Yazar ' ın Anlatımıyla
Duru gözyaşları ile gününü tamamladığın da onu bir köşe de izleyen kişiden habersizdi. Onun her iç çekişi, gözlerini tülbentine silişi her şeyini takip eden biri vardı.
Onu o kadar detaylı bir şekil de izliyordu ki her adımını ezberliyordu. Bunu neden yaptığını ya da neden böyle bir durum da kaldığını bilmiyordu. Sadece gözlerini o kızdan uzaklaştıramıyordu.
Duru ' yu uzaktan izleyen ve her ağlamasın da resmen onun ile üzülen, bunları hak etmediğini iyi bilen biriydi. Neden böyle yapıldığını anlamamıştı ve o güneş gibi parlayan kızın gözlerinden yaşlar dökülmesini istemiyordu.
Neredeyse elleri ile gözlerini silmemek için onu bağırana basıp bak ben yanındayım artık ağlama, yalnız değilsin ya da seni görüyorum ve yanındayım dememek için kendini çok ama çok zor tutuyordu.
Aslan resmen yerin de duramıyordu. Ayakları o kızın yanına gitmek için kolları ise o kızı sarıp sarmalamak için o kadar büyük bir istek veriyordu ki ama farklı anlaşılacağı için yapamıyordu.
Aslan kadınların neden bu genç kıza böyle davrandığını bir türlü anlayamamıştı. Hayır eğer kadınların dedikleri doğruysa o zaman bu kız gözüne nasıl bu kadar masum gelmişti. Ya da bu kadar masum olmayan biri neden hâlâ ağlıyor ve başını yerden bile kaldırmıyordu.
Kime ne soracağını bilemiyordu. Açıkçası ne yapması gerektiğini de bilmiyordu. Kadınların özellikle de kadınların arkasından böyle konuşulan biri hakkın da birine bir şey sorsa acaba onun için daha mı kötü olur diye düşünüyordu.
İşte o an da içinden " Keşke Yakup yanım da olsaydı. " diye geçirdi. Çünkü en azından Yakup ona ne yapması gerektiğini ya da neden böyle olduğunu daha iyi anlatırdı. Zaten onlar kardeş gibiydi ve o böyle olsaydı Yakup ' ta desteği olarak Aslan' ı görmek ister ona sorular sorarak aklın da olan tüm soru işaretlerinin cevaplarını buldurmaya çalışırdı.
O gün o tarla da o kadar zor durmuştu ki mahsulu gezerken en azından Aslan biraz da olsa kafasını boşaltmıştı. Toprağa dokundunça ya da incelemek için bir parça bir kabın içine koyduğun da ekipmanların desteğine ihtiyaç duymuştu.
Aslın da dokunduğun da bile bazı şeyleri gayet iyi anlamıştı ama yine de emin olmak istiyordu. Kahya ile güneşin altın da daha durmadan ve kadınların ise onların karşısın da rahat tavır sergileyememesinden tarladan ayrılmışlardı.
Aslan doğruca evine giderken aklı o köylü kızın da kalmıştı. Aslan ' ın tarladan ayrılması ile bekar kızlar gülerek kendi araların da Aslan ' ı sohbetlerine katmışlardı.
" Kız nasıl yakışıklı gördün mü? Hayır bakışlarını ise benden alamadı. " diye konuşan köyün bir başka güzellerinden olan Nazgül ' dü.
Araların da olan bir başka kadın gülerek genç kızın omuzuna vurarak " Kız deme sana mı bakıyordu. Bir kere sadece gördüm ama o da sanki etrafa bakıyor gibi geldi. Ama şu bir gerçek ki çok yakışıklıydı anacığım. Hayır bu erkek ise bizimkiler erkek miydi? " diye söylendiğin de diğer kadınlar ise kahkaha attı.
" Yalnız kızlar benim öyle kocam olacak hiç koynundan çıkmazdım. " dediğin de kadınların bazıları ayıplar şekil de sesler çıkarsa da genellikle bunu söyleyen kadınlar gülüyordu.
" Onu bunu geçin kızlar bu adam sizi hiç boş bırakmaz görmedin mi boyunu, endamını, kalıbını eğer bu böyle ise şeyi de o kadar büyük ve kalın olur. Hayır yani Nazgül iyi düşün bacım kimse seni altından alamaz mazallah bayılır kalırsın. " diye gülerek söylendiğin de Nazgül yalandan utanarak da olsa konuştu.
" Kocamdır abla hem erkek milletini boş bırakmaya gelmez. Bana arzulu olsun gerekirse yataktan da çıkartmasın. " diye söylendiğin de kadınların hepsi kahkaha attı.
Nazgül ile kadınlar " Oo hadi inşallah, bakalım görürüz bir süre sonra kaçarsın da o zaman seni görürüz. " derken bir grup kadın da " Kız sen de ne istekliymişsin aman aman zaten çok yakışırsınız. Sen kesin her sene doğurursun anacım sen de kuduruksun belli. " gibi bir çok sözü söylerken Nazgül ise yalandan utanmış gibi davranıyordu. Hayır Aslan ise ne o tarafa bakmıştı ne de o kızı görmüştü.
Nazgül genç adamı beğenmiş bir de buraların sahibinin oğlu yani koskoca Hamza Bey ' in oğlunu elde etmek her genç kızın hayaliydi. Koskoca bey oğlu ve bir o kadar zengin olan biriydi. Kimse onu kaçırmak istemezdi.
Nazgül orada kendi kendine gelin güvey olurken bir yandan da diğer kadınlar ise kendi kızlarına ya da tam kendilerine o genç adam ile birlikte olmak istiyordu. Onlar için de paranın öyle bir gücü vardı ki kimse bunu başka türlü dile getiremezdi.
Duru ise diğer kadınları duymayarak işine devam ediyordu. O genç adamın onu görmüş olması bile utanç kaynağı iken asla bu konuşmaları yapamazdı. Onu annesi böyle eğitmemişti. Ne bir kişinin arkasından konuşurdu ne de erkekler ile başka münasebeti olurdu.
O da her kadın gibi sevmek ve sevilmek isterdi orası ayrı ama bu kadınlar utanmaz konuşmaları gibi asla bir şekil de düşünmezdi. Bu yüzden yüz kızartıcı olan konuşmadan da daha da uzaklaşmıştı. Duru gerçekten de adı gibi duru bir kızdı.
Saftı, masumdu ona iftira atarlarken aslın da o kadınlar genç kızın masumluğu yüzünden bu kadar üstüne geliyorlardı. Yoksa onların içinden bir kişi bile Duru kadar saf ve masum değildi.
İçinin güzelliği ise tıpkı kendi gibi dışına yansımıştı. Bu yüzden onun o güzelliğini kıskanıyorlardı. Duru o köye doğmuş bir güneş gibiydi. Ve bu güneş ise o kadar dikkat çekiyordu ki erkekler onun güzelliğine ve masumluğuna kayıtsız kalamıyordu.
Bu yüzden de kadınlar onun kıskançlığı ile sürekli ona zarar verme ve can acıtıcı sözler söylüyordu. Aslın da onlar da o genç kızın suçsuz olduğunu çok iyi biliyorlardı fakat işte erkeğe bir şey diyemedikleri için tüm suçu kadına atarak sen aklını çeldin diyorlardı.
Kim kime gücü yeterse ona baskı yapıp onun üzerin de canını acıtmaya çalışıyorlardı. Halbuki Duru da aynı annesi gibi olsaydı kimse ona bir şey söyleyemezdi.
Gülsüm ' ün pişmanlıkları ya da geçmiş günahları kızından çıkıyordu. Gülsüm ise kızını öyle güzel öyle farklı yetiştirmişti ki kendi ne kadar günaha batmışsa kızı da bir o kadar günahsızdı. Tabii bazı zamanlar bu durumdan az da olsa vicdan azabı çekmiyor değildi.
Ona biraz kendini savunmayı öğretebilseydi belki de Duru kendine söylenen her sözden ya da itilip kalkılmadan önüne bakabilirdi. Ama Duru kendini savunma da bir o kadar çaresizdi. Annesi ona bu durum da ne yapması gerektiğini hiç söylememişti. Biri bir şey dediği an sadece gözleri doluyordu.
Cevap bile insanlara veremiyordu. İçinden bir sürü şey söylemek geçiyordu fakat bubların hepsi de öyle biri olmadığı hakkındaydı ama onu bile dile getiremiyordu. Yapamıyordu, olmuyordu, başaramıyordu.
O kadar çaresiz, o kadar masumdu ki birisine bir şey diyemiyor ve sırf annesi için çoğu şeye katlanıyordu. Küçüklüğünden beri onu koruyan kolluyan kişi annesiydi ve o da artık onu korumayı kendine vazife olarak kabul etmişti.
Küçüklüğünden beri annesini herkes hor görürdü, iterlerdi, ağızların da sürekli kötü kötü şeyler çıkardı fakat annesi yine de kimseye bir şey demezdi. Doğru söylediklerini dile getirirdi. Ona göre bu onun cezasıydı.
Peki şimdi Duru neyin cezasını çekiyordu? O kimseye bir şey yapmamıştı. O çocukluğunu bile yaşayamamıştı ki sürekli artık birileri ona laf sokup kötü kötü konuşuyorlardı.
İşte bu onun için ağrına gidiyordu. Birilerine bir şey yapsa hak ettim diyebilirdi fakat o kimseye bir şey yapmamıştı. Hep annesinin eteğine yapışmış bir şekil de hayatına devam etmişti. Şimdi annesi hasta olması bu yaşına kadar da hâlâ annesinin eteğine yapışık bir şekil de gezerdi.
Annesinin kötü durumu elini kolunu bağlıyordu. Kimden neyin yardımını alacaktı bunu bile bilmiyordu. Ve hayatı ise böyle akıp gidiyordu.