2. BÖLÜM

3727 Kelimeler
  "İlk okul günün nasıl geçti kızım?" Annemin sorusu üzerine başımı krepten kaldırıp ona çevirdim. Sıkılmış ruh hâlimi onlara yansıtabileceğim en az şekilde gösterirken gülümsedim ve yapmakta mükemmel olduğum şeyi yapıp yalan söyledim. "Muhteşemdi. Herkes çok arkadaş canlısı." "Zarifoğlu okulları çok geniş çaplı bir okuldur. Senin için müdürünüzle de görüştüm. Herhangi bir sorun olduğunda ona iletmekten çekinme." diyen Erol amca ile derin bir nefes aldım ve başımı onaylar anlamda salladım. Gözlerim anneme kaydığında ise ışıldayan gözleri ile bana baktığını fark etmem uzun sürmedi. O an içimde biriktirdiğim şimdiden bunca sırra karşın kendimi suçlu hissettim. Ama bu uzun sürmedi. Bilmesine gerek olmayan şeyleri ona söylemeyerek suç işlemiş olmuyordum. Kendi kendimi telkin ederken kahvaltının bir an önce bitmesini ve bu evden acele ile yok olmayı planlıyordum ama bu pek de mümkün gibi durmuyordu. "Şilan, senin ehliyetin var mıydı?" Erol amcanın sorusu ile başımı yeniden kaldırıp ona baktığımda çalışanlar masaya eksilmiş malzemeleri yerleştiriyorlardı. 3 kişi için kraliyet sofrası abartıydı ama annem buna sesini çıkarmıyorsa bana laf düşmüyordu. Garipti. Ziyankârlık konusunda oldukça ciddi bir anneye sahiptim oysaki. "Maalesef. Araba kullanmayı bilmiyorum." dediğimde soluk mavi gözlerinde bir ışıltı sezdim. Dudakları bana pek de inandırıcı gelmeyen bir şekilde yukarı kıvrıldı ve konuştu. "O zaman sana Kuzah öğretsin. Bu sayede kaynaşmış da olursunuz. Dün gece eve gelmişti öyle değil mi?" Bu adamda anlam veremediğim bir soğukluk seziyordum. Bakışlarındaki soğukluğu ışıltı bile kapatamıyordu. Gülümsediğinde ne gözlerinin kenarı kırışıyor ne de bunu gerçekmiş izlenimi veriyordu. Belki de bunun nedeni ilk zamanlarda annemin işe başladığındaki isyanlarıydı. Patronunun ne kadar despot ve korkunç birisi olduğundan bahseder dururdu. Zaman geçtikçe Erol amcaya ısınmıştı ama evlenecek boyuta geldiklerini son ana kadar öğrenememiştim. Evlenmelerine bir itirazım yoktu. Uzun zamandır yalnız olan annemin de evlenmeye hakkı vardı. Ama nedensizce bu adamda anlam veremediğim bir soğukluk barınıyordu. "Kuzah mı?" dedim ama annem çoktan sözümün arasına girmişti bile. "Ah! Bu çok iyi olur değil mi tatlım?" İyi mi anne? Gözerindeki o sert bakışlara karşılık şimdi isyan etmemem gerektiğini anlayıp yine gülümsememin arkasına sığındım ve tatlı tatlı konuştum. "Tabii. Buna çok sevinirim." Bundan sonrası normaldi. Kahvaltıdan sonunda kalkabilmiş ve çantamı alıp beni okula bırakmayı bekleyen özel arabama binmiştim. Evet, Erol amca bana adeta makam arabası bağlamıştı. Siyah, Range Rover daha önce bindiğim arabaların gerçekliğini sorgulatıyordu. Şoförün ise kapımı açıp binene kadar beklemesi ve kapatması beni hayatımda bulunmadığım kadar büyük bir kasıntı hâline sokuyordu. Annemin evleneceğini söylediğinde, ben bunları hayal etmemiştim, diye haykırmak istedim. Herkesin hayali olan bir hayatın içerisine atılmışken neden en olmadık yere gelmiş gibi hissediyordum? Bunca lüks güzeldi. Kendimi özel hissettiriyordu ama anlam veremediğim bu resmiyet, benimle aynı kalıba ait olan insanlarla arama uçurum farkı sokmuş gibi sahtelik barındırıyordu. Oysaki eski mahallemde böyle değildi. Sabah okula giderken çocuklarını okula gönderen teyzeler bizi de yolcu ederlerdi. Sabahın ilk saatlerinde curcuna olan mahallede daha ilk ışıklarda şen şakrak bir hayata başlardınız. Ama burası öyle değildi. Büyük, Hazzar malikânesindeydik. Dağın tepesine inşa edilmiş büyük bir araziydi. Boğazın bütün ihtişamını gözler önüne seriyordu. Gece olduğunda ise odamdaki terastan muhteşem bir ışık şöleni ile baş başa kalırdım. Ama o kadardı işte. Paranın alabildiklerinin kendi emrinde çalışanlar ve mal varlığından başka ileri gitmeyen bir etken olduğunu öğrenmem uzun sürememişti. İçimdeki sıkıntı ile telefonumu elime aldım ve Melda'dan gelen mesajı açtım. - Şimdiden özlendin. Hüseyin çok sinirlerimi bozuyor ve benim dalga geçeceğim bir arkadaşım yok. Ah! Hüseyin onun bir numaralı sapığıydı. Melda'nın yanına ne zaman gelmek istese benim gibi erkek fatmayı önünde bulurdu. Şimdi ise prenses Meldacığım yalnız kalmıştı. Biraz minyondu. Ama çok güzeldi. O kadar güzeldi ki insanın içi giderdi ona bakarken - Ben de özledim. Çıkışta buluşmak ister misin? Anında cevap geldi. - Kesinlikle. Senden bu kadar uzak kalmaya bünyem alışık değil. Güdüm. Onu gerçekten özlemiştim. Normal insanların bulunduğu ortamı mumla aramak da benim gafletim olsa gerekti. Okula geldiğimizde sırayla dizilmiş lüks arabalardan inen veliahtlar kendilerine ait özgüvenleri ile arabadan iniyorlardı. Birbirleri ile selamlaşmalardan tutun, yeni aldığı bir şeyi büyük bir gururla sergilemeleri karşısında yüzümü buruşturmadan edemiyordum. Kapımı açmak için inen şoförden daha hızlı davrandım ve kapıyı açıp indim. Bana anlamayan gözlerle bakan adama ise gülümsedim ve "Kolay gelsin." diyerek arkamı döndüm ve okula doğru ilerledim. Lanet girsin. Bu okulda benim işim ne? Yavaşça ilerleyip kimsenin gözüne batmamak için en dikkat çekmeyen hâlime bürünmeye çalışıyordum ki onu gördüm. Kolunun altına muhteşem nişanlısını almış olan Kuzah! Bana bakıyordu. Gözlerimin onunla kesişmesi üzerine bana dünyadaki tek nefret ettiği insanmışım gibi öldürücü bakışlarını yolladı ve nişanlısı Serenay'ın yanağını öptü. Yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. Gözlerimi onlardan kaçırıp girişe doğru ilerlerken karnımdaki bu düğümü yok edecek olan etkeni arıyordum ki yanımdan geçen erkek grubunun bana seslenmesi bütün dikkatimi dağıttı. "Hey Avcı. Günaydın." Başımı çevirip onlara baktığımda pahalı okul formalarının içerisinde serseri bir hava yakalamaya çalışmışlardı. Bana seslenenin hemen sağındaki yüzü asık olan çocuğun bunu başardığı aşikârdı ama diğerleri sünepe gibi duruyordu. Bana günaydın demelerine şaşırsam da kabalıktan ziyade annemin sözlerini dinleyip konuştum. "Günaydın Sünepe." Gözlerimi devirip yanlarından ayrıldığımda bir sessizlik bulunduğum koridoru sarmalamıştı. Şaşkınlıkla kalakalmış erkek grubu ise birkaç saniye sonra kendisine gelmiş olmalı ki aralarında gülüştüler. Dudaklarıma istemsiz bir gülümseme yerleşti. Onlar gibi olamayacağım bir gerçekti ama bu okuldaki zamanın geçmesi için kendi eğlencemi de bulmuş olabilirdim. "Hey!" Pahalı bir kuaförden çıktığı belli olan kız önümü kesti. Bembeyaz teninin üzerinde hiçbir kusur yer almıyordu. Biraz minyondu ama dik burnu ile karşımda dururken bir an sanki gerçekten de çöpmüş gibi hissetmeme sebep olacak kadar önemsizmişim gibi geldi. "Söylesene, sana neden Avcı diyorlar?" Arkasında anında yerini alan iki arkadaşının bir farkı yoktu. Tek farkları onların siyah saçlı, bu kızın ize sarışın olmasıydı. Muhtemelen babası rus bir modelle evlenmişti. Ortaya çıkan bu güzel varlık ise benim aksime prenses gibi büyütülmüştü. "Diyene sor." dedim omuz silkip ne yapacağını merakla izlerken. Eğlencesi olarak beni seçtiği bariz ortadaydı. Bir an önce sınıfa gitmek istiyordum ama buna yeltendiğimde arkadaşlarının önümü kesmesi ile bunun pek mümkün olmadığı belli oldu. Sabır dileyerek yeniden sarışın kıza döndüğümde ise dudakları kendini beğenmiş bir şekilde yukarı kıvrılmış hâlde bana bakarken gördüm. "Annenin mesleği buymuş diye duydum." demesi ile şaşkınlıkla bir an öylece kaldım. Anlamayan yanım kız, gerçekten de ciddi mi diye yüzüne baktım ama hiçbir değişiklik yoktu. Gayet de kendinden emin bir şekilde bana bakmaya devam ediyordu. Etrafımızda ise çoktan insanlar toplanmaya başlamıştı. "Seninkinin eline su dökemez." Onun kadar dik burunlu olamazdım ama ben onlar gibi altınlarla bezenmiş tepsilerden ziyade kenar mahalleden gelmiş bir sokak çocuğuydum. Bu okuldaki kimse benimle başa çıkamazdı. Bozaran yüzü ise bunun kanıtıydı. Dudaklarını iki kere açıp kapattı. Bir şey söylemek istiyor ama ne söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. "Tahmin ettiğim gibi. Şimdi çekilir misin? İğrenç parfümünün kokusu burnumun direğini kırdı." dedikten hemen sonra elimin tersi ile onu itekledim ve daha ne olduğunu anlayamamış insanların içerisinden sıyrılıp sınıfıma doğru ilerledim. Tamam, bu ortama geldim geleli fazla yalan söylemeye başlamıştım orası doğru. Ama madem o kız benim annem üzerinden ilerleyebiliyordu, ben de onun gururunu kırmakta sakınca görmüyordum. Sınıfa girdiğimde her şey bıraktığım gibiydi. Biz çıktıktan sonra sınıfı temizlemiş olmalıydılar. Sıralar simetrik bir şekilde yerleştirilmişti. Yerim olan en arka sıraya doğru ilerledim ve çantamı yerleştirdim. Sıra arkadaşım olmamasına seviniyordum. Sınıf, sadece 8 kişilikti. 4 sıra bir tarafta diğer 4 sıra başka bir taraftaydı. Kendimi özel bir kursta gibi hissediyordum. Akıllı tahta açık ve ekranda kocaman GÜNAYDIN yazıyordu. Öğretmen masasının üzerinde iki tane dosya ve kalemlik yer alıyordu. Dolaplar ise sağ tarafta duvarlara yerleştirilmişti. Bu küçük dolaplardı. İçlerine telefonları ve birkaç kalemimizi bırakabiliyorduk. Büyük dolaplar ise koridorda yer alıyordu. Hani, şu Hollywood lise dizilerindeki dolaplar var ya? İşte ona benzer uzunlamasına olan bir dolaba sahiptim. İçini dolduracak eşyalarım sadece beden kıyafetlerim ve yedek okulda bırakacağım formam olmuştu. Tam 6 okul formasına sahiptim. Her gün başka bir forma giyebilmem için alınmıştı. Bunu dile getiren annemdi. 6'ncısı ise yedek formaydı. O da bir şey olur diye okula bırakılmıştı. Kısacası okul, bir öğrencinin ihtiyacı olabilecek her şeyi düşünmüştü. Öğrendiğim bilgiye karşılık geçen seneki okul temsilcisi olan son sınıf öğrencisi, kız öğrencilere verdiği söz karşılığında bütün kız tuvaletlerine günlük yenilenen makyaj malzeme temizleme suları, kremler, pamuklar, ped dolabı, bir kullanımlık her renkten küçük rujlar... Kısacası adeta bir otelde okuyordum. Derse giren hoca üzerine herkes sınıflara doluşmuştu. Benim hemen sağ tarafımda oturan Kuzah ise yerine geçene kadar ters bakışlarını üzerimden çekmemişti. Benden nefret ettiği bir gerçekti. Bundan gocunmuyordum. Anneme ve bana Avcı lakabı yerleştirmiş olsa da pek umursadığım söylenemezdi. Ona sinirliydim. Ama bana bunu yapmasına değildi. O gece birlikte olmamıza ve nişanlısını göz göre göre benimle aldatmasına rağmen hayatına normal bir şekilde devam edebilmesiydi. Dün geceki konuşmamız aklıma geldikçe utançtan yerin dibine girmek istiyordum. Fark etmişti. Bakireliğimi ona vermiş olduğumu biliyordu. Bu olmasına rağmen sanki önemsiz bir ayrıntıymış gibi bahsetmesiydi gücüme giden. Başımı çevirip onun oturduğu yere baktığımda hâlâ bana baktığını görmemle gözlerimi kaçırmak yerine dudaklarıma acele ile bir gülümseme yerleştirdim. Bu, tatlı olmak için yaptığım gülümsemelerden değildi. Ona sinirliydim ve onun da sinirlenmesi gerekiyordu. Ve gerçekten, hayatta sinir edilmesi en kolay varlık olarak tarihe geçebilirdi. "Günaydın kardeşim." Dudaklarımı oynatarak söylediğim söz üzerine kaşları çatıldı ve önüne dönüp etrafına bakındı. Kimsenin bize bakıp bakmadığını anlamak ister gibiydi. Bakmadıklarını görünce de tekrar bana döndü ve hızla beni süzdü. Ne düşündüğünü anlamak imkânsızdı. Gözleri üzerimde dolanırken bedenimdeki o titreşim ile yüzleşmem ve nefesimi tutmam uzun sürmemişti. Tekrar gözlerime baktığında ise dudaklarını oynatarak bir şey söyledi. Anlamam zor değildi. "Günaydın Avcı!" Gözlerimi kısmış ona bakarken önüne dönmüş ve arkasına dönüp kendisine bir şey soran arkadaşına cevap vermişti. Sinirlerimin buna bozulmaması gerekiyordu ama onun benden 1-0 önde oluyor olması sinirlerimi bozuyordu. Onunla uğraşmak bir yana, pek iletişim kurmak istemiyordum ama bir değersiz sıfatına girmek de sinirlerimi bozmuyor değildi. Önüme döndüm ve dersi dinlemeye çalıştım. Eski okulumdan geridelerdi. Ders, normal devlet okulumda olduğu gibi paso ders olarak işlenmiyordu. Dersler 30 dakika ve oldukça eğlenceli geçiyor bile denilebilirdi. Hocalar, sizinle ilgileniyor, soru soruyor, espri yapıyor ve bazen konunun dışında başka şeylere de odaklanıyorlardı. En azından dersler güzel diyerek kendimi telkin etmeye çalıştım. Teneffüse çıkmıştık. Yerimden kalkıp kantine gitmek için yeltendiğimde ise kapıda dikilmiş çıkmamı bekleyen sabahki grubu görmemle planım suya düşmüştü. Sıkıntıyla nefesimi dışarı bırakırken onları görmezden gelerek sınıftan çıkmak için yeltenmiştim ki tahmin ettiğim gibi önümü kesmeleri uzun sürmedi. "Nereye gittiğini sanıyorsun?" Kızların bu kadar sıska ve hanımefendi bir şekilde bana çıkışmaları komiğime gidiyordu. Bizim okulda eğer bir kıza bulaşacaksan ya saçına yapışırdın ya da fazla konuşmadan direkt dalardın. Buradaki yöntem ise sözlü kavgadan geçiyordu anlaşılan. "Kantine, gelmek ister misiniz?" diye sırıtarak sorduğumda sinirleri bozulmuş olmalı ki birbirlerine baktılar ve aralarında gizli bir anlaşma varmış gibi başlarını salladılar. Sarışın kız bana döndüğünde öne doğru bir adım atıp daha yakınıma geldi ve konuştu. "Sen kiminle konuştuğunun farkında mısın Avcı?" "Bir sarışınla konuştuğumun emin ol farkındayım." dediğimde ima ettiğim şeyi anlamış olmalı ki şaşkınlıkla dudaklarını araladı ve sabahki olayı yeniden yaşadık. Gözlerimi devirdim. Etrafta birkaç insanın dikkatini yeniden çekmiştik. Ama bu sefer daha fazlaydılar ve aralarında fısıltıyla konuşmaları uzun sürmemişti. "Bana baksana sen..." "Ee, ama çok uzattın. Hipermetrop musun sen? Baktığımı göremiyor musun?" "Ah!" dedi şaşkınlıkla. Ama arkasındaki yandaşları öne atıldı ve bu sefer sarışının yapamadığı şeyi yapmaya kalkıştılar. "Ucuz kokuyorsun." dedi sabahki onlara söylediğim söze karşılık verdiklerini sanarak. Şurada Melda olsa haykırarak gülebilirdik. "Yazık..." dedim ve başımı olumsuz anlamda sallayıp gülümseyerek başımı kaldırdım. İnsanlar merakla bana bakarken kızlar da merakla neden böyle dediğimi anlamaya çalışır bir şekilde bana bakıyorlardı. "Ne yazık?" "Paranızı az falan mı veriyor?" dedim meraklı rolüme girişip onlara bakarken. "Ne?" "Ah! Tatlım, diyorum ki. Bu arkadaş -diyerek sarışını gösterdim- paranızı az veriyor olmalı ki işinizi tam bile yapamıyorsunuz." "Ne diyorsun sen?" dedi sarışın kız anlamayan bir şekilde. Bense artık onların seviyesine düşmeye karar verdim ve açıklayıcı bir dille konuştum. "Parasını ödediğin insanlar diyorum, senin maymunla eş değer olan IQ seviyeni yükseltemiyor. Şimdi çekilir misin önümden? Parfümün beni delirtiyor. Sabahki yine iyiydi." dediğimde üçü de şaşkınlıkla bana bakakalmışlardı. Bense bundan yararlanıp onları itekleyerek aralarından sıvıştım. Aralarında konuşan insanlar ise bana öcüymüşüm gibi bakıyorlardı. "Sen..." diye bağırdı kızlardan birisi. Arkamı dönüp onlara bakma gereksinimi duymadım. Birisinden çıkardığım hıncın rahatlığı ile ilerlerken gayet de rahattım. Devamı da gelmedi zaten. Bu garipti. Eski okulumda eğer bir kıza laf söylüyorsan daha üst seviyesini kısa sürede sana yapıştırabilirlerdi. Bu zor değildi. Daha öncesinde bu sözlere mi çalışıyorlar bunlar diye düşünebilirdiniz. Ama anlaşılan, bu hanımefendiler pek kavga görmemişlerdi. Kantine inip bir çikolata aldım ama daha öncesinde markasını duymamıştım. Reyonlarda dizili olan malzemeler akıl kârı değildi. Fiyatları ise bir de üzerine oldukça pahalıydı. Annemin ilk başta günlük elime tutuşturduğu 50 liraya şaşırsam da şimdi ne olduğunu anlayabiliyordum. Bir masaya gidip oturduğumda etraftaki insanları izlemeyi kesip kulaklığımı kulağıma yerleştirdim ve en son dinlediğim müziği başlattım. Açtığım çikolatadan bir ısırık alıp gözlerimi kapattığımda inanılmaz güzel tatla adeta mayıştım. Karanlığa bulanan zihnim ise içinde bulunduğum sıkıntıdan kurtulmak istercesine kendini arındırıyordu. Bir süre öylece karanlığa dalmışken karanlık arasında bir siluet belirdi. Onu gördüm. Kuzah'tı. Hemen üzerimde, saçları terden alnına yapışmış, nefes nefese parlayan gözleri ile bana bakıyordu. Teninin sıcaklığını sanki daha yeni üzerimdeymiş gibi hissetmemle ürpererek gözlerimi araladım. Ama aralamamla gördüğüm insan irkilmeme sebep oldu. Karşımda oturmuştu. Masada sosyetik arkadaşları ile sohbet ediyorlardı. Ama o sanki orayı hiç dinlemiyormuşçasına bana bakıyordu. Onu yakalamamın üzerine kaşlarını çatıp önüne dönmüştü. Onun bu acele tavrını fark eden nişanlısı Serenay ise yanağına elini koymuş kendisine döndürmüştü. Gerisini görmemek için gözlerimi onlardan kaçırdım ve etrafıma bakındım. Elimdeki çikolatadan bir ısırık daha aldığımda yanımdaki hareketliliği fark etmem uzun sürmedi.  "Selam." Başımı kaldırıp baktığımda gördüğüm yüz ile şaşırmadan edemedim. Sabah gördüğüm yüzü asık çocuktu bu. Hani, bana günaydın Avcı diyen Sünepe'nin yanındaki... "Selam?" dedim soran gözlerle ona bakarken. Şu an, hiç avcı muamelesini çekecek hâlde değildim. Vücudum zaten alışık olmadığım tepkiler içerisinde yüzleşiyordu. Aklım da karmakarışıktı. Bir de onun bana Avcı diyerek kendisini tatmin etmesiyle uğraşamayacaktım. "Ben Burak. Sen de Şilan öyle değil mi?" dedi gülümsemeye çalışarak ama tedirgin gülümsemesini anlamak zor değildi. Sanki gülümsemeye pek alışık değil gibiydi. Zarifoğlu okullarında olmasam onun bir asosyal olduğunu bile söyleyebilirdim. "Evet." dedim hâlâ anlamamış bir şekilde. "Memnun oldum Şilan." dedi elini uzatarak. Eline baktım ilk önce. Bir şaka mıydı? Şu elektrik şakası falan mı yapacaktı? Ama hayır. Elinde bir şey yoktu. Hızlıca karşı tarafımda oturan gruba baktığımda ise Kuzah'ın bu tarafa baktığını gördüm. Kaşlarını çatmıştı. Ne olduğunu anlamasam da uzun süre havada beklettiğim ele elimi bıraktım. "Memnun oldum." dedim ama kısa kesmek için kulaklığımı kulağıma takıyordum ki tekrar konuştu. "Sabahki olay için üzgünüm. Onlara bunu yapmamaları gerektiğini söylemiştim." demesi ile kaşlarım şaha kalkmadan edemedi. Neydi şimdi bu? Aralarında gerçekten de iyiye dair bir insan var mıydı? "Bir önemi yok." dedim gerçeği söyleyerek. O ise diretti. "Gerçekten, onlara yapmamaları gerektiğini söylemiştim." "Dediğim gibi." dedim artık yüzüme bir gülümseme yerleştirmenin zamanı geldiğini anlayarak. Tedirgin hâli beni biraz etkilemişti. "Bir önemi yok. Hepsi Kuzah'ın başının altından çıkıyor ne de olsa." diyerek karşı masaya yeniden baktığımda Kuzah'ın arkadaşlarına dönüp sohbet ettiğini gördüm. Burak da onlara doğru baktığında sözlerime karşılık bir şey söylemedi. "Çıkışta bir işin var mı?" Şaşkınlıkla başımı çevirip ona bakmadan edemedim. Ciddi miydi bu çocuk? "Evet." dedim kısa keserek. Bu da diğerlerinin oyunlarından birisi olsa gerekti. "Peki yarın?" "Evet." dedim kısaca. Onunla dışarı falan çıkmak istemiyordum. Bu oyuna falan geleceğimi mi sanıyordu? Çocuk gibi oyuncakları görevi almayacaktım. "Peki hafta sonu?" "İnan bana, bu aralar ful programlarım dolu." dedim yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirerek. O ise yalan söylediğimin farkına varmış gibi bana baktı. Ardından ise daha sakin bir hâl alarak gözlerimin içerisine bakarken konuştu. "Bak! Anlıyorum. Buradakilerin sana davranışlarından dolayı bu tavrın ama ben inan o amaçla gelmiyorum." "Kim daha yeni tanıştığı birisine çıkışta işi olup olmadığını sorar?" "Seni daha yakından tanımak isteyen birisi." dedi. Yüzüne dikkatle baktığımda ciddi olduğunu düşünmek gibi bir gaflete düşebilirdim ama elbette ona inanamazdım. "İnan bana, bu okulda bir adamı zaten oldukça yakından tanıyorum ve bu bana yetiyor. Bir de sizin gibilerle uğraşamam." diyerek yerimden kalkmaya yeltendiğimde bileğimden tuttu ve beni durdurdu. O da ayağa kalkmıştı. Israrcı bakışları gözlerime dikilmişken sabır diliyordum. "Bak, sana yemin ederim. Bu olanlarla ilgilenmiyorum." "Tamam. Sana inandım. Ama kolumu bırakır mısın?" dedim sabrımın son demlerini yaşarken. Direten bakışlarımı da görünce mecburi bileğimi bıraktı. Ona ters ters bakarken ise uzandı ve telefonumu elimden aldı. Ne yaptığını anlamaya çalışırken ekranı açtı. Acele ile onu durdurmak için öne atıldığımda ise arkasını döndü ve ona ulaşmamı engelledi. "Ne yapıyorsun? Ver onu bana." diye çıkıştığımda ise adeta sinir küpü olmuştum. O ise beni umursamadan telefonda bir şey yaptı ve birden arkasını dönüp bana telefonu geri uzattı. Yüzünde anlam veremediğim bir gülümseme yer alıyordu. "Numaramı kaydettim. Sakin ol. Seni arayacağım." dedi ve göz kırpıp yanımdan ayrıldı. Ben mi? ben öylece kalmış telefona bakıyordum. YAKIŞIKLI Telefona kendisini aynen böyle kaydetmişti. İstemsiz gülmeden edemedim. Numarayı silmek yerine ekranı kapattım ve eteğimin cebine sıkıştırıyordum ki bana bakan Kuzah'ı görmemle tek kaşımı kaldırmam uzun sürmedi. Başımı "Ne var?" anlamında salladığımda ise dudakları yukarı kıvrılmıştı. Onun bu tavrına karşılık ne olduğunu anlamaya çalıştım. Az önceki çocuğu o mu yanıma göndermişti? Ona aldırmıyormuş süsü vererek sınıfa çıktım ve ders boyunca dikkatimi toplayamadım. Onun benden ne istediğini bilmiyordum ama bana olan kini ile kafayı yiyeceğim kesindi. Çıkış zili çaldığında heyecanlanmıştım. Buradan kurtulacak ve canım arkadaşım Melda ile buluşacaktım. Ama sevincimin kursağımda kalması uzun sürmedi. Merdivenlerden inmek için yeltendiğimde kolumu tuttuğu gibi beni çekiştiren bir Kuzah görmemle işler değişmişti. "Ne yapıyorsun?" diye ona çıkıştım. Etraftakilerin dikkatini çektiğimizi fark eden Kuzah ise yine kolumdan tutmuş ve beni peşinden sürüklemeye başlamıştı. "Sana diyorum." dedim ama acıyan bileğimi elinden kurtarmak için çabalarken hiçbir şey elde edemiyordum. Onun üzerimdeki gücünün fazlalığı sinirlerimi bozarken ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum ki yangın merdiveninin kapısını açtı ve birlikte içeri girdik. Kapıyı ardımızdan kapattığında kolumu sonunda bırakmıştı. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye çıkışırken tuttuğu yeri ovalıyordum. Ne kadar güçlü olduğunun ya farkında değildi ya da gerçekten canımı yakmak için özel bir çaba sarf etmişti ki bunda oldukça başarılı olduğu bir gerçek... Bana dönüp alev almış gözleri ile bakarken bütün hiddetimin bir fanusa saklandığını hissettim. Gerilmiş yüz hatlarında gezinen gözlerim bazı şeylerin doğru ilerlemediğinin haberini veriyordu. "Sen babama ne dedin?" dedi. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Ne oluyor be? Birden çıkışmalar, bilmediğim bir durum üzerine canımı acıtmalar falan? Ne sanıyor bu beni? Un çuvalı mı? "Ne dediysem dedim. Sana ne?" Bir şey dememiştim ama sinirlerim bozulmuştu ve anlaşılan Erol amcaya bir şey demiş olmalıyım ki sinirleri bozulmuştu. Ben de inatçı birisi olduğuma göre bunu diretmekten geri kalmayacaktım. "Ne demek bana ne? Babamdan, sana araba öğretmemi istemişsin." Şimdi işler gün yüzüne çıkıyordu. Bütün sinirim kenara çekilirken ona ters ters bakmayı geride bırakmadım. "Ee? Ne var bunda?" Bana öğretmek istemediği aşikârdı. Biliyordum ama onun sinirlerini hoplatmaya ihtiyaç duyan bir yanım vardı. Gözlerim yüzünün her ayrıntısında dolandı. Belirgin çenesinde, kusursuz burnunda, çekik sayılabilecek gözlerinde, elmacık kemiklerinde, biçimli kaşlarında, kalemle çizilmiş gibi duran dolgun dudaklarında... Yavaşça yutkundum. Bedenimin üzerinde küçük kıpırtılar peyda olurken toparlanmak için boğazımı temizliyormuş gibi yaptım ve etrafıma bakındım. Arada sönen otomatik lamba haricinde hiçbir şey yoktu. "Dalga mı geçtiğini sanıyorsun sen benimle? Sana araba öğreteceğimi nereden çıkardın?" Adeta kükrüyordu. Bunun üzerine bakışlarım yeniden onu buldu. Ama ona bakmamla hiddetlenmiş hâli üzerine bedenimdeki gerginlik hat safhaya ulaştı. Kontrol edemediğim bu olayı dizginlemek için kendimi ona çıkışırken buldum. "Ben öyle bir şey düşünmedim. Sen ne hakla gelip beni buraya sokarsın? Çekil şuradan." diyerek onu iteklemeye çalıştım. Amacım kapıya ulaşmaktı ama nafile. Mermer gibi sert bedenini milim yerinden oynatamadım. Onun yerine kollarımı tuttu ve beni yerimde sabitledi. Bunun ne kadar tehlikeli bir hareket olduğunu bilseydi acaba yine de yapmaya devam eder miydi? Nefesimi tuttum. Gözlerine bakarken dengesiz vücudumu ona yansıtmamaya çalıştım ama onun kollarımdan tutması, bedenimin ona yakınlaşması, başımı kaldırıp yüzüne bakmam, o da yüzüme bakabilmek için yüzünü eğmesi... Tanrım! Sanki evren bana oynuyordu. Yutkundum. Gözlerim onun gözlerinden kaçırıp etrafıma bakınırken onu itekledim ve gariptir ki uzaklaşmama az önce izin vermeyen eller bu sefer hemen bıraktı. Geri birkaç adım attım ve iki kere derin nefes alıp çaktırmadan verdim. "Sinirlerimi bozuyorsun." "Birbirimize karşı aynı düşünceleri hissetmemiz ne güzel." dedim ben de ona dönüp kollarımı göğüslerimde düğümlerken. Onlara baskı uyguluyordum ki bu çekimden kurtulabileyim. Ama nafile... Boğazıma kadar dayanmış bir istek söz konusu... "Babama bunu istemediğini söyleyeceksin." dedi. "İmkânsız. Annem de buna ayak uydurdu. Sesimi çıkaramadım." "Sen istemedin mi zaten?" diyerek sesini yükseltmesi ile kaşlarımı çattım ve düğümlediğim ellerimi geri çekip ona çıkıştım. "Bana bağırmayı kes!" Elimi sallayıp ona çıkıştığımda daha da sinirlenmiş olmalı ki bana doğru bir adım attı. "Ne yaparsın? Babama mı söylersin?" dedi. Yakınlığının verdiği üstünlüğe aldanmayıp ona ters ters baktım. "Ne o, çok mu korktun?" "Seni çiğ yerim Avcı. Benimle uğraşma." "Ah! Çok yazık, bu imkânsız." dedim ve yüzüme sahte bir sırıtış yerleştirdim. "Benimle uğraşan sensin." dediğimde söylediklerimdem hoşlanmamış gibi kaşlarını çatmaya devam ediyordu. Ama Tanrı biliyordu ya, uzun ve iri bedeninin yanında küçük bir dal gibi durduğumu biliyordum. Deli gibi ondan korktuğum bir gerçekti. Yine de buradaki herkesin küçümsediği o varoş mahallenin öğrettiği bir etken vardı. Ne kadar küçük olursan ol, cazgır olup senden güçlü insandan daha büyük bir egoyla girişirsen alt ederdin. "Bu daha hiçbir şey." "İnan bana koca oğlan." dedim ve onu üstten aşağı süzme gafletine düştüm. "Bu da hiçbir şey." dediğimde gözlerinin yüzümün her ayrıntısında dolandı. "Nereden geliyor bu cesaret? Sen hiçbir şeysin." dedi sanki bir çöpten bahsediyor gibi. Benden beklediği yüzümü asmam ve bu söylediklerine üzülmemdi. İçten bir feryada bulandığım gerçek. Ama dış görünüşümde hiçbir eksilme yok. Gülümsemem yine yüzümde. Adeta ona meydan okurken konuşuyorum. "Çok yazık..." "Sebep?" Ona doğru bir adım attım ve bu sefer daha yakın olmamızı sağladım. Bedenim titrememek için kendisini zorlarken olağanca kendimi gerdim ve aşağıdan gözlerine gözlerimi dikmiş bakarken konuştum. "Büyük lokma ye, büyük konuşma demiş atalarımız..." dedim ve elimi kaldırıp okul formasının yakasında dolandırdım. Sıcacık tenine değen parmaklarım ile ürpersem de yavaşça derin bir nefes aldım ve parmaklarımın üzerinde yükselip ona daha da yakınlaştım. Yine de omuzlarına zor yetişebilmiştim. "Ne de olsa bir sırrımız var." Gerilen bedenini ellerimin altında hissedebiliyordum. Sözlerimin ardından koyulaşan gözlerine şahit olmamla bedenimdeki kıpırtılar yerini havai fişeklere bıraktı. Nefesimi tuttum ve olanları sadece izlemekle yetindim. Onun hiddetinin beni bu denli etkilemesi normal miydi? Yakasındaki elimi tuttu ve iteklemek için bir hamlede bulundu ama beklediğimin aksine çok ani bir şey gerçekleşti. Anlam vermediğim bir hızla bileğimi kıvırdı ve ben küçük bir çığlık bırakırken sırtımda iki elimi de birleştirip beni duvara doğru itekledi. Yüzümü son anda çevirip darbeden kurtulurken bedenim hafif bir acı ile duvara sıkıştırıldı. Ne olduğunu bile anlayamazken arkamdaki gölgesi üzerime düştü. Kulağımın hemen yanında hissettiğim nefesi ile bütün bedenim belirgin bir şekilde ürperirken bir şey söylemesini bekledim. Onun yerine sessiz bir şekilde bir süre öyle durdu. Burnuma gelen o tanıdık koku ile ürperirken sesli bir şekilde yutkundum. Yanağıma doğru ulaşan sıcacık nefesi ile dikenler batmaya başlayan bedenim sanki daha fazla baskı istercesine beni uyuşturdu. Onun ne yaptığı hakkında, en ufak bir fikrim dahi yoktu. Tek düşüncem, soğuk duvardaki sertliğin beni uyandırması. Ama hayır, arkamdaki o belirgin gölge beni cezbetmekten alıkoymuyor. "Bir daha bana sakın dokunayım deme..."  
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE