1

1337 Kelimeler
M1 "Mercimek bekle!" diye arkamdan bağıran arkadaşıma telaşla bağırdım: "Ya ayağının altında yumurta mı var kızım koş işte!" Feride ayaklarını yere sürte sürte arkamdan gelirken tek istediğim okula zamanında yetişmekti. Yeni okula ilk günden gecikip dikkatleri çekmek istemiyordum. "Ay yetiştim işte! Ne atarlanıyorsun durduk yere?" "Gecikiyoruz, saate baksana Feride!" Bugün diğer günlere göre oldukça gergindim. Yeni okula başlamanın tedirginliğinden belki de... Ayrıldığım liseden sonra burada nasıl bir ortam beni bekliyor? Orada yaşadığım sıkıntıyı burada da yaşayacak mıyım? Arkamdan 'katilin kızı' diye fısıldaşanlar olacak mı? Feride'nin saate bakması üzerine artık geciktiğimizi fark edip koşmaya başladı. Koşar adımlarla sevgili liseme doğru ilerlerken Feride'nin arkamdan koşturma seslerini duyuyordum. Okul bahçesine girdiğimizde her şey gayet iyi görünüyordu. Bildiğimiz dört duvar okul yani öyle lüks bir tarafı yoktu. Gerçi devlet lisesine mecburen geldiğim için söylenmeye hakkım yoktu. "Wayss beeehh okula bak Merci!" diyerek liseye bakan Feride'ye tek kaşımı kaldırdım. "Neyci?" "Mercimek demeye erindim." dedi dudaklarını büzüştürerek. "İyi bok yedin! Bir Merci demediğiniz kalmıştı onu da deyin tam olsun!" "Kız sen büyüdükçe krolaşmaya başladın heee! Napsak ki kadınlık hormonu takviyesi işe yarar mı dersin?" "Beyin nakline ne dersin? Ameliyat masraflarını ben üstlenirim yeterki aklın başına gelsin Feride!" "Aman iyi be! Seni düşününde kabahat!" Feride pes edip okul çantasını sırtına geçirirken ben ise etrafı incelemeye başlamıştım. Bahçede en az bin kişi vardı. Ehh devlet lisesi olunca okullarda böyle kalabalık oluyordu demek! Gerçi bin kişi derken biraz abartmış olabilirim. 200 kişilik özel liseden sonra burası gözüme korkunç kalabalık geldi. "Ses! Ses! Ssseh seh!" "Yaram içerde yaram içerde, verem mi kanser mi yaram içerde, sseh seeehh!" Okul bahçesinde derin bir sessizlik hüküm sürmüştü. Nitekim mikrofonu eline alan kır saçlı, tepesinde saç kalmayan, orta boylu, göbek çevresi okul çevresine eş değer, altın dişli, müdür görünüşlü adam şarkı söylüyordu. "Sevkili Kurtuluş Bileti Lisesi sakin ve sakineleri, ikinci döneme hoş geldiniz sefalar getirdiz. Sizi buraya gönderen velilere hürmetlerimi ileterekten sıraya geçmenizi istirham ederim." Sevkili müdür olağanca tatlılığıyla bizi yönlendirmeye başlamıştı. "Artık nerede duracağınızı zaten biliyorsunuz. Ne yapıyorsun oğlum! Geç yerine geç! Adam olun lan! Adamı hasta etmeyin!" Müdürü kızdıran çömez olan bizler değildik. Kaşarlanmış üst sınıflar müdürü takmadan konuşuyorlardı ve sırada düzgün durmuyorlardı. Müdür aşkım da haliyle sinirlenmişti. Farzı misal; ben olsam o merdiven başında tüm okulu sıra dayağına çeker güzel kızların yüzünü tırmalardım. Kıskançlık mı? Asla! *** Merdivenlerden sıkış tıkış ilerlerken geri zekalı birinin bana arkadan öküz gibi çarpıp geçmesiyle merdivenlere kapaklandım. Birkaç saniye başım eğik yerde kaldım. Etrafımda kümelenen ayakları görüyordum. Eğlenen seslerin mide bulandırıcı tınısı kulağıma çarpıyordu. Bu defa güçsüz görünemezdim. İnsanlara benim hakkımda konuşmalarına şans tanımamak için dik durmalı, Birden bire nerede olduğumu unuttum ve çantamı yere atıp ayağa kalktım. Diz ağrısı mı? O da kim? Ben hiç tanımıyorum! Uzun boylu iri yarı, göbekli çocukçuğa kolumu kaldırıp, "Şerafetsize bak be!" dediğimde çocuk üstüme doğru yürümeye başladı. Bir adım geriye doğru atarken elimin avuç içini çocuğun yüzüne doğru tuttum. An itibariyle bana kafa atacak gibi bakıyordu. Korkma Mercan! Sen dik duruşunu örnek aldığın Mehir Kahraman'ın yeğenisin. Kendini bir öküzden ve beyinleri sadece gırgır şamata için çalışan liselilerden koruyabilirsin. "Hooo yavaşş gel broo!" dedim onu öküz yerine koyarak. Aslında öküzlere hakaret ediyorum. Özür dilerim. Yavaş gelmedi, hızlı da gelmedi. Üstüme üstüme geldi! Haydut! Kalabalık bir anda etrafımda toz oldu ve sap başıma merdivenlerin ucunda kaldım. "Bana mı dedin?" diye sorduğunda içimdeki mercimek tanesi 'kaçılın!' diyerek hızla olay yerinden uzaklaştı. Güçlü olmak isteyen Mercan kimliğim ise hala adama kafa tutmak için diretiyordu. Ne yapacağımı bilmez halde kararsızlık içinde çırpınırken artık kaçmak için çok geçti. "Sana dedim tabi bir de soruyor mall!" dediğimde bir sala sesi duydum kalbimin derinliklerinde. Mercimek tanesi son nefesini düdüklü tencerede verirken nasıl olurda ayakta durabilirdim! Gözüm o sırada Feride'yi aradı ama o korkudan en uzak köşeye kaçmıştı. Korkak sarı mısır püskülü. "Senin ağzını burnunu dümdüz ederim!" diyen haydut görünüşlü çam yarmasına yavru kedi bakışlarımı gönderdim. "Hıcckk!" diye giden hastalarımızın hürmetine son bir fatiha okudum ruhlarına ve aynı yoldan gidişime üzüldüm. Oysa ben ölürken tüm dünya yas tutacak, dışı mercimek içi mercan gibiydi denilecekti. Elini bana doğru uzatıp yakamdan tuttuğu sırada ayağım merdivenden kaydı ve ben kollarımı çırparak uçmaya çalıştım. "Haaa!" deyip merdivenden geriye doğru savrulurken beyin kanamasından ölme ihtimalimi düşünüyordum. Kesinlikle ölebilirdim! Hayatı boktan aşksız dünyaya veda ederken öteki tarafta nuriler bana eşlik edecekti. Ama benim tercihim esmerlerden yana olurdu. Gözlerim kapanırken sert bir düşüş bekliyordum ancak merdivenlerde yuvarlanmak yerine direk duvara yapıştım. Bir dakika! Duvarın boynu olmazdı! Öyleyse bu direkti! Aman Allah'ım bu nasıl bir direk? Sarıldığım şey direkse her gün direk dansı yapabilirdim. "Ellerini çek boynumdan!" diyen direğe kınayan düşüncelerimi telepatik güçlerimle gönderdim. "Sana diyorum! Nefes alamıyorum seni salak!" Direğin gür sesiyle irkilirken direğin hangi deterjanla silindiğini merak ederken buldum kendimi. Direkle telepatik yöntemle konuşmam garipti. Kesin psişik güçlerim vardı ve taşı bile dile getiriyordum. "Lan atarım seni merdiven boşluğundan!" Ayaklarımın yerden kesilmesi ile artık ruhumun uçuşa geçtiğini anladım. Hayatımın yarısından çoğu okul sıralarında çürümüştü ve şimdi okulda ruhum sonsuzluğa kavuşuyordu. Bir imamın camide ölmesi, bir hemşirenin hastanede ölmesi, bir milletvekilinin yemek yerken ölmesi ne demekse benim içinde okulda ölmek onun gibi bir şeydi. Bedenim yatay pozisyonda seyre dalarken ellerim hala direğin boynundaydı. Gözlerimdeki ağırlıktan dolayı göz kapaklarımı kaldıramıyordum. "Alın şu kırmızı kafayı boynumdan!" "Tamam, Sanat abi!" Tabii ki bu binanın her bir direği Sanattır! İyi sanat işi olmasaydı bu kadar güzel kokamazdı değil mi? Kollarımı çeken zebanilere "ıhhhmmm" diyerek gidin başımdan demek istedim ve Sanatımın boynuna daha çok sarıldım. O güzel kokudan koparıldığım zaman soğuk bir zeminle ürperdim. "Mercimek uyan!" diyen Feride'ye "ımmm" dedim. "Ne oluyor burada?" "Hocam, arkadaşım bayıldı. Kendine getiremiyoruz." Kim bayılmıştı? İyi de ben ölmüştüm. Ölüler bayılamazdı! Her şeyi duyuyordum ama nedense sesimi duymuyorlardı. Gerçekten bayılmış mıyım? Gökyüzünden rahmet gibi yağan yağmur kovadan boşalırcasına yüzüme döküldüğünde çığlık atarak uyandım. "Ay sonunda! Ödüm koptu sana bir şey olacak diye!" "Ne? Ne oldu Feride?" "Bayıldın... Ama iyisin şimdi, iyisin değil mi? Lan iyiyim desene!" Feride'nin paniği beni kızdırmıştı. Gören diyecek bayılan ilk insan benim! Yani bayılsa bayılsa içimdeki korkak mercimek tanesi bayılabilirdi. "Hadi herkes sınıflarına!" diyen keltoş bıyıklı hocanın sesiyle etraftaki herkes dağılmaya başladı. Daha okulun ilk gününden akşam aldığım kararların aksine okulda rezil olmuştum. Oysa ben sadece derslerimle ilgilenecek, kimseyle arkadaşlık kurmayacak ve mesafemi koruyacaktım. Ailem hakkında kimsenin soru soramayacağı kadar mesafeli olmak zorundayım. Şimdiden okulun diline düşen bir mercimek olmuştum. Bu okulda da ailemin durumu duyulursa bu defa hayatım ne olur, bilmiyorum. Boğazıma düğümlenen hıçkırığı yutup başımı yukarı kaldırdım. Ağlamanın sırası değildi. Düşünme, düşünme... Sadece anı yaşa! Üç kişi dışında etrafımızda kimse kalmamıştı. Biri hocaydı. Koluma girmiş beni Feride ile birlikte kaldırmaya çalışıyordu. Diğeri üstüme yürüyen hain köfteydi. Onun cüssesinin üçte biri kadar cüssem var ama onun nokta kadarcık bile insafı yoktu. Ve bana ölümcül bakışlar atan, koyu yeşil gözleriyle beni ürküten biri daha vardı. Onu tanımıyordum ama sert yüz hatları, siyah saçları bana çok tanıdık geliyordu. Sanki daha önce onu görmüşüm gibi... "Sanat, arkadaşına yardım et benim derse gitmem lazım." Sanat mı? Sanat kim! Yoksa o dombili baykuş mu? "Yapmayın hocam, bırakın kendisi yürür!" Bu ses... Aman Allah'ım sana geliyorum. Baygınlık geçirirken duyduğum o gür ve etkileyici ses... Ve o kesinlikle üstüme yürüyen o haydut değildi. Benimle konuşan güzel kokulu boylu poslu bir öğrenciydi. "Sanat dediğimi yap yoksa bir yıl daha sınıfta kalırsın!" Sanat hocaya öldürücü bakışlar gönderip bir şey demeden koluma girdi. "Adın Mercimek ha! Tam sana göre." dedi alayla. Feride'nin böğrüne dirsek geçirip ters ters canım arkadaşıma baktım. İlk günden okula lakabımı çok iyi duyurmuştu. "Adım Mercan! Senin Sanat'ın ne üzerine?" diye sorduğumda önce yüz ifadesi bir bozuldu ve kaşları çatıldı. "Mercimek haşlamak üzerine..." dediğinde üstü kapalı tehdidi algılamıştım. Çocuğun kaslı kolunda yürüdüğümü unutarak "Desene..." dedim ve hülyalı bir bakışla o koyu yeşil gözlere bakarak devam ettim. "Sanat Mercimek içindir." Sanat ise bu dediğimi duymamış gibi hiç tepki vermedi. O an bencilce şunu düşündüm. 'Bu yakışıklı çocuk bana bakmaz. Ben de oturup onun güzel kokusunu ve yeşil gözlerini düşünürsem ne annemi ne de babamı eskisi kadar düşünmem ve özlemem...' Hani okyanusta boğulurken seni hatırlamayacak bir balığa çaresizce umudunu bağlarsın ya... Seni kurtaracakmış gibi elini uzatırsın. Ama... Sen ölürsün, o balık unutur. İşte ailemin yokluğu o okyanus... Sanat ise okyanustan kurtulma umuduyla elimi uzattığım balık... ***
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE