GECENİN GÖLGESİNDE
Yağmur, şehrin sokaklarına sinsice süzülen bir sır gibi yağıyordu. Islak asfalt, gece ışıklarını yansıtıyor, uzayıp giden gölgeler arasında bir siluet beliriyordu. Siyah bir araba, tenha bir sokağın köşesinde durdu. İçindeki adam, direksiyon başında sessizce oturuyordu. Rüzgar…
O, karanlığın içindeki en tehlikeli isimdi. Soğukkanlı, acımasız ve asla yanına yaklaşılmaması gereken bir adam. Suç dünyasında herkes onun adını fısıldayarak anardı. Ama bu gece, işleri planladığı gibi gitmeyecekti.
Birkaç sokak ötede, genç bir kadın nefes nefese kaçıyordu. Yağmur, saçlarına yapışmış, ince ceketi tamamen ıslanmıştı. Ayakları titreyerek taş kaldırımın üzerinde kayıyordu. Peşindekilerin ne istediğini bilmiyordu ama bir an bile durursa, başına gelecekleri tahmin edebiliyordu.
Koşarken aniden bir arabanın önüne çıktı. Sert fren sesi gecenin sessizliğini yırttı. Kadın, gözlerini kırpıştırarak sürücüyü görmeye çalıştı. Farların arasında bir siluet belirdi. O anda fark etti—bu bir hata mıydı, yoksa şansı mı dönüyordu?
Arabanın kapısı açıldı ve içinden uzun boylu, siyah paltolu bir adam çıktı. Adamın bakışları soğuktu, tehditkârdı ama içinde garip bir sakinlik de vardı. Genç kadın, önündeki adamın kim olduğunu bilmese de, durduğu yerden bile tehlike saçtığını hissediyordu.
"Yardım edin..."diye fısıldadı kadın, sesi nefes nefeseydi.
Rüzgar, sigarasını yere attı ve ayakkabısının ucuyla ezdi. Gözlerini genç kadından ayırmadan başını hafifçe eğdi. “Benmi” diye sordu. Sesi derindi, alaycı bir tını taşıyordu.
Kadın, arkasındaki ayak seslerini duyunca irkildi. Peşindekiler çok yaklaşmıştı. Gözleri panikle açıldı. Ne yapacağını bilmiyordu. Önündeki adamın kim olduğu umurunda bile değildi. Tek istediği, şu an buradan kurtulmaktı.
Arkasından gelen sert bir ses havayı kesti:
"Kaçacak yerin kalmadı, güzelim!"
Üç adam, sokağın girişinde belirmişti. Yüzlerinde sinsi gülümsemeler vardı. Biri, elini ceketinin içine atarak silahını kavradı. Diğerleri tehditkâr adımlarla yaklaşırken, Rüzgar hiç istifini bozmadı. Ellerini cebine soktu ve başını hafifçe yana eğerek kısık bir sesle sordu:
"Bu kız sizin mi?"
Adamların lideri öne çıkıp sırıtarak başını salladı. “Aynen öyle Güzelimizi fazlasıyla özledik.”
Rüzgar, başını hafifçe yana eğdi. O an, yüzüne yayılan hafif gülümseme ölümcül bir soğukluk taşıyordu. Adamın gözlerinin içine baktı ve cebinden silahını çıkardı.
“Kendi malın gibi konuşmadan önce bana bir sor.”
Silahın susturuculu namlusu havada belirdi. Bir el silah sesi duyulduğunda, sokağı derin bir sessizlik kapladı. Adamların lideri dizlerinin üzerine çökerken, alnının ortasından süzülen kan damlaları zemine düştü.
Diğer ikisi afallamıştı. Ne olduğunu anlayamadan, Rüzgar ikinci kez tetiğe bastı. İkinci adam yere yığılırken, üçüncü adam korkuyla geri adım attı.
"Yanlış insana bulaştınız," dedi Rüzgar, soğukkanlılıkla.
Hayatta kalan adam, arkasına bile bakmadan kaçtı. Geriye sadece Rüzgar ve genç kadın kalmıştı. Kadın, olanları izlerken titrediğini fark etti. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Önündeki adam, onu ölümden kurtarmıştı ama içgüdüleri ona bundan daha büyük bir tehlikenin içinde olduğunu söylüyordu.
Rüzgar, tabancasını ceketinin içine yerleştirip gözlerini ona çevirdi. "Bana bir açıklama borçlusun," dedi.
Kadın yutkundu. Kaçmalı mıydı? Yoksa bu adamın merhametine mi sığınmalıydı?
Kadın hâlâ olduğu yerde donmuş gibi duruyordu. Kafasında yankılanan tek şey, biraz önce duyduğu silah sesleri ve yere düşen adamların görüntüleriydi. Korkuyla titredi. Gözleri, önünde dimdik duran adama kaydı. Rüzgar… Bu adam kimdi? Onu neden kurtarmıştı?
Derin bir nefes aldı. “Ben… Ben sadece kaçıyordum,” dedi sesi titreyerek.
Rüzgar kaşlarını kaldırdı. "Kimden kaçıyordun?"
Kadın bir an duraksadı. Ne kadarını anlatmalıydı? Önündeki adamın kim olduğunu bilmiyordu. Ona güvenebilir miydi?
"Peşimde olan adamları tanımıyorum," dedi sonunda. "Ama onlar beni öldürmek istiyordu."
Rüzgar başını hafifçe yana eğdi. "Neden?"
Kadın yutkundu. Sırlarını dökmeye hazır değildi ama bu adamın sorularından kaçamayacağını hissediyordu. Kaçmak için başka seçeneği yoktu.
"O gece... yanlış bir yerde, yanlış bir zamanda bulundum," dedi gözlerini kaçırarak.
Rüzgar, cebinden bir sigara daha çıkardı, çakmağını çaktı ve derin bir nefes çekti. “Yanlış bir yerde olmak, her zaman ölüm getirmez. Ama eğer peşindelerse, bir şey biliyorsundur.”
Kadın başını hayır anlamında salladı. "Bilmiyorum. Gerçekten."
Rüzgar, sigarasının külünü yere silkti. “Öyle olsun,” dedi umursamazca. Sonra gözlerini tekrar ona çevirdi. “Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?”
Kadın bir an duraksadı. Gitmek istiyordu. Ama nereye? Peşindekiler hâlâ onu arıyor olabilirdi. Ve bu adam… Ne kadar tehlikeli görünse de, en azından onu öldürmemişti.
Rüzgar, gözlerindeki tereddüdü fark etti. “İstersen seni burada bırakırım,” dedi, omzunu silkerek. “Ama bir şey söyleyeyim. Az önce kaçan adam, birkaç saat içinde patronuna haber verir. O zaman burası senin için daha tehlikeli bir hale gelir.”
Kadın, Rüzgar’ın sözleriyle daha da gerildi. “Ya sen?” diye sordu. “Beni neden kurtardın?”
Rüzgar hafifçe gülümsedi, ama gülümsemesi tehlikeli ve soğuktu. “Ben seni kurtarmadım, sadece sinirimi bozan adamları temizledim.”
Kadın bir an sessiz kaldı. Sonunda derin bir nefes aldı ve içindeki korkuyu bastırmaya çalıştı. "Beni gerçekten burada bırakacak mısın?"
Rüzgar onu baştan aşağı süzdü. Üstü başı perişan haldeydi, ayakkabıları su içinde kalmıştı. Gözleri hâlâ korkuyla büyüktü ama içinde bir şey daha vardı… Bir şeyler saklıyordu.
"Hayır," dedi sonunda. “Beni ilgilendiriyorsun.”
Kadın şaşkınlıkla gözlerini açtı. "Ne demek istiyorsun?"
Rüzgar gözlerini kısıp hafifçe eğildi. “Sana sormam gereken çok şey var. Ama önce… seni biraz dinlendirmem lazım.”
Kadın geri adım attı. “Ben… Seninle bir yere gelmek istemiyorum.”
Rüzgar hafifçe güldü. “Seçeneğin var mı sence?”
Kadın yutkundu. O anda, Rüzgar’ın bu işin içinden kolayca çekilip gitmeyeceğini anladı. Kaçacak bir yeri yoktu. Şimdilik ona güvenmek zorundaydı.
Rüzgar cebinden telefonunu çıkardı, bir numara çevirdi. Kısa bir konuşmadan sonra, gözlerini tekrar kadına dikti. “Arabaya bin.”
Kadın tereddüt etti ama sonunda kapıyı açıp oturdu. Rüzgar da direksiyona geçti ve arabayı çalıştırdı.
“Adın ne?” diye sordu bir süre sonra.
Kadın derin bir nefes aldı. “Asya.”
Rüzgar, adını bir süre düşündü. Sonra gözlerini yola çevirerek başını salladı. “Memnun oldum, Asya. Ama unutma, bu gece kaderin değişti.”
Asya, o an, bu adamla birlikte nereye gittiğini bilmese de içgüdüleri ona bir şey söylüyordu—hayatı, artık eskisi gibi olmayacaktı.
Rüzgar, arabayı hızla şehrin tenha yollarına sürerken, Asya koltuğunda sessizce oturuyordu. Yorgundu. Tüm vücudu bitkin düşmüş, beyninde yankılanan tek şey biraz önce yaşadığı olaylardı. Neredeyse ölüyordu. Ama şimdi, bu yabancının yanındaydı.
Arabanın içini sadece motorun homurtusu dolduruyordu. Rüzgar, göz ucuyla yanındaki kadına baktı. Üstü başı perişandı, ince ceketi ıslaktı ve titriyordu. Gecenin serinliği, yağmurla birleşince kemiklerine kadar işlemiş olmalıydı.
Asya’nın bakışları cama kilitlenmişti ama kafasında dönen düşünceler Rüzgar’ın sorusuyla dağıldı:
“Evine bırakayım mı?”
Soru basitti. Ama cevabı, Asya için o kadar kolay değildi. Yutkundu, dudaklarını araladı ama bir kelime bile çıkmadı.
Rüzgar, bir süre yanıt bekledi. Sessizliği fark edince, direksiyonu sıkıca kavradı. “Evine bırakayım mı, Asya?” diye tekrar sordu.
Asya, gözlerini kaçırarak başını iki yana salladı. “Benim bir evim yok.”
Rüzgar kaşlarını hafifçe çattı. “Nasıl yani?”
Asya, ne kadarını anlatması gerektiğini düşündü. Tanımadığı bir adama geçmişini anlatmak istemiyordu ama kaçacak bir yeri yoktu. Derin bir nefes aldı. “Uzun hikâye,” dedi kısık sesle.
Rüzgar, dudağının kenarına küçük bir gülümseme yerleştirdi. “Benim vaktim var.”
Asya, aniden rahatsız hissetti. Bu adam, onu neden bu kadar sorguluyordu? Sonuçta ona bir şey borçlu değildi. Ama… Onun sayesinde şu an hayattaydı.
Gözlerini hafifçe kapattı ve titreyen sesiyle konuşmaya başladı:
“Birkaç ay öncesine kadar, normal bir hayatım vardı. Küçük bir dairede yaşıyordum. Üniversiteyi yeni bitirmiştim. Ama… bir gece her şey değişti.”
Rüzgar, ilgisini belli etmeden direksiyona odaklanmış gibi görünüyordu ama kulak kesilmişti. “Ne oldu?”
Asya derin bir nefes aldı. Hatırlamak bile zordu. “Bir cinayete tanık oldum.”
Rüzgar’ın yüzündeki ifade aniden ciddileşti.
“Nasıl bir cinayet?”
Asya, gözlerini ona çevirdi. “Senin gibilerden birinin işlediği bir cinayet.”
Rüzgar hafifçe güldü. Ama bu gülüşte bir eğlence yoktu. “Benim gibilerden mi?”
Asya başını salladı. “Siyah takım elbiseler, susturuculu silahlar, hiç iz bırakmayan adamlar…” Boğazı kurumuştu. “Yanlış zamanda, yanlış yerdeydim. Adamı öldürüp giderlerken beni gördüler.”
Rüzgar, başını yavaşça salladı. “Ve o zamandan beri peşindeler.”
Asya onaylarcasına gözlerini kaçırdı. “Şanslıydım. Önce sadece tehditler aldım. Ama sonra evime girdiler. Kendi evimde bile güvende olmadığımı anladığım gün, kaçmaya karar verdim.”
Rüzgar, direksiyonu sıkıca kavradı. “Bu yüzden mi sokaklardasın?”
Asya başını salladı. “Evet.”
Rüzgar’ın zihninde parçalar birleşmeye başlamıştı. Peşindeki adamlar onu öldürmek için değil, ne bildiğini öğrenmek için yakalamaya çalışıyordu. Ve eğer Asya gerçekten yanlış bir şeyi görmüşse, bu iş düşündüğünden çok daha karmaşıktı.
Araba, şehrin dışına doğru ilerlerken Asya kaşlarını çattı. “Nereye gidiyoruz?”
Rüzgar gözlerini yoldan ayırmadan cevap verdi. “Seni biraz dinlenebileceğin bir yere götürüyorum.”
Asya huzursuzca koltukta kıpırdandı. “Ben seninle bir yere gitmek istemiyorum.”
Rüzgar başını ona çevirdi. “Başka seçeneğin var mı?”
Asya dişlerini sıktı. Ne kadar inkâr etmek istese de, Rüzgar haklıydı. Peşindekiler yakında tekrar onu bulacaktı. Ama Rüzgar da güvenilir biri gibi görünmüyordu.
“Ben sana güvenemem,” dedi Asya dürüstçe.
Rüzgar hafifçe güldü. “Güvenmek zorunda değilsin. Ama hayatta kalmak istiyorsan, beni dinleyeceksin.”
Asya, içinde yükselen korkuyu bastırmaya çalıştı. Gerçekten hayatta kalmak istiyordu ama bunun için bu adamın kurallarına göre mi yaşaması gerekiyordu?
Rüzgar, arabayı büyük bir malikanenin önünde durdurdu. Siyah demir kapılar, devasa bir bahçeye açılıyordu. Malikanenin loş ışıkları, gecenin karanlığında parlıyordu.
Asya, gözlerini büyüterek baktı. “Burası senin mi?”
Rüzgar kapıyı açıp dışarı çıkarken hafifçe gülümsedi. “Benim.”
Asya bir an tereddüt etti ama sonra yavaşça arabadan indi.
Kapı açıldığında, geniş mermer koridorlar ve büyük bir salonla karşılaştı. İçerisi sıcak ve rahattı ama hâlâ bir tuzağa çekiliyormuş gibi hissediyordu.
Rüzgar, ona döndü. “Şimdi biraz dinlen. Ama unutma…”
Asya, gözlerini ona dikti.
Rüzgar ona doğru bir adım attı ve alçak sesle fısıldadı:
“Bundan sonra benim dünyamdasın.”
Asya, içini kaplayan korkuya rağmen gözlerini kaçırmadı. O an, bu adamın hayatına girdiği için geri dönüşü olmadığını anladı.
Ve bu, onun için sadece bir başlangıçtı.