Aslı’yla konuşmaya devam ederken aniden midesinin kötü olmasıyla ayağa kalktı. Az önce öğrendiğim banyonun yolunu ona gösterdim, hızla içeri girdi. Çok üzülüyordum… Aslı kandırılmıştı, sadece sevmişti. Çocuk ise Aslı’ya çok uzak bir kavramdı. Ben hiç sevmem; bebek severken göğsüm sıkışır mesela derdi. Bebekleri, çocukları sevemezdi. Kendisi de hiç çocuk istemiyordu. Şimdi ise öğrendiği günden beri sanki yıllardır anneymiş gibi sahip çıkıyordu. Ne kadar zor olacağını bile bile doğurmak istiyordu.
Bir süre sonra içeriden kız bembeyaz bir şekilde çıktı. Aslı normalde esmerdi. Endişeyle yanına koştum.
“İyi misin Aslı?” dedim.
Başını salladı. “Geçen doktora gittim, bazılarında olur dedi. Mide bulantım çok fazla.”
“Yapabileceğim bir şey var mı?” diye sordum, başını iki yana salladı.”
Koluna girip içeri götürdüm. Savaş ve Emir Bey’in bakışı bizdeydi. Emir Bey kaşlarını çatıp baktı.
“Bir sorun mu var?” dedi.
“Hayır,” dedim, “midesi kötü biraz.”
Geçip yine köşemize oturdum. “Nazlı,hamile olduğumu Emir Bey öğrendi,” dedi.
Şaşkınlıkla baktım. Gerçi zaten bir süre sonra herkes öğrenecekti, saklamanın bir anlamı yoktu.
“Nasıl?” dedim.
“Ben yoğun çalıştım da… Bugün zor bir gündü. Bayılmışım, hastaneye götürmüş. Orada öğrenmiş,” dedi.
Endişeyle baktım ona. “Aslı, niye kendini bu kadar yoruyorsun güzelim? Okul, iş, bir de hafta sonu part-time çalışıyorsun… Senin dikkat etmen lazım.”
“Napayım Nazlı, mecburum. Karnım büyürse hiç çalışamam. O zamana kadar biraz biriktirmem lazım. Masrafım büyüyecek.” Dedi.
“Buradan kurtulur kurtulmaz ben de çalışırım, beraber bakarız. Merak etme, üzülme sen,” dedim ve sımsıkı sarıldım.
Arka tarafa baktığımda Savaş ve Emir Bey’in garip garip baktığını gördüm. Emir Bey, Savaş’a mı söyledi acaba? diye içimden geçirdim. Göz ucuyla Savaş’a baktım, o da bana bakıyordu. Hemen çektim bakışlarımı.
Tam bir şey diyecektim ki Ada yanımıza geldi.
“Selam,” dedi, Aslı’ya bakarak, “Yenge, bizi tanıştırmayacak mısın?”
Yanımıza oturdu. Aslı, ‘yenge’ kelimesine hafif garip bakıyordu.
“Aslı,” dedim, “ En yakın arkadaşım, kardeşim hatta”
“Bende Ada deyip Atladı Aslı’nın boynuna Ada gülümseyerek.
“Memnun oldum,” dedi Aslı.
“Ya acaba bana ‘yenge’ demesen mi?” dedim. “Ben pek hoşlanmadım o kelimeden. Hem sen benden büyük değil misin? Garip oluyor. Ben de sana Ada abla diyeyim.”
Ada güldü. “Bak Nazlıcığım, Savaş abimle evlisin. Az önceki çatışmada gördüm, ödü kopmuştu sana bir şey olacak diye. Yukarı nasıl çıktı biliyor musun?”
Şaşkınca ona baktım. “Başka bir şeye koşmuştur o… Hem birbirimizi kandırmayalım, bizim gerçekten evli olmadığımızı biliyor olmasın,” dedim.
Kaşlarını kaldırdı. “Tam bilmiyorum nedenini ama bildiğim bana yetiyor,” dedi. “Kusura bakma, Savaş abim bir kadın için endişelenecek…Sahtede olsa evli. Farketmez, sen benim yengemsin. Ayrıca bana da Ada de lütfen.”
“Peki,” dedim.
Ada birden iç çekti. “Keşke Erdal da benim için öyle endişelenseydi.” Boşluğa bakarken söylemişti
“Seviyorsun değil mi onu?” dedim.
“Evet,” dedi, gözlerini kaçırarak. “Hem de kendimi bildim bileli. Ama o beni çocuk gibi görüyor. Nedir bu yaş zırvalığı? Savaş abim senden çok büyük, sen 19 yaşındaymışsın, o 29. Sizden olmuş işte ne güzel…” diye sitem etti. “Bir de Erdal 27 yaşında. Ben 24 yaşındayım. Yani sadece 3 yaş var. Yaşı bahane ediyor değil mi Nazlı?”
Bir de bana sordu: “Söyledin mi sevdiğini?”
Güldü. “Kaç bin kez söyledim bilmiyorum,” dedi. Gözleri dolmuştu. “Kendimi bildim bileli seviyorum onu. Ben çok çocuk ruhlu biriyim… Ondan mı beni çocuk görüyor bilmiyorum.”
Diyecek bir şey bulamadım… Zaten çok da anlamam aşk meşk işlerinden.
“Neyse,” dedi Ada, “benim aşkım umutsuz gibi görünüyor ama onu bekleyeceğim. Bana gelene kadar…” Kararlı bir sesle konuştu, sonra Aslı’ya döndü. “Senin aşk hayatın nasıl bakalım?” diye sordu.
Aslı ona baktı. “Bence hiç sorma, ben tövbeliyim,” deyince Ada bir kahkaha attı. Kahkaha o kadar yüksek çıktı ki odadaki diğerleri bize döndü.
“Ada, biraz sessiz ol,” dedim.
“ Ya birimizin de yüzü gülmemiş…nasil sessiz olayım?” dedi
Ellerini iki yana açarak. “Biri zorla evlenmiş, biri bu yaşında tövbe etmiş, ben peşinden koşuyorum… Mutlu aşk yok mu?” deyince hepimiz güldük. Ada’nın enerjisi insanı iyi hissettiriyordu.
Ama Savaş’ın bakışlarını görünce gülümsemem yüzümde dondu. Babamın tekrar aramasıyla az önceki hava anında dağıldı.
Cevap vermeyince mesaj attı. Açıp okudum:
“Kızım senden haber bekliyorum. Elini çabuk tut yoksa her şey için geç olacak.”
Mesajı anında silip geri cebime koydum. Artık bu savaşın ortasında kalmak istemiyordum. Okuluma gitmem lazımdı. Bir hayalim vardı: doktor olmak istiyordum. O dosyayı bulup buradan çıkacaktım. Ve bir daha babamla da görüşmeyecektim. Ne olursa olsun… Kızını düşmanın evinde bıraktı. Savaş bana ağır işkenceler yapıyor olabilirdi; bir kez bile "nasılsın" demedi.
Ben düşüncelere dalmışken aniden Emir Bey’in sesiyle ona döndüm.
“Nazlı, biraz konuşabilir miyiz?” dedi.
Kafamı kaldırıp Savaş’a baktım. Kızgın boğa gibi bakıyordu. Bunu sevdim.
“Tabi”dedim
Ayağa kalkıp Emir Bey’i takip ettim. Masaya oturdu, ben de bir sandalye çekip oturdum.
“Sizi dinliyorum,” dedim.
“Nazlı, bak… Seninle pek konuşmadık biliyorum. Savaş’ı da bir canavar gibi görebilirsin ama Savaş kötü biri değil. Sadece öfkeli,” dedi.
Kaşlarım anında çatıldı. “Siz ne diyorsunuz Emir Bey? Beni kaçırdı. Zorla Aslının hayatıyla tehdit edip evlendi. Evden çıkarmıyor. Benim bir hayatım vardı, anlıyor musunuz beni?” dedim sert bir sesle.
“Aslı yanlış yapmış olabilir ama kötü biri değil. Babasını kaybetti, babana çok öfkeli… Ama ona rağmen sana kötü davranmıyor,” dedi.
Hâlâ ters ters bakıyordum.
“Bak Nazlı… Savaş istese seni ilk gün öldürürdü. Hatta seninle evlenmezdi. Tüm camiaya adını düşürdü kapatması oldu diye. Seni bir depoya kapatabilirdi. Her gün ağır işkencelerle babanın yerini buldurmaya çalışabilirdi,” dedi.
“Teşekkür mü etmeliyim?” dedim net bir sesle.
“Hayır,” dedi. “Şükretmelisin. Bu öfkesine rağmen bunları yapmadı. Sen babanı tanımıyorsun belli ki Nazlı. O çok kötü biri. Bencil. Para için her şeyi yapabilecek biri. Kendi kızını düşmanının evinde bıraktı. Bir kez bile kurtarmaya çalışmadı seni. Sırf ‘şerefim iki paralık olmasın’ diye… Düşün Nazlı. Bu adam zengindi. Senin hayatını araştırdım, kıt kanaat geçiniyormuşsun. Bunu bile görmemiş. Fabrika işçisiymiş gibi göstermiş kendini. O parasını bile saklamış senden.”
Cevap veremedim. Başımı önüme eğdim.
“Benden ne istiyorsunuz Emir Bey?” dedim bir süre sonra.
“Bir şey istemiyorum Nazlı. Sadece anlamaya çalışmanı istiyorum. Ve bana Emir Bey deyip durma. Ben sana uzakta olmak istemiyorum. Öyle ya da böyle yakın arkadaşımın karısısın. Ve gerçekten… Savaş’ın sana fiziki bir şiddet uygulamadığını biliyorum. Ama eğer olursa, bana söylemeni istiyorum. Sana söz veriyorum, tek bir kez olursa seni yanından o gün çeker alırım. Ve bir gün… bana güvenmeni istiyorum. Bir gün bana ‘Emir abi’ diyeceksin,” dedi.
Söylediği şeyler karşısında şaşkındım. Ne diyeceğimi bilemiyordum.
“Ne yani? İstersem beni bu adamdan kurtaracak mısın?” dedim.
Hafif bir tebessüm etti. “Nazlı, eğer sana gerçek bir zarar verirse… En ufak bir tokat bile atsa… Eğer istersen bir daha onu görmemeni sağlarım. Söz veriyorum,” dedi.
Ona inanmaz bir şekilde baktım.
“Neyse, ben gideyim artık,” deyip kalktı.
Ben de tüm şaşkınlığımla peşinden baktım.
Aslı’yla vedalaştım, onlar gittiler. Ben de uyumak istiyordum ama nerede yatacağımı bile bilmiyordum.
“Savaş, ben nerede yatacağım?” diye sordum. Bakışları bir tuhaftı, sanki daha da öfkeliydi.
“Üst katta, sağdan ikinci oda,” diye dişlerinin arasından küfreder gibi söyledi.
Bir şey demedim, dediği odaya gittim. Daha oturur oturmaz babam aradı. Sıkıntıyla nefesimi verip açtım.
“Efendim baba?”
“Nazlı niye telefonlarıma cevap vermiyorsun?” diye sinirli bir sesle konuştu babam.
“Evi bastılar baba, Savaş’ın düşmanları. Onunla uğraşıyorduk kusura bakma,” diye dalga geçer bir tonda söyledim.
“Ne?! Evimi bastılar? Siz neredesiniz şimdi? Kasayı da aldı mı yanına?”
Gözlerimi öfke ve hayal kırıklığıyla kapattım.
“Ben iyiyim baba, merak etme bir şey olmadı,” dedim, ağlamamak için kendimi zor tutarak.
“Kızım benimle konuştuğuna göre iyisin onu anladım. Sen de çok alıngan oldun bu günlerde. Yeter artık şu dosyayı al, bitsin bu iş.”
“Baba, ne var bu dosyada hayatımı riske atacak kadar önemli?” dedim. Gerçekten merak ediyordum.
“Bak Nazlı, o dosya Savaş’ın ölüm fermanı. Öyle düşün. Eğer onu getirirsen Savaş’tan ebediyen kurtuluruz,” dedi.
“Na… nasıl yani?” dedim.
“Bu kadarını bil yeter. Bu dosyayı al, eski hayatına kavuş kızım. Hem benim de hayatım buna bağlı, lütfen.”
“Baba kapatıyorum,” deyip kapattım telefonu.
Birinin ölümüne sebep olmak çok büyük bir yük… Ben Savaş’ın ölüm fermanını nasıl vereyim?
Hayatıma dönmek istiyordum; okuluma, evime, özgürlüğüme… Ama bunu onu öldürerek yapamazdım ki. Kendimi çok sıkışmış hissettim.
Ardından kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Savaş öfkeli bir şekilde bakıyordu, ben de ona.
“Ne oluyor be gene?” diye hırladım.
“Benim yanımda babanla konuşmuyorsun, gizli saklı kuytu köşede ne işler karıştırıyorsunuz siz? Senin de baban gibi olduğunu biliyordum zaten,” dedi.
Ayağa kalkıp üzerine yürüdüm.
“Nasılmışım ben söyle bakalım?” dedim.
Gözlerini gözlerime dikti. “Yalancı, hain, arkadan iş çeviren, güvenilmez” dedi
Ben hiç biri değildim ama…
“Manyak mısın sen? Ne yaptım ben sana? Ne istiyorsun sen benden, ha? Ne!” diye bağırdım.
Öfkeyle soluyarak üzerime yürüdü. Ben geri geri kaçtım, ta ki sırtım duvara gelene kadar. İşaret parmağını kaldırarak konuştu:
“İhanet etmemeni isterim ama bir gün edeceksin. Babasının kızı,” diye hırladı.
“Savaş defol git!” diye bağırdım. “Seninle uğraşamam ben. Bir şey yapmadım, yeter artık!” diye çığlık attım.
Öfkeyle yumruğunu başımın yanına geçirdi. Yumruğundan ince bir kan sızarken bana öldürecek gibi bakıyordu.
“İsterdim… küçük yılan, isterdim… Ama sen onun kanını taşıyorsun. Sen de ihanet edeceksin. Belki de ettin. Belki de en başından beri berabersiniz.”
“Savaş… git,” dedim. Bu defa sesim yalvarır gibi çıkmıştı.
Ne istiyorlar benden? Ne yapayım ben?
Bir şey demeden çıktı, kapıyı kırarcasına çarpıp.
Duvardaki kana bakarak kaldım öylece…
Onlara güvenemiyordum; ne Emir’e, ne Savaş’a.
Ben bu dünyaya ait değildim.
Bugün yaşadıklarım… Saldırı, babam, sonra Savaş…
Yatağa yattım, saatlerce dönüp durdum. Ve ani bir kararla ayağa kalktım. Önce kapıyı kontrol ettim, kilitli değildi. Evin içinde parmak uçlarımda yürüyerek tahminen çalışma odasını bulmaya çalıştım.
Saat gecenin 4’üydü.
O dosyayı alıp babama verip buradan kurtulacaktım.
Dördüncü denemede çalışma odasını buldum. Sağı solu biraz karıştırıp kitap dolabının arkasında kasayı buldum. Bir süre kasayla bakıştım. Ardından babamın dediği şifreyi girdim: 7 2 6 2 6 3
Ve açıldı kasa.
Bir an şaşkınlıkla kala kaldım; değiştirmemişlerdi.
Kapağını açıp dosyayı elime aldım. Kasayı geri kapattım. Babamın dediği, Savaş’ın sonu olan dosya.
Kapıya yöneldim… ama öylece kaldım bir süre.
Gözlerimi kapattım.
Karar vermek gerekiyordu.
Bu işin sonunda Savaş ölecekti… ama ben özgürlüğüme kavuşacaktım.
Savaş demirhan
Elimde silah, önümde güvenlik kamerası… Nazlı’yı izliyordum. Eğer o kapıdan çıkarsa… babasının kızı olduğunu kanıtlamış olacaktı.
Ve gözümü kırpmadan onu öldürecek, cesedini babasına yollayacaktım.
O odaya ben istemesem giremezdi. Denemek istedim onu.
Peki… gerçekten kapıdan çıkarsa öldürebilecek miydim?
Düşman olduğunu kanıtlamasına rağmen yapabilecek miydim?
İçimde bir yerde… masum olmasını isteyen bir taraf vardı.
Feryat eden, bağıran, yalvaran bir taraf…
Ama diğer taraf?
Ölüm emrini veriyordu.
Hadi Nazlı… ver kararını artık.