Bölüm 1: Karasu’ya Dönüş

599 Kelimeler
Şöhret, Karasu’ya giden toprak yolda ilerleyen eski minibüsün camından dışarı bakıyordu. Otobüsün lastiklerinin her çukurda çıkardığı ses, aracın içindeki sessizliği dolduruyordu. Bozuk yol, sarsıntılı bir yolculuk demekti, ama Şöhret bu sarsıntılara aldırış bile etmiyordu. Kendi içinde daha büyük bir fırtına vardı. Annesinin ölümüyle başlayan bu süreç, onu derin bir boşluğa sürüklemişti. Üniversitedeki o parlak günlerden, özgürlük kokan şehir havasından uzaklaşıp köyün içine kapanık dünyasına dönmek, hayalini kurduğu geleceği bir çırpıda paramparça etmişti. Her şey birkaç hafta önce babasının telefondaki sesiyle değişmişti. O an hâlâ aklındaydı: *"Anneni kaybettik. Hemen köye gel."* O kelimeler sanki ağır bir taş gibi üzerine çökmüş, omuzlarına yaşından çok daha büyük bir sorumluluk yüklemişti. Gözlerini sıkıca kapatıp bu düşünceleri uzaklaştırmak istedi, ama babasının sesi ve o kasvetli köy evinin hayali bir türlü zihninden silinmiyordu. Minibüsün içinde, tanımadığı yaşlı bir kadın sürekli konuşuyordu. Köyde kim ne yapmış, kim kiminle tartışmış anlatıyordu. Kadının sesi Şöhret’in kulağında arka planda bir uğultu gibiydi. Onun ilgisini çekebilecek hiçbir şey söylemiyordu. Zihni, geçmişle ve gelecekle boğuşurken, dış dünyadaki hiçbir şeyle bağ kuramıyordu. Karasu’ya yaklaştıkça çevredeki manzara değişmeye başladı. Uçsuz bucaksız tarlalar, alçak dağların gölgesinde serilmiş gibiydi. Toprak yollar, köyün dış dünyadan kopukluğunu hatırlatıyordu. Şehirde geçirdiği yıllardan sonra bu manzara ona hem tanıdık hem de garip geliyordu. Köyün kokusu bile farklıydı: Islak toprak, eski taş duvarlar ve odun ateşinin ağır karışımı. Minibüs, köy meydanında durduğunda, Şöhret bir an yerinden kalkmadı. Ayağa kalkması, gerçeği kabul etmesi demekti. Ama kapı açıldığında, dışarıdaki sesler onu harekete geçirdi. Çantasını sıkıca kavrayarak minibüsten indi. Köyün taş döşeli dar yolları, onun çocukluk anılarını zihnine geri getirdi. Ancak o yollar artık daha dar, evler daha eski ve insanlar daha yorgun görünüyordu. Eve doğru ilerlerken, kardeşlerini kapıda beklerken gördü. Ayşe ve Mehmet, küçük ellerini birbirine kenetlemiş, utangaç bir şekilde ona bakıyordu. Normalde ablalarının gelişini sevinçle karşılamaya alışkın bu iki küçük sessizdi. Şöhret onların ne hissettiğini anlayamıyordu. Annesinin ölümünün ne anlama geldiğini kavrayacak yaşta değillerdi. Babası Mahmut, kapının yanında duruyordu. Elinde her zamanki gibi bir çay bardağı vardı. Üzerindeki eski gömlekle tipik bir köylü adamıydı. Yüzündeki ifade, kayıtsız ve yorgundu. “Geç kalmadın ya, tamamdır,” dedi Mahmut, Şöhret’i süzerek. Bu sözler bir karşılama cümlesinden çok, bir işin vaktinde halledilmesiyle ilgiliydi. Annesinin ölümüyle ilgili ne bir teselli ne de bir sarılma vardı. Şöhret, başını eğip kardeşlerine yaklaştı. Ayşe’nin saçlarını okşadı, Mehmet’in yanağını baş parmağıyla hafifçe sevdi . Onların masum yüzlerinde, annesizliğin ağırlığını hissetti. Evin içine adım atar atmaz, annesinin yokluğu bir kez daha çarptı yüzüne. Ocakta pişen yemeklerin kokusu, annesinin yaptığı gibi değildi. Evdeki düzen bozulmuş, her şey yerle bir olmuştu. Babası Mahmut’un sesi, Şöhret’in düşüncelerini böldü. “Çocuklara bir süre sen bakarsın artık,” dedi, bir köşeye oturup bardağını masaya koyarken. “Ben birini bulup evlenince de sen de okuluna geri dönersin.” Bu sözler, Şöhret’in kanını dondurdu. Babası, annesini daha yeni kaybetmişti, ama şimdiden yeni biriyle evlenmeyi düşünüyordu. “Daha annem yeni vefat etti, baba,” dedi Şöhret, sesi titrek ama kararlıydı. Mahmut, kayıtsızca omuz silkti. “Hayat böyle. Bir yere kadar yas tutulur, sonra herkes işine bakar. Herkes gidince ben bu çocuklarla bir başıma ne yaparım?” dedi. Şöhret sinirli ve kinci bir tavırla "Ben de gitmem o zaman" dedi arkasını döndü ve odasına geçti. Küçük, penceresiz odanın içinde derin bir nefes aldı. Yatağın kenarına oturup çantasını açtı. İçinden annesinin eski bir şalını çıkardı. Şalın kokusu, onu bir anda geçmişe götürdü. Çocukken annesinin bu şalı omuzlarına attığını hatırladı. O zamanlar dünya çok daha basitti; annesi her zaman yanındaydı, babası daha konuşkan ve hayat daha az karanlıktı. Şöhret, şalı yüzüne bastırarak ağlamaya başladı. Şehirde bıraktığı hayatı, üniversitedeki arkadaşlarını ve özgürlüğünü düşündü. Ama şimdi buradaydı. Karasu’nun taş duvarları arasında sıkışıp kalmıştı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE