3. BÖLÜM

3807 Kelimeler
  Sessizlik... Tek duyabildiğim şey sessizlik... Ne olduğunu sorgulayan bir yanım var ve ben bir yatakta yattığımı hissediyorum. Evet, başım ağrıyor sanki. Bir şey duyamıyorum ve gözlerimi açmak için direnme çabam kendisini gösteriyor. Gözlerim neden açılmıyor? Ne oldu bana? "Kendisi şu anda iyi..." Bir yerden ses geldiğinde sanki gözlerim açık gibi oraya çevrilmişti ama hala gözlerimi açmamıştım. Eminim ki ben hareket ettiğimi sanırken hareket dahi etmiyordum. "Başıma iş açacak bir şey çıkarsa doktor..." "Emin olun sadece heyecandan kaynaklanıyor. Beli için gerekli merhemleri yazdım. Tüm gün istirahat etsin." Bu yabancı seslere karşın gözlerimi açmaya çalışıyordum ama açamıyordum. Dudaklarımı nefes alabileceğim bir şekilde araladım... Ama küçük bir aralıktan nefes almıştım. Ayak sesleri yine geri giderken bu sefer sessizlik yine etrafımda hüküm sürüyordu... -----*---- "Ne zaman uyanacak abi. Ne kadar da güzel. Benim olabilir mi?" Yavaşça belirginleşen sesler üzerine kendime geldiğimi hissediyordum. Bu sefer sessizlik yoktu. Yeniden mi uyumuştum ben? "Kızım ne saçmalıyorsun? O insan nasıl senin olsun?" dediğinde bu sesi hatırlamaya çalıştım. Bir yerden tanıdık geliyordu. Gözlerimi açmayı denedim ama tahmin ettiğim kadar zorlanmadım... Bu sefer kolaylıkla açılırken ışık gözlerimi almış ve acıtmıştı. Etrafıma alışmaya çalışırken küçük kız sesi yine duyuldu. "Ama sen her istediğimi elde edebileceğimi söylemiştin. Bana ne. Bu barbie bebek benim olsun. Hem canlı. Bana ne bana ne..." sesin kaynağına göz ucuyla baktığımda küçük sarı saçlarının yüzünü gizlediği bir kız duruyordu karşımda. Bu küçük kız bu gün kurtardığım kız değil miydi? Belki de dün... Ah! Ben kaç saattir bilmediğim birisinin evinde uyuyordum ki? Gözlerimi daha fazla açtığımda etrafımı taramaya başladım. Şarap renginde klasik boyalı bir odaydı ama yabancı değildi. Görünüş bakımından öyleydi. Güzel ve gösterişli bir döşemeye sahipti. Eski evimde olsam buranın kesinlikle misafir odası olduğunu söylerdim. Hoş, benim evimin üç odası bu odaya denkti ya... "Uyandı! Barbie bebek uyandı!" Sevinçle bağıran kızın üzerine yüzümü buruşturmadan edemedim. Başım mı ağrıyordu benim? Bu iyiye alamet değildi. Başımı küçük kızdan yana tekrar çevirdiğimde başımın biraz daha üst tarafında yayılarak oturmuş bir beden gördüm. Sadece ayaklarını görsem de onun bir insan olduğunu anlamayacak kadar salak değildim. Karşımda gördüğüm kişiye dikkatle baktım... Bir erkeğe karşın uzun ama fazla uzun olmayan saçları dağınık bir şekilde duran ve rengini tahmin edemediğim gözlerin küçük kızdan bana kalkması ile bir an nefesimi tuttum. Gerildim. Her zamankinden çok daha tuhaf hissettim. Karşımda gördüğüm insanı uyumadan -ya da bayılmadan- önce hayal diye nitelendirirken şimdi karşımda duruyordu. Oturduğu yerde yayvan bir şekilde yayılmış ve sırtını geniş tekli koltuğa yaslamıştı. Gözleri o kadar sertti ki yorgunluğu anlamamak elde değilken sanki kötü bir şey yapmışım gibi bana bakıyordu. "Abi. Bak uyandı. Ona sorabiliriz. Bence benim olmayı kabul edecektir." diyen kızla gözlerim tekrardan ona kaydı... Sarıya dönük kumral saçları ile küçücük burnu ilk dikkatimi çeken şey olsa da kocaman mavi gözleri dikkatimden kaçmamıştı... Öyle bir hevesle bana bakıyordu ki yüzümde hafif gülümseme oluşmadan edemdi. Onu ilk gördüğüm zaman koştuğunda yüzüne bu kadar bakamamıştım. Hatta kimi kurtardığımı bile bilmiyordum o sırada... Sadece öyle bir içgüdüyle onun arkasından koşmuş ve ilerlemiştim ki... tek amacım onu kurtarmaktı ve kurtarmıştım. Karşımda, diri diri duruyor ve bana kocaman bir şekilde gülümsüyordu... Sevindim. Çok hem de... Bu güzel kızın o hızla gelen arabanın altında kaldığını düşünmek bile insana dehşet sarsa da şimdi karşımda diri diri duruyor oluşu kalbime su serpmişti... Ben bu güzel kızı kurtarmıştım öyle değil mi? Küçük kız yanıma doğru yaklaştığında onu izlemeye devam ettim. Onu ilk gördüğümde hızlı koşmasının aksine yavaş ve temkinli adımlarla bana yaklaşıyordu. "Çok güzelsin." dediğinde gülümsemem yüzüme istemsizce daha fazla yayıldı. Konuşması normal bir insandan farklıydı. En azından küçüklerin konuştuğu gibi tatlı konuşuyordu. Tabi dış görünüşü de bu konuşma şekline biraz daha fazla puan sağlıyordu. "Teşekkür ederim." dediğimde küçük kız öyle bir bağırdı ki şaşırmadan edemedim. Ama başıma dikenlerin batması ile yüzüm buruşturma isteğim hemen ardından gelmişti... "Abi barbie bebek konuştu. Hem büyük hem canlı ve hem de konuşuyor. N'olur benim olsun. Lütfen!" dediğinde ben bile o tatlı haline karşılık 'Tamam senin olurum." demek istedim. Beni barbie bebeğe benzetmesi çok hoştu. Gerçekten küçük bir kız gibi sevinmiştim. En azından küçükken barbie bebekler kadar güzel olmadığım için yakınırdım. Şimdi küçük bir kız çocuğundan duymuş olsam da barbie bebekleri beğendiğim kadar güzel olduğumu duymak iyi hissettirmişti. "Biray." diyen dövmeli çocuğun sesine karşın ikimiz de ürkmüştük. Rahat olduğunu belli eden koltuğundan gıcırdatarak kalktı ve ellerini ön cebine sokup yatağıma doğru yaklaştı. Gözleri maviydi. Neden her yakışıklı erkeğin gözleri mavi olmak zorundaydı ki? Ben mavi renkten nefret ederdim. Saçları önüne yataktan yeni kalkmış gibi dökülürken hiç uğraşmadığını ortaya seriyordu. Belki yataktan yeni kalkıp buraya gelmişti. Ama onu okulda birkaç saniye görmüş olsam da saçlarını aynı bu şekilde dağınık olduğunu hatırlıyordum. Üzerindeki deri ceketinin altından biraz daha gözüken dövmeleri daha da dikkatimi çekti. Boynunda ne olduğunu kestiremediğim bir dövme vardı ama bir şeyler birleşmiyordu. Omzundan çok az gözüken dövmeleri vardı, ne olduğu yine belli olmuyordu. Tarzı... Ah! Ona diyecek bir şey yoktu. Deri ceketi kasları yüzünden kasılmış, geniş omzularından aşağıya doğru kalitesini vurgularcasına sarkıyordu. İçine sade beyaz bir tişört geçirmişti ve altında da siyah bir kot vardı. Klasik siyah beyaz uyumuydu ama üzerinde çok güzel duruyordu. Neden onu bu kadar net inceliyordum ki? Alt tarafı serseri tiplemesi bir erkekti o kadar. Ama gözlerim bu sefer de ellerindeki dövmelere kaydığında küçük kızın bağırması ile irkildim... "Abiiii!" diye son harfleri uzatan küçük kıza tekrardan baktım. Gerçekten abisiyle savaş içerisine girmeye çalışıyordu. Ama abisinin gözleri ya da dövmeli çocuğun gözleri benim üzerimdeydi. "Biray. O bir canlı ve barbie bebek değil." dediğinde isminin Biray olduğunu öğrendiğim küçük kıza baktım. Kız kaşlarını çatmış küçük ve tatlı bir kızgınlıkla abisine bakıyordu. Bana baktı ve gözden geçirdikten sonra. "Hayır o bir barbie bebek. Abi ben onu istiyorum." Dövmeli çocuk gözlerini benden bir an ayırmadı ve incelemeye devam etti. Ürküyordum ama sesimi dahi çıkartamıyordum. Ne oluyordu bana böyle? Bu yatakta kapana kısılmış bir kız gibi hissediyordum. "Biray bu kızın neresi barbie bebeğe benziyor?" dediğinde kız kardeşine döndü. Sözlerinden sonra kaşlarımı çatmadan edemedim. Geri bana döndüğünde beni üstten aşağıya süzdü. Ya da sağdan sola da denilebilir. Sonuçta yatıyordum. "Barbie bebekler ne zamandır bu kadar çirkin oldu?" dediğinde ise bu sefer çatmış olduğum kaşlarımı yukarı kaldırdım ve şaşırtıcı bir şekilde konuşmaya başladım. "Gözlerin bozuk anlaşılan..." dediğimde kendime bile inanamadım. Ne dedim ben az önce? O sırada küçük ve çok güzel bir tınısı olan kahkaha sesini duydum. Biray'a baktığımda o küçük yüzündeki geniş gülümseme yeterince ilgimi çekiyordu. Karnını tutarak gülmeyi kesmeye çalıştığında onu izliyordum. Yüzümde ister istemez bir gülümseme oluştu. Bu kız gerçekten çok tatlıydı. Gülmesini kestikten sonra bana doğru yaklaştı ve yatağımın tam yanına geldiğinde "Sen barbie bebek değil misin gerçekten?" dediğinde olumsuz anlamda kafamı salladım istemeden... O kadar tatlı gülümsüyordu ki onun o pürüzsüz gözüken yanağına dokunmak istiyordum. "Peki, bu kadar güzel olmanın sebebi ne? Prenses misin yoksa sen?" dediğinde bu sefer dişlerim göstererek gülümsemek zorunda kaldım. Elimi beyaz çarşaftan kaldırıp kızın pürüzsüz yüzüne koydum. Yanağını hafif bir şekilde okşadığımda... "Hayır canım sadece bir ablayım. Ablalara sahip olunamaz. Ama istersen seninle oyun oynayabilirler" dediğimde yaptığım hatanın farkına varıp dövmeli çocuğa kaydı gözlerim. İkimizi izlediğinin farkındaydım. Yüzümdeki gülümseme ister istemez solup gitti. Birisinin gülümsediğimi görmesi sanki büyük bir suç işlemişim izlenimi veriyordu bana. Hiçbir şey demediğini gördüğümde onaylar bir yüz ifadesi de göremedim. Sonra ise arkasındaki saat dikkatimi çekti. Saat on ikiye geliyordu. Hızla doğrulmaya çalıştığımda kemiklerim öyle bir sızladı ki yüzümü buruşturmadan edemedim. Otururken bir elim belimdeydi. Karşımda bana telaşla bakan Biray'ı gördüğümde istemsizce gülümsemeye çalıştım. Korkuyordu ve korkan çocukları hiç sevmezdim. "Ne oldu abla?" dediğinde olumsuz anlamda kafamı salladım ve ayağa kalktım. Acıya dayanırdım. En azından öyle tahmin ediyordum. Her yürüdüğümde acıyan belim sinir bozucu bir şeydi ama mayışıklığım ve yorgunluğum daha da kötüydü. Ah! İşe gitmem gerekiyordu benim. "İyiyim canım." dediğimde etrafıma bakınıyordum hala. "Benim gitmem gerek. Çantam nerede?" dediğimde ister istemez dövmeli çocuğa dönmüştüm. Hala az önce dediklerim için utanıyordum ama belli etmemeye çalıştım. "Dinlenmen gerek. Ama bu kadar çabuk ayağa kalkabiliyorsan git. Seninle daha fazla uğraşamam..." dediğinde bana bakmadan arkasını dönüp kapıya doğru yürümeye başladı. Şaşkınlıkla arkasından baktım... Sonrasında ise dedikleri aklıma dank etti ve kaşlarım çatıldı... "Ah! Pardon! Çok meraklıydım sanki ben de sana. Çantam nerede onu söyle..." dediğimde son derece soğukkanlıydım. Ama sinirli bir kızın tavırları vardı üzerimde. Bana bakmadan yürümeye devam etti ve kapıyı açıp çıktı. Sinirle nefesimi dışarıya bıraktım... Biraz da şaşkın olduğum söylenebilirdi. Neden böyle bir davranışta bulunmuştu onu bile anlamamıştım... Alt tarafı çantamın yerini sormamış mıydım ben? "Gıcık." Sesin geldiği yere baktığımda şaşırmadan edemedim. Az önce Biray abisine gıcık mı demişti yoksa bana mı öyle geliyordu? Bütün sinirim uçup giderken hafif bir gülümseme dudaklarıma doğru ulaşıyordu. Bana doğru döndüğünde haklı olduğunu savunmak istercesine "Öyle değil mi? Çok gıcık. Senin gibi güzel bir kızı onun yerinde olsam ben kaçırmazdım." dediğinde kıkırdamamak elde değildi artık. Biray ne tatlı ve şaşırtıcı bir kızdı öyle? Sanki büyümüş de küçülmüştü. Gülümseyerek yere eğildiğimde canım acımıştı ama o bana dikkatle baktı. Elimi onun güzel yanağına getirdiğimde yeşil gözlerini bana dikkatle dikmişti. Pürüzsüz teni elimi çekmemem için iyi bir nedendi. Hafifçe okşamaya başladığımda sinirlenmiş halinin yerine hafif bir gülümseme bırakmıştı. Ama tahmin ettiğim üzere bu küçük kız o kadar da gülümsemiyordu. "Benim şimdi gitmem gerek. İşe geç kalıyorum." dediğimde yüzündeki belli belirsiz gülümseme solmuştu. "Ama olmaz. Biraz daha kalır mısın? Lütfen." dediğinde yüzümü asmadan edemedim. Küçük çocuklardan nefret ederdim ama böyle tatlı bir çocuğu nasıl bırakabilirdim ki? Çok tatlıydı. "Söz bir daha görüşeceğiz. Ama şimdi işe geç kalıyorum. İşten kovulursam da hiç güzel olmam." dediğimde küçük kız istemeyerek de olsa kafasını salladı. Her çocuk gibi duygularını saklayamıyordu. "Peki. Ama geleceksin değil mi?" dediğine burukça gülümsemeden edemedim. Böyle bir abisi varken ve bana şimdiden sinir olmuşken nasıl görüşebilirdik ki? Bir şey demeden ayaklandım. Saate baktığımda çok az kaldığının farkına vardım. Etrafıma üstün körü bir göz attığımda çantamın yattığım yatağın yanında olduğunu gördüm. Gözlerimi devirmeden edemedim. Çantamın orada olduğunu söyleyebilirdi... Evden çıkarken evin ne kadar büyük olduğu dikkatimden kaçmadı değil. Hatta gereğinden fazla büyüktü. Kaşlarımı çatmadan edemedim. Burası yalıdan farksızdı. Yanımda küçük adımlarıyla paytak paytak yürüyen Biray'a döndüm. "O senin öz abin olduğuna emin misin?" dediğimde hiç beklemediğim bir cevap verdi. "Maalesef. Ne kadar sinir bozucu olduğun bilemezsin." dediğinde bu sefer kahkaha atmadan edemedim. Bu kız bu lafları ve bu tavırları nereden öğreniyordu? Evden çıktığımda arkamı dönüp tekrar baktım. Tam teşekkürlü bir güvenlik sistemi vardı ve benim eski oturduğum ev gibi kocamandı. Bu çocuk ne saklıyordu böyle? Eğer Biray'la orada oturuyorsa kesinlikle varlıklı bir ailelerdi. Ah! Kafam gereğinden fazla karıştı. Neler oluyordu böyle? Bu çocuğun o zaman bizim okulda ne işi vardı ki? Kitaplarda olduğu gibi zengin yaşamını sevmediği için kimseye zengin olduğunu söylemeyen ve serseri çocuk muydu? Öyle gözüküyordu... Ama ben bir kitabın içerisinde değildim. Eğer olsaydım, bir süre sonra o dövmeli çocukla bir birlikteliğim olurdu. Hatta o çocuğa deli gibi aşık olup o beni kırsa da yanında kalırdım. Ah! Bu en olmayacak şeydi. Ben bu yaşıma kadar kendimi ezdirmemeyi öğrenmiştim. Bu değişmezdi. Değişemez bir gerçekti. Anayasanın ilk üç maddesi gibi bir şey... O anda önümde bir karaltı hissettim ama hızımı kesmeyip o karaltıya tosladım. O kadar sertti ki bir insan bedeni olup olmadığı arasında kalmıştım. Burnuma yine o koku geldi. LES LARMES SACREES DE THEBES! Merakla kafamı kaldırdığımda tahmin ettiğim kişi karşımdaydı. Önümü kesmesini bekliyordum. Evet, kitaplarda böyle oluyordu. Kafam gereğinden fazla karışmıştı. Kendime gelmem gerekiyordu. Düşerken başımı da çarpmış olmalıydım anlaşılan... Boş bakışlarla dövmeli çocuğa bakmaya devam ettim. Daha adını bile bilmediğim bir erkeğin evinde bir gün boyunca yan gelip yatıyordum ve şimdi ise karşısında gereğinden fazla rahattım. Ne oluyordu böyle? "Tamam, zengin olduğunu ya da böyle bir yalıda oturduğunu kimseye söylemeyeceğim. Seni bu bir gün içerisinde görmedim duymadım bilmiyorum." dediğimde bir nefeste söylediğim cümle yüzünden nefes nefese kalmıştım. Gözlerimi mavi gözlerine diktiğimde dudağının yana doğru kıvrıldığını gördüm. Gözlerinde eğlenen bir tını vardı. "Bu kadar korktuğunu bilmiyordum sarışın..." dediğinde kaşlarımı çattım. Korktuğum izlenimini mi vermiştim az önce? Ben sadece bu saçma konudan uzaklaşmak adına bunu söylemiştim. Gittikçe kendimi batırdığımı fark ettim. En iyisi konuşmamaktı... Onu kaşlarım çatık dikkatle izlemeye devam ettiğimde yüzümde yine o soğuk havanın olduğuna emindim. Bu yüz ifadesini takınmam her zaman işime yarıyordu. Ama ne yazık ki onun bana bir adım yaklaşıp aramızdaki kısa mesafeyi kapatmasını da beklemiyordum. Ve bu da yüz ifademde bir frekans bozukluğu olduğunu ortaya çıkartabilirdi. Nefesi alnıma oradan da burnuma doğru yol alırken boyunun gereğinden fazla uzun olması sinirlerimi altüst etmişti. Yüzüne bakmaya cesaret edemiyordum. Bana fazla yakındı ve soğuk, sert olan bedeni belki yüzüne de gereğinden fazla yansımıştı. Kokusu çok hoştu. Bu parfüme bayılıyordum. Yeni favorim olabilirdi ama engeller vardı. Bu parfümün dövmeli çocuğa ait olması gibi büyük bir sorun. Pürüzsüz ve değişik bir tınıya sahip olan sesi ürpermemi sağlamıştı. Konuşurken tenime değen nefesi ve sesinin titreşimini hissetmek değişikti. Çok değişik... "Kardeşim olduğunu kimseye söylemeyeceksin!" dediğinde kaşlarımı çatmadan edemedim. Neyden bahsediyordu bu çocuk böyle? O kadar şey arasında kardeşini kimsenin bilmemesini mi istiyordu? Başımı hiç düşünmeden kaldırdım. Ama kaldırmama kalmadan geri adım attı ve bir şey demeden yine gitti. Kafam karışmıştı. Zengin olduğunu söyleyebilir miydim? -*- Kapısından içeriye girdiğimde çalışacağım kalabalık ortam gözüme ilişti hemen... Yorulacağım kesindi... Ama alacağım maaşı göz önünde bulundurduğumda nedense işime geliyordu ve bu da iyiye alametti. Geleceğime katkı sağlayıp işimi elime aldığımda rahat bir huzur sürebilecektim... Çalıştığım yerde sekiz masa bana ait olarak verilmiş ve çalışanlardan birisi olan Serpil bu masaların neden bana verildiğini anlamadığını söylemişti... Sebebini sorduğumda ise bana bu masaların en zengin mevkiye ait olduğunu dile getirmişti. Daimi müşteri olmakla birlikte iyi bahşiş verirlermiş ve bu masaya da genelde en eski garsonlar bakarmış... O kadına teşekkür etmem gerektiğini bir yana yazmıştım... Ama bu gün aldığım bahşişleri öğrenmiştim ki sadece ben alıyordum. Bazı yerlerde aralarında bölüştüklerini biliyordum ama burası anlaşılan yaptığı hizmetin karşılığını alıyordu... Elimde çoktan fazladan para olması ile güle oynaya evime gelmiştim neredeyse... Evin düzensiz ve rutubet kokması bir yana, o kadar yorgun ve rahatsız hissediyordum ki... Bütün gün çalışıp belimin ağrısını hiçe saymaya çalışsam da geri dönerken eczaneden aldığım birkaç merhemi kendime sürüp direk kendimi yatağa atmıştım... -*- Her şeyi halledip aynanın karşısına geçtiğimde üstten aşağıya kendimi süzdüm. Salaştım, hem de gereğinden fazla ve bu ilgi çekmemi sağlıyordu. Benim de salaş olan herkes ilgimi çekerdi. İşin garip yanı ise rahatlık neden bu kadar ilgi çekiyordu? Sırtımdaki çantayı hoplatmamaya çalışarak okula girdim. Bu gün hava gereğinden fazla soğuktu. Çoğu kişi içerideydi ama bilin bakın kimler dışarıdaydı. Benim serseriler diye adlandırdığım grup hiçbir şeye umursamadan kahkahalar atarak konuşuyorlardı. O beyaz kız da oradaydı. Onları süzmeye devam ederken gözlerim nedense birini aradı ama kendime yediremiyordum ya orası ayrı. Aradığım kişi yok diyordum. Öyleydi çünkü! Ama gözlerim hala onların üzerinde dolandığında isteğim şey orada değildi. Ne yani, bir gün okula gelip bir gün gelmiyor muydu bu çocuk? İçeri girdiğimde yine o sinir bozucu gürültü kulaklarımı rahatsız etmeye yetmişti... Hızla sınıfa ilerlerken en azından sınıfın normal olabileceğini düşündüm. Ama öyle değildi. Sınıfım da kantini aratmayacak derecede gürültülü ve rahatsız ediciydi. Kimsenin yüzüne bakmadan arka sırama geçtim. Bu gün kızlarla atışmak falan istemiyordum. Gördüğüm kadarıyla Orkun da okula gelmişti. Çantasının sırada olduğunu gördüğüm için bunu biliyordum. Ama kendisi ortalıkta gözükmüyordu. O küçük boyuyla yine bir şeyler yapıyordu kesinlikle. Ama sabah sabah onun o bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle hiç mi hiç uğraşamazdım. Kulaklığı kulağıma taktığım gibi çantamı başımın altına koydum ve gözlerimi kapattım. En azından belki edebiyat dersinden kurtulabilirdim. O kadını gerçekten sevmiyordum. Süslü kokona olan hiç kimseyi sevmezdim ben. İçi ne kadar güzel olursa olsun. Onlar SÜSLÜ'ydü bir kere. Bu her şeyin teorisini yıkıyordu. İç güzelliğin bile. Yanımda ani bir sarsılma ile ürktüm ve kafamı hemen kaldırmak zorunda kaldım. Yine her zamanki gibi güler yüzü ile duran Orkun'a sinirli bir şekilde bakıyordum. Bu çocuğun zoru neydi sabah sabah beni rahat bırakmıyordu? "Günaydınlar Madam." dedi ve yanıma oturdu. Elleri sıranın üzerinde parmakları ile ritim tutarken etrafına bakınıyordu. Yüzünden gülümseme eksik olmuyor ve onun yanında olan herkesi gülümsemeye zorluyordu. Bu benim için iyi değildi ama ona kızmak de elde değildi. "Beni rahatsız etme Orkun." dedim ve onu umursamadan kulaklığımı kulağıma geri takıp kalan uykuma devam ettim. Ama izin vermedi Tabiki de. "Hey güzellik. Uyan okula geldin. Hem dün neredeydin sen?" dediğinde istemeden başımı kaldırdım. Yalan söylemekte kötü falan değildim. Yine de ona yalan söylemek falan istemiyordum. Ama dövmeli çocuk bana kardeşimin olduğunu kimseye söyleme demişti... Yutkundum. "Biraz rahatsızdım." dediğimde kaşlarını çattı ve beni üstten aşağıya süzdü. "İyi misin peki şimdi?" dediğinde ise olumlu anlamda kafamı salladım. Öyle abartmamasına sevinmiştim. Kuru kuruntulara gerek yoktu. "İyiyim." dedim ve kafamı sıraya geri koydum. En azından şimdi bana izin vermeliydi... ~¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤~¤ "Cosmos. Uyansana artık." Tanıdık gelen bu ses üzerine beynim yavaşça kendine gelmeye başlıyordu. İçimi birden bir telaş kapladı. Tanıdık bir ses... Ne oluyordu? Hızla kafamı kaldırdım ve ışığa alışamayan gözlerimi etrafında dolaştırdım. Gürültü olmayan sınıf üzerine yanımda hala benimle konuşan Orkun'a baktım. Ne zaman tutmuş olduğumu bilmediğim nefesimi bıraktım ve rahatlama hissi bedenimi sardı. Artık o da tanıdık sayılıyordu değil mi? Sonuçta tek konuştuğum kişi oydu bu okuldan. Hazal ve dövmeli çocuğu saymazsak... "Ne var?" dedim hala söylenirken. Onu dinlememiştim. Neden beni kaldırıyordu ki? Hastayım demiştim üstelik. "Öğlen oldu diyorum. Kaldır şu güzel kıçını da midemizi dolduralım." dedi. Derin bir nefes aldım ve pencereden dışarı baktım. Az kişi dışarıda geziniyordu. Ama benim gözüme takılan yine o gruptu. Serseri tiplemeleri... Onların arasında neden bir kız olduğunu bilmiyordum. Ama her zaman gülmesine bakılırsa mutlu ve iyi bir hayata sahipti. "Tamam." dedim ve gözlerimi grupta bir kez daha gezdirdim. Hala yoktu... Anlaşılan okula gelmemişti. Neden merak ediyordum onu bile bilmiyordum. Ama merak ettiğim bir konu vardı. Arkadaşları onun durumunun iyi olduğunu biliyorlar mıydı? Ya da kız kardeşi olduğunu? Merdivenlerden inerken bana çarpan üst sınıflardan bir erkek sayesinde kurtuldum. Kolum biraz da olsa acımıştı. Bana çarpan erkeğe baktığımda o da arkasını bana sadece görebileceği şekilde dönmüştü. Ona baktığımda yüzüme baktı ve kaşları havaya kalktı ardından vücudunu bana tamamıyla döndü. "Pardon. Acelem vardı." dediğinde olumlu anlamda kafamı salladım ve onun o merakını es geçip yürümeye başladım. Bu tavrıma şaşırmış olan Orkun ilk önce olduğu yerde kaldı ve sonunda kendine gelmiş olacak ki yanıma hızla geldi. "Ne kadar kabasın sen öyle," dediğinde bana sitem etmiyordu. Hatta bu hareketim hoşuna gitmiş gibiydi. Omuz silktim ve kantine doğru ilerlemeye devam ettim. Bu okul tamamıyla labirentten farksızdı. Okulda sadece kantine giden yolu ve sınıfıma giden yolu ezberlemiştim ve bu hiçte iyiye alamet değildi... Açık olan kapıdan esen rüzgâr saçlarımı havalandırırken sıraya baktım. Yine ve yine kalabalıktı. İnsanlar neden aldıkları yemekleri sınıfa çıkıp yemez ki? Parayı Orkun'a verip beklemeye başladım. Yanımdan geçen kız grupları mutlaka bana bakıp gidiyorlardı. Eminim yeni olduğum için beni merak ediyorlardı. Bazı erkekler de saçma salak bir hareket üzerine uzaktan benimle kesişme çabası içerisindeydi. O sırada dışarıdan açılan kapı sayesinde tekrar saçlarım havalandı. Bu soğukta dışarı çıkmalarının amacı neydi? İçeri girene gözüm takıldığında gözlerimi daha net bir şekilde görebilmek için kıstım. Oydu... Dövmeli çocuk... Okulda mıydı? Ama ben hiç görmemiştim. 'Sabahtan beri okuldasın ama uyuduğun için olabilir mi?' diyen iç sesim üzerine gözlerimi kısmayı bıraktım ve onu izlemeye başladım. Siyah deri ceketi, siyah sade tişörtü ve siyah kotu ile renklere meydan okumuştu adeta. Eli siyah kotunun cebinden içeri girerken etrafındaki kendisine bakan kızların ya farkındaydı ya da umursamıyordu. İkinci seçenek daha ilgi çekici geldi gözüme. Çünkü bu bakışları kör bir insan bile fark edebilirdi. Saçlarından düşen birkaç tutam saçlar önüne düşüp görüş alanını kısıtlıyordu. Beyaz teninde meydan okuduğu açık ve netti. Dövmeleri zaten silahları ile birlikte ön plana çıkıyordu. Kaşlarımı çatmadan edemedim. Siyah demek kötü demeti. Ama ben kötünün rengini hala bulamamıştım. Kötünün rengi siyah değildi. Kötü demek siyah demek değildi. Siyah benim için aşk demekti. Elde edilmesi zor ve hüsran... Kötü benim için siyah beyaz demekti. Karışımı ama gri değil mat siyah beyaz. Saf... Bu iki kelime renk olarak adlandırılmıyordu. Siyah beyazdı onlar. Dünyadan bağımsız. Bütün renklerin efendileri... O siyah gibi görünüyordu. Kötü gözükmekti belki amacı. Belki de gerçekten liderlik ilkesiydi. Ama kötü değildi. Kötü olan insan yoktu. Kötü olmak demek ne siyahtı, ne adam öldürmekti, ne de yedi yaşında ki bir çocuğu terk etmekti. Kötü demek iyi demekti. Bu iki kelime benim için ne kadar zıtsa o kadar benzerdi. Ben yazılışları aynı anlamları farklı olan eş sesli kelimelere hiçbir zaman inanmadım. Ben matlığa inandım. Bu ne yeşildi ne de kahve rengi. Onların tonları vardı. Ama siyahın tonu yoktu. Beyazın da... Yalnız iki zıt, siyah beyaz... Yerden kafasını kaldırdığında gözleri sanki beni arıyormuşçasına etrafını taramadan buldu. Bu içimin ürpermesini sağlamıştı nedense. Mavi... Gözlerinin rengi maviydi ve ben maviden nefret ederdim. Maviden annem ve babamdan nefret etmem gibi nefret ederdim. Bana her zaman masum ve gıcık gelen bu renk hiçbir zaman bu kadar ürkmemi sağlamamıştı. O mavinin ortasında olan siyah Nokta bile yanında toz tanesi kadar etkisiz kalmıştı. Fark ettiğim şeyle irkilmeden edemedim. Buz... O maviyi tek tanımlayabileceğim kelime buzdu. Ben gözlerindeki anlama dalmışken o bir çift mavilerini dikmiş bakarken üstten aşağıya süzdü ve kaşları çatıldı. Onun hareketlerini izlerken birden gözleri yüzüme çekildi ve az öncekinden daha dikkatli baktı. Bu sefer sanki gözlerimde bir şey arar gibiydi. Gözlerimi kırpıştırdım ve üzerimi üstün körü süzdüm. Siyah hırka siyah salaş bir bluz ve siyah bir kot. SİYAH... Derin bir nefes aldım ve ona geri baktım. Üzerimdekiler tesadüf eseri siyahtı. Bana bakarken yutkunmadan edemedim. Bana doğru yürüyordu. Merakım ve heyecanım giderek artarken derin bir nefes aldım. Gözleri hala üzerimde yer alıyordu. O mavilerin üzerimden çekilmesi için çok şey yapabilirdim. Bir insan maviyi ne kadar sert ve buz yapabilirdi? İşin kötü tarafı ise o yapmıştı ve bana doğru gelmeye devam ediyordu... Omuzuma dokunan elle ürktüm ve o gergin andan çıkıp elin sahibine kafamı çevirdim. Orkun elinde pizza tostum ve çikolatalı sütüm ile duruyordu... Kafamı geri dövmeli çocuğa çevirdiğim zaman bu sefer bana değil Orkun'a baktığını fark ettim. Ama bakışları bana baktığından farklıydı. Bunu dikkatli baktığım için fark edebiliyordum belki. Belki de yanlış bir gözlemdi ama bana göre öyleydi. Tekrar bana baktığında yanımızdan geçip Kantine doğru gitti. Yanıma falan gelmiyordu. Ben ve benim kuruntularımdı... "Cosmos alsan diyorum." dediğinde Orkun'a döndüm. Elinde tuttuğu yiyeceklerimi bana uzatıyordu. Transa girmiş gibi elindekileri aldığımda birlikte yürümeye başladık. "Edis Hazinedar." Kaşlarımı çatıp Orkun'a baktım. "Az önce sana bakan karizmatik ve kızların hastası olduğu çocuk..." dediğinde derin bir nefes alıp önüme döndüm. İsmiyle ilgilenmediğimi söyleyecektim ama o benden önce davranıp konuşmaya devam etti. "Durumu gayet iyi olmasına rağmen bizim okulda okuyor..." bu sözlerinden sonra artık ilgimi çekmeye başlamıştı. Demek ki bu herkes tarafından bilinen bir şeydi. Peki, kız kardeşi? "Bizim okulda okumasının sebebini karanlık işlere bulaştığı için okuldan atılması diyorlar." dediğinde bu sefer olağanca ilgimle ona bakıp ilerliyordum... Benden bile kısaydı. Ama şapkası bunu ele vermiyordu. "Ama bana göre öyle değil." dediğinde kaşlarımı çattım. "Nasıl yani?" Omuz silkti ve merdivenlerden tırmanmaya başladı. Arkasından ben de çıkarken önümüze çıkan camdan dışarı baktı. Ben de onun baktığı yere baktığımda kaşlarımı tekrardan çattım. Adının Edis olduğunu öğrendiğim dövmeli çocuk elinde gazozu ile masaya oturuyordu. "Demek istediğim..." dedi ve bakmaya devam etti. Orkun'a döndüğümde kaşlarını çatmış düşündüğünü gördüm. Onu tanıdığım süre zarfında hiç böyle görmemiştim. O her zaman gülerdi. Geri onlara, Edis'e döndüğümde gözlerini tam olarak buraya, bize doğru diktiğini gördüm. İçim soğuk suya bulanmış gibi ürperdiğimde Orkun'un sesi derin bir nefes alıp gözlerimi daha fazla açmamı sağladı. "O tek değil. O grup tehlikenin ta kendisi."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE