♤♡◇♧
"Meyra aptal mısın sen!"
Abimin öfkeli sesini duyar duymaz elimdeki kitabı bıraktım. Sanırım şuanda beni azarlamak için odama girmek üzereydi ki yanılmamıştım.
"Ne bok yiyorsun hala burada? Tülay Hanım seni çağırıyor duymadın mı bizi kovduracaksın" Abim oturduğum koltuktan beni yaka paça dışarı atmasıyla kocaman bir of çekmiştim. Biliyor musunuz? Gerçekten bıkmanın eşiğindeydim. Küçüklüğünüzden beri sürekli bir aileye hizmet etmek inanın bana kolay olmuyordu.
Hiç kolay olmuyordu.
İşimi aşkla yapan biri değildim. Zorunluluktan ve maddi imkansızlıkların getirdiği kötü bir hayattan fazlası değildi. Ben, abim Mithat, babam ve annemle birlikte müştemilatta kalıyorduk. Kaldığımız müştemilat Fettahoğlu ailesinin villasının arka bahçesinde, küçük bir yaşam alanıydı.
Küçüklüğümden beri aynı hayatı her gün tekrar ediyordum, tabii ufak tefek farklılıklar vardı elbette. Yine de çocukken elinizde kalanlarla daha iyi mutlu oluyorsunuz, orası ayrı.
Çalışanı olduğumuz aileden bahsetmek gerekirse, aşırı zengin bir aileydi onlar. Vedat Bey Fettahoğlu şirketinin ceosuydu. Sonradan etiyle tırnağıyla zengin olan bir adam olduğu için sahip olduklarının kıymetini iyi bilirdi. Bildiğim kadarıyla zenginliğini tamamen kendi emeğiyle, aile katkısı olmadan tek başına kazanmıştı. Görüp görebileceğim en kibar insandı. Tertemiz kalbi, kimseyi ezmeyen, evde olsun işte olsun her çalışanına nazik davranan dünyalar tatlısı yaşlı bir adamdı.
Benim kızıyla yaşıt olmam ve yaşımın da küçük olması sebebiyle ayrı bir güzel davranıyordu bana.
Sıradan zengin bir aileydi bence onlar. Bugüne kadar olağanüstü bir vukuatları olmamıştı. Hatta çoğu kişi bilmezdi onların bu kadar zengin olduğunu. Ellerindeki servet kadar ünleri yoktu. Sessiz sakin, cemiyet hayatından uzak bir hayatları vardı.
Sebebi tabii ki de Vedat Bey'in ta kendisiydi. Salon adamı olarak tabir edeceğiniz, lüksü sevmeyen, zengin olmasına rağmen şatafattan ve gözden uzak, yaşantısını az çok ailesine empoze etmişti.
Oturdukları bu ev adeta saraydan bozma bir villaydı. Biraz eskiydi ama eski olması görkemine gölge düşüremiyordu. Büyüktü, hem de çok. Çocukluğumun bu evde geçmesi bile mükemmel bir şeydi benim için. Sahip olmasam da içinde barınıyordum. Şanslı mıydım bilmiyorum. Çocukken olabilirdi ama şuan ki hislerim karmakarışık. Ne bu evin ve yanında getirdiği şatafatlı hayatı, ne de onu yaşayan insanları izlemeyi sevmiyordum. Küçük bedeniniz, yarım aklınız bir şey anlamasa da büyüdükçe buraların yabancısı olduğunuzu anlıyordunuz.
Anlamazsanız eğer, size çok güzel anlatıyorlar. Merak etmeyin.
Çok büyük olduğu için benim için saray yavrusundan çok işkence odası gibiydi. Bazen bu kadar büyük olduğu için lanet ediyordum. Temizle temizle bitmiyordu dört duvar odalar. Silmekten kollarımın koptuğunu, ayakta durmaktan dizlerimin ağrıdığını bilirdim.
Ha, niye? Çünkü bu evi ben temizliyorum.
Saray yavrusu olması benim işime gelmiyordu yani
Tüm çocukluğum bu evde geçmişti, babam ben doğmadan önce burada çalışmaya başlamıştı. Bahçe işleriyle ilgilenirdi daha çok. Başka şeyler de yapardı, kendini sadece bahçe işleriyle sınırlandırmazdı. Yeri geldiğinde Vedat Bey ne isterse yapmaya hazırdı. Tüm ailesine kucak açtığı için içten içe minnet duyuyordu babam.
Uzun lafın kısası baya baya buranın yerlisi olmuştuk.
Abim şofördü sadece. Annem de babam da onun burada çalışmasını istemediler hiçbir zaman. Bu nasıl anlatılır bilmiyorum, onunla alakalı çok büyük hayalleri vardı annem ve babamın. Hepsi suya düştü... Okumaya çalıştı, başaramadı, iş kurmaya çalıştı, işin sonunda elinde kalan tek şey maddi olarak zarardı.
Son çare olarak burada çalışmayı seçti. Diğerlerimiz gibi.
Annem işinin ehli bir aşçıydı. Elinden her türlü iş gelirdi ama söz konusu yemekse kimse annemin önüne geçemezdi. Onlarca yemeği işinin ehli gibi yapar, insanlara beğendirtirdi. Hem yöresel yemekleri hem dünya mutfağını.
Annem, babam, abim ve ben bu insanlara hizmet ediyordu kısaca. Aslında ben belli bir zamana kadar okula gidiyor ve bazen anneme yardım ediyordum. Yani işin doğrusu çok da hizmet ettiğim söylenemezdi, ta ki annem hastalanana kadar.
Annemin meme kanseri olduğunu öğrendiğim an bütün dünyam başıma yıkıldı. Günlerce göz yaşı döktüm, dışarı çıkmayıp yirmi dört saat başında nöbet tuttum. Tüm benliğimi ona adadım ama dünyanın en fena şeyi başınıza gelse de belli süre sonra alışıyordunuz.
Aslında hiç alışamadım, ne annemin bu haline, ne de kendi zavallı halime. Hiçbirine alışamadım.
Ağlayıp sızlamak fayda etmiyordu, hiçbir zaman etmez de. Annem için daha fazlasını yapmam gerekti. Ne onun kadar ev işlerinden anlıyordum ne de ellerim ev işine yakışıyordu. Onun yaptığını yapabilmek için iki kat efor sarf ettim.
Önce onun gibi yemek yapmaya çalıştım. Yaptığım yemekleri Vedat Bey dışında beğenen olmadığı için başka aşçı buldular elbette. Annem kadar yetenekli değildim, bu bariz. Vedat Bey de beni kırmamak için ne yapsam beğenmiş gibi yapıp eline sağlık kızım derdi. Tabii evin diğer fertleri bu kadar nazik değildi.
Tüm bunları yaparken okulu bırakmak zorunda kalmıştım. Annem yerine ben çalışmaya başladığım için. Bir yıl boyunca büyük uğraşlarla gecemi gündüz ederek psikoloji bölümünü İstanbul'da kazanmayı başarmış olmama rağmen sadece iki ay okula gidebilmiştim. Bütün psikolojim altüst olmuştu. Tüm umudum o okuldu, kendimi kurtarmak için klasik bir yol denemiştim, okumak. Okulum hayatımdan annemin hastalığıyla tamamen gündem dışı olmuştu. Yine de yapmam gerekeni yaptım, villada çalışmaya başladım. Kolay mıydı? tabii ki hayır, tabiri caizse canım çıkıyordu. Üstelik sorun ne biliyor musunuz? Sizinle aynı yaşta bir kız her gün dışarda eğlenmeye giderken sizin her Allah'ın günü dur durak bilmeden ona ve ailesine hizmet etmek zorunda olmanızdı.
Ne olursa olsun bana ve aileme laf gelmesin diye gece gündüz çalıştım, çalıştım ve çalıştım. Yemek yapamayınca temizlik işlerine odaklandım. Okulumu, hayallerimi, geleceğimi...benimle ilgili olan ne varsa hepsini attım.
Atmaktan başka çarem mi vardı?
Bu zamanlarda en büyük destekçim Bersu olmuştu. Bersu, Vedat Bey'in kızı ve en küçük çocuğuydu. Yaşıttık onunla, akrandık. Aynı çatı altında bambaşka hayatlar yaşayan akranlar desem daha doğru olurdu. O olmasaydı bu karanlık günlerde nasıl ayakta kalırdım bilmiyorum. Bersu'yu seviyordum, en iyi arkadaşımdı o benim. Hatta bu villadaki herkesi seviyordum. İnsan size ekmek veren, zor zamanınızda bile arkanızda bir aileyi niye sevmez ki? Annem hasta olduğunda isteseler kapıya atıp daha iyi bir personel bulabilirlerdi, çünkü ben annem kadar iyi ve hızlı iş yapamıyordum. Hatta işimde berbattım. İsteseler benden iyisini bulurlardı elbet. Sağ olsunlar ses etmiyorlardı.
En basitinden bir kahvaltı hazırlamak için bile mutfağı savaş alanına çeviriyordum, çevirdiğim gibi topluyordum. Sırf yetiştirebilmek için sabahın altısında ayağa kalkardım.
"Ahh! Acıdı!" Abimin kokulumu sıkmasıyla düşüncelerimden sıyrılıp ufak bir çığlık attım, bu yaptığı beni sinirlendirse de ses etmemiştim. Hala dediği şeyi yapmamam onu kızdırmıştı.
"Kızım senin ufacık bile beynin yok mu" dedi dişlerinin arasından konuşarak. "Bir şey becerdiğin de yok hala aval aval geziyorsun, Tülay Hanım çağırıyor demedim mi sana?"
Yüzüme sahteden bir gülümseme koyarak "Tamam abi hemen gidiyorum" dedim. Villaya girdim, sanırım Tülay Hanım üst kattaydı. Adımlarımı merdivenlere doğru yönelttim.
Allah'ım, bugün bitebilir miydi artık?
Üst kata çıktığımda Tülay Hanım'ın Vedat Beyle sohbet ettiğini gördüm. Beni görünce "Seni çağıralı kaç dakika oldu, neredesin sen?" dedi.
Ben kendimi savunmama gerek kalmadan Vedat Bey beni korumak istercesine konuşmuştu. "Kızın işi vardır Tülay, alışık değil olur böyle şeyler"
Vedat Bey'e gülümseyerek "Teşekkür ederim, sizi beklettiysem özür dilerim" diye mırıldandım. Her fırsatta beni babam gibi koruması o kadar hoşuma giderdi ki.
"Git bak bakalım Anıl'ın bir şeye ihtiyacı var mıymış" dedi Tülay Hanım. Sesindeki agresif ton, bana hala kızgın olduğunu gösteriyordu.
"Emredersiniz efendim"
Anıl demişken, Anıl ailenin iki çocuğundan biri ve en büyük çocuklarıydı. Zengin ailelerin, kadın düşkünü, kendini beğenmiş, saygısız ve hadsiz bir erkek çocukları oldurdu ya hep, sanırım bu rolü o üstleniyordu.
Bu evde Tülay Hanım'dan sonra en çok onun tarafından azarlanıyordum herhalde, bazen sudan sebepler yüzünden bana kızsa da onunla da Bersu'yla olduğu gibi kardeş gibi büyümüştük.
Özellikle küçükken aramız çok iyiydi. Büyüdükçe değişmişti biraz sanki Anıl. Küçükken güzeller güzeli bir delikanlıyken büyüdükçe kendisiyle birlikte büyüyen egosunun esiri olmuştu. Asabileşmişti, daha soğuk biri olmuştu. Aramız eskisi kadar sıcak ve samimi değildi. Bersu'ya yakın olduğum kadar yakın olamamıştım ona. Yarı yarıya abim sayılırdı, diğer yarısı da iş verenim. Aramızın küçükken olduğu kadar sıkı fıkı olmamasının sebebi onun soğuklaşması değildi sadece, sonuçta erkekti ve benden beş yaş kadar büyüktü.
Annem bu konuda "Aman laf söz çıkar" diyerek defalarca uyarmıştı.
Sanırım Anıl üniversiteye gittikten sonra çok değişmişti. Saçma sapan arkadaş çevresi vardı. Hani annelerimizin asla onaylamadığı o gereksiz arkadaşlar. Bütün çevresi onlarla kaplıydı.
Önceden abi diyerek hitap ettiğim biriyken zamanla bana ve tüm insanlara yukardan bakmaya başladı. Benimle kurduğu diyaloglar emir cümlelerinin esiri olmuş, "Şunu yap, bunu getir" den öteye gidemediği için sınırlarımın farkına varmıştım. İnsan içindeyken 'Bey' ya da 'Efendim' diyordum çünkü Tülay Hanım böyle istemişti. Ancak yalnız isek abi diye hitap ediyordum, bazen adıyla sesleniyordum. Anıl annesi Tülay Hanım kadar hitaplara takılmıyordu.
Onun kadın düşkünü olduğunu söylemiştim ama onun bir nişanlısı vardı üstelik. Aile zoruyla falan da nişanlanmamıştı, kendi isteğiyle seve seve nişanlanmıştı. Buna rağmen başka kadınlarla olmaktan da geri durmuyordu. Nereden mi biliyorum? Eve getirdiği kadınların sütyenlerini yerden toplamaktan gına gelmişti.
Yine de o "Playboy" sıfatını yakıştıracağınız biri değildi. Çünkü playboyların kalbi kimseye ait değildir.
O nişanlısına deliler gibi aşıktı. Bu nasıl bir aşktı bilmiyorum. Yakında evleneceklerdi ama Anıl hala nişanlısını aldatmaya devam ediyordu. Sabah birlikteyseler akşam aldatıyordu, eğer akşam birlikteyseler sabah aldatıyordu. Buna rağmen Defne'nin gözünün içine bakardı her zaman, bir dediğini iki etmezdi. Sürekli ona aşık olduğunu söylerdi, çok garip ve çalkantılı bir ilişkileri vardı.
Bir an düşündüm, acaba nişanlısı bu kadınlardan haberdar mıydı? Hani hiç mi kimse söylemiyordu bu çocuk seni aldatıyor diye. Bilmemesi imkansızdı. Anıl saklayarak yapmıyordu bunu çünkü, her şey göz önündeydi. Bir değil iki değil, defalarca kez aldatılıp bunu bilmemesi inanılır gibi değildi.
Bence biliyordu ama görmezden geliyordu, kulak asmıyordu.
Her neyse
Tülay Hanım'ın dediği gibi, bahçede oturuyorlardı. Anıl'ın yanında tanımadığım birkaç yüz ve tanıdıklarım vardı. Uraz ve Selin'i tanıyordum. Anıl o ikisiyle sık sık görüşürdü. Ne diyeyim, ikisinden de hiç haz etmezdim. Her fırsatta onlardan kaçıp başka çalışanları onlara yönlendirmeye çalışırdım. Bu yöntem her zaman işe yaramazdı.
Şuanda yaramadığı gibi.
Yanlarına gidip "Hoşgeldiniz, bir isteğiniz varmı?" diye sordum. Uraz denen çocuk bana bakarak "Viski" dedi, yüzünde her zaman aşina olduğum saçma bir sırıtış vardı. Anıl'ın en yakın arkadaşlarından biri de buydu ne yazık ki. En katlanılmaz olanı, en sevimsiziydi.
"Ben bir beyaz şarap alacağım"
"Bana da viski getir"
"Bana da bir bira getirirsen sana zahmet"
"Ben de bira alsam iyi olur"
Diğerleri de ne istediğini söyledi, hepsini tek tek hafızama kaydedip mutfağa gitmek için hazırlandığımda Anıl'ın bir istekte bulunmadığını fark ettim. "Sizin bir isteğiniz var mı?" dedim mesafeli bir sesle. İnsan içinde sizli bizli konuşuyorduk.
Yüzüme bile bakmadan "İstersem söylerdim" dedi. İçimden göz devirsem de dışımdan dudaklarıma sahte bir gülümseme kondurdum. Sormasam da bu sefer niye sormuyorsun diye azarlayabilecek kapasiteye sahip birine diyebilecek bir şeyim yoktu.
Sormak da suç olmuş. Neyse ki yersiz azarlamalarına alıştım, vız gelip tırıs gidiyordu.
Ne istiyorlarsa tekrar gözden geçirip mutfağa doğru yürürken bir ses duymamla duraksamıştım. "Bu kızı hiç gözüm tutmuyor Anıl, bence bunu kovun. Hem eli de yavaş, şimdi iki bardak şeyi on saatte getiremez"
Kimin söylediğini anlamadığım cümleyi duyduğum gibi adımlarımı hızlandırdım. Kimin söylediğinin ne önemi vardı ki? Her arkadaşı birbirinden birbirinden deliydi ve sorunluydu. Bir insanın her arkadaşı mı aptal olur gerçekten anlamıyorum, hepsinin o kadar saçma hareketleri vardı ki...başımı olumsuz anlamda sallayıp işime döndüm.
Belki de fazla zenginlik insanlarda kafa yapıyordu.
İçeri tam girecektim ki bu sefer Uraz denen çocuğun sesini işittim. "Şu hizmetçi kızın adı neydi? Fena bir şey" dedi keyiflenerek. Benim hakkımda konuşuyordu. İçimde alevlenen merak duygusu yüzünden kapının ardında bekleyip ne konuştuklarını duymak istedim.
Keşke istemeseydim.
Beni göremeyecekleri şekilde kapının arkasına saklanıp bekledim. Orada, adını bilmediğim bir çocuk "Teni bembeyaz, tam istediğim gibi" dediğinde mideme bir kramp saplanmıştı. Kendimi o kadar iğrenç hissetmiştim ki yüzüm ateş gibi yanmaya başlamıştı.
"Siyah saçlı, beyaz tenli kızlar zor bulunur ama kıymetlidir" dedi Uraz, gülerek. Sanırım mideme sadece kramp girmemiş birazdan bulanacağının da sinyalini vermişti. Hoşuma gitmeyecek şeyler söyleyeceklerini biliyordum da bu kadarına da pes doğrusu. Şoka uğramıştım. Reşit bir bireydim ama onlardan küçüktüm. Çok rahatsız olmuştum, hangi kadın bir grup arkadaşın sohbetine meze olmak isterdi ki.
Bu iğrençti.
"Başka konu yokmuş gibi konuştukları şeye bak şunların" dedim kendi kendime.
Anıl'ın tanıdığım arkadaşlarından Selin, "Yoklukta falan mısınız siz? Şu kıza mı dibiniz düştü...yuh artık" dedi. Bu kızın dediklerine daha az sinirlenmiştim.
"Neyi var fıstık gibi, beyaz tenli kızların köpeği olurum köpeği" dedi kahkaha atarak Uraz.
"Uraz mıdır ne halt, sen zaten köpeksin" dedim sadece kendimin duyabileceği kadar kısık sesle konuşarak. Çok sinir bozucu biriydi, o cırtlak sesini duymaya bile tahammülüm yoktu.
İçlerinden bir erkek Selin'e bakarak "Hizmetçi fantezisinden haberin yok sanırım, kız çirkin bile olsa bize ne kadar çekici geldiğini bilemezsin" dediğinde hepsi kahkaha atmaya başladı. Gözlerim dolmuştu. Rahatlamak istercesine elimi alnıma götürüp zonklayan başımı bir süre ovdum. Kelimelerle anlatılmayacak kadar rahatsız olmuştum.
Bunların kafası nelere çalışıyordu böyle, bir avuç gereksiz insan topluluğundan başka bir şey değillerdi.
"Şu muhabbeti bitirin artık bok herifler" dedi Anıl. Onun bariton ve otoriter sesi beni rahatlatmıştı.
"Bahse girerim Anıl bu kızı yatağa atmıştır"
Duyduğum son cümlede korkuyla açılan dudaklarımı elimle kapattım. "Allah'ım sen bunlara edep, ahlak ver" Göz kapaklarım kaşlarıma değecek kadar açılmış, gözlerim yuvalarından çıkacak kadar irileşmişti. Yok artık! Burada bekleyip onları dinlediğim her saniye sinirlerim daha da yıpranıyordu.
Bir şeyi çok iyi anladım, bu Uraz'ın beyni yoktu.
Nasıl rahatlıkla bir genç kızın arkasından böyle konuşmalar döndürebiliyorlardı? Hiç vicdanları sızlamıyordu. Akıl alır gibi değildi. Artık merak duygum bile beni burada tutmakta zorlanıyordu. Hiçbir şey duymak istemiyordum.
Anıl, kaşlarını çatarak "Siktir git Uraz kapa şu konuyu dedim, hala niye uzatıyorsun" diye tısladı. Onun da aynı benim gibi rahatsız olduğunu görebiliyordum.
Uraz kıkırdayarak viskisinden bir yudum aldı. "Neden abi? Kaç kızı yatağa attın, bu kızı da elden geçirmişsindir" Ellerim titremeye başlamıştı, var olan anksiyetem gün yüzüne çıktığında sırtımdan başlayarak tüm vücuduma gönderdiği ısıyla güneşin karşısındaymış gibi yanmaya başlamıştım. Burada hala beklememin tek sebebi Anıl'ın beni korumasını görmek istememdi.
"Bir gram bile ilgimi çekmiyor" dedi düz bir sesle Anıl. "O gözle baktığım bir kız değil, asla da olmaz" diye devam etti. Bir an hayal kırıklığına uğradım, daha fazlasını beklemiştim ondan. Uraz denen çocuğa haddini bildirip susturmasını beklerken Anıl beklediğimden daha küçük bir tepki vermişti.
Peki.
Daha fazla dayanamayarak onların bulunduğu yerden ayrılıp mutfağa doğru koşar adım yürümeye başladım. "Savunmasını beklemiştim, insan der ki bu kız benim kardeşim gibi, aynı evde büyüdük, laflarınıza dikkat edin...çok mu zor bunları söylemek" Söylenerek tepsiye içecekleri yerleştiriyordum.
Anıl benden dört yaş, hatta beş yaş büyüktü. Ben ve onun kız kardeşi Bersu on dokuz yaşındaydık, o ise şuan yirmi üç olsa da bir iki aya yirmi dört yaşına girecekti. Birlikte büyüdüğümüz için bazen onun benim patronum olduğunu unutup gereğinden fazla beklenti içine giriyordum belki de. Zaten umursuzdu, beni korumasını falan beklemek saçmaydı.
Buzluktan birkaç tane buz çıkarıp kadehlerin içine attım. Buzun viskiyle buluşmasını izlerken "Dedikleri edepsiz şeyleri duyduktan sonra bir de o pisliklere içki mi götüreceğim" dedim içinde bulunduğum duruma isyan ederek.
Başka çarem yoktu.
Tepsiyi aldığım gibi bahçeye indim. İstediklerini tek tek servis ederken Uraz'ın hala beni süzüp yüzündeki aptal sırıtışı bana sergiliyordu. Görmemezlikten geldim, başka seçeneğim yoktu.
"Başka arzunuz var mı? Ben odama çekilmek istiyorum" dedim çatallaşan sesimle Anıl'a bakarak. Sanki birazdan ağlayacakmışım gibi güçsüz ve kesik kesik çıkmıştı kelimeler boğazımdan.
Başını salladı, saat epey geç olmuştu.
Bir daha arkama bakmadan bahçede biraz yürüyüp müştemilata vardım. Ses çıkarmamaya özen göstererek annemin odasına girdim, mışıl mışıl uyuyordu. Yanağına belli belirsiz bir öpücük kondurarak üzerinden yere doğru kaymış yorganı tekrar üzerine yerleştirdim. Tam çekilecektim ki yanındaki suyun bittiğini fark etmiştim.Bardağı alıp mutfağa koştum, kafam hala az önce duyduklarımdaydı.
Moralim bozulmuştu.
Gerçi neden bozuluyorsam, bir iki tane kendini bilmezin dediklerini kafaya takmak ahmak işiydi.
Bardağı doldururken ayak sesi duymuştum. Abim gelmişti galiba. Mutfaktan ayrılırken onu salonda otururken görmemle bu durum tescillenmişti. "İyi geceler abi" dedim göz teması kurmadan annemin odasına yürüyerek. Hiç onunla muhabbete girmeden uyumak istiyordum.
"Otur şuraya"
Emredici ve tok sesi tek kaşımı havaya kaldırmama sebep oldu. Yine ne olmuştu? Abime anlamsız ve bomboş baktım sadece, gecenin bu saatinde ne konuşacaktı ki benimle?
"O herifler neden sana bakıp sırıtıyordu lan!" diye bağırdığında korkuyla sendeleyip elimde duran su dolu bardağı ortadaki sehpaya bırakmıştım. Bu gerçek olamazdı. Pis pis sırıtıp iğrençleşen onlardı ama öz abim gelip bana hesap soruyordu.
Korka korka "A-abi nereden bileyim ben.." dedim titreyen dudaklarımı birbirine bastırarak. Fazla uzatmaması için alttan alıyordum ama o beni hiç alttan alacak gibi değildi.
"Abi!!" Saçımı tuttuğu gibi koltuğa yapıştırdığında acı dolu bir inleme çıktı dudaklarımdan. "Yemin ederim b-ben bir şey yapmadım..bırak beni!" Nefes alışverişlerimin düzensizleştiği anda ikinci defa anksiyete krizi mi geçiriyordum anlamamıştım. Saç diplerimden gelen acı canımı yakıyordu.
"Nasıl nerden bileyim lan!? Bu heriflere yüz mü veriyorsun sen konuş!" Öyle hiddetli bağırıyordu ki oturduğum yerde ufaldım, küçücük kaldım.
Nefret ediyordum abimden, iliklerime kadar. Kan bağımızın olması bizi kardeş yapmıyordu. Bana ahlak dersi verdiğini zannederken en büyük ahlaksızlığı kendisi yapıyordu. O pisliklerden bile daha aşağılık bir varlıktı. Bir yerleri yiyorsa gidip bana gösterdiği tavrı onlara gösterseydi, gücü anca kız kardeşine yetiyordu. Tabii, evde ağzı var dili yok bir kıza saldırmak kolaydı. Kendini erkek sanıyordu ama erkekliğin değil insanlığın yüz karasıydı.
Sadece gücünün yettiğine saldıran tüm insanlardan nefret ediyordum.
Şaşırmıyordum artık, o kadar geri kafalı ve bağnaz biriydi ki hayatı bana zindan etmekten başka bir şey yapmıyordu.
Saçımı iyice çekip eline doladığında gözümden yaşlar damla damla dökülmeye başladı, az önce beynimde dönen düşünceler ağır gelmiş olacak ki hepsini dile döktüm. "Yeter be yeter! Bana erkeklik taslıyorsun utanmadan. Yiyorsa git o pisliklere sor neden kız kardeşime bakıp sırıtıyorsunuz diye! Yemez değil mi.. yemez. Anca bana saldırırsın sen"
"Adam gibi konuş benimle" dedi diğer eliyle çenemi sıkarak.
Şuanda ağlıyor olmamın sebebi sadece saç diplerimden gelen acı değildi. Ne kadar sevmesem de karşımdaki insan abimdi benim. Bu kadar rezil şeyler söylemesi ağrıma gidiyordu.
"Konuşmuyorum!" diye başkaldırdığımda büyük bir nefretle baktı bana. Ayrıca şaşkındı, böyle bir şey beklemiyordu. "Senden korktuğumu falan mı sanıyorsun? Sen kimsin de senden korkacağım" Çenemdeki baskı iyice artmıştı ve öldürecek gibi bana bakıyordu.
Saçımı bıraktığı anda bana "Ulan dua et insan içine çıkacaksın, yoksa o suratını dağıtırdım emin ol" dedi, sonra gözden kayboldu. Gittiğinde ise bana hediye ettiği iki şey vardı ; Baş ağrısı ve göz yaşı.
"Cehenneme kadar yolun var! defol!"
Bacaklarımı kendime doğru çektim. Saç diplerim sızım sızım sızlıyordu. Bu yaşta hayatımı yaşamak varken koca bir aileye hizmet etmek koymuyordu da, kendi ailemin beni insan yerine koymaması gerçekten koyuyordu.
Babam abimin kopyası, hatta daha fenasıydı. Abim bazen insafa gelir, ileri gitmeden bırakırdı. Az önceki olayı abimle değil babamla yaşamış olsaydım büyük ihtimalle bendeki hasarı daha büyük olurdu.
Az önce annem için doldurduğum bardaktaki suyu kuruyan boğazıma yağmur misali buluşturdum. Suyun tadı olur muydu? İçtiğim su bile bana zehir olmuştu.
"Bugün seninle korku filmi izleyecektik, hani yoksun? Galiba çok yoruldun..ah canım benim, yarın izleriz artık"
Ağır ağır yürüdüğüm odada ilk gördüğüm şey telefonumu aydınlatan bir mesajdı. Bersu'dandı. Bu kızı seviyordum, bu evi çekilebilir kılan tek insandı.
Buğulunan gözlerimi uzun kolluma silerek rahatlamak istercesine yatağa uzandım. Aman Meyra neden takıyorsun her zamanki abin işte diye kendimi dizginlemeye çalışıp iç çekiyordum. Bu gece yaşadığım her şey çok ağır gelmişti.
Mesaja cevap vermeye çalıştım, en azından denedim. "Evet, şimdi yatacağım. Ertelediğim için üzgünüm ama gözlerim kapanıyor. Film izlerken uyurum buna emin ol. En iyisi yarın izleriz, iyi uykular"
Telefonu yastığın altına koyup tavanı izlemeye başladım. Kendimi ve Bersu'yu düşündüm,aslında kıyasladım. Vedat Bey ve Tülay Hanım Bersu'yu küçüklüğünden beri tek kız olmasıyla oldukça şımartmışlardı. Özellikle Vedat Bey kız çocuklarını ayrı bir severdi. İmreneceğim kadar güzel bir aileydi onlar, her şeyleri dört dörtlüktü. Bersu'yu hem çok sevip hem de deli gibi kıskanıyordum. Benim bu gece yaşadığımı o hayatı boyunca yaşamamıştı, bu neydi ki? buna benzer senaryolar daha önce de olmuştu. Baskılar, kısıtlamalar, şiddet, zorlama vardı, sevgi yoktu. Siyah vardı, beyaz yoktu.
İlk sevdiğim erkekten tut en büyük sırlarıma kadar onunla paylaşmıştım. Onu çok sevsem de kıskanmaktan asla geri durmadım. Yaşamak istediğim hayatı gözümün önünde yaşıyordu çünkü, nasıl kıskanmayayım? Ben burada abimden çektiğim dakikalık psikolojik ve fiziksel şiddeti o hayatı boyunca çekmemişti.
İstediği kadar elbise, araba, sınırsız kredi kartları ve en önemlisi de onu seven bir ailesi vardı.
Elime yarım bıraktığım kitabı aldım, aklımı başka şeyler meşgul etmek için. Kaldığım yerdeki kitap ayracını kenara koyarak satırlarda kaybolmayı bekledim. Unutmayı istedim. Birkaç sayfadan medet ummaktı beklediğim.
Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın Ankara'daki Kader Sokak'ta bir evde yaşadıkları; Rıza Nur'u merak eden bir Çingene; Sinop'taki sonsuz sisin içinde dalgalanan yaşamların gözler önüne serilmesi... Zaman geçiyor mu, yoksa durağan mı? Hepimiz aynı zamanın içinde miyiz, yoksa geçmiş ve gelecek bir arada mı ve 1913'te Bahricedid Vapuru ile Sinop'a sürülen dedem Tahir Lütfi Tokay'ı bulabilecek miyim?
♤
"Bahse girerim Anıl bu kızı yatağa atmıştır"
İstediği tek şey bu saçma sohbetin bir daha açılmamak üzere kapanmasıydı. "Siktir git Uraz kapat şu konuyu dedim, hala niye uzatıyorsun" dedi kestirip atarak. Elindeki sigarayı söndürüp arkasına yaslandı.
"Neden abi? Kaç kızı yatağa attın, bu kızı çoktan elden geçirmişsindir" dedi Uraz, yüzündeki sırıtışı bir an olsun silmeden. Uraz'ın inatla devam ettirmeye çalıştığı sohbet onu rahatsız etmekten başka işe yaramıyordu.
"Bir gram bile ilgimi çekmiyor" dedi düz bir sesle. "O gözle baktığım bir kız değil, asla da olmaz" diye devam etti. Dedikleri ona göre tamamen doğruydu.
"Yani o kızla yatmadığını mı söylüyorsun?"
"Sen dayak istiyorsun" diye homurdandı. "Kapat şu konuyu, yoksa ben senin ağzını kapayacağım. Hem de legal olmayan yollarla"
Uraz fazla beklemeden sözlerine devam etti. "Sen yalan söylemezsin, sana inanıyorum" Anıl, Uraz'a cevap vermeden tepkisiz bir şekilde bakıyordu. Tek isteği şu herifin susmasıydı fakat beceremedi.
"İlgimi çekmiyor dedin ama ondan kat kat çirkin kızlarla yattın, yeme bizi burada" Yarım ağızla sırıtıp zafer kazanmış bir nidayla bakıyordu. "Yoksa sen istedin de o mu seni reddetti?"
Anıl'ın sinirleneceğini düşünüyordu ama yanılmıştı, aksine o gülmeyi seçmişti. "Beni bu dünyada reddedecek herhangi bir kız yok"
"Öyleyse neden hala onu elde edemedin?"
"Sana söyledim" diye tısladı, "O gözle baktığım biri değil. Kıt kafan algılayamıyor mu?" İlk başta ciddiye almadığı bu konu saniyeler geçtikçe canını sıkmaya başlamıştı.
Uraz sanki Anıl'ın açığını yakalamaya çalışıyormuş gibi konuşmaya çalışıyordu. "O gözle bakmadın mı... Bersu'dan başka kız kardeşin vardı da bizim mi haberimiz yok" dedi keyifli bir sesle. "Defne'nin arkadaşlarıyla bile yattın"
"O sikik ağzınla Defne'nin adını anıp benim canımı sıkma" Anıl'ın sesi bu sefer oldukça tehditkar çıkmıştı. Şuan ki konuşma bile onu oldukça rahatsız ederken nişanlısının da konuya dahil olmasını istemedi.
Uraz konuyu Defne'den çekip asıl noktaya parmak basmaya çalıştı çünkü Anıl nişanlısına çok fazla değer veriyordu. "Bu kızı yatağa atmayı becerirsen babamın bana yeni aldığı arabayı sana vereceğim, kabul müdür?" Uraz'ın bir anda ortaya attığı iddia gülüşme seslerini kesmiş, ortama ciddi bir hava katmıştı.
Duraksadı, Uraz'ın daha ne kadar saçmalayacağını tahmin edemiyordu. Haddini aşmaya başladığı an susması için bir işaret yaptı, onun arabasına ihtiyacı olduğunu mu zannediyordu?
"Arabanı istediğimi nereden çıkardın bilmiyorum"
"Araba sadece somut bir şey, iddiaya gireceksek ucunda bir bedel olmalı değil mi? Öyle boş boş iddiaya girilmez. Bahse girerim o kızla asla birlikte olamazsın" dedi. Eliyle çenesini ovuşturup rahatsızca yerinde kıpırdandı. En başından bu herifi susturması gerektiğini anlamıştı. Araba umurunda bile değildi
"Benim elde edemeyeceğim bir kız yok, bunu kafana sok" dedi işaret parmağını Uraz'a doğrultarak. "İstemiyorum çünkü buna gerek yok"
"Ayrıca az önce de sana söyledim" dedi üzerine ekleme yaparak, " O gözle baktığım biri asla değil, senin dediğini siksen yapmam"
"Yapamayacağını kendin de kabul ediyorsun yani" dedi Uraz.
Selin, Uraz'a uyarı verir gibi kolunu sıktı "Uraz haddini aşmaya başlıyorsun" Uraz onu da dinlemeyip Anıl'ın üzerine gitmeyi tercih etmişti "Bir şey demedim ki" dedi çocuk gibi mızmızlanarak, "Sadece her zaman yaptığı bir şeyi tekrar yapmasını istiyorum"
"Benimle kafa tutuşma, yoksa sen zararlı çıkarsın" dedi Anıl. Ne araba ne de başka bir şey istemiyordu. Ona yapamazsın denilen bir şeyi aslında kolaylıkla yaptığını gözüne sokmak istiyordu.
"Öyle bir niyetim yok abi, sadece yapamayacağını düşünüyorum hepsi bu"
"Uraz belli ki istemiyor neden üsteliyorsun?" Başka birinin konuşmaya girmesiyle Uraz ona döndü. "Elde edemeyeceğini biliyor çünkü ondan istemiyor. Dört ihtimal var dostlar. Ya kız oldukça çirkin biri ki bu ihtimalin gerçek olması mümkün değil, kızı hepimiz gördük. İkinci ihtimal kızla bir akrabalığı var, bu da saçmalık amına koyayım. Üçüncü ihtimal kız reşit değil. Bu da olamaz, Vedat Bey on sekiz yaşından küçük birini evde hizmetçi olarak çalıştırmaz. Dördüncü ihtimal ne diye sorarsanız kız Anıl'ı reddediyor, sizce en mantıklısı hangisi?"
Selin elindeki birayı yudumlayarak "Benim anlamadığım neden bu kızı Anıl'ın elde edemeyeceğini düşünüyorsun ki, sıradan bir kız işte" dedi.
Uraz bir şeyleri ispat etmek ister gibiydi. "Hadi ama Anıl'dan bahsediyoruz, gördüğü kızı anında yatağa atar bu adam" dedi. Birkaç saniye bekleyip boğazını temizledi. "Bu kızın adını hatırlamıyorum, Meryem miydi Meyra mıydı her neyse işte. Uzun zamandır burada yaşıyor, hala bu kızla birlikte olamadıysa kesin kız yüz vermiyor...evet, üstün zekamla çözdüm olayı"
"Saçmalamayı kes artık" dedi sessizliğini bozan Anıl. Bu olayın gerçek olması değil, konuşulması bile ona rahatsızlık vermişti. "Kız daha çok küçük, düşündüğün tipte bir kız da değil"
"Sikeyim sus artık"
"Küçük mü? On sekiz yaşından küçük birini mi burada çalıştırıyorsunuz? Yapma kanka, daha yaratıcı bahaneler bul. Yok kız küçükmüş de öyle biri değilmiş de. Elde edemem de bitsin" Arkasına yaslanıp Anıl'ın bir şey demesini bekledi. Her bir şey söylediğinde onu daha çok ikna ediyordu. O çabuk hırs yapan bir adamdı.
"Uraz" sesindeki tehditkarlık dozunu arttırmıştı. "Seni uyarmaya çalıştım ama o kalın kafan bir türlü anlamak istemiyor. Lan istemediğim şeyi neden bana yaptırmaya çalışıyorsun?"
"Bla bla bla... Tamam gençler konuyu kapatıyorum. Anıl beceremem dedi, bitti"
"Siktir git"
"Sadece gerçekleri söyledim Anıl. Her şeyi elde edemezsin, bu da kanıtı"
Birkaç saniye kimse konuşmadı. Konunun kapandığına ikna olsalar da onun düşünceli hali aklının hala orada olduğunu göstermişti. Başını iki elinin arasına alıp düşünmesi bile rahatsızlık veren o şeyin gerçek olduğunu farz etti. Uraz'ın devam eden alayla yoğrulmuş kahkahası, gerçekliğin korkunçluğunu örtüyordu.
"Tamam ulan, kabul" dedi. Kabul edişi, bütün sessizliği bozdu.
Tek istediği Uraz'ın suratındaki sırıtışı kalıcı olarak silmekti. Anlık bir refleksle kabul etmişti aslında, daha bir dakika geçmemişti ki pişman olmaya başlamıştı. Sözünü geri alamayacağını bildiği için. Uraz gibi on tane adama diş geçirebilecek biriydi aslında. Az önce yenildiği kişi Uraz değil, kendi egosu ve narsist kişiliğiydi.
"Bunun bir süresi olmalı" dedi Selin.
İçlerinden biri " Ya gençler iki gün eğleneceksiniz diye tanımadığınız kızın başını yakmayın" dedi. O konuşuyordu ama kimse oralı olmuyordu.
"Oğlum iyi hoş da aynı evde yaşıyorlar, kız sonra salça olmasın"
Anıl kollarını göğsünde buluşturup "Öyle biri değil" dedi. Bir yandan az önce asla yapmam dediği şeyi nasıl kabul ettiğini düşünüp kendine saydırıyordu. Çabuk gaza gelen biri olmaktan hep nefret etmişti.
"Dostum sen bilirsin ama başına bela alma, sonuçta her gün yüz yüze geleceğin biri, sonra başın ağrımasın"
"Nasıl biri?" diye sordu Selin, "Çok agresif mi? ne bileyim başına bela falan olur mu merak ettim"
"Aksine sessiz" dedi Anıl. Meyra gördüğü en yumuşak huylu kızdı. Küçük bir kız çocuğuyken de genç bir kızken de çok sakindi. Kolay kolay tepki veremez, genelde korkardı.
Uraz arayı soğutmadan söze girdi. "İki hafta? iki hafta içinde o kızla birlikte olamazsan ben kazanmış olurum, sana uyar mı?"
"Araban sikimde bile değil, sadece yüzündeki şu aptal sırıtışı silmek için kabul ediyorum" dedi. Bir anlık parlamayla söylediği şey, şimdi bir krize dönüşüyordu.
♤♡◇♧