Ben Çapkın Bir Kadınım.!
17. yüzyıl İngiltere’sinde, kraliyet ailesi ve soylular arasındaki bağları güçlendirmek için yapılan evlilikler, duyguların önüne geçen bir gelenekti. Bu gelenek, iki farklı dünyanın insanı olan Eleanor ve Veliat Prens Victor’u kaderin ince ipleriyle birbirine bağlayacaktı.
Bla bla bla; bu edebiyat dilinden sıkılmadın mı, benim tatlış okuyucum. Açıkcası ben sıkıldım, eğitim gördüğüm kraliyet okulunda bu konuda çok katılar. Ama şuan benim günlüğümdesin, yani nasıl istersem öyle konuşurum.! :)
Ana karakteri anlatırlar ya, şöyle idi böyle idi. Hıhh işte tam oradayız.
Hikayemin ana karakteri tabiki benim, bir de şu prens bozuntusu sanırım.
Ben kim miyim ? Ben Eleanor , siz bana Elly diyebilirsiniz. Yakın çevremde elly diyor demek isterdim ama yaşadığım yüzyıl ve konumum saolsun, pek çevrem yok.
Konumum olayına gelirsek; Ben, ingiltere’nin en köklü ve saygın ailelerinden biri olan Beaumont Ailesi’nin, yirmi üçüncü kuşağından gelen tek kızıyım. ; Bu soyluluk zırvalığı nerden gelmiş dersen, Norman istilası sırasında kraliyet ailesini koruduğumuz için kazanılmış ve yüzyıllardır kraliyetle sıkı bağlarla devam etmişiz.
Keşke etmeseymişiz, çünkü olay durdu durdu bana patladı. 17 yaşında, krallığın kasıntı, gıcık bir o kadar da ukala prensiyle evlenmem isteniyor. Ben daha çocuğum be çocuk!
Bugün babamlarla saraya gittik ve sirk cambazı gibi giydirildim, fiyonklu tokalarla bezendim. Resmen fino köpeği sahiplendiriyorlardı sanki.!
Neyse dadım nana'nın değişiyle " sokak ağızı size hiç yakışmıyor hanımcım. " Tam da bu sebepden , bu güzel edebiyat dilini hakeden tek yer olan Muhteşem kraliyet sarayını sizlere anlatayım.
Sarayın devasa kapıları önümde yavaşça açıldığında nefesim kesildi. Gözlerimi alabildiğime kadar uzanan ihtişam, neredeyse gerçek olamayacak kadar güzeldi. Tavanları gökyüzünü andıracak kadar yüksekti, duvarlar altın işlemelerle bezenmiş, her köşeye incelikle yerleştirilmiş tablolarla süslenmişti.
Zeminde yürürken, mermerlerin üzerindeki ışık yansımaları gözlerimi kamaştırıyordu. Etrafımda dolaşan hizmetliler, üzerlerindeki şatafatlı üniformalarla, buranın büyüklüğüne ve düzenine hizmet ettiklerini hissettiriyordu.
Salonun ortasında devasa bir avize vardı; yüzlerce kristal, güneş ışığını binlerce küçük yıldıza dönüştürüyordu. Odaların her biri farklı bir hikaye anlatıyordu. Mobilyalar, kraliyet zarafetinin tanımı gibiydi; ipek kaplamalar, oymalı ahşaplar ve pırıl pırıl parlayan taşlarla süslenmişti. Sanki bir masal dünyasında kaybolmuştum.
Arka bahçeye çıktığımda ise hayranlığım katlandı. Devasa bir at binme alanı vardı; genişliği o kadar büyüleyiciydi ki, bir ordunun eğitimini rahatlıkla alabileceği kadar büyüktü. Atların koşularıyla rüzgarı hissedebileceğim bir hayal kurarken, biraz ileride sanat akademisini fark ettim. Burada heykeltraşların, ressamların ve müzisyenlerin eşsiz eserler yaratabilecekleri, büyüleyici bir atmosfer hakimdi.
Sarayın devasa terası ise ayrı bir cennet gibiydi. Çeşit çeşit çiçeklerle bezenmiş bir bahçeye açılıyordu. Güllerin kokusu burnuma ulaşırken, bu güzelliklerin arasında bir köşeye çekilip saatlerce kitap okuyabileceğimi düşündüm. Biraz ötede, müzik aletlerinin sıralandığı geniş bir salon gördüm. Piyano, arp, keman... Hepsi bir sanatçının hayalini gerçekleştirebilecek kadar özeldi.
Ve sonra, tüm bu ihtişamın merkezinde, sarayın eteklerine kadar uzanan kocaman bir göl vardı. Su, güneş ışığıyla dans ederken, buranın yalnızca yaşamak için değil, ruhumu da beslemek için yaratılmış bir yer olduğunu düşündüm. Saray, hayal gücümün bile ötesinde bir güzellikteydi ve burada hayatımın tamamen değişeceğini hissettim.
Ehhmm, Şimdi babamlar faktörünü saymazsak evlenmeye razı gelmemin ana sebebini anlamış olmalısın , tatlış okuyucum.
Evet doğru, bu devasa cennete yaşayabileceğimmm. Sebep tam olarak bu.!
Şimdi düşünüyorsundur, Peki Elly herşey iyi hoş ama sarayı bu kadar sevmenin sebebi neydi.
Hemen anlatayım, çocukluğumdan beri meraklı, aceleci ve çokca yaramaz bir çocuktum. Annem dahil dadım ve hizmetlilerimizden oluşun koca bir ekip peşimden anca koşuyormuş. Haha.!
Zamanla bu ilgimi babam sayesinde birçok alana dağıttık, önce yüzme, ardından resim, okçuluk, kılıç sanatı, müzik demek isterdim ama ne sesim vardı, ne de enstruman kullanma sabrım.
İşte bu sebeplerden 12 yaşıma geldiğimde sorgulamaya başladım, erkekler tüm bunları öğrenebildiği kraliyet okuluna gidiyorlardı. Ben neden orada değildim ? Uzunca süreler babama yaptığım baskılar sonrası, kraliyet ailesi, kraliyet akademisi sınavına girmem için onay verdi. Peki ben ne mi yaptım ? Tabi kii dönemimin en yüksek başarı notuyla okula giren ilk kız oldum.
Tabi şimdi bunun sebebinin kralın kendi gelinini eğitmek istemesi olabileceğini düşünüyorum. En azından arkamdan gelen kızlara öncü oldum, bu biraz olsun rahatlatıyor.
İşte tüm bu kriterler eşiğinde, saray benim için hayalimde ki tüm tutkularımı kadın olduğum için kısıtlanmadan rahat rahat yapabileceğim tek yer.!
- - -
Bugün ki görüşme sonrası neler konuşuldu sana onlardan bahsetmek isterim, tatlış okuyucu.
Veliaht prens ünvanını imzalayana kadar yani 18. Yaşına kadar eğitimine devam edecek, bu konuda babamın ısrarıyla benimde okula devam etmemi lütfettiler, saolsunlar. Düğün ise 1 ay sonra yapılacak, okula giden karı koca mı olur? Bu nasıl bir saçmalıktır. Neyse devam ediyorum.
Evlilikten sonra saraya taşınmam konuşuldu, fakat veliaht prens kendi dairesinde ben kendi dairem de konaklayacağız. Bu sayede o kasıntıyı görmeden mezun olabileceğim.
Sonrası içinse 18. Yaş günümüzün ardından veliaht prens ve prenses ünvanlarımız verilecek, Luksor Sarayına geçeceğiz. Asıl işkence o zaman başlayacak benim için, neden mi?
Bugün sarayda bu işkencenin sinyallerini veren bir anı yaşadım çünkü; yazarınızın yani yüce Ellynin anlatımıyla; :)
Eleanor, altın işlemeli açık mavi elbisesiyle sarayın görkemli salonunda duruyordu.
Victor, soğuk ve kararlı adımlarla yanına geldi. Ona yukarıdan bakarak alaycı bir gülümseme takındı.
“Kendini bu evcilik oyununa fazla kaptırma,” dedi, sesi buz gibi bir tonda. “Seni hiçbir zaman karım olarak kabul etmeyeceğim.”
Eleanor, gözlerini onunkilere dikti, yüzünde küçümseyen bir ifadeyle.
“İçin rahat olsun, Prens,” diye yanıtladı. “Ben de hiçbir zaman gerçekten karın olmayacağım.!”
Victor bir an duraksadı, "İşte bu beklenmedik bir olaydı, bu eğlenceli olacak. " dedi.
Sonra yüzüne takındığı soğuk bir gülümsemeyle uzaklaştı...
Şimdi söyle tatlış okuyucum, böyle bir cinsi nasıl sevebilirim?
Adam zaten okulun ilk yılından beri gözüme batıyor. Kraliyet okulunun içinde resmen adama özel bir okul daha inşaa edilmişti. Madem özel eğitim istiyordun git sarayda oku.! Hiçbir grup etkinliğine katılmaz, törenlere katılmaz, yıl sonu ise başarı listesinin birincisi diye anons edilir. Totomun 1.si.!
Bana ise özel bir sebepten iyice gıcık, herşey okulun ikinci yılı yaşandı. Sınıfımda uzun zamandır ilgimi çeken bir çocuk vardı, çocuk diyorum çünkü Prens hazretleri çocuğu okuldan attırdığından beri görmediğim için adını bile hatırlamıyorum.
Yıllar önce güneşli bir resim dersi günüydü. Ders sonrası güneşi heba etmek istememiş, bahçede bir ağacın altında uzanmış güneşin ruhuma kadar işlemesine izin veriyordum. Bir süre sonra başımın üzerinde güneşimi kesen bir gölge hissettim. Gözlerimi açtığımda hoşlandığım çocuk karşımdaydı, sarı saçlarından bir perçem yüzüne düşmüş, bembeyaz dişleriyle çimlerde yatan bana gülümsüyordu.
"Neden güneşimi engelliyorsun" diye kıkırdadım.
Bana doğru biraz daha eğildi ve " Kıskandım çünkü, güneş tüm yüzünü öpüyordu. Ben ise henüz sana dokunamadım bile" diyerek çapkın bir gülüş attı.
" Ee ne duruyorsun, Öp o zaman" dedim.
Benden beklemediği bir cevaptı, tanrım şok içinde kalmıştı, öyle komikti ki.! Kabul edelim ben Çapkın bir kadınım, sen olursun olmazsın beni ilgilendirmez. :)
Şokun etkisinden sıyrılan çocuk, yere dizini dayayıp üzerime doğru yaslandı. Dudakları artık dudaklarıma bir nefes aralığındaydı. Gözlerini kapatıp yaklaşmaya başladı. Ben ise keyifle tadına bakmak için bekliyordum.
Ne olduğunu anlamadığım bir anda, bir el hışımla geldi ve çocuğu üzerinden aldı.
Donakalmıştım, bu kişi prens bozuntusu Victor'dı. Sinirden şakaklarında ki damarlar atıyordu, Çocuğa bir yumruk savurdu ve
" Benim okulumun içinde utanmadan birini taciz edebileceğini mi sandın.! " diye tıslıyordu resmen.
Çocuk konuşmak istese de izin vermedi, kendime geldikten sonra ayağa kalktım ve üzerimi silkeledim. Prense döndüm,
" Taciz değildi, beni öpmesini ben istedim. " dedim.
Çocuğun yüzünde çok rahatlamış bir ifade vardı, deli gibi korkmuştu victor'da.
İçimden "sünepe erkek gibi duramadı karşısında, sen beni rüyanda görürsün artık. " diye geçirdim. En sevmediğim tiplerdi şu sünepe, pısırık hallerde ki erkek bozuntuları.
Prens gözlerimin içine öyle hiddetle bakıyordu ki, gözleriyle başımda delik açmak istediğine emindim, iyide bu öfke niyeydi?
Yanıma yaklaştı ve " Böyle birşeyi neden isteyesin, onu savunmaya çalışma.! " dedi.
İfademi hiç bozmadan gözlerine kilitlenmiş bakıyordum. Yüzüne yaklaştım ve fısıldadım;
" Çünkü dudaklarının tadına bakmak istedim.! "