Akşamüstü, 18:05 – Hatay Sınır Hattı, 12. Komando Üssü
Güneş batarken, üs bölgesi turuncuya kesmişti. Gökyüzü, kızılın binbir tonuyla yanıyor; telsiz kulelerinin gölgeleri, toprağın üzerine uzun çizgiler gibi uzanıyordu. Rüzgâr, çadırların kenarlarını usulca dalgalandırıyor, uzaklardan gelen helikopter motorlarının düşük frekanslı sesi yaklaşan bir operasyonun habercisi gibiydi.
Yüzbaşı Poyraz, harita masasının başındaydı. Üzerinde yıpranmış bir görev yeleği, kollarında toz lekeleri vardı. Gözlerinde birkaç gecedir süren uykusuzluğun bıraktığı kırmızılık dikkat çekiyordu. Masanın üzerindeki haritada, kırmızı kalemle çizilmiş bir rota belirgin şekilde görünüyordu: El-Basir Köyü, sınırın öte tarafında, tehlikenin tam kalbinde.
Kapı gıcırdayarak açıldı.
İçeri, elinde bir dosya ve yüzünde ciddi bir ifadeyle Asım Binbaşı girdi.
Kapı kapanır kapanmaz, içerideki hava biraz daha ağırlaştı.
Poyraz hemen ayağa kalktı, selam verdi.
Asım Binbaşı kısa bir baş hareketiyle,
“Otur, Poyraz.” dedi.
Dosyayı masaya koydu, gözlerini haritadan ayırmadan konuştu:
“İstihbarat kesinleşti. Suriye tarafında, El-Basir’de yeni bir mühimmat deposu kurulmuş. İran menşeli silahlar, militanların eline geçmeden önce orada tutuluyor.”
Poyraz başını salladı.
“Net sayı yok ama en az yetmiş kişilik bir silahlı grup olduğu tahmin ediliyor. Keskin nişancı pozisyonları da mevcut. Fakat depo bir okul binasına çok yakın sivil bölgeyle neredeyse iç içe. Bu da işi zorlaştırıyor.”
“Siviller varsa, doğrudan saldırı riski yüksek.”bu işleri gerçekten daha da zorlaştırıyor dedi poyraz düşünceli bir şekilde.
Asım Binbaşı sigarasını çıkardı, yakmadan parmaklarının arasında çevirdi.
“Bu yüzden sizi seçtik,” dedi sakin ama sert bir sesle. “Umut Timi bu tarz operasyonlarda en az kayıpla çalışan tek birim. Hedef temizlenecek, sivil zayiat olmayacak. Anlaşıldı mı?”
“Emredersiniz, komutanım.”
Poyraz, elinin tersiyle alnındaki teri sildi.
Haritadaki rotayı bir kez daha inceledi. Kafasında rüzgâr yönü, geçiş noktaları, telsiz frekansları, takviye süreleri birbiri ardına sıralanıyordu.
Umut Timi Barakada toplanıp hazırlıklara başlamıştı.
Berk sırt çantasını düzenlerken homurdandı:
“Her operasyonda yeni çelik yelek veriyorlar ama şu çorapları hâlâ değiştirmiyorlar.”
Fatih güldü.
“Senin derdine bak be! Sağ dönelim, ben sana on çift alırım.”
Semih sessizce silahını temizliyordu.
Can, dürbününü ışığa tutup ayar yaparken nefesini dengelemeye çalışıyordu.
Serkan, komutanına yaklaşıp kısık sesle sordu:
“Komutanım... Bu sefer farklı bir hava var, değil mi?”
Poyraz kısa bir duraksama yaşadı.
“Evet,” dedi sessizce. “Bu kez sınırın öte tarafında değil sadece vicdanla da savaşacağız.”
O anda herkes sustu.
Sadece rüzgârın çadırın kenarlarında gezinen sesi duyuluyordu.
Telsizden emir geldiğinde, hava kararmış; yıldızlar birer birer belirmişti.
“Umut Timi, kalkış 20:00. Helikopter pisti hazır.”
Helikopterin pervaneleri dönmeye başladığında, rüzgâr yüzlerine çarptı.
Her biri sırt çantasını sıkıca kavradı, silahlarını son kez kontrol etti.
Motor sesi yükseldikçe, içlerindeki sessizlik derinleşti.
Fatih dua ediyordu.
Semih mermi sayısını bir kez daha kontrol ediyordu.
Berk nefesini sayarak sakin kalmaya çalışıyordu.
Serkan’ın aklında esinin gülüşü vardı.
Can, annesine verdiği sözü hatırlıyordu:söz verdim sağ salim döneceğim anne.
Poyraz ise sadece gökyüzüne baktı.
“Yine biz ve karanlık... Ama bu defa daha zor.onu bekleyen canından çok sevdiği nazı vardı Ne olursa olsun, geri döneceğim.”
Helikopter havalandı.
Aşağıda üs bölgesi küçülürken, karanlık çöl onları yutuyordu.
Sınırın ötesinde El-Basir bekliyordu.
Ve o gece, kader çizgileri değişecekti.
02:43 – Suriye Sınır Hattı
Gece, sessizliğin en ağır hâlindeydi.
Ay, bulutların arasından solgun bir ışıkla sızıyor; rüzgâr, boş cephane kutularını devriliyordu.
Çöl tozu, diz hizasındaki kuru otlara sinmişti.
Poyraz dürbününü indirip telsize eğildi:
“Asım Binbaşı, burası Umut Timi. Noktaya ulaştık. Hareket yok ama sessizlik fazla derin. Emir bekliyorum.”
Kısa bir parazit sesi ardından Asım Binbaşı’nın tok sesi:
“Anlaşıldı Poyraz. Uyuyan yılanın üstündesiniz. Köy girişindeki mühimmat deposunu temizlemeden dönmek yok.”
Poyraz maskesini düzeltti.
Arkasında, tim üyeleri çömelmişti: Berk, Semih, Fatih, Can ve Serkan.
Hepsi komutanlarının gözlerini arıyor, o tek işareti bekliyordu.
Elini kaldırdı. Sessizlik.
Bir el işaretiyle yön verdi:
İki kişi sağ kanattan, üç kişi sol kanattan ilerleyecekti.
Berk termal dürbünle tarama yaptı.
“Komutanım, kuzeydoğuda devriye iki kişi.”
“Temas yok,” dedi Poyraz. “Göz teması koruyun. Susturucular hazırda olsun.”
Ay bulutların ardından çıkınca gölgeler netleşti.
Umut Timi nefes bile almadan ilerliyordu.
Ancak bir anlık dikkatsizlik her şeyi değiştirdi.
Fatih’in ayağı bir konserve kutusuna takıldı.
Metal sesi gecenin sessizliğini yardı.
Bir an herkes dondu.
Uzakta bir köpek havladı.
Sonra iki el silah sesi…
“Pusular!” diye bağırdı Poyraz.
Kurşunlar gecenin sessizliğini paramparça etti.
Semih yan duvardan ateş açtı, Fatih şarjör değiştirdi.
Can telsizden bağırdı:
“Temas sağlandı! Ateş yoğun! Depoya 200 metre!”
Asım Binbaşı’nın sesi geri geldi:
“Geri çekilmek yok! Takviye yolda. Depo düşerse, sabaha binlerce sivil tehlikede olur!”
Poyraz nişangâhına gözünü dayadı.
Bir binanın çatısında RPG’li bir militanı fark etti.
“Semih! Çatıdaki!”
İki atış. Hedef düştü.
Ama sağdan gelen el bombası duvara çarptı.
BOOM!
Toz, duman, çığlık.
Berk savruldu. Serkan onu çekti.
“İyi misin lan?”
Berk alnındaki kanı sildi. “Biraz sağır oldum, o kadar.”
Poyraz kolundaki yaraya aldırmadan öne atıldı.
“Duman at!” diye bağırdı. “Geçişi kapatıyoruz!”
Beyaz duman yayıldı.
Mermiler dumanın içinde yönünü kaybediyordu.
Tim sürünerek ilerledi.
Her adım bir ölümle dans gibiydi.
Fatih el bombasını çekti. “Temas mesafesi beş metre!”
Patlama sonrası depo binası göründü.
İçeriden birkaç siluet çıktı, ağır silahlarla ateş açtılar.
Bir kurşun, Can’ın bacağına saplandı.
Can düştü!” diye bağırdı Fatih.
Poyraz’ın gözleri büyüdü, yüreği yerinden fırlayacak gibiydi.
Poyraz hiç düşünmeden cana doğru koşmaya başladı
Kan kardeşinin emanetini asla yarı yolda bırakmazdı
Mermiler yağmur gibi yağıyordu.
O an, hiçbir şeyi düşünmeden Can’ın üzerine atladı.
Vücudunu siper etti, Can’ı duvarın dibine çekti.
Bir kurşun Poyraz’ın sol yanını delip geçti
Acı sırtına kadar yayıldı, ama dişlerini sıktı.
Can iyi misin diye sordu nefes nefese poyraz,
İyiyim komutanım dedi can acı içince .
Asım Binbaşı telsizden bağırdı:
“ Poyraz bekleyin yardımcı birlik yolda !”
“Olmaz komutanım zaman yok ! Bu depo düşerse, sınır düşer!”
“Yaralıyım ama devam edebilirim! Bu iş bitmeden buradan çıkmayacağız, aslanlarım!”diye bağırdı.
Poyraz tüfeğini kaldırdı.
El işaretiyle son hücumu başlattı.
Berk ve Semih soldan bastırdı, Fatih sağdan dolandı.
Serkan, barut çuvallarını hedef aldı.
Bir seri atış...
Ve ardından devasa bir patlama.
Yer sarsıldı. Gökyüzü ateşle kaplandı.
Umut Timi yere kapandı.
Duman dağıldığında, Asım Binbaşı’nın helikopteri ufukta belirdi.
“Umut Timi, helikopter yirmi saniye!”
Poyraz yarasına bastırdı. Kanı ellerinin arasından akıyordu ama gülümsüyordu.
“Dayan aslanım,” dedi Can’a. “Az kaldı, çıkıyoruz buradan.”
Helikopter ışığı üzerlerine düştü.
Rüzgâr, toz ve dumanı savururken, tim birer birer tahliye edildi.
Poyraz en son bindi.
Aşağıya baktı depo alevler içinde sessizce yanıyordu.
Asım Binbaşı yanına eğildi.
“İyi iş çıkardın, Yüzbaşı.”
Poyraz zorla gülümsedi.
“Herkes iyi mi, komutanım?”
“Evet, evlat. Hepiniz yaşıyorsunuz.”
Bunu duyduktan sonra gözlerini huzurla kapadı.
Yanındaki asker, yarasına baktı:
“Komutanım Bu yarayla savaşması mucize.” Dedi Asım binbaşıya
Asım Binbaşı tebessüm etti.
“‘Deli Fırtına’ lakabını boşuna almadı. Umut Timi’nin deli komutanı o.”
Helikopter geceye doğru süzülürken, sınırın sessizliği yeniden çöktü.
Ama bu kez o sessizlik, zaferin sessizliğiydi.