3.Bölüm "İlk Karşılaşma"

2583 Kelimeler
3.Bölüm “İlk Karşılaşma” Karen Akça… # Yanlış Trende Ne Kadar Çok Kalırsan, Eve Dönmek O Kadar Pahalıya Mal Olur. # İçime sinmeyen bir olay yaşadığımda aklıma hep bu söz gelir. Bu işte bir yanlışlık var ama umarım bedeli ağır olmaz. Salih patronun yanından çıkıp taksiye atladığım gibi doğruca hastaneye gittim. Bu adam nasıl polis, anlamadım doğrusu. Sadece Dalya için denemek zorundayım. Dediğini yaparım, başaramazsam artık eğitimli birini içeri sokup başının çaresine bakar. Bu düşüncelerle Dalya'nın kaldığı odanın önüne geldim. Kapıyı tıklatıp açtım. İçeri adımladığımda Dalya yatağında uyuyordu. Rengi solgun ama yüz ifadesi huzurlu. Zehra annem mutluluktan ağlamış belli. Öyle bir sarıldı ki bana tüm dünyayı kucaklar gibi. Annem refakatçi koltuğuna, ben de camın önüne oturdum. Konuşmaya ilk ben başladım. “Nasıldı Dalya? Korkmuyor değil mi?” Derin bir nefes alıp verdi Zehra annem. “Yok kızım. Yani bilmiyorum korkuyorsa da belli etmiyor. Çok heyecanlı ve mutlu, anladığım duyguları bunlar. Gerisi onda saklı...” “Umarım işe yarar, vücudu kabul eder.” Zehra annem hafifçe gülümsedi. “Donör ve ameliyat parası bulununca dualarımız da değişti. Önceden donör bulalım, para bulalım diye dua ediyorduk şimdi vücudu kabul etsin diye dua ediyoruz.” Ben de güldüm… “Demek ki ihtiyaçlar değiştikçe dualar da değişiyor. Peki, doktor ne dedi? Sen donörle konuştun mu hiç?” “Yarım saat önce hastaneye yatışı yapıldı, hem Dalya hem donör yani Dilek Hanım yarınki ameliyat için hazırlandılar. Sabah 8’de bir aksilik olmazsa ikisi de aynı anda ameliyata alınacak. Doktor çok umutlu, aynı cinsiyet ve aynı yaş grubu olması bile bizim için avantaj dedi. Dilek Hanım da harika bir insan. Annesini kaybetmiş bu menem hastalıktan ve o zaman karar vermiş. Anneme faydam olmadı bari başkalarına olsun en azından diye...” “Allah rahmet eylesin. Derdi çekene sor demişler. Bizim halimizden en çok o anlar işte.” “Evet kızım öyle. Sen nasılsın? Aslında hem yorgun hem de durgun gibisin. Bilmem gereken bir şey var mı?” “Dansa bir süre ara veriyorum Zehra Anne. Bir şirkette işe başlayacağım. Normal insanlar gibi sabah sekiz akşam beş çalışacağım bir işim oldu.” “Sen ve normal insanlar gibi çalışmak... Kızım yapamazsın. Yani alınma lütfen ama dans dışında asla disiplin sana göre değil. Hiçbir kurala uyamazsın o iş yerinde.” “Denemek lazım, denemeden bir şey diyemem. Bakarsın hoşuma gider beyaz yakalı olarak çalışmaya devam ederim.” Güldü Zehra annem. “Ayy çok hoşsun Karen… Madem denemekte kararlısın lütfen şahit olduğun herhangi bir haksızlığa bodoslama dalma. Bırak önce insanlar kendini savunsun. Baktın işin içinden çıkamıyor ondan sonra sen dahil ol olaya...” “Denerim,” deyip Dalya'nın yanına uzandım. Kıvrılıp yattım, annem üzerimizi örttü. Saçlarımızı okşayıp alnımıza ufak bir öpücük kondurdu ve o da refakatçi koltuğunu açıp yattı.” *** Sabah 7’de uyandık üçümüz de... Heyecandan yatamadık doğru düzgün zaten. Ben Dilek Hanımı ziyaret edip teşekkür etmek istedim. Kaldığı odaya geldim ve kapısını tıklattım. İçeriden ‘geeelll’ komutunu duyunca girdim. Göz göze geldik. “Günaydın, ben Karen... Dalya'nın ablası.” “Aaaa günaydın Karen Hanım. Adınızı çok duydum. Dalya için ne kadar uğraştığınızı anlattı dün Zehra Teyze.” “Ben teşekkür etmek istedim size ve lütfen hanım demeyin bana. Karen yeterli. Dalya'nın hastalığının bir tedavisi varsa onu bulmak için elimden ne gelirse yaparım, yaptım da.” “Hatta elimizden gelmeyeni bile yaparız. Ben de rahmetli annem için çok direndim, çok uğraştım. Ama olmadı, bazı şeyler nasip kısmet. İnsanın ölüm tarihi değişmez derler. Annemi kurtaramadım.” “Allah rahmet eylesin. İnşallah Dalya'yı kurtarırız.” “İnşallah, ben inanıyorum ve umutluyum. İşe yarayacak bu nakil. O güzel saçları dökülmeden kurtulacak bu hastalıktan.” “Evet en büyük stresi o saçları. Umarım dökülmez, kemoterapiye ikna edemedik. Direkt nakil bekledi. Radyoterapi başlanacak ve şükürler olsun ona ikna oldu, saç dökülmüyor denilince.” “İyi bari en az hasarla atlatacak. Çok sevindim.” “Var mı bir ihtiyacın? Senin için yapabileceğimiz bir şey?” “Teşekkürler, birazdan arkadaşım da gelecek zaten. O yardımcı olur bana. Ayrıca özel hastane olduğu için konforlu da... Daha ne isteyebilirim?” “Yine de bir şey lazım olursa lütfen bana söyle. Sık sık geleceğim zaten yanına. İkiniz de iyi olana kadar buralardayım.” “Her şey yolunda giderse ben yarına taburcu bile olabilirmişim. Önemli olan zaten nakilden sonra Dalya'nın durumu... Bir de yanlış anlamazsanız bir şey sorabilir miyim?” “Tabii ki sorabilirsin...” “Dalya, Karen… İsimleriniz çok tuhaf, ilk defa duyuyorum da... Anlamı nedir? Değişik geldi.” “Dalya'nın adı Dalyan nehrinden gelme. Zamanında Muğla tarafından Bulgaristan'a göç olmuş, tekrar oradan Türkiye'ye geldik. Göçmeniz biz. Karen de birçok anlama gelir ama beyaz tenli, talepkâr kadın yazar internetten bakınca. Aslında bu ismi Zehra Annem bana Yunanca ‘Katharina’ kelimesinden türeyen ‘temiz ve saf’ anlamına gelen tanımıyla koymuş. Karışık yani biraz...” Ölen kızına Karen ismini bu niyetle koydu, yerine de ben geçtim diyemedim tabii... Biraz daha konuştuk ve tekrar Dalya'nın yanına geçtim. Yarım saat içinde ameliyata alındı. Ameliyathanenin kapısında beklerken mesaj geldi Salih patrondan. Patron: İki gün sonraya iş görüşmesi ayarladık. Avukat CV hazırladı sana. Onu oku hatta ezberle, görüşmede aksilik olmasın. İşe alınmanı sağlayacak içerideki adamımız. Dikkatli ol şüphe çekme… Ben: Tamam… Sonra bir dosya eki geldi. Açıp baktım. Benim için hazırlanan CV... Hayatımla ilgili çok değişiklik yoktu. Genel bilgiler aynı ama sadece daha önce böyle bir işte çalışmışım gibi başka bir şirket ismi vermişler. Hiç çalışmadım ve bilmiyorum. Umarım sıkıntı çıkmaz bu konuyla ilgili. CV'yi dikkatle okudum. Şu soru gelebilir, bu soru gelebilir diye diye kendimi biraz hazırladım iş görüşmesine. Ne kadar zaman geçti anlamadan ameliyathanenin kapısı açıldı. Önce Dilek çıktı ve odaya aldılar onu. Zehra anne “Ben Dalya'yı beklerim. Sen Dilek'le ilgilen lütfen kızım,” dedi. Dilek'in yanına geçtim. Arkadaşı gelene kadar ben ilgilendim onunla. Galiba ameliyatın verdiği duygusallık vardı. Anne diye sayıklayıp ağladı. Teselli etmeye çalıştım. Tamamen kendine gelince tekrar tekrar konuşup teşekkür ettim. Sarıkamış turnesinden kazandığım paranın bir kısmını çaktırmadan köşede duran çantasına bıraktım. Aslında para teklif etmiş Zehra Anne ama kabul etmedi. Annesine zamanında çok üzülmüş çünkü. Arkadaşını biraz gözlemledim. Dilek’le iyi ilgilendiğine emin olunca vedalaşıp Zehra Annemin yanına geçtim. Dalya da çıkmış ameliyattan ancak tedbir amaçlı yoğun bakımda tutulacak 24 saat demiş doktor. Zehra annemin ısrarı ile eve geçtim. Yapılacak bir şey yok, ikimiz birden bekleyip de yorulmayalım dedi. O günü ve geceyi evde dinlenerek geçirdim. Ertesi sabah hastaneye geldiğimde Dalya yoğun bakımdan çıkmış normal odaya alınmış. Kendine gelmişti bile. Hatta Dilek taburcu olmuş. Selam bırakmış bana da. Dalya mutluydu ancak biraz halsizdi. Hastanede yapacak çok işim olmadığı için iş görüşmesine yoğunlaştım. Sürekli tekrar ettim ki pot kırmayayım. Bir ay içinde benden istenileni yapıp bu işten kurtulmalıyım… Gece Zehra Anne kaldı Dalya'nın yanında ve ben iş görüşmesine gideceğim geç gelirim deyip vedalaştım onlarla. *** Sabah erkenden kalkıp hazırlandım. Duş aldım ve siyah pantolon, beyaz gömlek giydim. Klasik iş görüşmesi kıyafeti... Fazla resmi durdu ancak işi ciddiye aldığımı düşünmeleri gerekiyor. İkram personeli deyip geçmeyelim. Her iş ciddiyet ve özen ister. Mesajda bana verilen adrese geldiğimde ağzım açık kaldı. Bildiğin gökdelen burası... Kaç katlı olduğunu sayamadım bile. İçeri geçip “Danışma – Karşılama” yazan yerdeki görevliye Salih patronun mutlaka bu kartı göster dediği kartviziti uzattım. Görevli baktı ve “Üzerinde C yazan asansöre binip 21. kata çıkın. Mukadder Bey ile görüşeceksiniz,” dedi. “Anladım teşekkür ederim,” deyip asansöre ilerledim. Acaba içeride adamım var dediği kişi bu Mukadder Bey mi? 21. katta indim ve koridorda bir sağa bir sola bakındım. Topuklu ayakkabı sesi ile yeniden sağıma baktım. Allah'ım bu kadınsa ben neyim dedirtecek güzellikte biri geliyordu. Boğazımı temizler gibi yapıp “Pardon, Mukadder Beyin odası ne tarafta?” diye sordum. “Yeni kurban sensin sanırım.” “İş görüşmesi için gelmiştim.” “Evet onu kastettim zaten ben de. Dur tahmin edeyim yönetim katına ikram personeli olmak için görüşmeye geldin. Bu ay sen yedinci kişisin. Bakalım kaç gün dayanacaksın. Kovulmazsan tabii. Gel ben de o tarafa gidiyorum, göstereyim sana Mukadder'in odasını,” deyip ilerledi… Ulan beni nelere kimlere bulaştırdı bu patron diye söylenerek peşinden gittim. Bana bakmadan eliyle yanından geçtiği kapıyı gösterip “Aradığın şahıs burada tatlım. Kolay gelsin,” deyip devam etti. Derin bir nefes alıp verdim ve kapıyı tıklattım. “Geelll!” Açtım kapıyı, iki adım attım. Masada oturan orta yaşlardaki adama baktım. “Mukadder Bey ben ikram personeli olarak iş başvurusu yapmak için gelmiştim.” Masasındaki dahili hat denilen telefon çaldı. Eliyle bana ‘bir dakika’ diye işaret verdi ve telefonu cevapladı. Karşıdaki ne dedi bilmiyorum ama Mukadder Bey “Yine mi? Erkek alalım diye ısrar ediyorum, beni dinleyen yok. Şimdi birisi geldi iş başvurusu için. Olduğu gibi yolluyorum bugünlük idare edin bari,” deyip kapattı telefonu ve bana döndü. “Adın neydi senin?” “Karen Akça” “Karen 24. kata çık. İşe alındın. Bugünü atlatmaya bak. Sonrasını duruma göre değerlendiririz.” “Nasıl yani... CV'me bile bakmadınız?” “Sen bir yukarı çık, günün sonunda çalışmak istiyorum dersen gerekli prosedürü uygularız.” “Tamam, yani kusura bakmayın aklım karıştı biraz... Ayrıca biraz da korktum.” “Patron disiplinlidir. Sürekli gördüğü personelleri ufak tefek kelime oyunları ile dener. O denemeden başarılı çıkmayanları anında işten atar. Yakın koruması ve sağ kolu Turhan ondan beter zaten. İkisine dikkat et, işini yap, göze batma. Eğer bir ayı tamamlarsan Türkiye şartlarında harika bir maaşın ve işin olur. En uzun çalışan ikram personeli en son villa yaptırıyordu kendine ama unuttuğu bir şey vardı. Patron için kimse vazgeçilmez değil. Bir senedir dibinden ayırmadığı Turhan hariç. Bu kadar bilgiyi de kimseye vermedim daha önce. Aklın karışık ve korktuğun şey için uyarmak istedim. Hadi başarılar,” deyip kapıyı gösterdi eliyle… Villa lafını duyunca acaba dansı ve operasyonu boş verip bir sene çalışsam mı diye aklımdan geçmedi değil. Neyse şu meşhur patron Cihangir Aslan ve koruması Turhan mı tırpan mı neyse, onunla bir tanışalım önce deyip asansöre bindim. 24. katın tuşuna basıp yukarı çıkmasını bekledim. Kata gelip asansörden inince diğer katların aksine her yeri gri olan bir koridor karşıladı beni. Takım elbiseli adamlar belirli mesafede ip gibi dizilmişler. Ne tarafa doğru gitmem gerek diye bakınırken karşıdan yine takım elbiseli ve galiba iki metre boyunda görüp görebileceğim en iri yarı adamın bana doğru geldiğini gördüm. İriliğinden korktum ve istemsizce bir iki adım geri attım. O ise kendinden emin, yeri göğü inletir gibi yürümeye devam etti. Acaba patron bu mu? Ben bunun kasasına yaklaşamam bile. Yakalanırsam çiğ çiğ yer beni bu adam. Teşkilat kusura bakmasın. Ben bu işte yokum. Adam gelip tam karşımda durdu. “Karen Akça?” dedi soru sorar tonda… “Ee... Evet. Benim.” Gözlerime dikkatlice baktı. Uzun sayılmaz ama kısa da diyemeyeceğim bir süre… Sonra kendine gelir gibi oldu. “Ben Turhan, korumayım. Önemli bir toplantı var ve acilen bir şeyler ikram etmen gerekiyor. Yapabilir misin?” “Galiba...” “Net cevap ver bana...” “Yaparım.” “Gel benimle,” deyip arkasını döndü ve yürümeye başladı… Ben de peşinden… Mukadder denilen adamın bahsettiği ve disiplin konusunda uyardığı baş koruma Turhan buymuş. Kim nerede yetiştirdi bu yiğidi acaba? O kadar erkek partnerim oldu dans ederken, hiç böyle iri yarı kas yığını biriyle denk gelmedim. Önümdeki adamın kalçalarına gözüm takıldı. Yürürken bi sağ bi sol, maşallah afet afet… “Ulan analar neler doğuruyor,” dedim içimden ve bunu dememle hızla bana döndü. Tabi benim içimden demediğimi ve adamın durup bana döndüğünü anlayana kadar çarpmış bulundum. Arada boy mesafesi olduğu için başım taş gibi göğüs kısmına çarptı. Hemen geri çekildim. İnsan vücuduna değil de duvara çarpmış gibi hissettim bir an ve elim alnıma gitti. Başımı kaldırıp Turhan Korumanın gözüne baktım. “Pardon durduğunuzu fark etmedim bi an...” “Ben de senin bana laf atacağını tahmin etmedim bi an... Ayrıca bu sakarlık ve dalgınlıkla nasıl ikram yapacaksın toplantı salonunda merak ediyorum bir elli...” “1,50 (bir elli)??” “Biraz ufak göründün gözüme...” Olduğum yerde dikleştim, burnumu hafif havaya kaldırıp gözlerinin içine içine baktım. “Benim boyum 1,70” dedim gururla… Bi an duraksadı yaptığım bu hareketimle. Sonra yine kendine gelir gibi oldu… Hafif gülümsedi sanki. “Tamam çok fark etti, hadi hızlan. Dua et toplantı var yoksa daha koridorun bu ucuna gelmeden kovmuştum seni,” deyip yeniden hızlıca yürüdü. Onun bir adımı benim üç adımım olduğu için ben daha hızlı yürüdüm. Koridordan başka bir koridora geçtik. Labirent gibi burayı yapan mimar kör olmuştur eminim. Sol tarafı işaret etti. O kapıdan girince küçük bir mutfak olduğunu anladım. İkram edilmek için alınan kurabiyeler paketlerde duruyor. Çay semaverde demlenmiş, o şekilde kalmış ve yerde kırık bardak vardı. Turhan “Hızlıca bunları hazırla. Masanın başında oturan Cihangir Bey ve asla çay içmez. Az telveli tek şekerli kahve yapacaksın ona. Sakın soğuk olmasın kahvesi nefret eder,” dedi. “Kaç kişilik çay hazırlayacağım peki?” “15” “Tamam,” deyip çantamı çıkardım ve sandalyenin üzerine bıraktım. Ellerimi yıkadım, dolaplardan servis tabaklarını çıkarıp kurabiyeleri dizdim. Beşer kişi bir tabaktan yiyebilecek yakınlıkta oturdularsa üç tabak yeterli. Ama mesafe varsa iki tabak daha ayarlarım diye aklımdan geçirdim. Çay bardaklarını bulup iki tepsi çay hazırladım. Sonra küçük sunumlukta patronun kahvesini istediği gibi yapıp elime aldım. Soğumasın diye önce onun kahvesini verecektim. Arkamı dönünce Turhan'la göz göze geldik. Kapıda dikilmiş bana bakıyordu. “Kahve soğuk olmasın dediniz diye önce onu götürecektim.” “Mantıklı ama umarım tek sebep budur?” “Başka ne olabilir ki?” “Soğumasın kahve götür,” deyip başıyla işaret verdi. Mutfaktan çıktım ve Turhan'la yan yana yürümeye başladık. Kapıyı tıklatıp açtı. İçeri girince koskoca masada tek başına oturan adamı görünce önce şaşırdım. Sonra kahve soğumasın diye hızlıca ilerleyip önüne bıraktım sunumluğu ve geri geri çekildim. Kapıya dönüp tam çıkacağım sırada Turhan önüme geçti. Adam tek başına kapıyı kapladı resmen. Başımı kaldırıp baktığımda doğruca karşıya baktığını gördüm. Dümdüz duruyordu ve yüz ifadesi duygusuzdu. Arkadan gelen sesle tüylerim diken diken oldu. “Karen Akça, yeni ikram personelimiz. Gel bakalım yamacıma...” Ne saçma sapan bir ortam diye aklımdan geçirdim. Döndüm, iki adım attım ve elimi önümde bağlayıp masada tek başına oturan adama baktım. Beyaz tenli mavi gözlü kumral birisi... Göz göze gelince gülümsedi. “Hayatımda gördüğüm en güzel gözler… Yeşilin en güzel tonu... Az önce yakından da gördüm. Kaç yaşındasın Karen?” “25” “Nerelisin?” “Bulgaristan.” “Daha önce çalıştığın işler?” “Profesyonel dansçıydım.” “Bıraktın mı?” “Bırakmak zorunda kaldım.” “Sebep, belalın falan mı var?” “Hayır, düzenli çalışma saatlerim olsun istediğim için.” “CV'ni Turhan'a ver incelesin. İkram personeli demek bu kattaki her odaya girebilmek demektir. Acil bir durum olursa panik olacak mısın diye denedik seni. Net cevapların ve göz rengin hoşuma gitti. Bana ne zaman ikramlık getirecek olursan gözlerime bakacaksın. Her hareketin takibimizde... Tek yanlışında kovulursun. Ona göre hareket et,” deyip eliyle çıkabilirsin işareti yaptı. Kapıya döndüm. Turhan kenara çekildi ve çıktım toplantı odasından. Burası toplantı salonu veya odası dedikleri yer. Sadece masa sandalye, bir de barkovizyon var. Kişisel odasındaydı kasa ama Turhan denilen adam da kendisi de çok korkunç. Galiba ben bu işi yapamayacağım. Bu düşüncelerle mutfağa geçtim. Hazırladığımız çay ve kurabiyeler bitmiş bile. Tabaklar bardaklar boştu. Turhan “Korumalar yedi, onların çay saatiydi. Ama sen her zaman hazırlamayacaksın. Önceliğin Cihangir Bey, unutma,” diye uyardı. “Tamam unutmam,” deyip çantadan CV'yi çıkarıp uzattım. Yine gözlerime baktı ve bir anda elimden kağıdı çekip çıktı mutfaktan… Bu operasyon benim altından kalkabileceğim bir iş değil kesinlikle… Salih patron sanki bana görev değil de ölüm emrimi vermiş gibi. Resmen bu adamlara öldürtecek beni. Hele şu Turhan denilen koruma... Bence en büyük engel o! Ama yakışıklı da… “Kendine gel Karen,” deyip mutfağı toparlamaya başladım. En kısa zamanda Salih patronu aramam lazım. Eğitimli MİT personelinin yapacağı işi bana vermiş. Asla başaramam ben…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE