4. BÖLÜM

3513 Kelimeler
  Beynim boş mu bilmiyorum ama aklımdan geçen düşünceler ile kaldırım taşlarını izlemeye devam ettim. Nedense değişmeyen bu kaldırım taşları her an karşıma çıkarak bana geçmişi anımsatıyordu. Hiç unutmuyorum, annem ve babam gitmişti. Bense ağlayarak koşuyordum. Kaldırım taşları, beni durdurup kayıp olduğumu soran insanlar, bana çarpmamak için fren seslerini duyuran arabalar... Bu sefer işlek bir caddedeydim. O iğrenç insanlardan kurtulmam kısa sürmüştü aslında. Birkaç saniye sonra siren sesleri ve otçular yerden kalkmaya bile çalışmazken serseriler beni bırakıp tabana kuvvet vermişlerdi. Ben mi? Bense aynı şeyi yapıp koşmuştum. Çünkü ben bir yetim olarak gözüküyordum. Eğer yasa dışı bir şekilde vekilim olmadığı gözükürse yetimhane beni beklerdi. Şimdi ise çıkabildiğim bana yabancı gelen işlek caddede ilerliyordum. Yanımdan geçen çoğu aile insanlar canımı neden bilmem ama fazla sıkmaya başlamışlardı, bu aralar. Ağlamam burnuma geliyordu ne zaman görsem onların o güzel hallerini. Ölmüşler miydi ondan bile haberim yokken yokluğu çekmem canımı acıtıyordu. Birkaç kere ağladığımı inkar etmiyorum. Ama iki saniyelik bir şeydi belki? Kimse görmesin diye hemen de silmiştim zaten. Ondan sonra yaş falan akmamıştı. Ama işin kötü yanı da buydu. Ağlayamıyorum ve ben bu yaşımda özlem çekiyordum. Annemi özlemiştim. Bana her gün dondurma alan babamı özlemiştim. Annemin o tadını asla unutamadığım yemeklerini özlemiştim. Babamın ise o her sabah evden çıkarken yanağıma kondurduğu sayısız öpücüklerle birlikte geri döndüğünde asla eli boş gelmemesini özlemiştim. Aç mıydım? Bana sahip çıkan yabancı bir adam sayesinde hayır. Ama kızına ve oğluna bıraktığı büyük mirasla birlikte kimine göre bana da güzel bir miras bırakmıştı. Ama limitim vardı işte. Biliyordu Ahmet abim. Biliyordu benim o parayı birkaç ayda çürüteceğimi. Ben de biliyordum kendimi. Para benim için yedi yaşımdan beri hiç bitmeyen bir kâğıt parçası olurken bir anda kısıtlanmak bütün hayatımı altüst etmişti. Kötü olansa Ahmet abimin hiç ölmeyecek olmasını düşünmem... "Kızım. Bakar mısın?" duyduğum sesle gözlerimi kırpıştırıp hayata geri dönüş yaparken gözlerim kaldırım taşlarından kaldırdım. Karşımda eşarbını rastgele önünde düğümlemiş bir kadın duruyordu. Kırmızı eşarbının üzerindeki motifler, lacivert ve siyah eteğine hiç uymasa da yandan fışkıran saçları hala genç olduğunu yüzüyle birlikte ortaya seriyordu. Belki kırk belki biraz daha fazlaydı. İyi davranmalı mıydım? Benim için yaşlılar elli yaşından sonra geliyordu. Bu yüzden kadını süzdükten sonra bana sorduğu adresi bile tarif etmeden önüme döndüm ve yürümeye başladım. "Kızım? A-a deli midir ne?" İşte cevap vermememin asıl nedeni. İyi davransan mükemmel bir evlat olursun. Kötü davransan deli... Evlat kelimesi yerine deli kelimesi daha ilgimi çektiği kesindi. Çünkü ben annemin kızı değildim. Olamazdım. Annem nasıldı onu bile bilmezken olmak imkânsızdı. İstediğim yere geldiğimde kapıyı itip içeriye girdim kapıda bekleyen Selim abi bana gülümsedi ve başıyla şefi işaret etti. Şef bana bakıp giyinme kabini gösterdiğinde acele etmem gerektiğini anlamıştım. Müşterilerin masasının arasından geçip tuvaletlerin olduğu bölümün tersine doğru ilerledim ve personel girişinden geçtim. Yemekhane hemen karşımda dururken çantamı elime alıp kimseye selam vermeden ilerledim. Âdetim değildi. Soyunma odasına gidip kendi küçük dolabıma çantamı yerleştirdim ve askıdaki gömleğimi alıp üzerime geçirdim. Altımdaki siyah pantolonum bir sorun yaratmayacaktı. Saçlarımı örüp yana attığımda hazırdım. Derin bir nefes aldım. İnşallah o grup yoktur. Ne olur... -*- Ne kadar saat çalıştığım hakkında bir fikrim yoktu ama hiç oturmamıştım. Bunu biliyordum ve sinir bozucuydu. Ayaklarım ağrımıyordu, tek buna şükrediyordum ama bir oturunca da yerimden kalkamayacak olmam üzücüydü. Bir de eve gitmem gerekiyordu. Ah, o yol şimdi hiç çekilmezdi. Elimde kalem etrafıma öylece bakarken 4 numaralı masamdaki adam bana dimdik bakıyordu. Bu adamı haftalardır görüyordum. Ali beyden de ilk gün geldiği zaman öğrenmiştim zaten. Buranın daimi ve en paralı müşterisiymiş. Aslında bana verilmeyecekmiş ama patronun gözüne mi girdim bilmem iyi bahşiş bıraktığı için bana vermiş masayı. Adamla ilk karşılaştığımda çok şaşırmış ve bir anda donup kalmadan edememiştim. Ahmet abim gibi adam görmezdim kolay kolay ama bu adam daha fazlasıydı sanki. Geniş omuzları, kahverengi saçları ve yeşil gözleriyle ilk başta sıcak bir hava verebiliyordu ama o ilk baş diye kastettiğim yer tamamıyla saliselik bir andı. Gözlerimle gözleri birleştiği o an kaşların çatmış bana öyle bir bakmıştı ki iki adım daha atarsan leşin çıkar dercesineydi. İlk başta ürkmüş ve olduğum yerde durup ona bakmıştım ama arkamdan geçen Serpil bana uyarı verircesine iteklemişti. Kendime geldiğimdeyse ilk defa olan bir şey gerçekleşmiş ve kekeleyerek ne almak istediğini sormuştum. Her zamankinden demişti. Adama her zamankinden kastının ne olduğu bile soramadan önündeki tablete geri dönmüş ve birkaç yere dokunmuştu. Ben mi? Bense bir şey diyemeden Ali abinin yanına gitmiş ve ne aldığını sormuştum. Kahve ve çikolata cevabı ise beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Adam o kadar dinç duruyordu ki sanki her gün fitness salonuna gidip protein ağırlıklı besleniyordu. Ona siparişini götürene kadar akla karayı seçmiştim ama sonunda götürüp geri dönmemle zorlanmamıştım. Ama ne zaman gittiğini hiçbir zaman görememiştim. Sanki bir anda sihirli değnek kondurulmuş gibi ortadan kayıp oluyordu. Onu defalarca izlemiş ve ne zaman gideceğini beklemiştim. Gitmemişti. Ta ki beni çağıran müşterilerimden sonra ortadan kaybolmasın saymazsak. Şimdi de bana dimdik bakması tüylerim diken diken yapmıştı. Zengin insanlardan bile bu denli bezmemişken bu adam sinirimi bozmaya başlamıştı. Hala bana dimdik bakarken öylece ona bakarak duramazdım. Bunu görecek olan Ali abi beni sert bir şekilde uyarırdı. Hatta bu paralı müşteriyi kaçırmam demek fazla kötü olurdu. İşten atılmam ise işin cabasıydı. Derin bir nefes aldım ve dört numaralı masama doğru ilerledim. Cam kenarı denize sıfır olurken en iyi masaya her zaman oturması ve boş olması ise şansıma mıydı bilmiyorum. Ama adam her geldiğinde oraya oturuyordu. Yanına her yaklaştığımda gerilmem geçmiyordu. Adam bana öyle bir bakıyordu ki kendime gelmemek elde değildi. "Bir şey mi istemiştiniz efendim?" dediğimde elimdeki kâğıdıma bakıyordum ama hayır, adam hala cevap vermemişti. Kâğıdın noktalarına kadar saymayı amaçlarken hala cevap vermemesi daha da gerilmemi sağladı. Başımı kaldırıp ona baktığımda bir anda gözlerinin yeşillerinde bir ışıltı gördüm ama öyle bildiğimiz sevgi ışıltısı gibi değildi. Farklıydı ve ürkünçtü. Kahretsin! Gerçekten korkunçtu. Yutkunup bana diktiği gözlerine bakarken derin bir nefes aldım ama veremedim. Hala bana bakıyordu. Bense ona yakından bakarken bazı şeylerin yeni farkına varıyordum. Kesinlikle yirmi beş altında değildi. Ama fazla büyükte değildi. Saçlarını taradığını sanırken aslında şimdi hiçte taranmamış olduğunu fark etmiştim. "Evet..." Adamın sonunda cevap vermesiyle kıvrılan kalın dudakları ile yutkunmadan edemedim. Bir ressamın elinden çıkmış gibi olan dudakları gerçekten bakılasıydı... Dokunsam silinecek miydi acaba? "Ne arzu edersiniz?" diye ikinci defa sorduğumda sesim çatlak çıkmıştı. Siktir... Bundan nefret ediyordum. Bu adam bu kadar korkunç olmak zorunda mıydı? Benden bahsediyoruz. Ben... Karşındaki insanı kale almayacak kadar umursamaz ve korkmazken neydi bu ürkme sebebim? Adamın iri bedeni mi? Ah, bu adamın bedeni yıllarca boks yapmış insanlara taş çıkartırdı. Kalıplı olmasıyla birlikte öyle bir bakıyordu ki sanki atan kalbimi duyuyordu da, neden bu kadar düzensiz attığına karşın beni öldürecek kadar ileriydi. Yutkundum... O ise bana cevap verdi. "Ne tavsiye edersiniz?" dediğinde yutkunmamla bıraktığım nefesimi tekrar içime hapsettim. İlk defa benimle muhatap olurcasına konuşuyordu. Ah, bu belki benimle "her zamankinden" kalıbı yerine konuştuğu ilk kelimeydi. Heyecandan mı bilmem öylece kala kalmıştım. Kahretsin bu adam hani buranın daimi müşterisiydi neyin ne ve nasıl ünlü olduğunu da bilirdi muhakkak. "Ne tarz istiyorsunuz?" Bir profesyonel gibi davranmaya çalışarak önümdeki boş adisyona baktığımda diyeceği şeyi bekliyordum. Adam geç mi algılıyor bilmiyorum ama her geç cevap vereceği zaman korkudan neredeyse tir tir titreyecek hale geliyordum. Ah, Orkun bu halimi görse eminim gülme krizlerine girerdi. Ama adam abim yaşında sayılacak kadar büyükken nasıl davranmalıydım? Kimseyi takmadığım o soğuk kız gibi mi? Yapmayın ama... Öyle davranırsam bir yerimle bir yerimin yer değiştireceğine adım gibi eminim. Ah, saçma düşünceler... "Acıktım, hafif olmasın lütfen." dediğinde derin bir nefes daha alıp verdim ve gözlerimi adisyondan çekmeden tir tir titreyen bacaklarıma söz geçirmeye çalışarak konuştum. "Balık ızgara ve özel salatamızdan tavsiye ederim. Ne kadar hafif olmasın deseniz de eminim balığın yanında salatalık iyi gidecektir." dediğimde yutkunup başımı mecburi kaldırıp müşterime bakmadım. Bakamıyordum kahretsin. Ali bey inşallah beni görmüyordur. Adamın bana hala baktığının farkındaydım. Biliyordum bakıyordu ama ben bakacak cesareti bulamazken daha da kızardığımın farkındaydım. Ben ne zamandır kızarmıyordum? Üç sene, dört sene? "Sen nasıl diyorsan öyle olsun. Masamın güzel gözükmesini istiyorum." dediğinde yutkunup başımı hızla salladım ve bir şey daha söylemeyeceğini geri yaslanıp önündeki tabletine dönmesiyle anladım, dönüp yemekhaneye doğru ilerledim. Kahretsin şimdi ölecektim her halde. Kalbim neden bu kadar hızlı atıyordu? Korkmuştum... Ama başka bir şey vardı sanki. Adam büyüktü. Kalıplıydı. Mavi gözleri o kadar sertti ki o gözlere birkaç dakika daha baksaydım korkudan geberebilirdim. Yemekhaneye girdiğimde o kadar da baskın bir yemek kokusu yoktu. Konforlu bir havalandırması varken bu beklenmezdi zaten. Yemek şefleri her yerde tempoyu tutturmuş çalışırken yardımcıları da oradan oraya koşturuyorlardı. Çalıştığım yer öyle uyduruk bir yer değildi anlaşıldığı gibi. Üç katlı büyük bütün binayı kaplıyordu. Genelde randevulu çalışıyorduk ama gündüzleri rastgele oluyordu. Hafta sonlarından nefret ediyordum ama en azından bir tempom oluyordu işte. Şimdi de hafta sonunda olmam beni yoruyordu. Siparişleri verip yemekhaneden çıktığımda Serpil gözüme takıldı. Şeflerin yanında kalfa olarak çalışan Kenan ile konuşuyordu. Kenan onu pek taktığı söylenemezdi. Anlaşılan şefi yine onu zora sokmuş oradan oraya gidip malzemeleri aldığı gibi geri yemeğine dönüyordu. Bir yandan da çalıştığı yeri temizlemeye çalışıyordu. E böyle olunca da Serpil'le de ilgilenemiyordu. "Cosmos işin var mı?" duyduğum Ali şefin sesiyle hemen başımı ondan tarafa çevirdim. Bu adam beni sevmese işimin yaş olduğuna adım gibi emindim. Serpil gibi bir durumda olmak istemezdim açıkçası. Her an Serpil'e kök söktürmesi görülecek cinsteydi. "Evet, Ali Bey. Dört numaralı masanın siparişleri hazırlanıyor." dediğimde söylediklerim ile birlikte yüzü asıldı ve "Hay aksi!" deyip bir açıklama yapmadan ortadan kayboldu. Anlaşılan yine bir şeyler eksikti ya da ters gidiyordu. Göz ucuyla masalarıma baktığımda hala yemeklerini yediklerini fark ettim. Ah, o adam hala neden buraya bakardı ki? Yeşil gözlerini buradan bile seçebiliyordum. "Hadi Serpil. Biraz kilo verirsin hem. Ne yavaşsın sen. Neden ben seni bu zamana kadar kovmadım kızım?" diyen Ali bey ile arkamı döndüm. Yanımdan hızla geçip kasaya ilerleyen Serpil ile birlikte arkasından söylene söylene gelen Ali beyi görmemle dikkatimi onlara verdim. "Çünkü böyle zor zamanlarınızda sizinle ilgilenecek en yüce çalışanınız benim efendim." diyen şakayla karışık Serpil kıkırdamama sebep oldu. Bu kız bazen ne kadar siniz bozucu olsa da iyiydi aslında. "Hadi oradan sende. Benimle ilgilenecek çok asistanım var benim." diyen Ali bey ile birlikte serpil kasada birkaç düğmeye basıp para kasasından başka bir kolu açtı. "Efendim etrafınıza bir bakın isterseniz. Siz ne derseniz deyin sizin yanınızda benden başka kimse olamaz. Doğanın kanunu bu." Serpil, Ali bey ile yalnız olması konusunda alttan alttan dalga geçse de sesini çıkartmadı. Tabi, adamın eşcinsel olma ihtimali de vardı. Yüzündeki ifadeye bakılırsa bu teorimi tescilliyordu. "İşine bak kızım sen, sinir etme beni. Patron bekliyor hala." dediğinde adımı duydum ve onları dinlemeyi kesip sesin kaynağını aradım. Başını yemekhanenin kapısından uzatmış bana seslenen Kenan'ı gördüğüme ona "Ne var?" dercesine başımı salladım. Gülümsedi ve eliyle gelmemi işaret etti. Bir Ali şefe baktım bir de masalarıma baktım. Adamın bana dimdik yeşil gözleriyle bakmasını saymazsak gayette normaldi işler. -*- Okuldan da nefret etmeye mi başlamıştım ben ne? Orkun her zaman ki gibi güler yüzle bana bir şey anlatmaya çalışıyordu ve ben de gözlerimi devirmekten geri kalmıyordum. Orkun'du bu. Sabah sabah ona benimle ne kadar konuşmaması gerektiğini söylersem söyleyeyim kendi burnunun dikine gidiyordu. "Orkun sus." dedim sakin bir ses tonuyla. Ona sinirlenmek işime gelmiyordu. Ya da yoruluyor muydum bilmiyorum ama okul çıkışı işim vardı ve onunla uğraşmak istemiyordum. Sabah Kenan aradığında ise restoranı yeni devralan kişinin sonunda restoranın tadilatını bitirdiğini öğrenmiştim. Yani bu gün iş başı vardı... "Ben seninle neden arkadaş olmuştum Cosmos?" dedi Orkun mırıldanırcasına. Yan gözle ona bakıp telefonumdaki saçma oyuna döndüğümde ben de mırıldandım. "Bilmem, galiba sıranda oturduğum için..." "Hayır." dediğinde bu sefer gözlerimi ona diktim. "Neden?" Elinde çevirdiği kalemi sorumla durdururken omuz silkti. "Benim hayatımda her şeyin bir sebebi vardır. Seni sıramdan atmak benim için zor olmazdı." dediğinde kıkırdamadan edemedim. "Bu boy ve cüsse ile..." deyip alay edercesine başımı salladığımda telefonuma geri döndüm. "Haklısın(!)" dedim... Bir süre sustu. Ben de bu duruma sevinirken yerinde hareket etti ve ayağa kalktığını fark ettim. "Cosmos?" "Ne var Orkun?" Başımı hala oyunumdan kaldırmazken sabırsızlanmaya başladığını biliyordum. "Seninle neden arkadaş olduğumu merak ediyor musun?" dediğinde kuruyan dudaklarımı yaladım ve olumsuz anlamda kafamı sallayıp "Muhtemelen güzel olduğumdan, ya da bir kolejden gel..." dememe kalmadan elimden telefonum çekildi ve iyi bir skor yapmaya doğru ilerlerken feryat ettim. "Ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdığımda arkadan sinir olduğum Hazal'ın sesin duydum. "Kes sesini kolejli." Sinirle ona döndüğümde kaşlarını çatmış bana baktığını gördüm. Ah, bu kız gerçekten bir dersi hak ediyordu. "Bana kes sesini diyen dilini yerinden kopartmamı istemiyorsan kapa o lanet çeneni..." sözlerim ile kahkaha attığında gözlerimi sabır dilercesine kapatıp açtım. Bir insanın sesi bu kadar mı iğrenç olurdu? "Kolejli bana çenem kapatmamı söyledi. Duydun mu?" dedi yanındaki çakma kumral kıza. Saçlarını siyaha ya da sarıya boyatırsın anlarım ama... Kumral? Tekrar bana dönüp ruja boğduğu dudaklarını yaladıktan sonra geriye yaslandı ve "Annene ve babana neden sana geri zekâlıca bir isim koyduklarını sordun mu?" dediğinde bende iş işten geçmişti. Yanımda duran kalın matematik kitabımı alıp ne zaman yanlamasına kıza attım bilmiyorum. Ama kitap hızını kesmeden direkt yüzüne geldiğinde büyük bir çığlık koparttı. Sınıfa giren şu belalı serseriler ile birlikte kendimi geri toplayamazken yerimden kalkıp Hazal'a doğru ilerlemeye başladım. "Sen eğer o ağzına benim hakkımda herhangi bir şey alırsan pişman olursun Hazal..." dediğimde ona saldırmayı planlıyordum ki kolumdan tutulmam ile arkama döndüm. Orkun bana olumsuz anlamda kafasını salladığında umursamayıp kolumu kurtaracaktım ki öyle olmadı. Elimi silkeleyip ondan kolayca kurtulmayı planlarken o elini sıktı ve beni sert bir hareketle kendisine çekti. "Yapma..." Yanımda duran benden kısa adam yavaşça yapma dediğinde kaşlarımı çatıp ona baktım. "Benim hakkımda konuşmaması gerektiğini öğrenecek..." "Asıl sen bu yaptığına pişman olacaksın kolejli." diye bana tehdit savuran Hazal yanındaki arkadaşı ile dudağından kan akarak sınıftan ayrılırken sinirden ne yapacağımı şaşırmıştım. Arka sıraya geçip oturan serserilere gözüm takıldığında ise kendi aralarında bağımsız bir konuyu konuştuklarını fark ettim. Ne yani? Bu kadar mı umursamazlardı? "Yürü!" Bana emir veren Orkun'a sert bir bakış attım ama gitmek istediğim için önünden kolumu kurtararak yürümeye başladım. O kızı pişman edecektim. O beni pişman edemezdi. Onu ölesiye benimle uğraştığına pişman edecektim ama nasıl... İlerlerken tuvaletten dudağına tampon yaparak çıkan Hazal'ı gördüm. Tam da önünden geçen dövmeli çocuk namı diğer Edis'i durdurduğu dikkatimi çekse de Hazal'a döndü ve kaşlarını kaldırarak baktı. Hazal bir şey söyledi. O ise etrafına bakındı ve gözleri beni buldu. Yerimde mıhlansam da onları izlemeye başladım. Hazal onun baktığı yere bakıp beni gördüğünde dudağının bir kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. Edis bana bakarak konuştu. Hazal ise başıyla onaylayıp tampon yaptığı dudağını açtı ve ona gösterdi. Edis ise ona anlık bakıp bana baktı ve derin bir nefes alıp verdi. "Olmaz." dedi. O kadar da olsa dudaklarını okuyabildiğime sevinirken Hazal itiraz etti. "Hazal seni Edis'e ispiyonluyor Cosmos..." O kadarını anlamıştım ama Edis hala Hazal'ı dinliyordu. Olmaz demişti. Şimdi ise kabul etmişe benziyordu. Hazal ise hararetli bir şey anlatıyordu. "Ne diyor?" dedim, Orkun'un yanımda durmuş onun da onlara baktığını biliyordum. "Senin ona yaptığını anlatıyor ve 'Bana yapılanları bu şekilde es mi geçeceksin?' diyor." dediğinde kaşlarım havaya kalktı ve ona döndüm. O ise hala karşıya, onlara bakıyordu. "Fazla attın. Bu kadar uzaktan duyabiliyor musun?" "Yetenek..." "Bu bir kulak..." dedim ben de onun baktığı yere geri bakarak. Hala Hazal onunla konuşuyor ama Edis sadece dinleyip bana bakıyordu. Ürkünçtü... O gözlerin üzerimde olduğunu hissetmek tenime birkaç diken batmasını sağlıyordu ve korkutucuydu... "Dudak okuyabiliyorum..." Şaşkınlıkla tekrar Orkun'a döndüm. "Ciddi olamazsın." "Şu an da Edis'in 'Bu akşam olacak.' dediği kadar eminim." dediğinde hızla başımı onlara çevirdim. Hazal bana bakıp yan bir gülüş sergilemişti. Ne yani? Adamın kardeşini kurtarmama rağmen benden başkasının intikamını mı alacaktı? "Gerçekten kabul etti mi?" dedim hala onlara bakarken. Edis bana dikkatle bakarken Orkun da onayladı. Edis yanında duran Hazal'a bakmadan yanından ayrılırken bana da bakmayı kesmişti. Merdivenlerden inerken arkada beklediğini yeni gördüğüm üç erkek de onun arkasından inmeye başladılar. Ama inerken hepsi bana teker teker bakmışlardı. "Şimdi ne olacak?" dedim merakla. Orkun başını bana kaldırıp dikkatle gözlerime baktı "Bir şeyi yapmadan önce düşünmelisin..." "Ama düşünmedim." dedim ona diklenerek. O ise gülümsedi ve ellerini cebine soktu. İleriye doğru yürümeye başladığında ise kaşlarım havada ona bakıyordum. "Orkun!" "Ne var güzelim." Peşinden hırsla adım atarken "Bana güzelim deme..." dedim. "Yavrum diyeyim?" "Orkun kafanı yerinden kopartırım." dediğimde yanına yetişmiştim. O ise sırıtıyordu. "Yapamazsın. Sen bir kızsın." dediğinde kaşlarım çatıldı. Kız olduğum için birkaç defa küçük görülmüştüm. Ama erkeklerin yaptığı birçok işi yapabileceğimi onlara gösterebilirdim. Sadece bir çüküm yoktu o kadar. Şimdi gelmiş bana kız olduğumu söyleyip işin içinden sıyrılamazdı. "Yaparım..." dedim ona dönüp. Ama birisine çarpacakken kolumdan hırsla tutup çekmesiyle yanımdan geçen çömezler homurdanarak ilerlemeye başladılar. "Daha önüne bakmayı bile beceremezken mi yaparım diyorsun güzelim?" dediğinde son kelimeyi bastırarak söylemesi ile sinirle dişlerimi birbirine bastırır olmuştum. Neydi bu çocuğun amacı? "Aynı şey değil." "Aynı şey." "Diretme Orkun. Beni daha tanımıyorsun." "Yeterince tanıdım." diyerek tekrar önüne döndüğünde oflamadan edemedim. "Beni sinir ediyorsun. İstediğin kadar tanıdım diyebilirsin. Ben bir kızım ve kızlar erkeklerden her konuda üstündür." "Bazıları..." dedi. Kaşlarım çatıp ona baktığımda hala önüne bakarak yürüyordu. Merdivenlerden inmeye başladığımızda derin bir nefes aldım. "Açık konuş..." Bir basamak altta durup bana daha fazla aşağıdan baktığında onu küçük bir çocuk gibi görmemek elde değildi. "Şöyle ki Cosmos. Hazal bu dünyadaki çoğu erkekten üstün. Çünkü arkasında sağlam bir grup var. Ama diğer kızlar..." dedi ve yanımızdan çıkan kız grubunu işaret etti. Kızlardan birkaçı bize bakarken diğerleri konuşmalarına devam ettiler. Garip olan şuydu ki hiç birisi uzun süre bize bakmadılar. Ben, her yanımdan geçen insanların uzun süre bana bakmalarını sağlayacak kadar dikkat çekeceğimi bilirken... "Sen de buna dahil oluyorsun. Bu gece olacaklardan nasıl kurtulacaksın?" dediğinde kaşlarım daha fazla çatıldı. Beni küçük görüyordu. Üstelik o Hazal denen sürtük kızdan da küçük... "Ne yani? Bu gece benim işimi Hazal değil de bir erkek mi halledecek?" dediğimde dudağının bir kenarı yukarıya kıvrıldı ve bana gerçeği sunar gibi baktı. "O erkek dediğin insanın sadece erkek olmadığını unutma Cosmos. Edis'i hafife alıyorsun. Gazabına uğramak isteyeceğin en son insan odur..." "Aaaah..." deyip saçlarım geriye attığımda yukarıdan ona bakmayı kesmek amaçlı bir basamak indim ve ona biraz daha yaklaştım ama hala uzundum. "Fazla iç karartıcı oluyorsun Orkun. Bir erkek asla bir kıza el kaldıramaz..." "El kaldıracağını mı sanıyorsun?" dediğinde gözlerinde gördüğüm şey ile gözlerim kocaman açılırken "Tahmin ettiğim bir şey üzerine konuşmadığımızı umuyorum." "Tahmin ettiğin şey her ne ise... Umarım benim aklımdaki kadar kötü bir şeydir." dediğinde dişlerimi sıktım. Ağzımı açıp ona bir şey demek istiyordum ama diyemedim. Ne bu kadar kötü olabilirdi ki... "Aklındakini söyle bana..." dediğimde önüne döndü ve aynı tavırla ilerlemeye başladı. "Orkun canımı sıkmaya başlıyorsun..." dedim sonunda sinirle... "Sinirini benden çıkartma güzelim. Geceye kendini hazırla..." Yutkundum. Bu adamı yenemeyeceğimi falan mı sanıyordu? Vücudunda sadece dövmeler olan dandik bir adamı yenemeyeceğimi mi? Alt tarafı kötü işlerle uğraşıyordu öyle değil mi? "Ne yani? Bana el kaldırmadan en kötü ne yapabilir? Ailem hakkında mı bahsedebilir? Ya da ölen abim? Benden bahsediyoruz Orkun." dediğimde arkasını dönmüş bana bakarken ona yan bir şekilde baktım. "Bak beni hala tanımıyormuşsun. Canımı yakacağın hiçbir unsur yok, onun da. Beni tanımanızı istemiyorum ve tanıyamayacaksınız. Ve zayıf yönlerimi bilmeden... Bana sadece bedenen ya döversiniz ya da tecavüz edersiniz. Sonra ne olur?" dediğimde bu kadar uzun konuşmam normal değilken merdivenlerden indim ve onun yanına geldim... "Ben yine kendime gelirim ya da ölürüm. Şöyle düşün..." deyip ona biraz daha yaklaştığımda bana dikkatle bakıyordu. "O bana saldırır. Ben yaşarsam kendime gelirim. Acı çekmem. Acı çekmek bana göre değil. Düzelirim. Kendime gelirim. Ben buyum. Beni kimse yıldıramaz. Ben Cosmos'um Orkun. Beni hafife alma." dediğimde donuk bir ifadeyle bana baktı. Sonra ise hiç beklemediğim bir tepki verdi ve güldü. Kahkahalar atarak güldü hem de... Sinirle ona kafamı çevirdiğimde ise dudağının bir kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. "Edis seni yıldırır. Sen acı çekersin. Sonuç bu... Acı çekeceksin ve Hazal bundan zevk alacak. Sen Hazal'a küçük bir zarar vereceksin Hazal sana daha büyük bir zarar lütfedecek. Bu düelloda kim kazanacak Cosmos? Sen mi o mu?" dediğinde sözlerinin doğruluğu ile sarsılmadan edemedim. Anladığımı gördüğünde ise birkaç adım geri çekildi ve beni süzdü. "Ama bir şansın var tabi ki..." dediğinde gözlerim daldığı yerden istikametini kesti ve ona odaklandı. "Neymiş o?" "Edis hakkında bir şeyler bilmen gerekiyor. Ama sen daha onun ne işle uğraştığını bile bilmiyorsun. Ne bileyim işte onun uyuşturucu kullandığını ya da kaçakçılık yaptığını..." "Uyuşturucu kullanıyor olması beni ırgalamaz Orkun." dediğimde aşağıya doğru yürümeye başladık. "Haklısın, seni ırgalamaz. Ama onun hakkında hiçbir şey bilmiyorsun..." "O da benim..." "A-haaa. İşte orada yanılıyorsun." dediğinde durdu ve bana baktı. Ben de aynısını ona yaptığımda gülümsedi. "İstese sana geçmişini sunar." dediğinde kanım dondu. Neyden bahsediyordu bu küçük adam? "Sererse ne değişir? Ben normal bir insanım..." "Değilsin. Sen bir yetimsin ve şu anda yetimhanede yaşıyor olman gerekirdi..." dedi. Kanım dondu. Olduğum yerde kala kalırken nefesim kesilmişti. Yetimhanede kalmam gerekiyordu. Evet, yetimhane denen o illet yere hiçbir zaman girmemiştim. Ben yetim değildim nüfusta. Değildim, bunu herkes bilirdi. Zengin bir adam sizi yanına almışsa bu imkânsızdı. "Bunu nereden biliyorsun?" dediğimde dikkatle beni süzüyordu. Yüzü donuk falan değildi. Eğleniyor gibiydi. Benimle dalga geçiyor gibi... Sanki benim için pek de önemli değilmiş gibi... "Demek ki senin hakkında birkaç şey biliyormuşum..." dedi. Bilmek... Hayatım hakkımda bir şey bilmesi neyi değiştirecekti? Yetimdim evet. Sadece o yetimhaneye yerleştirilirdim bir sene sonra çıkardım. Sonrası? Sonrası ne olurdu? Yeniden hayatıma devam edebilir miydim? "Nereden biliyorsun?" Omuz silkti yine. Bu küçük adamı kale almamak bana iyi bir penaltı sokmuştu. "Benim kim olduğumu bilmiyorsun Cosmos." "Bilmek istediğimi kim söyledi?" "İşte orada senin kuyun kazıldı. Kural bir. Asla birisini yanında gezdirirken kim olduğunu bilmeden irtibata geçme. Bu okulda kimse hafife alınamayacak kadar tehlikeli. Ama Edis... Büyük kayaya çarptın Cosmos. Titanik gibi bir etki yaratmasan da belki bir iki gün okulda konuşulursun..."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE