bc

TUTKU DOLU KALPLER

book_age16+
71
TAKİP ET
1K
OKU
possessive
HE
powerful
warrior
sweet
bold
medieval
musclebear
twink
passionate
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

İskoçya'nın küçük bir köyünde büyüyen Galler prensesi güzeller güzeli Helen'nin hikayesini okumaya hazır mısınız?

Prenses olması gereken topraklardan daha kundakta bebekken sürülmüştü Helen ve onun kaderi İskoçya'nın bu çetin topraklarında hayat bulmaktı.

Kral James'in ve Kraliçe Clare'nin güzeller güzeli kızı Helen'nin gelişi bütün Galler halkını etkisi altına alan mutluluk dolu günleri beraberinde getirmişti. Kraliçeleri öylesine güzel bir kadındı ki, herkes onun hakkında aynı şeyi düşünürdü.

Kalbinin güzelliği yüzüne yansımış derlerdi, soylu bir aileden gelmeyen bu yeni kraliçe birçok eğitim almış, genç leydiden daha görgülü ve daha bilgiliydi.

Herkesi büyüleyen güzelliğinin yanı sıra yardımseverliğiyle de herkesin gönlünde taht kurmuştu.

Bütün halk onun dünyaya getirdiği güzeller güzeli küçük Heleni görmek için can atığı günlerde, düşman bir engerek yılanı gibi sinsice, zehrini saçacağı o günü küçük kulübesinde bekliyordu.

Güzel ve mutlu günler pek yakında kötü, soğuk ve zor geçen günlere dönüşecekti.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1.Bölüm
James karısının doğum yaptığı odanın kapısının önünde sabırsızlıkla bir o tarafa bir bu tarafa yürüyordu. "Sakin olun Kralım" dedi yaşlı rahip. Biricik karısının acı dolu çığlıkları sanki bütün kalede yankılanıyordu, James başını ellerinin arasına aldı ve korkuyla duvar dibine çöktü. "Bir şeyler yap o çok acı çekiyor " dedi. Gözyaşları artık akmaya başlamak üzereydiler. Kral oluşu umurunda değildi o bir adamdı hem de karısına çok aşık bir adamdı, James, karısının en ufacık gözyaşına kıyamazken, şimdi eli kolu bağlı bir şekilde tek yapabildiği güzeller güzeli karısının acı dolu çığlıklarını duymaktı. Elinden bir şey gelmemesi onu daha da çaresiz bir hale getiriyordu, Çığlıklar biranda kesilince James korkuyla karışık endişeyle ayağa kalktı. "İçeri de noluyor" Genç kral artık kendini dizginleyemiyordu, deli gibi çarpan kalbinin uğultusu sanki etraftaki bütün sesleri bastırmıştı. Artık sabrının son demlerinin yaşadığını hissetiği o anda kapı açıldı. James, kapının girişinde duran kadına baktı. "Kralım gelin lütfen" dedi ve kapıdan onun geçmesi için geri çekildi. James sabırsız bir şekilde odaya adım attı. Kocaman yatakta küçücük kalan karısının yanına gitti. Dalgalı kızıl renkli saçları beyaz yastığın her yerine dağılmıştı. Terden dolayı anlına yapışmış olan saçlarını geriye doğru iktirdi. Oldukça bitkin ve yorgun gözüken güzel karısının anlına dayadı dudaklarını. "Kraliçemiz çok iyi efendim, sadece yorgun düştü ve uyuyor" dedi James için en önemli olan şey biricik karısının sağlıydı bu yüzden Galler'in bütün sağlıktan anlayan kadınlarını Clarie'ye bakması için buraya toplamıştı. "Sizi küçük kızınızla tanıştırmak isteriz" James kedi gibi seslerin neyin çıkardığını merak etmişti fakat karısını bu halde görünce her şey silinmişti. Şimdi merakla arkasını döndü, kucağında beyaz yün battaniyeye sarılı bebekle onun yanına geldi yaşlı kadın. James derin bir nefes alıp karısının yanından kalktı ve ona yaklaşan kadının kucağındaki bebeğe hayranlıkla baktı. "Ama bu çok küçük bu nasıl büyüyecek" Odada biranda neşeli kıkırtılar yükseldi. Bebek nerdeyse James'in eli kadardı "Ben ben onu taşıyamam düşürürüm" Kadın ısrarla ona doğru uzatınca James zorla da olsa kucağına aldı bebeği ve o anda büyülenmişçesine ufaklığa baktı. Bembeyaz teni ve kafasında birkaç tutam kırmızı tüyün olduğu harika, hayran olunası bir şeydi bu küçük hanım. Bebek öylesine narin ve öylesine küçüktü ki James onun üzerine nefes vermekten bile korkuyordu. Tam o anda mucizevi bir şey oldu bebek o küçücük gözlerini araladı. "Aman Tanrım" Genç kral nefesini tutmuş kucağındaki narin varlığa bakıyordu. Bebeğin gözleri tıpkı Clarienin ki gibi zümrüt yeşiliydi. Bebeğin mis gibi kokusu içine çekmek için onu yavaşça kendine doğru kaldırdı. "Ah küçüğüm sen annene ne kadar çok benziyorsun" İçinde filizlenen o duygunun güzelliği James'i tarifi imkansız bir şekilde huzura kavuşturmuştu. O bir babaydı artık, bu bir krallığı yönetmekten daha zor ve daha yorucu gelmişti o an gözüne. Sorumluluklarını seve seve yerine getireceği o anların hayali gözünün önünden geçtiğinde mutlulukla gülümsedi. "Güzel kızım benim" James bebeğine öylesine dalmıştı ki karısının o kadife gibi yumuşacık sesini geç duydu. Biricik karısı gözlerini yarı aralamış onun adını sayıklıyordu. "Aşkım buradayım" Genç kraliçe yorgun ama mutlulukla gözlerini açtı. James kucağında kızıyla beraber karısının yanına gitti. Clarie'yi gördüğü anda büyülendiği gibi küçük kızını gördüğü zaman da aynı şekilde etkilenmişti. Karısının yanına uzandılar kızıyla beraber, küçük bebeğini ikisine de bakacak şekilde çevirdi. Bebek bir anda sesli bir şekilde ağlamaya başlayınca James şaşkınlıkla küçük kızına baktı. "Prensesimizin karnı açıkmış olmalı" dedi yanlarına gelmiş olan kadın, yavaşça biraz doğrulmasına yardım etti karısına James, küçük kızını karısının kucağına verdi, bebek sanki annesinin kokusunu almış gibi ağlamayı kesti. Küçücük ağzını bir şeyler arıyormuş gibi açışının tatlılığı karşısında gülümsedi James. Clarie beyaz geceliğinin omzunu tutan ipliğini açtı. Genç kadının Beyaz teni ve diri göğsü ortaya çıktığı anda yutkundu James. Clarie'nin her hali ayrı güzeldi ama ona annelik ayrı bir yakışmıştı. Minik kızı annesinin göğsüne yapışmış son derece sevimli sesler çıkartarak emiyordu. Karısının kulağına doğru yaklaştı ve "İkimizde senin tadına bayılıyoruz" dedi. Clarie'nin pembe olan yanakları daha da pembeleşti ve o dolgun kırmızı dudağını dişlerinin arasına aldı. Clarie için deliriyordu, güzel karısıyla her sevişmelerinde sanki ilk defa beraber oluyormuşçasına zevkle kendini kaybediyordu. O dakikaları hatırlamak pek iyi gelmemişti, çünkü erkekliği sanki o anların sıcaklığını hissetmiş gibi sertleşmişti. Gözünün önünden o görüntüleri şimdilik silmek için başını iki yana salladı ve karşısındaki güzel ikiliye yoğunlaştı. Bu harika manzarayı ömrü boyunca bir dakika bile sıkılmadan izleyebilirdi. Küçük kızı doymuş olmalıydı ki annesinin göğsünü emmeyi bırakıp merakla etrafa bakınmaya başladı. Clarie onu yanına davet etti. James karısının canını yakmaktan korkar bir hale yavaşça ona ve kızına doğru yaklaştı. "Canın yanıyor mu hala aşkım" dedi bir yandan karısının güzel yüzünü okşarken, Clarie adamın eline bastırdı yüzünü. "Onu görene kadardı bütün acı "dedi. Genç kralın göz yaşları kimseyi umursamaz bir şekilde aktı, mutluluk göz yaşlarını silen karısı da ağlıyordu. "O bizim güneşimiz, aşkımızın güneşi" "O bizim Helenimiz" /// Clarie minik kızı Helen'nin yanından bir dakika olsun ayrılmak istemiyordu fakat misafirleri gelecekti. O yüzden hazırlanması gerekiyordu. Tam o sırada kapı çalındı. "Leydim" dedi içeriye giren yardımcısı Fiona, Clarie yavaşça bebeğini beşiğine geri bıraktı ve başına küçük bir öpücük kondurdu. "Kralım sizin hazır olup olmadığınızı kontrol etmemi istedi." Clarie kadına doğru döndü "Bütün gece ondan ayrı kalmak çok zor olacak" dedi küçük kızına bakarak. Hizmetlisi onun yanına iyice yaklaştı ve elini tuttu. "Ah kraliçem siz bu ücra ve soğuk kaleye geldiğiniz andan itibaren burayı huzurlu bir çiçek bahçesine çevirdiniz küçük prensesimiz öyle şanslı ki, sizin gibi mükemmel bir annesi, lordumuz gibide adaletli ve güçlü bir babası var" Clarie hayranlıkla ona bakan kadının, söyledikleri karşısında yanakları kızardı. " Bu genç yaşınızda yaptığınız onca iyiliklerin karşılığını nasıl öderiz hiç bilmiyoruz, siz benim kardeşimi iyileştirip onu sağ salim bir şekilde Kuzey İrlanda'ya gitmesini sağladınız. Bu gece ve bana ihtiyacınız olduğu her an biricik prensesimize gözüm gibi bakacağımdan emin olun." Clarie'nin karşısındaki kadına güveni tamdı, bütün kardeşlerini o büyütmüştü ve Clarieden daha deneyimli ve bilgili bir kadındı hem de, bu yüzden gönlü fazlasıyla rahatı. "Teşekkür ederim Fiona" dedi Clarie ve onun için hazırlanan sıcak su dolu suya girmek için paravanın arkasına geçti. /// Büyük salondaki kalabalık dakikalar geçtikçe çoğalıyordu, James'in gözü sürekli kapıdaydı. Biricik karısı muhtemelen kızının yanından ayrılma zorluğu yaşıyordu o yüzden de geç kalmıştı. Aslında Clarie çok haklıydı, küçük Helen'nin yanına gittiği anda Jameste bütün dünyayı unutuyor o kızıl saçlı zümrüt yeşili gözlü biricik kızının tatlı kahkahalarını duymak onda bağımlılık yapmıştı. Genç kral dikkatini karşısında konuşan Fransız dükü Henry'e vermeye çalışıyordu. Fakat bir anda gürültücü kalabalık sessizliğe boğulunca James merakla o tarafa doğru döndü. Giriş kapısı açılmış, güzeller güzeli karısı merdivenlerden aşağı iniyordu. Giydiği mavi renkli elbisesiyle büyüleyici şekilde harika gözüken karısını, oda tıpkı diğer insanlar gibi nefesini tutmuş izliyordu. Hemen kendini toparladı ve kalabalığı hızla geçip Clarie doğru gitti. Yolda giderken karısı hakkında duyduğu güzel sözler kıskançlık damarını fazlasıyla zorlasa da kendini dizginlemeyi bildi. Clarie merdivenlerden inmiş harika gülümsemesi ile insanlara bakıyordu. James karısının yanına iyice yaklaştı ve kolunu onun ince beline sardı. Clarie'nin kulağına doğru eğilip" Leydim bu gece fazlasıyla göz alıcısınız" dedi çapkın bir şekilde göz kırpıp. Genç kadının tatlı kahkahası sessiz salonda yankılandı. Etraftaki insanlar aynı anda tekrardan konuşmaya dönünce James rahat bir nefes aldı. Biricik karısının üzerinde dolaşan ilgili ve hayranlık dolu gözler onu fazlasıyla rahatsız ediyordu. "O gözlerinizde gördüğüm kıskançlık, dumanı tüten bakışlarınızla insanları korkutacaksınız Kralım" dedi Clarie oldukça nazlı bir edayla, James karısını kucağına alıp yatak odalarına çıkmamak için kendini zor tutuyordu. "Ah bu gece bizim ateşimizden dolayı o duman kaleden çıkabilir" dedi ve karısının koluna girmesini sağlayıp insanlarla sohbet etmeye başladı. Birçok Galler lordları, İngiliz dükleri ve İskoç klan sahipleriyle bol bol sohbet etti. Hepsi ona ne kadar şanslı bir adam olduğunu söyleyip durdu. Clarie'nin her ortamda fazlaca dikkat çekmesi gayet normaldi. Kızıl renkli uzun dalgalı saçları, yemyeşil gözleriyle adeta yeryüzüne gönderilmiş bir melek gibiydi, kimse ona benzemiyordu. Herkes onun Galler de İngiltere de ve İskoçya da dahi tek bir eşi benzeri olmadığını konuşuyordu. İyi yüreği, sıcacık içten gülümsemesiyle herkesin hayalini süsleyen bir kadındı Clarie, fakat o sadece Jamesindi. Onun kadınıydı. Yaşadığı haklı gururla genç kadını kollarının arasına iyice çekti. Tam karısıyla birazcık ta olsa yalnız kaldığını düşünürken en görmek istemediği o yüzle karşılaştı. Lord Mark onlara doğru yüzünde son derece sinsi bir gülüşle yanlarına geldi. Hayranlık dolu bakışlarını Clarie'nin bütün vücudunda dolaştırması Jamesi oldukça rahatsız etti ve karısını arkasına doğru çekti. "Harika bir gece oluyor" dedi Mark elindeki içkiyi kaldırıp, James hoşnutsuz bir şekilde başını salladı. "Kadehimi siz ikinize ve yeni prensesimiz Helen için kaldırıyorum" dedi yüksek bir sesle bütün kalabalığın duyabileceği şekilde." Çok yaşayın Jones ailesi, Çok yaşayın Kralım" dedi. Kalabalıktan büyük bir alkış koptu. Mark iyice James'e doğru yaklaştı ve "Erkek kardeşiniz Jordan nasıllar" dedi, James adamın hainlik akan o gözlerine bir dakika daha bakmaya tahammül edemeyecekti. "Onun nasıl olduğunu sen daha iyi bilirsin" dedi öfkeyle James, Mark sahte bir kahkaha attı. "Yani onun hakkını yediğini kabul ediyorsun" dedi. James kanında dolaşan öfkenin kurbanı olmamak için derin nefes aldı. "Ben kimsenin hakkını yemedim" dedi artık dişlerini sıkmaktan başı ağrımaya başlamıştı. Bu karşısındaki sinsi haini buradan yaka paça atmaya çok yaklaşmıştı. "Ah öyle mi bunu pek yakında onun gözlerinin içine bakarak söylersin" James iyice karşısındaki adama yaklaştı ve son derece öfkeyle" Hemen buradan defolup gitmezsen senin etrafa bakacak gözlerin olmayacak" dedi. Adamın yutkunuşu ve gözlerindeki korku James'in biraz da olsa keyfini yerine getirdi. Mark tam arkasını dönüp gidiyordu ki öfkeyle bakışlarını Clarie'ye dikti. "Yanlış kardeşi şeçtiğinizi pek yakında anlayacaksınız leydim" James adamın yakasına yapışmak için ona doğru adım atmıştı ki Clarie onun önüne geçti." Hayatım kendini bilmez biri o biliyorsun, canını sıkmaya değmez" James etraftaki birkaç insanın merakla onlara doğru baktığını görünce derin bir nefes aldı ve sakinleşmeye çalıştı. "Fazla olmaya başladı, o gereksiz başının boyunun üzerinde durmasını daha fazla istemiyor sanırım" dedi Clarie kocasını sakinleştirmek için en kısa yolu seçti biricik kızlarının nasıl baba deyişini anlatığı anda James'in gevşediğini ve rahatladığını gördü. Gecenin devamı beklediğinden daha iyi geçmişti. /// Clarie perdeyi açtı ve kalenin bahçesinde eğitim yapan askerleri izledi. Bu sıralar eğitimleri sıklaşmıştı. Kocası neredeyse bir haftadır sürekli askerlerleydi. Bir problem olduğunu hissediyordu Clarie, krallığın bir tehdit altında olduğunu işitmişti iki askerin konuşmasından. Fakat birkaç kez Jamese sormaya kalktıysa da bir problemin olmadığı cevabını almıştı ondan. İçini kaplayan derin huzursuzluk ve sıkıntı göğsünü sıkıştırıyordu. Jamesin geceler boyu eğitimleri, hiç normal değildi. Sıkıntılı ruh haline iyi gelebilecek tek varlık mızmızlanmaya başladığı anda Clarie, ona doğru gitti. Küçük kızı kollarını ona doğru uzatmış onu alması için gülücükler saçıyordu. Herkesin dediği gibi gerçekten de gün geçtikçe ona benziyordu Helen. Neredeyse dokuz aylık olan kızı tıpkı onun gibi kızıl renkli saçlara ve yeşil renkli gözlere sahipti. Küçük Heleni kucağına aldı ve yatağına doğru gidip oturdu. Helenin neşe dolu çığlıkları ona bütün stresini unutturmuştu. Yavaş yavaş söylediği anne, baba kelimeleriyle hem Clarieyi hem de Jamesi büyülüyordu ufaklık. Elbisesinin önünü açtı ve küçük kızını emzirmeye başladı. Helenin omzunda gül şekline benzeyen sadece Galler krallık soyunu taşıyanlarda görülen o leke vardı. Tıpkı Jamesin kolunda olduğu gibi, bu doğum lekesi herkes tarafından bilinen Galler kraliyet soyunu temsil ediyordu. Küçük kızının karnını doyurduktan sonra onu yatağa bıraktı. Yavaş yavaş emeklemeye çalışan Heleni mutlu gözlerle izledi. Onun büyümesini izlemek öylesine güzel bir duyguydu ki anlatmaya kelimeler yetmiyordu. Serpilip büyüdüğünde çok güzel bir kız olacağı çok belliydi. Kızını tekrardan kollarının arasına almıştı ki. Hızla açılan kapının sert bir şekilde duvara vurmasıyla korkuyla sıçradı Clarie. Üstü başı kan içinde olan Fiona. "Hemen kaçmanız gerekiyor Kraliçem" dedi. /// James mahşer yeri gibi olan savaş alanına baktı. Kılıçların birbirlerine vurma sesleri, okların can yakıcı sıcaklığı ortalığı cehennem yerine çevirmişti. Üzerine doğru gelen atlı düşman askerini kılıcının tek hamlesiyle yere serdi. Hain Mark ve erkek kardeşi Jordan'nın bir planı olduğunu biliyordu fakat böyle kalleşçe bir hainliği nasıl yapabilirler hala aklı almıyordu. Civar köyleri yakmışlardı kadınlara ve kızlara tecavüz emri vermişlerdi. O şerefsiz hain Markı bütün savaş alanında aradı ama yoktu korkak aşağılık, James hala bu oyuna nasıl düştüğünü aklı almıyordu . Karşılaştığı askerlerin çoğunda Fransız nişanı taşıyan rozetler vardı. Kahretsin bunlar Fransız dükü Henry'nin askerleriydi. Mark ve Jordan bu aşağılık Fransızla iş birliği yapmıştı. Bütün öfkesi ikiye katlandı. O adamın dostane tavırları gözünün önüne gelince. Ona ait olan bu askerlere hiç acımadı. Kaleye doğru döndü. Kalenin giriş kapısında askerlerden oluşan etten bir duvar vardı. Clarieyi buradan çıkarması için birçok askerini ve Fionayı ona göndermişti. Muhtemelen gizli geçitten çoktan geçmişlerdi bile. Ona ve küçük kızı Helene bir şey olursa ne yaşayabilirdi ne de kimseyi yaşatırdı. Savaş alanındaki ezici üstünlüklerinden dolayı düşman askerlerinin kaçtığını gördü anda rahat bir soluk aldı. /// Clarie küçük kızını göğsüne bastırmış hüngür hüngür ağlıyordu. "Kraliçem lütfen kalkın hemen geçmeniz lazım o tünelden aşağıda sizi kralımın gönderdiği askerler bekliyor." Dedi Fiona. Clarie ağlayan kızının güzel yüzünü okşadı. Bebekte onun bu halinden oldukça etkilenmişti." Onu son kez emzirmeliyim" dedi Clarie telaşla sandalyeye geri oturdu ve Heleni emzirmeye çalıştı fakat küçük kızı birkaç kez emmeye çalışsa da süt gelmediğini anlayıp daha da çok ağlamaya başladı. Clarie üzüntüyle Fionaya baktı." Sütüm kesilmiş" dedi. Artık bütün vücudu tir tir titriyordu. Hissetiği korku ve üzüntü onu hemen etkilemişti. Jamesi görebilmek için pencereden aşağı baktı. Fakat ortalık tozdan ve dumandan gözükmüyordu. Kocaman bahçenin her yeri yanıyordu. Krallığı hain bir saldırıya uğramıştı. İçinde hissetiği derin hüzünle ve öfkeyle başını soğuk duvara dayadı. Daha sonra çaresizce Fionaya döndü. "Heleni tutar mısın?" dedi Clarie ve masaya geçip yazı yazmaya başladı. Genç kraliçenin ne yaptığına anlam veremiyordu Fiona. Onun burada değil, kendini ve Heleni kurtarmak için bu kaleden çıkması gerekiyordu. Çünkü karşılarında tek bir düşman yoktu üç soysuzun askerlerine karşı savaşıyordu krallığı. Bu savaştan galip çıkacaklarına güveni tamdı ama küçük prenses helen ve Clarie düşmanın eline geçecek olursa yaşayacakları o korku dolu işkenceleri düşünmek bile Fiona'nın boğazını düğümlemişti. Ama genç kraliçe oturmuş bir şeyler yazıyordu Clarie yerinden kalktı ve bebeği tekrar kucağına alıp yatağın üzerine bıraktı. Fiona, güzeller güzeli Clarie'nin bir saate yaşadığı korku yüzünden ne kadar değiştiğine baktı. Her zaman ışıl ışıl olan teni şimdi bir ceset gibi bembeyazdı ve o yeşil gözleri artık simsiyah gözüküyordu. Bebeği kat kat giydirdi ve birçok battaniyeye sardı küçük Heleni. Fiona'nın biraz da olsa içi rahatladı çünkü artık gitmeye hazırlardı. Fakat nedenini anlamadığı bir şekilde yazdığı kağıdı ufaklığın battaniyesinin arasına sıkıştırdı. Daha sonra bebeği tekrar kucağına aldı ve Fionaya doğru döndü. " Bana demiştin ya yaptığın iyiliğin karşılığını nasıl öderim diye" genç kraliçe bir yandan göz yaşları dökerken bir yandan da konuşmaya devam etti. "Fiona, Helen sana emanet onu çok uzaklara götür bu savaştan sonra burada hiç bir şey eskisi gibi olmayacak" tekrar bebeğini göğsüne bastırdı ve dizlerinin üzerine çöktü. Ağlaması daha da şiddetlenmişti. Biricik kızının yaşaması için buradan gitmesi gerekiyordu. Fiona da onun yanına diz çöktü." Kraliçem kalkın lütfen sizin gitmeniz gerekiyor hemen buradan" artık hizmetlisi de ağlıyordu. Onun gözlerindeki korku çok daha büyüktü. Yazık kadın berbat bir haldeydi. "Biricik kızımı buradan çok uzaklara götür Fiona, ona güvenli bir yuva bul" dedi Clarie ve zorda olsa bebeği Fiona'nın kucağına verdi. "Hayır efendim, sizin çıkmanız gerekiyor hemen buradan" Clarie kararlılıkla başını iki yana salladı." Bu krallığın bana ihtiyacı var yaralı askerleri tedavi etmem lazım burayı terk edemem" dedi. Sesindeki netlik Fionayı bile ikna etmişti. Son bir kez daha karşı çıkmak istese de bir faydası olmayacağını anladı Fiona. "Bana söz ver Fiona, ona iyi bakacaksın" Kadın küçük bebeği sımsıkı bir şekilde sardı ve "Hiçbir şüpheniz olmasın canım pahasına koruyacağım onu" dedi. "O bir gün buraya geri dönecek bu krallığın prensesi olacak, bunu bilmesi için ona büyünce okuyacağı bir mektup yazdım ve omzundaki gül şeklindeki doğum lekesinden bahsettim" Fiona karşısındaki bu genç ama cesur kadına hayranlıkla baktı. Tanrı onları gerçekten ödüllendirmişti. Clarie kendi pelerinini kadına giydirdi ve başını kapüşonunu geçirdi Fiona'nın. "Aşağıdaki askerler bu kıyafet sayesinde seni ben zannedecekler güvenli bir yere gitmeden sakın kendini belli etme" dedi ve bebeğine bir kez daha sarılıp öptükten sonra onların gizli geçitten geçmesi için elbise dolabın içindeki kapıyı açtı. /// James parçalanmış bedenlere ve harap olmuş atlara baktı. Hala canla başla savaşan askerlerin arasından geçti ve o haini gördü. Lanet olsun Clarie ve Helenin gideceği gizli geçittin oraya doğru koşuyordu şerefsiz. Öfkeyle kılıcını kaldırdı James ve ona doğru koşturdu. Aşağılık hain ormanın derinlerine doğru hızla gidiyordu. James kanında hissetiği adrenalin ve güçle iyice yaklaştı Mark'a. Bir uçurumun kenarında durdular ve yüzünde son derece sinsi bir gülüşle ona doğru döndü Mark. "Sevgili Kral James Jones, bu son gününüzü burada benimle geçirmek isteyişiniz beni gururlandırdı." James köşeye sıkışmış bir fareden farkı olmayan bu adamın üzerine doğru gitti. "Kılıcımın keskinliği birazdan o iğrenç bedenini parçalayacak bir adam için fazla cesaretlisin" Mark'ın gözleri korkuyla parladı ve yutkundu. "Sen öyle san aptal kral" dedi ve ellerini hava kaldırdı. "Ne zamandır kılıçsız bir adama kılıçla saldıracak kadar aciz oldunuz" James kılıcı elinden atıp öfkeyle karşısındaki haine doğru yaklaştı ve yumruğunu adamın suratına geçirdi. Sersemleyip tökezledi Mark ve ağzındaki kanı yere tükürdü. Ama hala yüzündeki o hain gülümse yerli yerinde duruyordu. Artık gözünü öfke bürüdüğünü hisseti James ardı arkasına indirdiği yumruklarıyla adamın yerde cansız bir şekilde yattığını fark ettiği anda nefes nefese kaldı. Adamın başından kanlar akıyordu. Yere düştüğünde kafasını vurmuştu muhtemelen. James tam rahat bir nefes almak üzereydi ki, boynuna dayanan kılıcın soğukluğuyla neye uğradığını şaşırdı. "Ağabeyciğim görmeyeli baya değişmişsin" James küçük kardeşi Jordan'nın kin dolu sesini duyduğu anda kaskatı kesildi. Joan her zaman onunla rekabet etmişti. Her konu da olduğu gibi Jamesle hep ters düşüncelerdeydi. Krallığı beraber yönetme fikrine şiddetle karşı çıkmıştı Jordan ve tek başına iktidar olmak istediyse de buna ne halk izin vermişti ne de James ve çıkardığı krallığa zarar veren isyanlar neticesinde Joan Galler den sürülmüştü. James yavaşça yıllardır görmediği kardeşine doğru döndü. Jordan'nın yüzünde son derece sinsi bir gülüş hakimdi ve boğazına dayadığı kılıcı daha da bastırdı Jamese doğru ve onun birkaç adım geri gitmesini sağladı. Şimdi ikisi de uçurumun kenarında gözlerini birbirlerinden ayırmadan bakıyorlardı. Jordan nefretle boğazındaki kılıcı kalbine dayadı James'in. "Bakalım Galler halkının biricik iyilik dolu kralının kalbi gerçekten de söylenen kadar iyi miymiş" dedi ve bir kahkaha savurdu. Artık ayakları neredeyse boşluğa denk gelecek şekilde duran James." Sana acıyorum Jordan" dedi. "Şu anda acınası halde olan ben değil, sensin sevgili kralım" "Söylesene her zaman kimse tarafından sevilmemeyi nasıl beceriyorsun" dedi James. Jordan'ın keyifli halinden eser kalmamıştı şimdi kızgın bir boğa gibi burnundan soluyordu. James'in istediği yavaş yavaş oluyordu onun elindeki kılıcı almaya artık çok yaklaşmıştı. " James " Clarie'nin o acı dolu sesini duyduğu anda James gafil avlandı ve başını o tarafa çevirir çevirmez kardeşinin soğuk ve keskin kılıcı kalbini delip geçti. Gözlerini sonsuz bir şekilde kapatmadan önce en son hatırladığı şey Jordan'un nefret dolu sözleriydi. "Merak etme ağabey, Clarie ve küçük Helen bana emanet." /// İskoçya 1635 Güneş bütün ihtişamıyla yeryüzünü ısıtmak için göğe yükselmeye başladığı anda ahenkle öten kuşlarda bu harika son yaz günlerinin keyfini çıkarmak ister gibi şakımaya başlamıştı. Helen komşuları Lucia'yı ile sohbet eden teyzesini izledi. Lucia'ya geçen ay doğum yaptırmıştı Fiona ve sağlıklı tombul bir erkek çocuğu dünyaya getirmişti genç kadın. Bu küçük köy de oldukça sevilen bir insandı Fiona, yaşlıları ziyaret eder, yaralı tedavi eder ve herkesin yardımına koşardı. Bu yüzden de her hareketini hayranlıkla izlerdi küçük Helen. Oda tıpkı biricik teyzesi gibi yardımsever ve çalışkandı. Herkes onlara bu köye verilmiş Tanrının hediyesi gözüyle bakar onlara sık sık yakacak odunlar ve taze sebze, meyveler getirirlerdi. "Şu meraklı kırmızı kediyi sende görüyor musun Lucia" İki kadında sevgi dolu gözlerle kapının aralığından onları izleyen küçük kıza baktı. "Nasıl görmem bu harika güzellikteki sevimli kediyi" dedi Lucia. Fiona kapının arkasından çıkıp onların yanına doğru gelen bu dokuz yaşındaki güzeller güzeli küçük kızı izledi. Uzun dalgalı kızıl renkli saçları, minicik kalkık burnu ve en can alıcısı da o yemyeşil büyüleyici gözleriyle tıpkı annesi Clarie'nin küçük bir kopyası gibiydi. Ah şefkat dolu kalbi, kocaman yüreği olan kraliçe Clarie'yi hiç unutmuyordu, ama böyle gözünün önünde sanki onun yeniden büyümesini tekrardan izliyormuş gibi hissetmek. Fionayı derinden etkiliyordu. Krallıktan kaçıp buralara geleli neredeyse on yıl olacaktı. İlk başlarda alışmak zor olsa da zaman geçtikçe hem buraya alışmıştı hem de küçük prenses Helen'le öylesine kuvvetli bir bağ kurmuşlardı ki, her gece onu kollarının arasında uyutur, küçük kızı gözünden sakınırdı. Helen ona emanet edilmiş en değerli varlıktı. Ömrü boyunca onu koruyup, kılına dahi zarar gelmesine müsaade etmeyecekti. Küçük Helen tıpkı annesi gibi yardımsever ve iyilik doluydu. Eğer biraz daha eskiyi düşünürse ağlaması an meselesiydi o yüzden başını iki yana salladı ve Lucia ile vedalaşıp Helen'e doğru döndü. "Beraber gidip çilek yemeye ne dersin" dedi Fiona, küçük kız sevinçle ellerini birbirine vurdu ve mutlulukla başını salladı. Beraber köyün çıkışındaki ormanın hemen girişinde olan çilek ağaçlarının olduğu yere doğru yürüdü. Oraya vardıklarında Fiona bir yandan çilek toplarken diğer yandan da konuşmaya başladı. " Buraya kesinlikle ben yanında yokken gelmek yok söz mü? güzel kızım" dedi Fiona son derece ciddi bir şekilde. "Söz Fiona teyze" /// Gün ağarmaya başladığı vakitte şiddetle çalan kapı yüzünden birbirine sarılmış uyuyan ikili korkuyla yataktan fırladı. Fiona hemen yataktan çıktı ve üzerine hırkasını giydi. Helen'in başına ufak bir öpücük kondurdu ve." Korkma canım ben hemen bakıyorum kim olduğuna." Helen teyzesinin arkasından gözden kaybolana kadar baktı. Neredeyse güneş ışıkları yeni yeni odaya dolmaya başlamıştı. Kimdi ki bu şimdi. Bir süre geçtikten sonra giyinmiş bir halde teyzesi yanına geldi. "Bebeğim senin için taze ekmek, reçel ve süt bıraktım masaya karnını doyur, ben hastalanan Morgan amcaya bakmaya gideceğim" dedi. Helen evden çıkan teyzesinin ardından karnını doyurdu yatağını topladı ve bahçeye çiçekleri sulamaya çıktı. Yapması gereken bütün işleri bitirdikten sonra bahçedeki kütüğe oturdu ve etrafına bakınmaya başladı. Daha sonra bahçedeki küçük kuzusu şekerin yerinde olmadığını gördü. Küçük kuzu teyzesi kapıyı açık bırakıp gittiği için oradan çıkmış olmalıydı. Üzüntüyle oda bahçeden çıktı ve şekeri aramak için etrafa bakındı ama ortalıkta gözükmüyordu kuzu, Helen beraber en çok gittikleri taze otların olduğu köyün çıkısındaki o yeşil alana doğru gitti. Ama maalesef orada da yoktu kuzu. Tam gözyaşlarına teslim olmak üzereydi ki küçük kuzunun sesini duydu onun melemesini hemen tanıdı ve ormanın derinliklerine doğru korkuyla gitmeye başladı. Kuzunun sesi artık iyice yakından gelmeye başlamıştı. Birkaç adım daha attıktan sonra Şekeri gördü. Ayakları sarmaşığa dolanmıştı. Onu görünce sevinçle hareketlendi. "Yaramaz şeker, beni çok korkuttun " Helen hemen onu olduğu yerden kurtardı ve kucağına aldı küçük kuzuyu, ufaklık ona teşekkür etmek ister gibi yüzünün her yerini yalamaya başladı. Helen kahkahalarla onu kendinden uzaklaştırdı. "Hiçte böyle tatlılık yapma, seni affetmiyorum" dedi hala yüzünü yalamaya çalışan kuzuya. Ama mutluluğu ve sevinci kısa sürdü çünkü sevimli kuzuyu bulmak için ormanın içine girmiş ve evden çok uzaklaşmış olmalıydı. Korkuyu ve çaresizliği iliklerine kadar hisseti küçük kız. Kuzuyu iyice göğsüne doğru bastırdı ve geldiği yoldan geri dönmeyi düşünüyordu ki. İşittiği sesle olduğu yere çivi ile çakılmış gibi kaldı. "Hey ufaklık sende bize ait olan bir şey var" Helen yanına gelen iki kişiye baktı oldukça eski ve kirli kıyafetli iki çocuk şimdi onun etrafını sarmış, yüzlerinde çirkin bir gülümseme ile adım adım Helen'in üzerine doğru geliyordu. /// Alex öfkeyle büyük kılıcını toprağa sapladı ve üzerindeki ağır zırhı bir kenara atıp burnundan soluyarak yürümeye başladı. "MCKAY bekle beni" Alex derin bir soluk aldı ve ona seslenen abisine ve kardeşine doğru döndü. Scott ve değirmenci hızla onun yanına geldi yüzlerinde kocaman bir gülümseme hakimdi. "Canına okudun onun kardeşim, sen harikasın" Klanın askeri gücünü kontrol edecek kişiyi seçmek için, Lord Wilson bütün askerleri eşleştirip diğeri pes edene kadar güçlerini göstermelerini sağlamıştı. Ve karşısına gelen bütün rakipleri ezici bir üstünlükle yenen Alex, lord Wilson'un sağ kolu Zach'i de yenmişti. Fakat o aşağılık herif ona ne olursa olsun lord Wilson'un kendisini askeri güçler komutanı yapacağını söyleyince Alex adamı yerde kanlar içinde bırakıp yürümeye başladı. Adaletsizlik her yerde olduğu gibi Mckay klanında da vardı. "Bir şey fark etmez onun canına okumam, o olacak komutan" dedi öfkeyle Alex. "Saçmala kardeşim sen daha on beş yaşındasın ve bütün klandaki askerleri devirdin, lanet olası Zach'in korkak yalvarışları ve çığlıkları hala kulağımda" "Değirmenci haklı kardeşim sen olacaksın bu klanın komutanı" Alex birazda olsa düzelen moreli için kardeşlerine teşekkür etti ve biraz yalnız kalmak için ormana doğru yürüdü. Alex tıpkı babası gibi güçlü, adaletli ve korkusuz bir komutan olacaktı. Henüz yaşı küçük olabilirdi ama kendini çok geliştirmişti kaslı ve sağlam vücudu bir çocuğa ait değilde yetişkin bir erkeğe ait gibiydi. Sürekli çalışmanın ödülünü en iyi şekilde alıyordu. Öyle derin düşüncelere dalmıştı ki klandan çok uzaklaştığını fark etti neredeyse ormanın sonuna gelmişti. Tam klana geri dönmek üzere geldiği yolu geri dönüyordu ki. Bir çığlık sesi duydu ve sesin geldiği yöne doğru koştu. Büyük ağacın arkasında durdu ve biraz ileride olan olayı gördü. İki tane erkeğin kötü kahkahalarla birinin üzerine doğru gittiğini gördü. Lanet olası merak duygusuna yenik düştü ve onlara doğru saklanarak iyice yaklaştı. Şimdi olayı çok daha net görmüştü. İki dilenci kılıklı erkek yandan görebildiği kadarıyla bir kızı taciz ediyordu. Alex kendini frenleyemedi ve hemen elini kılıcına doğru atmıştı ki kahretsin onu savaş alanında bırakmıştı. Derin bir nefes aldı ve "Merhaba çocuklar" dedi. İkisi de son derece öfkeyle ona doğru döndü, muhtemelen yaşıtları olan bu iki çocuk ona göre oldukça sıska ve çelimsizdiler. Onu fark eder etmez ikisinin de yüzü sapsarı bir hal aldı. Fakat biri cesaretli çıktı ve "Defol git buradan" dedi. Alex vücudunda dolaşan öfkeyi hissediyordu. Zaten o aşağılık Zach'e son derece sinirliydi bide bunlar üzerine gelmişti. "Gitmek gibi bir niyetim yok" dedi Alex. Çocuklardan biri belinden küçük bıçak çıkardı ve onun üzerine doğru gelmeye başladı. Alex bu gereksiz cesaret gösterisi karşısında gülmemek için kendini zor tuttu. Üzerine doğru gelen çocuğun suratına yumruk savururken kolunu derinden kesen bıçağın acısını hissetmedi, yumruk darbesiyle sersemleyip yere düşen çocuk sesli bir şekilde ağlamaya başladı. Alex, kafasını kaldırıp öbür çocuğa bakmıştı ki onun yerinde olmadığını gördü. Çoktan tüymüş olmalıydı. Yerde hala ağlayan çocuğun boğazına ayağını bastırdı ve "Hemen buradan defolup gitmesen seni geberteceğim" dedi. Zorda olsa ayağa kalktı ve koşarak uzaklaştı çocuk. Alex biraz ileri de ağacın dibine oturan kızın pembe elbisesini görebiliyordu. Merakla onun yanına doğru gitti ve onu tamamen görebilmek için ağacın arkasından dolaştı. Yerde dizlerinin üzerinde oturmuş belinden iple bağlanmış kızın ipini kesti bıçakla ve tam o anda kızı gördü. Kalbinde hissettiği keskin ağrının sebebi neydi. Ömründe böyle parlak kızıl renkli saçlar hiç görmemişti. Peki o küçük burnu ve başını kaldırıp ona baktığı anda Alex nefesinin kesildiğini hissetti. Kızın gözleri tıpkı Alex'in en sevdiği yeşil elma rengindeydi. Yemyeşil ve parlak, Alex hızla atan kalbinin uğultusundan hareket edemiyordu. Dudaklarından dökülen fısıltı halinde tek bir cümle oldu. "Benim tatlı yeşil elmam" /// İskoçya 1645 Helen bugün köye gelecek Portekizli çingeneleri göreceği için çok mutluydu. Her sene baharda bu eğlenceli insanlar birkaç günlüğüne çadırlarını bu köye kurup güzel çalgılarla müzikler eşliğinde dans ediyorlardı. Helen, bahçedeki çiçekleri sulamayı bitirmek üzereydi ki bahçe kapısının önünden gürültü gelince kafasını oraya doğru çevirdi ve yere düşmüş olan Frank'i gördü. "İyi misin Frank" Frank yerden kalktı. Hayran gözlerle Helen'e bakacağım derken önündeki kocaman taşı görmemiş ve yere kapaklanmıştı. Ama Helen'in gülmemek için kendini zor tutan hali genç adamın çok hoşuna gitmişti. Ah Helen, Frank'in tek ve imkansız aşkı, genç kız öylesine güzeldi ki, o kırmızının en can alıcı rengindeki saçları, yeşil gözleri pespembe dudakları ve harika kıvrımlı bedeniyle Helen, Frank'ın her gece rüyalarını süslüyordu. "Şey iyiyim sanırım" dedi ve onun yanına gitmek için bahçe kapısını açmıştı ki kafasını girişteki tahtaya çarptı. Ah kahretsin yeterince rezil olduğunu düşünüyordu. Ama Tanrı onunla aynı fikirde değildi muhtemelen, Helen yine bugün çok güzeldi gerçi o hep çok güzeldi. "Nasılsın" dedi Frank, sonunda mantıklı bir cümle kurabilmişti. Bir süre daha sohbet ettikten sonra Frank." Bugünkü eğlenceye sende geliyorsun değil mi?" diye sordu. Helen heyecanla evet dedi. Ne giyeceğini bile neredeyse bir hafta önceden belirlemişti. Zaten bir tane renkli elbisesi vardı. Diğer kalan elbiselerinin hepsi kahverengiydi ve yamalıydı. "Tamam o zaman bir saat sonra buradan geçeceğim beraber gideriz ne diyorsun" dedi Frank. Helen evet dedikten sonra arkadaşıyla vedalaştı ve eve geri girdi. Teyzesi Fiona salonda oturmuş örgü örüyordu. Fiona otuz dokuz yaşında genç bir kadındı. Siyah kıvırcık saçlı, kahverengi gözlü ve oldukça minyondu. Hiç mi hiç benzemiyordu teyzesiyle Helen, Fiona ona tıpkı annesine benzediğini söylemişti. Annesiyle babası Helen daha çok küçükken bir asker baskınında hayatını kaybetmiş Fiona da onu oradan zorda olsa kaçırıp Helen'in hayatını kurtarmıştı. Ah ne çok isterdi annesini babasını görmek, içindeki yara kanamış gibi sızlamaya başlamıştı. "Canım napıyorsun orada gelsene "dedi Fiona. Helen kendini toparladı ve teyzesinin yanına gitti. Fiona'nın önünde çiçeklerden oluşan bir taç vardı. Helen şaşkınlık ve hayranlıkla bu güzel tacı eline aldı. "Teyze bu ne kadar güzel bir şey " Fiona onun elinden tuttu ve odalarına doğru gittiler. Elbise dolabının önünde durdular ve Fiona dolabı açtı. "Aman Tanrım" dedi Helen. Dolabın içi renk renk elbiselerle doluydu. " Teyze bunlar kimin" Fiona onun kendine doğru çekti ve sıkıca sarıldı. "Bunların hepsi senin canım" dedi bir yandan saçlarını okşarken. Helen teyzesinden biraz ayrıldı ve onun yüzüne baktı. "Geçen gün Terzi Mola'nın kocasını tedavi ettim oda bana bunun karşılığında bir şey yapmalıyım deyince bende senin için bu güzel elbiseleri dikmesini istedim." Helen nutku tutulmuş bir halde bu ışıltılı ve göz alıcı elbiselere baktı. "Teyze hiç gerek yoktu." Dedi. "Güzel kızım sen her şeyin en iyisini hak ediyorsun, zamanı gelince eminim ki her şeyin daha fazlasına sahip olacaksın." Helen hiçbir zaman hiçbir şeyin fazlasını istemiyordu tek isteği biricik teyzesiyle sonsuza kadar mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamaktı. Fiona elbise dolabında yeşil renkli bir elbiseyi çıkardı ve Helen'e gösterdi. "Bunu hemen giymelisin canım" dedi. Helen teyzesinin elindeki elbiseyi aldı. Elbise o kadar güzeldi ki yumuşacık kumaşı, eteğinin ucunda ve kollarındaki motifler elbiseye ayrı bir hava katmıştı. Helen hemen üzerindeki bir çırpıda çıkardı ve teyzesinin yeni aldığı kombinezonu ve korsesini giyip bacaklarına da beyaz yanları kırmızılı kurdelelerin olduğu üst bacağına kadar gelen çorabı geçirdi daha sonra teyzesinin yardımıyla o harika yeşil elbiseyi giydi. "Sen otur canım" Helen içeriye giden teyzesinin arkasından baktı. Fiona elinde içeride yaptığı çiçekli taç ile onun yanına geri dönmüştü. "O benim için mi teyze" Fiona başını salladı ve arkasına geçti saçlarını tarayıp tacı taktı. "Evet şimdi aynaya bakabilirsin" Helen heyecanla odadaki aynaya doğru gitti ve kendini gördüğü an şaşkınlıktan bir süre kıpırdayamadı. Elbise üst bedenini ikinci bir deri gibi sarmıştı ve tam kalçasının üzerinden aşağı doğru süzülen çok güzel bir elbiseydi. Kare yakası sayesinde göğüsleri yukarıya doğru oldukça hoş bir şekilde belirginleşmişti. Ve en önemlisi de o upuzun dalgalı saçlarını süsleyen çiçekli taç. Helen bu aynanın karşısında duran genç kıza hemen alışmıştı. Kendi etrafında döndü neşeyle ama teyzesiyle göz göze geldiğinde onun ağladığını gördü. "Teyze noldu neden ağlıyorsun" Fiona elindeki mendille gözyaşlarını silerken bir yandan da konuşmaya başladı. "Ah güzel kızım tıpkı annene benziyorsun" Helen teyzesinin yanına gidip ellerinden tuttu. "O bizi izliyor ve seninle gurur duyuyor teyzeciğim" dedi. Helen teyzesiyle vedalaştıktan sonra dışarıya çıktı ve onu kapıda bekleyen Frank'i gördü. Tam merhaba diyecekti ki Helen, genç adam sabah ki gibi tekrardan önündeki taşı görmedi ve yere düştü. "Aman Tanrım Frank" Bugünün nasil geceginin habercisiydi sanki olanlar.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

HÜKÜM

read
224.0K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
522.4K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook