1.BÖLÜM: “BEKLENMEYEN”
İşlek bir caddenin ortasında durup etrafına bakındı, genç kız.
Kaldırımda oturan yaşlı dilenci, kendine acındırmak için her türlü dili döküyordu yanından kahkaha atarak gülen insanlara. Kucağında da bir bebek vardı, sessizce etrafına bakınıyordu her şeyden habersiz.
Kenara park edilmiş lüks bir arabaya kaydı daha sonra gözleri.
Arabanın kapısına kalçasını yaslamış ve karşısında ki adamla tartışan kadının yollu olduğu her halinden belli oluyordu. 'Onu bu duruma kim sürükledi?' diye düşündü, genç kız. Kimsenin keyfi için bu tür işleri yaptığını düşünmüyordu. Bunun bir nedeni olmalıydı.
Yavaşça gözlerini ondan çekip, yaya geçidinde havalı bir şekilde yürüyen çocuğa çevirdi. Elinde pahalı bir telefon ve diğer elinde de bir araba anahtarı vardı. Giysileri yeni görünüyordu. Hareketleri oldukça ukalaca olmak olmasına rağmen yüzünde ki bunalmış ifadeyle telefon ekranına bakıyordu. Telefonda gördüğü şeyin canını epey sıktığı belli oluyordu.
"Çık lan yolun ortasından, manyak!"
Sesin geldiği tarafa döndü bu sefer. İşlek bir caddenin ortasında durduğu için bir kaç araba sıraya girmişti onun yüzünden.
Ona bağıran adama gülümseyerek kaldırıma çıktı ve adamın şaşkın bakışları altında evine doğru ilerlemeye başladı.
"Bıktım senden! Yine içkileri alıp parasını vermiyorsun!"
Mahallesine girdiğinde, evinin hemen karşısında olan bakkaldan bu sesler gelmişti.
"Toprak, anneni alsan iyi olacak, yavrum." dedi, camdan sarkan kadın genç kıza.
Kız, hızlı adımlarla bakkala ilerleyip yine sarhoşluktan ayakta duramayan annesini kolları arasına aldı.
"Kusura bakma, Osman amca. Annemi eve götürüp ödemeyi yapacağım sana." dedi çekinerek.
Mahalle şikayetçiydi annesinden. Sarhoş oluyor ve tüm mahalleyi rahatsız ediyordu. Ama anneydi işte, seviyordu onu.
"Deli senin bu anan, yatır bir tımarhaneye. Bak, sana da yazık oluyor."
Annesi hakkında böyle konuşmalarından hoşlanmada da bir şey söyleyemiyordu, kız. Haklıydılar. Ama, O annesini hastaneye yatırsa bile kimse kendi gibi bakamazdı ki ona. Kimseye bırakamazdı annesini.
"İyi akşamlar, Osman amca." dedi gülümsemeye çalışarak.
Annesinin koluna girip küçük adımlarla kirada oturdukları eski eve doğru ilerlemeye başladı.
"Sadece, içki istedim. Ama vermedi. Neden bana içki vermiyor O, pezeveng?" diye mızmızlandı annesi.
"Şşh, küfür etme. Ben sana sonra alacağım, tamam mı?" derken gülümsedi kız annesine.
"Canım kızım, al lütfen." dedi annesi, yarım yamalak. Sarhoş olduğu için söylediği şeyler pek anlaşılır olmuyordu.
Eve girdiklerinde annesinin üzerinde ki hırkayı çıkartarak yatağa yatmasına yardımcı oldu.
"Aç mısın, güzel annem?" dedi, üzerini örterken.
"Aç değilim, birazcık hatta çok azıcık içki istiyorum o kadar.." derken, gözleri yavaş yavaş kapanmış ve uykuya dalmıştı.
Genç kız, annesine bakıp kendi odasına doğru yürüdü. Eski, duvarları yıkık dökük bir evdi burası. Küçük dolabının içinden çıkardıklarını hızla üzerine geçirdi.
On sekiz yaşında, lise son öğrencisiydi. Liseyi bitirdikten sonra okumayı düşünmüyordu, çalışıp annesine daha iyi bakmaktı tek düşüncesi.
Cuzdanında duran parayı alıp evin anahtarıyla beraber hırkasının cebine koydu ve ayakkabılarını giyerek evden çıktı.
Annesinin bakkala yaptığı borcu ödemeliydi ilk önce.
Bakkala girip, çekirdek yiyerek televizyon izleyen adama yaklaştı.
Aralarında mesafe bırakarak durdu olduğu yerde ve boş bakışlarını bakkalcı adama dikti.
Herkes onun fazla boş baktığını söylerdi. Ağlarken şaka yapabilir ve gülerken üzüntülü olabiliyordu. Tuhaf biriydi.
"Neden öyle bakıyorsun kız? Saçımda oluşan beyazları sen de mi fark ettin yoksa?" dedi, bakkal boş bakışlarını karşılık. Saçların tamamı beyazlamıştı zaten, bu adam aynaya bakmıyor muydu?
"Ayağının yanında fare var." derken, yüzünde mimik yoktu kızın. İnsanlar bazen konuşurken dudaklarının kıpırdayıp kıpırdamadığını merak ediyordu.
"Hani, hani lan?" derken yerinde zıplamıştı bakkal. Farelerden korkuyordu.
"Şakaydı." dedi yine mimiksiz.
Bakkal sinirle baksa da bir şey söylememişti. Herkes onun bu tuhaf hallerine alışkındı. Şaka yaparken gülmez miydi insan? O gülmüyordu.
"Annemin borcu ne kadar?"
"Kırk beş, sen kırk bırak." dedi, bakkalcı çekirdek yemesine devam ederek.
Kız, bakkaldan çıktıktan sonra ellerini cebine soktu ve yürümeye başladı karanlık sokakta.
Annesinin bu hale gelmesinin tek sebebi babasıydı.
Üç yıl öncesine kadar her şey çok güzel giderken, babası birden boşanma davası açmış ve boşandıktan sonra da kayıplara karışmıştı. Annesi hiç boşanmak istememişti, babası da böyle gidince içkiye sarmıştı iyice.
Sabah yedi de okula gidiyor ve okul çıkışında işe gidiyordu. Yoruluyor ve zorlanıyordu ama başka çaresi de yoktu. En yakın arladaşının babasına ait olan bir kafede çalışıyordu.
Soğuk yüzüne vurdukça bedeni titriyordu, hırkasına daha da sarılıp yanaklarını şişirdi.
"Tut şunu!"
Aniden eline tutuşturulan siyah çantaya baktı şaşkınlıkla. Sonra da koşarak arka mahalleye kaçan iki çocuğa.
Daha çantayı elinden bırakamadan iki adam dikildi karşısına.
"Kaçmaya kalkışırsan delik deşik ederim seni." diyen adam silah tutuyordu ona.
Toprak, şaşkınlıkla ağzı aralanırken silahın televizyonda göründüğüden daha da korkutıcu olduğunu düşündü. Film falan mı çekiyorlardı şu an?
"Benden ne istiyorsunuz?" dedi, şaşkınlıktan dolayı zar zor nefes alırken.
"Bize ait olan şeyi çaldığın gibi geri vermeni," dedi, korkunç yüzlü ve büyük cüsseli olan adam. İki kişilerdi.
'Çalmak mı?' diye düşündü, genç kız.
Yoksa, az önce ki iki çocuk bu çantayı çalmışlar mıydı?
"Bundan mı bahsediyorsunuz?" dedi, şaşkınca çantayı gösterirken.
Koruma tipli adamlardan bir tanesi telefonla konuşmaya başlamıştı.
"Evet. O ve içindekiler." dedi, ona silah tutmaya devam eden adam.
"Amca, bunu ben almadım ki. Az önce iki adam elime tutşturup şu arka mahalleye kaçtı." dedi, parmağı ile kaçtıkları sokağı işaret ederek.
"Boyun küçük ama ne güzel yalan söylüyorsun." diyerek dalga geçti karşısında ki adam onunla.
"O çantayı hemen bize ver."
Kız için bu sorun değildi. Sadece başının belaya girmesinden korkuyordu. Ona bir şey olursa annesine kim bakardı?
Çantayı yavaşça adama uzatıp tekrar bir iki adım geriledi.
Bir adam ona silah tutmaya devam ederken, diğer adam dikkatle çantanın içindekilere bakıyordu.
"Yüklü miktarda para eksik lan burda!" dedi sinirle.
Ürkmüştü, Toprak. Bu hırsızlık işi onun üzerine kalırsa ne yapacaktı? Daha doğrusu, ona ne yapacaklardı?
"Bak, yaşın henüz çok küçük. Sana bir fırsat veriyoruz, aldığın parayı geri ver ve bu konuyu burada kapatalım." dedi, karşısında ki adam.
Duyduğu kelimeler yüzüne tokat gibi inerken sadece beş dakika da basıl bir işin ortasına düştüğünü anlayıp dehşete düştü. Ona inanmıyorlardı, ne yapacaktı şimdi?
"Bende değil, yemin ederim çantayı ben almadım. Evime gitmeme izin verin lütfen." dedi, havanın soğuk olmasına rağmen terler dökerek.
Sokakta gördüğü dilenci gibi merhamet bekliyordu şuan, bu iki adamdan. Ya da, o yollu kadın gibi çeresizdi ve telefona huysuzca bakan çocuk kadar mutsuzdu bu dakikalarda.
Bir kez daha fark etti ki, insanlar birbirlerine ne kadar benziyorlardı.
"Peki, ben onları senden almasını bilirim." derlen kıza doğru yaklaşmıştı iri cüsseli adam.
Toprak, geriye doğru bir kaç adım atarken, masumiyetini nasıl açığa çıkaracağını bilemiyordu.
"Ben almadım. Lütfen, inanın bana. Ben almadım.." derken, sokağın sonu doğru geri geri adım atıyordu yavaşça.
Şuanlıl tek çözüm, tabanları yağlayıp kaçmaktı. Tıpkı çantayı çalan iki çocuğun yaptığı gibi.
Toprak, hızlı bir hareketle arkasına dönüp, koşa bildiği kadar seri koşmaya başladı.
"Siktir, kaçıyor lan!" diye bağırışmaları duymuştu arkasından. Ve hemen sonra peşine düşen adamların ayak sesleri ilişmişti kulaklarına.
Kaçmak ve kurtulmak zorundaydı. Yoksa suçun ona kalacağı kesin ortadaydı.Hırsızlık onun üzerine kalırsa hapishaneye atar mıydı onu?
Gecenin yakıcı rüzgarı yüzüne vurdukça ciğerinin nefessizlikten yandığını hissedip arka sokaklardan birine girdi ve duvarın arkasına yaslanıp soluklandı.
Ses yoktu.
Gitmişler miydi?
Onlardan kurtulmuş muydu yani?
Toprak, henüz kurtulduğuna sevinemeden, ağzına kapatılan bez ile neye uğradığını şaşırıp, bir anlık şoktan sonra çırpınmaya ve çığlık atmaya başladı.
"Kaçarak suçlu olduğunu kanıtladın küçük hanım."
***
"Nereye sakladın? Söyle de seni bırakalım."
Genç kız, uyandığında kendini boş bir odada, sandalyeye oturtulmuş ve sıkıca bağlanmış şekilde buldu. Ne söylerse söylesin, ona inanmamakta ısrar ediyorlardı. Karşısındaki iri cüsseli iki adam kesinlikle laf anlamaz insanlardı. Sadece kendi bildikleri şeyi tekrar ediyorlardı.
"Ben almadım.." dedi korkuyla. Şu ana kadar ona zarar vermemişlerdi ama bu hiç vermeyecekleri anlamına da gelmiyordu. Onları ikna edip buradan bir an önce kurtulması gerekiyordu.
"Lütfen beni bırakın gideyim, benim bir suçum yok. Eğer biliyor olsaydım şimdiye kadar söylemiş olurdum."
"Şu işin ciddiliğine var artık! Aynı şeyleri söylemeyi bırakta doğruyu söyle!aldığın para az bir miktar da değil üstelik!" diyerek bağırdı adamlardan biri korkutucu sesiyle.
"Ben çalmadım diyorum, neden inanmıyorsunuz?" diyerek cevapladı, gözyaşları yanaklarına dökülürken. Bu bir film değildi ve her an öldürülebilirdi.
"Bak, güzel kızsın. Yazık olur sana. O para fazlasıyla önemliydi. Hemen geri teslim etmezsen, ben öldürmesem bile sahibinin seni yaşatacağını sanmıyorum. Anladın mı?" dedi, kızın çenesini sıkarken.
Genç kızın verdiği tek tepki hıçkırmaya başlamak olmuştu.
Ölmek istemiyordu. Annesini bu hayatta yalnız bırakmak istemiyordu. Ne yapardı yalnız başına? Nasıl bakardı kendine?
Sonunu hiç böyle düşünmemişti oysa ki.
"Bir çantayı koruyamadınız mı?"
Duyulan bu cehennem soğukluğu barındıran ses ile odada bir sessizlik oluşmuştu. Ona acımasızca bağırıp çağıran adamın bile yüzünde bir korku oluşurken, hemen kenara çekilip üzerini düzeltmişti.
"Özür dilerim, telafi edeceğim." dedi, dışarıdan bir ses.
Toprak'ın gözleri yavaşça kapanırken, başını omzumun üzerine bıraktı. Hıçkırıkları iç çekişlerine dönmüştü, ama öleceğini düşündükçe göz yaşlarına bir yenisi daha ekleniyordu.
Kız, bir iki adım sesi ve kapı kapanış sesi duydu, ne olduğuna bile bakacak güç bulamıyordu kendisinde. Beyni dönüyordu sanki, korku onu hep bu hale getirirdi. Gözlerini aralayabilecek enerjiyi barındıramıyordu kendinde.
Bir sandalye sesi duydu. Sandalye sesini duymadan önce ise, güzel bir koku yayılmıştı bulunduğu yere.
"Uyan."
Duyduğu ses sakin, ama sakin olsa da ürkütücü bir taraf barındıran kadifemsi bir tondu.
Gözlerini açmayı denedi bir kaç kez. Yapamadı, göz kapakları bile sızlıyordu.
"Gözlerini aç, küçük kız."dedi aynı ses.
Bu ne tuhaf bir sakinlikti böyle? Bağırsa daha az etkili olurdu sanki.
Kız da istiyordu gözlerini açmayı ama yapamıyordu. Daha doğrusu cesaret edemiyordu karşısında duran kişiye bakmaya.
Yüzüne dökülen az miktarda soğuk su ile hızla araladı gözlerini.
Önce büyükçe açılan gözleri, daha sonra yavaşça kısılmıştı. Islanan bir kaç saç teli, yüzüne yapışmışlardı.
Kafasını omzunun üzerinden kaldırmayarak yavaşça gözleriyle etrafı taradı, başı dönüyordu.
Karşısında oturup, öne doğru eğilmiş ve kollarını dizlerine bırakmış bir adam gördü.
Takım elbiseden tek eksiği, üzerinde ceketi olmamasıydı. Ciddi bir yüz ifadesi vardı ve güçlü bir iş adamına benziyordu.
"Para çocukların oynayabileceği bir oyuncak değildir, biliyorsun değil mi?"
Toprak bu insanlara nasıl tepki vereceğini şaşırıyordu. Biri geliyor ve bağırıyordu, biri geliyor soru soruyordu. 'Sırada ne var?' diye merak ediyordu doğrusu.
"Bana cevap vermeyi denemelisin."
Bu adamın sakinliğinden korkuyordu, kız. Keşke bu kadar sakin davranmasaydı.
"E-evet." dedi, 'ağladım, ağlıyorum' der gibi çıkan sesiyle.
"Bu yüzden, onu bana geri ver." derken, sakinliğinden biraz ödün vermiş gibiydi.
Yine mi para istiyorlardı ondan? Daha ne kadar dil dökmeliydi ona inanmaları için?
Toprak, yavaşça kafasını dikleştirirken sulu gözleriyle karşısında ki adama baktı.
"Çantayı elime tutuşturup kaçtılar. Ben almadım, benim bir suçum yok.."
Bu adam da inanmayıp bağırıp çağıracaksa çok işleri vardı.
Adam kafasını arkaya atarken, kollarını birbirine bağlamış ve koyu mavi gözlerini kapatmıştı.
"Biliyor musun, küçük kız?" dedi. "Yorgunum, söyle ve git hadi." Bunu söylerken gözlerini aralamış ve öylece Toprak'a bakmıştı. Toprak içinde bulunduğu durumdan bir an önce kurtulmak isterken, bir yandan da bu simaya bir aşinalığı olup olmadığını düşünüyordu. Bu adam kimdi? Zihnini toparladı ve bu soruyu es geçti. Onun kim olduğunu bilmiyordu ama tehlikeli biri olduğunu görebiliyordu ve hemen buradan bir şekilde gitmeliydi.
"Gitmek istiyorum, ama daha ne kadar söylemeliyim? Ben almadım. O kadar parayı ne yapacağım ki ben? Annem uyanırsa beni çok merak eder. İzin verin gideyim..."
Bunu söylemekten bıkmıştı, Toprak. Sadece evine gitmek ve soğuk bir ev olsa da, sıcak yatağında uyumak istiyordu. Yaşadığı şeyler bir rüya olabilir miydi? Öyle olmasını tercih ediyordu.
"Elimde kalmadan önce, versen çok iyi edersin." derken, oturduğu yerden kalkıp kıza doğru yaklaşmıştı adam. Ama karşısına dikildiğinde sinirli bakmak yerine farklı bir şekilde bakıyordu. Toprak çözemiyordu bu bakışları.
"Ben almadım." dedi, defalarca söylediği şeyi tekrar ederek.
"Sende onları alabilecek cesareti göremedim zaten." diyerek mırıldanan adam, daha sonra kıza doğru biraz daha fazla ilerlemeye başlamıştı. Adam için konu para değildi, bu sadece küçük bir oyundan ibaretti. Her şey zamanla anlaşılacaktı ve adamın acelesi yoktu.
Adam,kızın ellerinde ki ipi çözerken konuştu;
"Evine git." Dedi adam kenara geçerken. Nasıl olsa bundan sonra sık sık görüşeceklerdi.
Serbest kalan Toprak, son kez adamın yüzüne baktı ve ayaklanıp bir adım attı.
Başı fena halde dönüyordu.
Arkasında bıraktığı adamın mavi gözlerini sırtında hissediyordu. Zorlanarakta olsa, bulunduğu yerden dışarı çıktı.
Etraf tanıdıktı.
Burası, onun evinin hemen arkasında ki boş eski fabrikaydı. Hızla eve koşup anahtarla kapıyı açtı ve mahalleye son kez göz gezdirdi.
Eskisi gibi güvenli değildi artık bu mahalle.
En azından onun için.