSTEYECEKTİ BENDE OLUR DİYECEKTİM... AMA NE OLDU, YILLAR ÖNCE YAPTIĞIM SAÇMA BİR ŞAKA, SİZİNDE GÜLDÜĞÜNÜZ BİR ŞAKA YÜZÜNDEN BAŞIMA NELER GELDİ? ŞAKAYDI YAA ŞAKAA... SORUMLULUK YÜKLENMEYE ÇALIŞTIĞIM ŞEY KOCA BİR SAÇMALIK... YILLARCA O EVDE BANA ABLA DEĞİL YENGE DİYEN ÇOCUĞA YAPTIĞIM BİR ŞAKA...BUNA NE DEMELİ, KARDEŞİMİ ÜZME DİYEREK BENİ MANİPÜLE ETTİ, VİCDAN YAPTIM ONUN YÜZÜNDEN..." Türkân: "Cansu, ne yapmaya çalışıyorsun bilmiyorum ama uğraşma boşuna, senden nefret etmeyeceğim." "Zerre kadar umurumda değil, abinle arama girme, onu daha fazla etkileme başka bir şey is -te -mi -yo -ruuuum." Türkân: "Cansu... Yapma... Yalvarırım yapma... Bana abimle kardeşim arasında tercih yaptırma." "Yapma Türkân, tercih yapmak zorunda değilsin, söze geldin, düğüne de gelmeyiver... Nöbetçiyim de acil doğum çıktı de gelme." Nalan: "Cansu, seni iki günde değiştiren ne Allah aşkına." Türkân: "Bırak Nalan, üzerine gitme. Belli ki dolmuş, er geç oda anlayacak pişman olacak ama ben ne olursa olsun arkanda olacağım." "YETER ARTIK, ÇIK... BANA DESTEK OLACAKSAN GEL, YOKSA ÖNÜME KÖSTEK OLMA." Türkân: "Gidiyorum ama yine geleceğim Cansu, kovsanda, yaka paça dışarı da atsan benim kardeşimsin." Türkân'ı gelip geldiğine, beni sevip sevdiğine pişman ettikten sonra göndermiş arkasından da baka kalmıştım. Nalan, bana bir kaç saniye baktıktan sonra bir tercih yapmış ve ağlayan Türkân'ın peşinden gitmişti... Ben, ikisi arasında tercih yapamazken Nalan kısa süreli kararsız kalıp Türkân'ı tercih etmişti... "Etme Türkân, benden nefret etme, çünkü ben seni ne pahasına olursa olsun sevip, koruyup kollayacağım." ~~~~•~~~~•
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE