bc

İRİS

book_age12+
116
TAKİP ET
1K
OKU
others
comedy
twisted
humorous
mystery
scary
spiritual
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Evrenimizin oldukça genç olduğu asırlar öncesinde, Kainat'ın yüce yaratıcısı, yönetici olarak gönderdiği evrenin en güçlü varlığı olan İrisleri yarattı.

Seçilmiş altı İrisin, insanlığı birlik olup bir düzen içerisinde yönetmesi bekleniyordu ancak... Bu böyle olmadı.

Yönetici olarak gönderilen Ruhlar fanilere aşık olduğunda, felaketler birbirini adım adım kovalamaya başlamıştı. Kara bir fırtına tüm dünyayı dolaşacaktı... İris kanı taşıyan fani bebekler doğmaya başladı. Türlerine cadı adı verilen bu melez bebekler felaketin kanlı canlı habercileriydi. Hükümdarların arasında çıkan iç savaş, dünyayı, hatta evreni bir kaosa sürükleyecek, her şeyin sonunu getirecekti.

Birlik olma amacından tamamen sapan ruhlar, birbirlerinden ayrılarak kendi kabilelerini kurdu. İris kanına sahip çocuklar çoğalmaya başladı. Oldukça küçük olan cadılar sihirlerini kontrol edemiyor ve zapt edilemiyorlardı. Güçleri bedenlerine ağır gelen cadıların verdikleri zararı durduramayan İrisler, yaptıkları yanlışın farkına varmışlardı ancak.... Bunu nasıl dizginleyeceklerini onlar bile bilmiyordu. İşledikleri günahın sonucunu durdurması için Tanrıya yalvardılar. Tanrı onları ağır cezalandıracaktı. 6 iris ruhlarını bir ayinde kurban verdiğinde, geriye bir tohum bıraktıklarından, onlar bile habersizdi. Safkan bir iris tohumu... Bu küçük bebek evrenin tek yöneticisi olmak için doğmuştu

NOT: OKUDUĞUNUZ BU KİTAP İRİS İSİMLİ İLK KİTAPTIR VE KONU BAĞIMSIZDIR!

NOT: KİTAP FARKLI KİŞİLER TARAFINDAN KOPYALANIP KÜÇÜK FARKLARLA DEĞİŞTİRİLMEYE ÇALIŞILMIŞTIR. BENZER BİR KONU İLE OKUDUĞUNUZ KİTABI ŞİKAYET ETMENİZ ÖNEMLE RİCA OLUNUR.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1. BÖLÜM "Kehribar Rengi"
Eğer bütün insanların zihninde unutulduğumu hissedersem, bu ne büyük özgürlük olurdu... Sayfanın sonundaki cümleyi okurken kaşlarımı çatmıştım. Zira benim felsefem yazarın düşüncesinin yanından bile geçmiyordu. Oldukça çevre sahibi bir insan olsa gerekti. Hatırlanmıyor, hatta tanınmıyor olsaydı, bunun insana ne lanetli olduğunu düşündürecek kadar pislik bir şeye benzediğini biri ona söylemeliydi. Etrafıma bakındım, ah! O kişi ne yazık ki şu dünya üzerinde yalnızca ben olsam gerek... Burun kıvırarak çantaya attığım kitabın ardından, kütüphane duvarındaki saate baktım. Öğleden sonra gelmiş olduğumu düşünecek olursak, bayağıdır kütüphanedeydim. Kitabı yüzümü buruşturarak çantama koymuştum ancak saatlerdir beni kendine gayet de sarmış demekti bu. Çok okumanın gözlerime bahşettiği yorgunlukla şakaklarımı ovuşturdum.Masanın üzerindeki telefona baktığımda yine o alışık olduğum ama beni her geçen gün daha da rahatsız eden sahneyle kucaklaşmıştım. Tek bir çağrı, mesaj, bir bildiri dahi yoktu, gerçi olmasının pek imkanı da yoktu...  Ayaklarım kütüphaneden istemeye istemeye çıksa da, o -kimsesizlikten- buz gibi olan evime gidip uyumalıydım. Son zamanlarda işe de sık sık geç kalıyordum, bunun önüne geçmem şarttı. Kütüphaneden çıktığımda batmasına ramak kalmış güneşin son zerrelerine baktım. Günün en güzel vakitleriydi. Sabahları Temmuz'un yakıcı güneşinden hoşlanmıyordum. Akşamın şu serin saatlerini ise oldukça seviyordum. Ağır ağır güne veda eden güneşin sönüşünü izledim. Evim şehre kıyasla daha tenha bir yerdeydi, ormanın tam olarak içine düşmese de neredeyse içinde sayılacak kadar 'içindeydi...' Bu saatte oraya güvenli bir şekilde gidebilmenin tek yolu, ney azık ki taksi çağırmaktan geçiyordu...İstemeye istemeye durağa doğru ilerledim. Aldığım haftalık daha hafta bitmeden suyunu dibine kadar çekerken, taksiye ödeyeceğim ücret şimdiden ciğerimi yakıyordu... Yoldan geçen taksilerden birini zorlanmadan durdurduğumda şansıma gülümsemiştim. Burada boş taksi yakalamakta çoğu zaman hiç kolay olmuyordu. Sakalları ağarmış taksi şoförü görüntüsünün aksine orta yaşlarda olduğunu belli eden ses tonuyla konuştuğunda dikiz aynasından şoföre baktım.  " Nereye gidiyoruz küçük hanım?" tebessüm ederek; "O şekilde anlayamazsınız" dedim "Siz devam edin. Ben tarif edeceğim" adam hiçbir şey söylemeden dediğimi yapıp sürmeye başladı. Evimin yakınlarındaki ormanlık alana yaklaştığımızda taksi şoförünün dikiz aynasından çatılan kaşlarını görebilmiştim. "Hanımefendi burası pek tekin olmayabilir. Doğru yerde olduğumuza emin misiniz?"  dediğinde rutinleşen taksi şöförü ve ormanda yaşayak kız diyaloğu zamanına gelmiştik. Kendi kendime iç çekerek "Doğru yerdeyiz merak etmeyin, göründüğü kadar tehlikeli değildir." demem taksi şoförünü pek rahatlatmamıştı. "Yanlış anlamazsanız eğer... Neden buraya geldiğinizi sorabilir miyim?" dikiz aynasından bana bakarak sorduğu soru hiç alışılmadık değildi, onun gibi birçok taksiciye de verdiğim cevabı vermiştim "Ailem ormanda yaşamayı sever." dedim. Olsaydı severdi belki, ama ne yazık ki, bir ailem yoktu. Onun yerine dadım ormanları seviyordu, ancak oda bir gün köşkün kapısına anlamsız bir not bırakarak beni terk etmişti...  "Gündüzleri cennet gibi sevimli bir yerdir, ancak ne yazık ki, geceleri de bir o kadar ürkütücü görünür" adam bir şey söylemese de ifadesi değişmemişti. Biraz daha yaklaştığımızda, ondan durmasını rica etmiştim. Evimi sır gibi saklamam gerekiyordu, taksiyi evime kadar götüremezdim. Bunun sebebi neydi, bende bilmiyordum ancak dadım bir zamanlar, benden hep böyle yapmamı isterdi. Bir bildiği olduğunu düşünerek bunu yapmaya devam ettim. O hiç bir zaman, hiçbir şeyi boşuna söylemezdi... Yakınlarda eski bir depo vardı, onunda ilerisinde ise tenha bir yol. Az ilerde ayrılan yolun sağ şeridi eski ve bir o kadar ürkütücü köşk'üme çıkıyordu... Gündüzleri, dünyanın en şirin köşkü olabilirdi. Bir peri masalından fırlamış gibi görünebilirdi. Ancak geceleri kendi evimin dışarıdan görüntüsü beni bile ürkütüyordu. Belki de herkesin alışık olmadığı tarzda bir ev olduğu için dadım burayı saklıyordu, kim bilir... Artık ben bilemezdim. Adımlarımı deponun soluna yöneltmiştim. Yolun görünmeyen tarafından gelen bazı sesler duyuluyordu ama pek önemsememiştim, yine de elimi çantama daldırıp biber gazımı bulmaya çalıştım. Yavaş adımlarım seslerin geldiği yolu yarılarken, biber gazını da bulduğumda elimi çantadan ayırıp, ceketimin cebine attım. Yolun kenarındaki ağacın arkasına doğru ilerleyip az ileride görünen siyah gölgeleri izlemeye başladım. Güneşin çökmesinin ardından gelen akşamın hoş ve yumuşak esintisi, seslerin geldiği taraftan yükselip yüzüme çarpıyordu. Okumaktan bitkin düşmüş gözlerimi, sarı sokak lambasının aydınlatabildiği kadar gördüğüm yüzlerde gezdirdim. Hoş, sokak lambasına da lamba demeye bin şahitti. Yanıyor muydu, sönüyormuydu belli bile değildi. Tıpkı filmlerdeki gibi uzun, siyah bir pelerinin içine girmiş, bol şapkasıyla, yüzlerinin yarısını kapatan siluetler görmeyi tahmin etmiyordum. Yanlarından geçip gitmeyi düşünsem de bu fikirde kararsız kalıp, dağılmalarını beklemenin daha mantıklı bir fikir olduğunu düşünerek, görünmeden izlemeye devam ettim, Diğerlerine göre pelerini daha koyu renkte olan adam belindeki hançeri çıkarıp, önünde duran genç adama doğru uzattığında istemsizce hıçkırmıştım. Etraftaki sessizliğin getirisiyle tok çıkan hıçkırığımı yalnızca benim duymuş olmama şükrederek geriye yaslandım ve yaşlı akasya ağacının, beni daha fazla saklayamayacağını bildiğim halde, mümkünmüş gibi duvara daha da sinmiştim. Oldukça siyah renkteki pelerini giyen adamın, hançeri tutan bileğine baktım. Serçe parmağından başlayıp bileğini saran sarmaşık dövmesi tahminimce kolunun tüm uzantısna kadar devam ediyordu. Işığı yansıtan hançerin metal gövdesi adeta bir ayna gibi parlıyordu. Genç adamın alayla güldüğünü görür gibi olmuştum. Siyah saçların arasından geçen beyaz bir çizgi, sokak lambasının loş aydınlığına rağmen kendini belli ediyordu. Oysa adam ak'lı bir saça sahip olmak için oldukça genç görünüyordu. Konuşulanları az çok duyabildiğimde söylediklerini anlamaya çalıştım. "Kutuyu bize teslim edin!" genç adam, alay dolu bir kahkaha attı. "Bizde olsaydı bile asla sana vermezdim. Sahibin nerde? Gül cemalini görmeyeli özlemiştik baya. Şimdi göremeyince çok üzüldüm. " dedi alayla. Deri ve oldukça uzun görünen ceketinde gezdirdim gözlerimi. Ensesine doğru uzanan bir dövmesi vardı ama ne olduğunu seçememiştim. Elleri arkadan bağlıydı ancak bileğindekiler bir ip değildi. Yeşil, parlak, deriye benzer bir yapısı vardı. Gözlerimi kısarak daha dikkatli baktım. Parlak pullarla sarılı şeyin bir yılan olduğunu gören gözlerime inanamamıştım. Gördüklerim bir rüya bile olamayacak kadar saçmaydı. "Kolyeyi çaldınız!" diye bağırdığında düşüncelerimden sıyrılıp koyu pelerinli, yüzü görünmeyen adama baktım. Elindeki hançeri genç adamın yüzüne doğru iyice yaklaştırmıştı. "Tapınaktan çaldığınız  Mücevher kutunuzu koruyamadıysanız bundan bana ne?" dedi umursamaz bir tavırla. "Çayda hamsi tutmaya çalışıyorsun Balgard'ın köpeği! Yanlış sularda balık avlıyorsunuz." cesareti takdire şayandı. Üstelik yalnızca onun ki değil, onları buraya çökmüş merakla röntgenleyen bendenizinde cesareti küçümsenmeyecek kadar takdire layıktı! Kendini uzunca bir kumaşla saklayan adam daha da yaklaşıp, hançeri genç adamın boğazına dayamıştı. Bıçağın sivri ucunun tenine değdiğini görebiliyordum "Eğer taş mücevher elinizdeyse, bu hepinizin sonu olacak!"    Genç adam güldü "Ya da hepinizin." dedi alaycı sesiyle. Oldukça rahat görünüyordu. *Benim aksime* Ağaçtan üzerime atlayan kedi sayesinde çığlık attığımda, tüm gözlerin bana döndüğünü hissedebilmiştim. Kafamı o yöne çevirdiğimde yüzlerinin yarısı kafalarına geçirdikleri pelerinin Şapkaya benzer, o bol şey ile örtülü olan adamların aksine, sapsarı bir çift kehribar rengiyle göz göze geldiğimde hiç düşünmeden koşmaya başladım. "O Bizi görüyor mu?" hala işittiğim konuşmaları düşünmeye zaman ayırmadan, hızla koşmaya devam ettim. "Bırakın onları, geçit kapanacak gidiyoruz!" Nihayet uzaktan gelen sesler, durmam için yinede yeterli değildi. Daha hızlı koşmaya çalışsam da bacaklarım bana karşı koyuyordu. Eski deponun arkasına geçip bacaklarımın hareketini sonlandırdığımda nefes nefeseydim. Az önce olanların gerçek mi, yoksa yorgunluğun verdiği hayal gücümle birlikte, zihnimin bana düzenlediği küçük bir oyun olup olmadığından, emin değildim. Ancak tamamen hayal gücümden ibaret-tiyse de, hakkını vermeliydim ki oldukça gerçekçiydi. Yeni düzene soktuğum nefesimi kesen elle birlikte, buz mavisi gözlerim dehşetle büyürken çırpınmaya başlamıştım. Kanımı donduran soğuk ellerin, ağzımdaki hissi bedenimin korkuyla çırpınmasına neden oluyordu. "Şişşşh" dedi, erkeksi tondaki sesi. "Sana zarar vermeyeceğim." ağzımdaki eli gevşese de çekilmemişti. Kulağıma değen nefesini hissedebiliyordum. Kalbim damarlarından ayrılıp kaçacakmış gibi çarpıyordu. "Sakin ol ve bana sadece kim olduğunu söyle."  'Asıl sen kimsin!' diye bağırdı içimdeki ses korkuyla. Dışıma yansıtamamıştım. Hoş, istesem de eli ağzıma örtülüyken büyük ihtimalle bunu yapamazdım. Gözlerimi sıkıca yumup, derin bir nefes aldığım sıra istemsizce hıçkırdım. "Sakin ol dedim. Sana zarar vermeyeceğim korkmana gerek yok!" Nefesimi düzene sokmaya çalışırken, hızlı şekilde inip kalkan göğsüme elimi bastırdım. Yeni uyanan baykuşların sesi ormanda dolaşıyordu. "Elimi yavaşça çekeceğim. Ama bana dönmeyeceksin ve bağırmayacaksın. Dediğimi yaptığın sürece, korkmana gerek yok." fısıltılı sesi kulağımda karıncalanma yaparken, sıkıca yumduğum gözlerimi ağır şekilde açtım. "Gerçi bağırsan da, bu ormanda sesini benden ve şu öten baykuştan başkasına duyuramazsın... Ve dediğime uymazsan, o zaman gerçekten korkutucu olabilirim." dediğinde, istemsizce tekrar hıçkırdım. Ağlamıyordum ama istemsizce hıçkırıyordum. "Anlaştık mı?" onaylarcasına başımı salladım. "Güzel" elini ağzımdan yavaşça çektiğinde, içimde tuttuğum nefesimi hızla verip yenisiyle ciğerlerimi doldurmuştum. "Kimsin?" diye sorarken sesi dümdüzdü. "Be-Ben... Ne bilmek istediğini bilmiyorum." dedim titreyen sesimle. "Az önce gördüklerin hakkında ne biliyorsun?" "Hiç bir şey" diyebildim " Sadece korktum ve çok şaşırdım." "Orada olan her şeyi gördün mü?"  "Sadece evime gidiyordum. Amacım kimseyi gözetlemek değ-" "Ordakileri gördün mü? Herkesi?" "Evet. gördüm" derken derin bir nefes daha aldım. İçime çektiğim hava ciğerlerime yetmiyordu sanki. "Nasıl..." sesi, sanki bunu bana sormamış gibi çıkmıştı. "Geçiyordum ve yolumun üstündeydiniz, kör olmayan herkes bu şartlar altında sizi görebilirdi." Omuzumu kavrayıp sertçe beni kendine döndürdüğünde yine hıçkırmıştım. Sap sarı gözler gözlerimi bulurken tekrar hıçkırmamak için nefesimi tuttum. "Beni gördün mü?" Onaylarcasına başımı salladım. "Ve beni hâlâ görüyorsun öyle mi?" derdi neydi bunun? Az önce gördüklerim bir grup tımarhane kaçığının işi olabilir miydi? "Seni hâlâ görüyorum." dedim. "Baksana bir klinikten falan kaçmış olabilir misin?" anlamadığını belirterek kaşlarını çatmıştı ancak bu ifadesi çok uzun sürmeden, omzumdaki elleri orayı sertçe sıktığında yüzümü buruşturdum. "Kimsin sen?" dedi. Çenesi gergindi. "Asıl sen kimsin?" dedim korkumu biraz daha dizginleyebilmiştim artık. İfadesiz yüzü buz gibi bakıyordu. Gözlerimi inceleyen gözlerinde bir kaç tohum şaşkınlık görüyordum. Gözlerini bir kez kırpmasıyla çekilen ifadesizliği dahada güçlendi. Gözlerimi devirdim. " Bak ne bilmek istediğini bilmiyorum ama genelde kendimi tanıtırken ismimi söylerim. Adım İlda. Bu ormanda oturuyorum ve tek istediğim evime gitmek. Lütfen bırak gideyim" Kehribar rengi gözlerini gözlerime odaklamıştı. Beni dikkatlice incelerken gözünü bile kırpmıyordu. Başını onaylamazca salladığında kaşlarımı çattım. "Ormanda yaşıyorsun öyle mi?" "Evet. Evim az önceki yolun sonunda kalıyor" dedim bunu neden söylediğimi bilmiyordum ama inanmasını istemiştim. Gözünü etrafta gezindirdi "Ormanda yaşayan bir genç kız.... Hemde ilk boyutta, sence bu mantıklı mı?" "Derken?" başını tekrar onaylamazcasına salladı, yapabilirmişim gibi kaşlarımı dahada çattım. "Ne saçmalıyorsun?" "Burnuma hiç iyi kokular gelmiyor.. " ne söylediğini anlamıyordum. Bunu yeterince belli edercesine baktığımda, bir eli sıkıca kolumu kavradı ve kendi adımlarıyla birlikte beni de hareket ettirmişti. "N'apıyorsun, beni nereye götürüyorsun?" "Sadece sus, ve yürü." "Kolumu bırak!!" "Sesini kesersen bu ikimiz içinde daha iyi olur! Sana zarar vermek gibi bir niyetim yok. Ha!  Şimdilik!" şimdilik mi? "O ne demek?" dedim aklımda kurduğum soruyu direk yöneltip. "Sesini çıkarma!" kolumdaki elini dahada sıkınca dudaklarımdan acılı bir inilti dökülmüştü. Bunu duyduğunda eli biraz gevşese de hala sıkıydı. "Nereye gidiyoruz?" "Evine." BÖLÜM SONU İNST- 'irisliler'

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

LANETLİ KÖY (TÜRKÇE)

read
8.7K
bc

Bedenim Alfaya Ait

read
21.2K
bc

TENASÜH (Türkçe)

read
8.6K
bc

Cins-i İnsan (MUSALLAT)

read
14.2K
bc

MIXED SCHOOL

read
4.1K
bc

İkiz Büyücüler

read
2.1K
bc

Haydut Alfa Ve Kurt Adam Kralı

read
6.4K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook