İçlerinden biri " Ya gençler iki gün eğleneceksiniz diye tanımadığınız kızın başını yakmayın" dedi. O konuşuyordu ama kimse oralı olmuyordu.
"Oğlum iyi hoş da aynı evde yaşıyorlar, kız sonra salça olmasın"
Anıl kollarını göğsünde buluşturup "Öyle biri değil" dedi. Bir yandan az önce asla yapmam dediği şeyi nasıl kabul ettiğini düşünüp kendine saydırıyordu. Çabuk gaza gelen biri olmaktan hep nefret etmişti.
"Dostum sen bilirsin ama başına bela alma, sonuçta her gün yüz yüze geleceğin biri, sonra başın ağrımasın"
"Nasıl biri?" diye sordu Selin, "Çok agresif mi? ne bileyim başına bela falan olur mu merak ettim"
"Aksine sessiz" dedi Anıl. Meyra gördüğü en yumuşak huylu kızdı. Küçük bir kız çocuğuyken de genç bir kızken de çok sakindi. Kolay kolay tepki veremez, genelde korkardı.
Uraz arayı soğutmadan söze girdi. "İki hafta? iki hafta içinde o kızla birlikte olamazsan ben kazanmış olurum, sana uyar mı?"
"Araban sikimde bile değil, sadece yüzündeki şu aptal sırıtışı silmek için kabul ediyorum" dedi. Bir anlık parlamayla söylediği şey, şimdi bir krize dönüşüyordu.
♤♡◇♧
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandım. Bu klişe bir kitabın başlangıcı değildi, gerçekten de sabahın ilk ışıklarıyla uyanacak kadar erken kalkmıştım.
İşleri yetiştirebilmek için sabahın altısında ayağa dikildim, her zamanki gibi.
Villaya gitmeden önce nasıl göründüğüme dair fikir sahibi olabilmek için odamın kenarında duran kare el aynasına baktım. "Berbat görünüyorum" Kömür karası dalgalı saçlarım iyice kabarmış, ortaya berbat bir görüntü koymuşlardı. Göz altlarım bambaşka bir olaydı. Göz altlarım normalde mor veya damarlı değildi, demek istediğim şey bu genetikten gelmiyordu. Uykumu alamadığım için sürekli böyle duruyorlardı.
Saçlarımı biraz taradım önce, at kuyruğu modelini verdikten sonra ufak bir tokayla sabitledim. "Ne yaparsam yapayım berbat görünüyorum zaten de, bari kabarık durmasın"
Odamdan çıktıktan sonra kapının aralığından anneme baktım, sorunsuz bir şekilde uyuyordu.
İnce bir hırkayı üzerime geçirip dış kapıyı kapattım. Sabahın soğuğundan etkilenmemek için büyük adımlar atarak villaya koştum. Anahtarım olduğu için kimseyi uykusundan uyandırmadan sessizce açabilmiştim kapıyı.
Mutfağa girdikten sonra alt çekmecelerin birinden cezve çıkarıp içine bir miktar süt, kahve ve şeker koydum. Hala o kadar uykum vardı ki ara ara gözlerim gidiyordu, bedenim uykuya olan açlığını göstermek için benim enerjisiz bırakmıştı. Bu yüzden kahve içip biraz olsun ayılmaya çalışıyordum.
Cezveyi ateşe koyup beklemeye başladım. Telefonumda duyulmayacak derece kısık bir müzik açmayı da ihmal etmemiştim, iki dakika keyif yapacaktık o da tam olsun değil mi?
Bir süre sonra pişen kahveyi orta boyda bir fincana koyup mutfaktaki masaya geçtim. Yeni gelen gazeteyi elime alıp göz gezdirirken ilgimi çeken kısımları okumaya çalışıyordum.
"Günaydın"
"Günaydın" dedim hafifçe gülümseyerek. Safiye Abla evin bizden başka tek çalışanıydı, onun sayesinde işleri kolayca öğreniyordum. Ellili yaşlarda sevimli, cana yakın bir kadındı.
"Kızım ben eczaneye gidiyorum, erkenden ilaçlarımı alıp da geleyim. Sen kahvaltıyı hazırla oldu mu?" Onu başımla onayladığımda çantasını alıp dışarı çıkmıştı.
Tekrar elimdeki gazeteye döndüm. Gazete okumayı seviyordum, her sabah Vedat Bey'den önce mutlaka benim elimden geçiyordu. Bir nevi kendim ayaklı gazete olmuştum.
Gazetenin ince kağıtlarını birer birer çevirirken kağıtların hışırtılı sesini bastıran kapının sesini duyduğum anda ayağa kalktım. "Günaydın Anıl abi" dedim tekrar yerime oturarak. Niye bu saatte kalkmıştı ki? Normalde top patlasa uyanmazdı.
"Günaydın" Tam karşımdaki sandalyeye oturdu. Önce yüzünü sertçe sıvazladı, sonra yüzünde mekik dokuyan parmaklarını yukarı doğru getirip sarı saçlarının arasından geçirdi. Uykusunu tam alamamış gibi gözleri yarı kapalıydı.
Önümdeki kendim için hazırladığım kahveyi ona doğru uzattım "Sen iç istersen, vallahi kendim için yapmıştım ama daha hiç dokunmadım" Bir şey demeden kahve fincanını dudaklarına götürdü, birkaç saniye sonra yüzünü ekşiterek sert bir biçimde fincanı yerine bıraktı.
"Şekerli ve sütlü kahveyi sevmediğimi biliyorsun" dedi sert bir sesle.
Ah! doğru... o hep acı kahve içerdi. Bir an boşluğuma geldiği için unutup kendi kahvemi ona vermiştim. " Unutmuşum" diye mırıldandım. "Ben sade kahve asla içmem, daima sütlü kahve içerim, sade soda tercihim değildir, meyveli soda içerim. Acılı çiğköfte asla yemem. Eğer adana dürüm yiyeceksem onu yapan ustaya acı koyma derim, sanırım sert tatları sevmiyorum"
Tepkisiz bir biçimde bana bakıyordu, cevap vermedi. "Kahvaltıdan sonra odama gel" dedi ayağa kalkarak. Nasıl yani der gibi tek kaşımı havaya kaldırdığımda onun oldukça sakin tavrını gördüm. Üzerinde beyaz bir tişört ve siyah bir şort vardı. Koyu sarı saçları birbirine girmiş, her teli kendi içinde savaş veriyordu sanki. Yataktan çıktığı gibi buraya geldiği belliydi.
Bir an boş bulunarak "Niye ki?" diye sordum.
Bana salakmışım gibi bakıyordu. "Ne zamandan beri senden istediğim şeyleri sorgulamaya başladın, gel dedim bitti" dedi ters bir sesle.
Bir an önce gitmesini istiyordum, bazen çok çekilmez oluyordu "Haddimi aştıysam özür dilerim" Başımı eğip göz teması kurmamaya özen göstererek "Ben sadece neden odaya gelmemi istediğini söylersen önceden hazırlık yaparım diye düşünerek sordum. Amacım saygısızlık yapmak değildi"
Dümdüz bir ifadeyle bana bakıyordu. "Sadece gel" dedi.
Durumu düzeltmek istercesine ayağa kalkıp "Tamam, istediğin gibi gelirim" dedim. Yüzüme bakmadan kapıyı çarpıp gitti.
Beni neden çağırdı diye düşündüm bir süre. Altından kalkamayacağım bir iş vermesin diye içten içe dua ediyordum, gün içindeki işlerim zaten yeterince ağırdı. Sıkıntıyla ayağımı yere vurup monoton ve yorucu hayatımdan şikayetçi olmakta ne kadar haklı olduğumu düşündüm.
Kesinlikle haklıydım.
Beni iki şey için odasına çağırabilirdi. Birinci seçenek; Odasını temizlettirecekti, büyük ihtimalle doğru cevap buydu. İkinci seçenek; Kıyafetlerini kuru temizlemeye götürmemi isteyecekti.
"İyi de bunlar için neden beni özel olarak odasına çağırsın ki?" Şimdi söyleyip de gidebilirdi. Genelde böyle huyları yoktur Anıl'ın, öyle özel odalara çağırıp iş buyurmalar falan. Ne isterse söyler giderdi, "Garip.." Daha fazla düşünmeden omuz silkip işime döndüm.
"Bazen çok kaba davranıyor"
Aslında insanlar küçükken oturmamış karakterlere sahip olurlardı. Büyüdükçe o karakter oturur, daha bir insan olurlardı. Anıl'da bu tam tersiydi. Küçükken daha aklı başında, daha dengeli bir insanken yaş aldıkça ahlaki olarak çökmüştü. En önemlisi de dengesiz oluşuydu, bazen çok kabaydı bazen de naif. Arafta kalmış gibi.
Bazen onu hiç anlayamadım. O küçük delikanlı ne ara böyle bir adama dönüştü diye.
♤
Uzun uğraşlar sonucu kahvaltıyı hazırlayıp sofrayı kurdum. Salondaki masayı hazırlayıp Tülay Hanım için yaptığım kahveyi de hazırladıktan sonra mutfaktan çıktım. Safiye abla olmamasına rağmen iyi kötü yetiştirmiştim kahvaltıyı. "İyi iş çıkarttın kız Meyra!" dedim kahvaltı masasına bakarak. Bir şeyler eksik mi diye masayı gözden geçirdim ama bir eksik yakalayamamıştım.
"Günaydın kızım"
Vedat Bey yeni gelmiş, masadaki yerine otururken "Günaydın Efendim" diyerek gülümsedim. Masaya ilk gelen kişi genelde hep Vedat Bey olurdu, son gelen de Anıl.
"Diğerleri nerede? Bugün günlerden pazar, herkes erkenden bu masada olacak, olmak zorunda" dedi otoriter bir sesle. Dediğim dedik bir adamdı Vedat Bey, sözlerine liyakat edilmezse sinirlenirdi. Buna rağmen bana bir kere bile kızdığını veya bağırdığını hatırlamıyorum. Kızdığı zaman bile dediği en ağır şey "Bir daha olmasın kızım" tarzındaydı. Ayrıca çok dindar bir adamdı, iki defa umreye gitmişti yanlış hatırlamıyorsam. Beş vakit namazını kılar, orucunu tutardı. Nasıl denir...ağzından Allah kitap sözleri hiç eksik olmazdı.
Çok zengin olmasına rağmen bunu göstermeyi tercih etmezdi. Ailesinde tek kendisi böyleydi, çocukları ve eşi gayet de gösteriyordu.
Kapının çalmasıyla odağımı masadan alıp Vedat Bey'e baktım. "İzninizle, ben kapıya bakayım" aşağı kata doğru indikten sonra kapıyı aralayıp karşılamak için hazırlandım, Defne hanım gelmişti. "Hoş geldiniz Defne Hanım"
"Hoşbulduk, Anıl içerde değil mi?" dedi çıkardığı paltoyu asmam için bana uzatırken. "İçerde efendim" dediğimde içeri girip merdivenlerden yukarı çıktı.
Her zamanki gibi çok özenli ve alımlıydı. Defne, Anıl'ın bir yıllık nişanlısı ve yedi yıllık sevgilisiydi. Sanırım liseden beri tanışıyorlardı ve hiç kopmamışlardı. Şahsi bir sohbetim hiç olmamıştı onunla. İşte kapılarda hoş geldiniz, hoş bulduk muhabbetinden başka hiç konuşmadık onunla yıllarca.
Esmer ve güzel denilecek bir kızdı. Uzun boyluydu ve kendine ait bir aurası vardı. Yalan söylemeyeyim Defne güzel olsa da Anıl'ın yanında daha güzel kızlar görmüştüm. İşte olay aurada bitiyordu demek ki.
Bir şeyden eminsem ikisi de birbirlerini çok seviyordu. En basitinden Anıl'ın gözlerinin içine baktığınız zaman bile anlayabilirdiniz bunu. Kimseye bakmadığı kadar derin ve bucaksız, her şeyden öte, sanki Defne yoksa her şey var olma nedenini yitirir gibi.
"Aldatıyor ama" dedim kısık bir sesle, mutfağa doğru yürürken . Sevmesine seviyordu ama aldatmaktan da geri durmuyordu. Bazen bu nasıl iş derdim fakat Anıl'ın yapısı böyleydi , ben ne yapabilirdim ki? Neden aldatıyorsun diye sorulduğunda 'Evlendikten sonra aldatmayacağım' derdi. Onların bu garip ilişkisi hep korkuturdu beni. Ya ilerdeki eşim yüzüme karşı seni seviyorum deyip arkamı döndüğümde sırtımdan bıçaklarsa? Daha önce aldatılmamış olmama rağmen berbat bir his olduğunu anlayabiliyordum.
Şu sıralar yine biraz duruldu, eskiden her Allah'ın günü Defne Hanım'ı aldatırdı. Üstelik ceremesini de ben çekerdim, her gelenin ihtiyacını gör , yeri geldiğinde iç çamaşırlarını bile topla ... off! oldukca can sıkıcıydı.
Her neyse
Tam mutfağa girecektim ki arka bahçede çimleri kesen babamın gür sesini işittim. "Meyra, dur kız!" Cama doğru ilerleyip "Ne oldu baba" dedim meraklı bir sesle. Şuanda kahvaltı saatiydi ve işim olduğunu biliyordu, neden beni oyalıyordu ki?
Elindeki tırpanı bırakıp bana dönerek "Git mutfak alışverişini yap, Tülay Hanım istedi" dedi.
"Benim kahvaltıda olmam gerek, servis yapmam lazım"
"Safiye Ablan geldi o yapar, sen alışverişe gideceksin" dedi işine geri dönerek.
İyi de bu benim işim değildi ki, bu abimin yapması gereken bir görevdi. Ses etmesem her işi bana yaptıracaktı bunlar. Zaten evdeki işler beni yeterince yoruyordu , bir de alışverişe mi çıkacaktım? Yok artık. " İyi de baba abim neden gitmiyor da ben gidiyorum?" diye sordum bıkkın, tükenmişliğin sindirdiği bir halde.
Kaşlarını çatmıştı, çok değerli oğlunun bir yerleri kalkıp iş yapmak istemiyordu anlaşılan. "Ne diyorsam onu yap" diyerek tırpanı eline alıp işine geri döndü.
Ben de istemiyordum, o ne olacak? Bazı zamanlar isyan etmemek için kendimi zor tutardım. Bu da o zamanlardan biriydi.
♧
Üzerimi değiştirmek için önce müştemilata sonra kendi odama girdiğimde odanın havasız kalması beni daraltmıştı. Uzun zamandır havalandırmamıştım ki havasızlık beni rahatsız edecek boyuta ulaşmıştı.
Pencereyi açıp kahvaltıyı hazırlarken giydiğim kıyafetlerden hızlıca kurtulup dolabımdan çıkardığım rastgele siyah bir pantolonu ve bebek pudrası rengindeki kazağımı giyindim. Alışveriş için alınacaklar listesi yanımda olduğu için Tülay Hanım'a sorma gereği duymadan montumu da üstüme geçirdikten sonra botlarımı giyip dışarı çıktım.
Hava nispeten soğuktu, bu yıl kış hiç bitmiyordu sanki. Mart ayının sonlarında olmamıza rağmen kar soğuğu vardı dışarda.
"Meyra!"
Bahçenin çıkış kapısına doğru yönelirken kendi adımı duymamla arkamı dönmem bir olmuştu. Bersu her zamanki gibi cıvıl cıvıl, yüzünde hiç solmayan hayat dolu gülümsemesiyle bana doğru geliyordu.
Bersu şen şakrak, hayatını istediği gibi yaşayan bir kızdı. Onu nadiren üzgün görürdünüz. Hayatı güzeldi, kalbi güzeldi, yüzü güzeldi...badem gözlerini babasından, yeşil gözlerini ve ince belini annesinden almıştı.
"Dur dur! ben de geliyorum, güzel miyim?" diye sordu etrafında bir tur dönerek. Çok saçma bir soruydu, güzel olmadığı bir zaman yoktu ki. Yine ışıl ışıl parlayan tenine uzun kumral saçları dökülmüş, beni kendine hayran bıraktırmıştı.
"Dostum sadece markete gidiyoruz"
"Aşkın nerede karşına çıkacağı belli olmaz" dedi omuz silkerek. Kendi üzerimdekilere baktım, aşkın karşıma markette çıkmayacağı kesindi.
◇
Marketten her istenileni aldıktan sonra onları arabaya yerleştirip bir kafede oturmaya gitmiştik. Bir sürü şey almıştık, sanırım sekiz çeşit peynir satın almıştım. Bazılarını bulamayıp iki sokak ilerideki gurme yabancı peynir çeşitleri satan bir yerden almıştım. Adı neydi? Imm...Raclette. Fransız peyniriymiş. Akışkan bir yapısı varmış da ağır bir kokuya sahipmiş falan filan
Peynirci söylemişti.
Önümde duran sıcak kahveyi elime aldım, şuanda tam istediği şey buydu. Bir yandan çok geç kalmamaya özen gösterek bir ayağım dışarda kalkıp gitmeyi bekliyordum. Bersu'ya niye geç kaldın diyecek biri yoktu ama bana niye geç kaldın diyecek çok kişi vardı.
"Keşke bu kadar pahalı yerlere gelmesek" dedim yüzümü buruşturarak. "Beni böyle pahalı pahalı mekanlara getiriyorsun, benim param yetmediği için de hep sen hesabı ödüyorsun"
"Tamam en yakın arkadaşımsın ama ben yine de mahcup oluyorum Bersu"
Cümlemi bitirdiğimde yüzü hoşnutsuz bir ifade aldı. "Saçma sapan konuşma" dedi göz devirerek. "Ayda yılda bir dışarı çıkıyoruz ettiğin lafa bak ya, ben seni getiriyorum kızım tabii ki ben ısmarlayacağım"
Cevap vermeyip sessizliğe büründüm. Ne zaman dışarı çıksak hesabı o ödüyordu. Aslında ben de iyi para kazanıyordum , Vedat Bey gönlü bol biri olduğu için baya iyi maaş veriyordu ama paramın çoğu annemin tedavi masraflarına gidiyordu.
"Niye suratın asık? Galiba markette aşkını bulamadığın için"
"Benim neyim eksik Meyra söyler misin? Benim niye hala bir sevgilim yok" dedi sinirle soluyarak. Bunu kendine dert etmesi garip gelmişti bana. Ona gelen her teklifi kendisi reddediyordu sonra 'Neden yok?' diye dert yanıyordu.
Fazla mükemmeliyetçiydi. Ondan hoşlanan bir sürü yaşıtı vardı, hiçbirinin hayalindeki erkek olmadığını söyleyip duruyordu.
"O zaman" dedim baş parmağımı yüzüne doğru sallayarak " Sen de geçen ki çocuğu hayalimdeki erkek değil diye reddetmeseydin. Hem de baya tatlıydı. Seni ahmak"
"Ne yapayım Meyra? Olmayacak kişiyle sevgili olmak için mi olmayım,olmaz" Arkasına yaslanıp kollarını göğsünde birleştirdi. "Benim daha iyisini bulmam lazım"
"Umarım elli yaşına gelmeden bulursun" Keşke tek derdim bu olsaydı diye iç geçirdim. Hayatımdaki sorunlar el ele tutuşup etrafımı sarmış, bana kaçacak delik bırakmamışlardı.
Başını masaya koyup tırnaklarını masaya vurmaya başladı. "Şu Defne bile abimi kendine aşık etti ya, ölsem de gam yemem" dedi. Ne diyorsun der gibi bakıp kaşlarımı çattım. Neyi vardı ki Defne'nin? Dünya güzeli olmasa da bence güzel kızdı.
"Gayet hoş kız. Hem her şey güzellik değil, demek ki abin başka özelliklerini sevmiş"
"Aman onun sevilecek yanı mı var? Meymenetsizin teki" demesiyle gözlerimi devirip dışarıyı izlemeye başladım. Bersu kendince görümcelik yapıyordu galiba. Ya da abisine yakıştırmıyordu. Anıl'ın onun abisi olmasından dolayı değildi bu tutumu, Anıl'ın gerçekten çok iyi hatta ilahi bir dış görünüşe sahip olmasından dolayı yanında daha güzel bir kız olması gerektiğini düşünüyordu.
"Meymenetsiz olacak ne yaptı Allah aşkına. Şuanda kıza takılmak için takılıyorsun. Hem kendine has bir çekiciliği var, gayet efendi ve saygılı biri. En önemlisi abini seviyor. Asıl senin abin o kıza layık değil. Önce kendi abine bak, sonra Defne'yi eleştir" Kesinlikle haklıydım. Gerçi onların özel hayatı beni ilgilendirmezdi. Sadece Bersu konusunu açtığı için fikrimi belirtmiştim.
"Abimle takılan diğer kızların kişiliğini düşününce Defne iyi sayılır aslında, haklısın" dedi elindeki kahveden son yudumunu alıp masaya bırakarak. 'Takılmak' Takılmak da neydi? O, yaptığı ahlaksızlıkları o kadar normalleştirmişti ki Bersu bile gayet normal bir durummuş gibi dile getiriyordu.
Nişanlı biri nasıl her gün başkalarıyla birlikte olabilir! Allah hiçbir kadına böyle bir şey yaşatmasın diye içimden dua ettim.
"Abinin değil de senin olmayan aşk hayatını dinlemeyi tercih ederim Bersu. Çünkü nişanlı birinin ihanetlerini dinlemeyi midem kaldırmıyor" Haklı olduğumu bildiği için ses etmeyip önüne döndü. Kendi abisi de olsa savunulacak bir tarafının olmadığını görmek zor değildi.
Biraz bekledikten sonra "Hadi kalkalım" dedim. Beni başıyla onaylayıp hesabı ödemeye gittiğinde masada tek başıma kalmıştım.
♤
Dışarısı resmen buz gibiydi. Bir hafta sıcak oluyordu bir hafta soğuk. Hava durumu önümüzdeki üç günün kar yağışlı geçeceğini söylemişti üstelik. Kıştan, soğuktan ve üşümekten bıkmıştım.
Daha fazla bahçede oyalanmadan eve girmek için adımlarımı hızlandırdım. Üşüyordum, bunu belli eden tenimdeki tüylerin hepsi birden şaha kalkmıştı.
"Allah'ım off! nasıl unuttum ben bunu? Kesin beni haşlayacak" Eve girdiğimde bu sabah Anıl'la olan konuşmamız kafama dank etmişti. Nasıl da aklımdan çıkmış... babam Tülay Hanım istedi alışverişe git dediği için onun söyledikleri ikinci planda kalmıştı. Bana özellikle kahvaltıdan sonra yanıma gel demişti, tabii benim aklım bir karış havada. Şimdi bir ton azar yiyecektim kesin. Dudağımı büzerek istemeye istemeye yukarı kata çıkmaya başladım.
Ev çok sessizdi, Vedat Bey işe gitmiş olmalıydı. Tülay Hanım da ya o her zaman gittiği bir takım derneklere ya da arkadaşlarıyla poker oynamaya gitmiştir.
Üst kata çıkıp Anıl'ın odasına vardığımda kapısını çalmadan önce ufak bir şüpheye düşmüştüm. Defne Hanım gitmiş miydi? "Umarım gitmiştir" Azarlanmaktan daha kötü bir şey varsa o da başkasının yanında azarlanmaktı.
Kapıyı korka korka çaldım. Bir süre sonra gir talimatını duymuştum. Kapıyı hafifçe aralayıp içeri girdiğimde Defne Hanım'ı aradı gözlerim, fakat yoktu. Sadece o vardı ve yatağında öylece uzanıyordu. Sadece başkalarının yanında Anıl'la işverenim gibi konuşurdum, şuan yalnız olduğumuz için senli benli bir hitap şekli seçmiştim. "Beni çağırmıştın...ben çok ama çok özür dilerim Anıl abi gerçekten kahvaltıdan sonra yanına gelecektim ama Tülay Hanım alışveriş yapmamı istedi ondan gelemedim yoksa işimi ciddiye almadığımdan değil ger-"
"Yeter sus" dedi yattığı yerden doğrulup ayağa kalkarak. Sinirli değildi, aksine çok sakin bir ses tonu ve durgun bir çehresi vardı. Bu iyiye işaretti çünkü azarlanmak istemiyordum, kim ister ki.
"Benim söylediklerim senin için öncelik olmalı Meyra" dedi emir verici bir ses tonuyla
Sadece "Haklısın" demekle yetindim.
"Benim söylediklerimi sakın bir daha hafife alıp benim canımı sıkma"
Hızlı hızlı başımı sallayıp "Özür dilerim, inan bana tekrarı yaşanmayacak" diye mırıldandım. Her zaman kullandığı o spesifik parfüm ciğerlerime dolmuş, aklımı oyalamaya başlamıştı. Çok keskin olmayan, sadece kendisini hissettiren bir kokuydu. Neye benzediğinden tam emin olmamakla beraber pahalı olduğu kanısına varmıştım.
Şişesi kaç para ediyordu acaba?
"Şey...sen beni niye çağırdın?" diye sordum merakla. Odası temiz görünüyordu, tek sorun biraz dağınık olmasıydı. "Odanı toplarım ben şimdi merak etme yarım saatte hallederim" Yatağın üzerindeki kıyafetlerini alacağım sırada "İstediğim şey bu değil" dedi. Bakışlarımı ona döndürdüğümde gerçekten ne istediğini merak etmiştim. Neydi ki odasına çağıracak kadar önemli olan şey?
"Kıyafetlerini kuru temizlemeye götürebilirim , eğer bunu istiyorsan"
Cevap vermedi, sadece bana bakıp bir şeyler düşünüyormuş gibi bir izlenim yaratıyordu. "Bana hala kızgınsın değil mi? Özür diledim ya işte, oldu bir kere daha aynı hatayı yapmam" Cevap vermeyip sadece beni izliyordu, ben de onu. Siyah bir gömlek altına da aynı renk bir pantolon giymişti. Uzun boylu biriydi Anıl, bir doksan civarı bir boyu vardı. Aşırı cüsseli veya kalıplı biri değildi, öyle incecik yapıda da değildi. Ortaydı işte. Yüz hatları keskin ve bir ustanın elinden çıkmış gibi ihtişamlı ve güzeldi. Bal renginde gözleri vardı, sarışındı. Öyle patlak bir sarı değildi ama...koyuydu ve kumrala yakındı.
"Peki öyleyse, ne istediğini söylersen sana seve seve yardımcı olurum" O konuşmayınca ben kendimi açıklamak istercesine ona dikerek " Çok zor bir şey herhalde, yine de halledebilirim" dedim. Dediklerimle ilgilenmiyor gibiydi, sanki aklında başka şeyler vardı.
Önce sabit adımlarla yanıma yaklaştı. "Senden daha önce hiç istemediğim bir şey isteyeceğim Meyra" dedi imalı bir sesle. Daha çok yaklaşıp iyice dibime girdiğinde kalbim göğüs kafesime uyguladığı baskı da artmaya başlamıştı. "E-elimden geleni yaparım ki"
Çok garip davranıyordu ve ben bunu ancak idrak edebilmiştim. Her zamanki Anıl değildi karşımdaki, farklı bir adamdı. "Elinden gelenin fazlası gerek" dedi bana iyice yaklaşarak. Ayak uçlarım ister istemez beni geriye götürmeye başlamıştı ki ben geriye gittikçe o daha da yaklaşıyordu.
Amacı neydi ki? Ne yaptığını asla anlamamıştım
Sırtımın sert duvara çarpmasıyla adımlarım son buldu, aramızda mesafe kalmayacak şekilde önümde durduğunda ciğerlerime artık hava gitmediğini anlamıştım.
İlk kez bu şekilde davrandığına şahit oluyordum. Ya da olmuyordum. Ne yaptığını anlamamıştım ki, sadece gözlerimi sonuna kadar açmış nefes almadan yaptıklarını izliyordum.
Elini bana doğru uzatıp parmaklarını yüzümde gezdirdi usulca. Uzun boyundan mütevellit başımı yukarı kaldırarak ona baktım, çok ama çok garip davranıyordu.
"Beni ne için çağırdığını söylemedin" dedim kalan gücümle. Tek kelime edecek halim kalmamıştı.
Çenemi biçimli parmaklarıyla kavrayıp "Şimdi neden çağırdığımı daha net anlayacaksın" dedi. Davranışları, bakışları, tavırları...her şeyi çok tuhaftı. Acaba içip sarhoş mu olmuştu? Şöyle bir etrafı taradığımda içki şişesi de görememiştim.
Yanaklarımı elinin tersiyle okşamaya başladı, "Artık büyüdün Meyra" dedi. Bana neden dokunduğunu düşünemeyecek kadar aklımı kaybetmiş, sanrılarla dolu bir odaya girmişim sanki. Burada yaşanan şeyler sanrıydı. Yemin ederim bu ilk kez oluyordu. Onu ilk kez bu halde görüyordum, kendimi de.
Gerçi normalde pek baktığı söylenemez, genelde emir verir ve yapmamı beklerdi. Az önce bana şefkatle dokunup 'Neden çağırdığımı daha iyi anlayacaksın' demişti. Şaka gibiydi ama komik olmayanından.
Kırk saniye, bir dakika bile değil ama bir ömür gibi gelmişti bana. Kırk saniye hiç konuşmadan beni süzdü. Gözlerini üzerimde hissediyordum ama içine bakamıyordum. Ellerini çenemden ayırdığında boynumda bir hareketlilik hissettim. Ellerini boynumda gezdirmeye başlamıştı.
Burada neler oluyordu?!
Suratımda kocaman bir soru işaretiyle ona bakıyordum. Ciğerlerim artık nefes al diye feryat etse de ben almamakta diretiyordum resmen. Buz kütlesi gibi hareketsiz kalmıştım, yaptığı hiçbir şeye yanıt veremedim.
Cayır cayır yanan bir buz kütlesi
Heyecandan bütün vücudum kasılmıştı. Ne yaptığını anlamaya çalışacak bir aklım kalmamıştı, mantığım ise odayı terk edeli çok olmuştu. Boynumdaki elini çekip kapıya doğru yöneltti, kapının kilitlenme sesini duyduğumda ise gerginliğim iki katına çıkmıştı.
Yutkundum
Sakin olmaya çalışsam da bedenimi ele geçiren adrenalin ve heyecanın esiri olmuştum, sadece dikilmekle yetiniyordum. Neden kapıyı kilitlemişti?
"Kapı..kapıyı niye k-kilitledin"
Aklım almıyordu, üstelik yerimden de kıpırdayamıyordum. Onun bedeniyle duvar arasında sıkışıp kalmış, yaptıklarına anlam yüklemeye çalışıyordum. Ne kadar başarılı olduğum konusuna gelirsek sınıfta kaldığım kesindi. Elleri yeniden boynumda daireler çiziyordu. Şaşkınlığımı ve yaşadığım şeyi anlamlandıramayan gözlerle ona bakmaktan başka bir şey yapamadım.
"Kapı!" dedim çatallaşan sesimle. "Açacak mısın?" Cevap vermedi. Beynim olanları idrak etsin diye yüzünde barınan tüm duyguları inceledim fakat bir iz bulamadım. Ortada dönen inanılmaz saçma bir olay vardı kesinlikle. Bana iyice yaklaşıp dudaklarını kulak mememe bastırdı an anlamıştım, bütün uzuvlarım kor bir ateşte yanmaya hazırdı.
"On sekiz yaşını geçtin Meyra, hala fazlasıyla masumsun" dedi, kulak mememdeki dudaklarını konuşmasının etkisiyle hareket etmiş, tüm vücudum karıncalanırken tek duyduğum kalbimin sesiydi.
Onun bana böyle davranması doğru değildi, normalde davranmazdı da. O zaman normal olmayan şey neydi? Ben kendi kafamda düşünceler içinde yüzerken dudaklarının boynuma doğru inmesiyle tenimden geçtiği uzun ince yol, deli gibi yanmaya başlamıştı.
Tanımıyordum ben bu adamı, farklı biriydi.
Öyle bir durumdaydım ki hareket edemedim , ayaklarım beni yarı yolda bırakmıştı. Hala ne yaptığını anlamamış, titreyen bedenime söz geçirmeye çalışıyordum. Yapmam gereken şey kilidi açıp dışarı çıkmaktı ama ben olduğum yerde sayıyordum.
Şuan olan hiçbir şey normal değildi, o kadar gerçek dışıydı ki bir an rüyanın içinde miyim diye düşündüm. Sanırım transa girmiştim.
Bedenimi ondan uzaklaştırıp başka şeylere odaklanarak "B-benim ... gitmem gerek" diye mırıldandım. İki elini duvara yaslayıp arasına beni hapsetti ve gitmemi kolayca engelledi.
"Seviş benimle, senden tek istediğim bu"
Dudaklarını boynumdan çekmeden söylediği bu söz, beni girdiğim transtan tek hamleyle çıkarmıştı.
♤♡◇♧