1. Bölüm; nefret- tahrik
"üvey abisin diye kendini bir bok sanma."
üvey abim gözlerime baktı, "öyle mi dersin?"
gözlerimi kaçırdım saçma sapan hareketlerine daha fazla tahammül etmek istemiyordum.
"sen benim küçük üvey kız kardeşimsin."
"seni daha fazla duymak istemiyorum."
"duyma çokta önemli değil."
benimle dalga geçiyordu sanırım. aptal herif
"kızım yine emre ile kavga mı ediyorsunuz?"
"hayır Osman paşam, emre birazcık soru sordu."
Emre'ye döndüm "babama dua et!" diye tisladim. odama çıktım. oldukça zengin bir aileydik annem şükran ben daha çocukken bizi terk etmişti. ve babam o dönemde Emre'yi sahiplenmişti. tam sinirle odamın kapısını çarparken bir anda kapıyı kapatmamı engelledi.
"salak mısın?"
"kızım ne yani o çocuğu gözüm tutmadıysa?"
gözünün tutmadığı çocuk, benim ilk aşkımdı. lise son okuyordum ve bu sene ondan ayrilacaktim. yollarımız ayrilacaktı, ama sağolsun sene sonu gelmeden ilişkimizin içine sıçtı.
kapıyı bir hışımla açtım "kendini ne bok sanıyorsun!?"
ama o kapıyı sertçe itip içeriye girdi. beni duvarla arasına aldı.
"bana bak kızım... burada seni bir orospu çocuğundan kurtardım ve sen bana mı kızıyorsun?"
"ben ona aşıktım!"
kapıyı kilitledi. ne yapıyordu bu?
"aşık öyle mi aşık? sen ne sanıyorsun o çocuğun seni sevdiğini falan mı?"
"evet seviyordu!"
"senin beynini yıkamış bu orospu çocuğu!"
"saçmalama artık!"
"kaç yaşındaydı bu şerefsiz!"
"benimle yaşıttı..."
duvarla hâlâ arasindaydım geri cekilmedi.
"seni güzel kandırmış on sekiz yaşında falan değil bir sene sınıfta kalmış ezigin teki!"
"ne saçmalıyorsun sen?"
"saçmalamıyorum!"
"saçmalıyorsun!"
"on ikinci sınıflara gelip geçen seneden sınıfı geçmiş arkadaşlarına..."
sustu. "ne?" dedim daha fazla yaklaştı yüzüme boyumuzu eşitlemişti.
"senin üzerinde kurmak istediği tüm pis fantazilerini, arkadaşlarına anlatıyordu."
"hayır..." dedim yüzümü çevirerek.
"seni nasıl sınıfta öğretmen masasına domaltıp becermek istediğini."
gözlerim fal taşı gibi açılmıştı
"ben bunları duyunca beynime kan gitti!"
"saçmalama artık!"
"saçmalamıyorum! sen her kısa etek giyip okula geldiğinde adamın gözü senin eteğinin altındaydı. bunu bana gelip dostum söyledi! seninle değilde benimle yaşıt olduğunu çok sonra dan öğrendim!"
"sen ne saçmalıyorsun?"
"saçmalamıyorum Sanem gerçekleri söylüyorum!"
"adam seni becermek için, her gün yanımızda konuşuyordu!"
artık daha fazla bir şey duymak istemiyordum. gözlerimi kapattım, ve onun benden ayrılmasını bekledim. o ise ayrılmadı daha fazla yaklaştı. kulağıma eğilip şunlara fısıldadı;
"eğer bir daha seni o çocuğun yanında görürsem, emin ol o çocuğu öldürmekten beter ederim..."
"odamdan dışarı çık"
"kes... Sanem eğer beni dinlemezsen bu durumu babamıza da anlatırım."
"babamız mı?"
"evet!"
"o benim babam! senin değil."
"beni tercih etmiş, ve tercih ettiğinden hiç bir zaman şüphe etmez."
"manyaksın sen!"
"okul hayatın bitsin istemiyorsan, rahat dur."
"senden nefret ediyorum."
"bende senden nefret ediyorum..."
"o zaman neden benim hayatıma karışıyorsun!?"
"çünkü benim kardeşimsin!"
"ama öz kardeşin değilim!"
"olmasan bile yıllarca ben sana abilik yaptım."
"o zaman kes sesini ve artık beni bırak!"
benden ayrıldı gözlerime baktı, "bir yanlışını görmeyeyim Sanem."
"yeter be bıktım sizden! çık odamdan!"
lafımı ikiletmeden çıkmıştı. herkesten nefret ediyordum. eğer Emre'nin dedikleri doğru ise demek ki bulut beni hiç sevmiyordu. ben ona hesabını sorardım. babam aşağıya emre ile beni çağırınca düşüncelerim sıyrılıp aşağıya indim.
masada oturmuş halise ablanin tatlıları getirmesini bekledim. babam gözlerimin içine bakıyordu. sanki bir şeyleri sezmis gibiydi.
"emre hadi oğlum!"
ona oğlum dedikçe sinirlerim bozuluyordu.
"geldim baba."
emre de yanıma oturdu.
"hadi halise kızım biraz daha çabuk ol."
Halise abla tatlıları dizmiş Kendi odasına geçmisti. evimiz bir malikene gibiydi çok büyük ve iki katlıydı.
"kızım... oğlum..."
elime çatalı alıp pastayı dilimlerken babamı dinliyordum.
"bu gün yine fazla tartışınız bakın ben babanız ve büyüğünüz olarak böyle bir durum olmasını, istemiyorum. ikinizinde iyiliğini istiyorum ama siz bunu zorlaştırıyorsunuz."
emre yanimda söze girdi.
"biz tartismadik babam, sadece biraz bir şeyler konuştuk... Bizim konuşmamızı biliyorsun zaten."
"biliyorum evlat, ama unutmayın tek yaşamamız bu durumu mantıklı kılmıyor. emin olun komşularımız olsaydı çoktan kapıya dayanmışlardı. duydun mu kızım?"
"duydum baba, oğlun biraz burnunu bazı şeylere sokmadan durabilse, belki bazı şeyler düzgün olacak."
"belki de iyiliğini istiyordur kızım."
"istemesin baba ben on sekiz yaşındayım oda on dokuz. aramızda büyük bir yaş farkı yok mümkünse o burnunu muhafaza etsin."
"illa diyorsun ki babamın yanında da ağzını aç değil mi Sanem? onu istiyorsun."
"sacmalama artık emre rica ediyorum senden."
"offf yeter artık be kızım."
emre babama dönüp söze girdi.
"ben sana diyorum baba senin kızın iflah olmaz."
bu bardağımı taşıran son damlaydı. masadan ayaklandim ve hızlıca yanımda ki Emre'ye döndüm.
"senin ailen seni neden istemedi!? ben sana söyleyeyim muhtemelen 'evlat olsan sevilmezsin' kelimesinin vücut bulmuş haliydin. ve ailen seni istemediği için yetimhanenin kapisina koydu! şimdi buraya gelip bana abilik tarslama, küçüklüğümden beri senden nefret ettim ve hâlâ da ediyorum."
emre gözlerimin en içine baktı ve saniyeler sonra pişmanlık duyduğum kelimelere yeni bir pişmanlığımı ekledi. benim gibi ayaklanıp üstten bana bakarak pişman olduğum kelimelere yeni pişmanlık ekleyen cümleleri söyledi.
"benim ailem ben on iki yaşındayken öldü. benim için aile denilen bu illet, ben on iki yaşındayken bitti. amacım ciddi bir aile sevgisi değildi. amacım sadece bir yuvaydı. ve eğer bilseydim ki huzur bulacağımı sandığım bu yuvada senin gibi, insanları aşağılayan bir kız olduğunu başından ölmeyi kendime iyi eylerdim!"
benden gözünü ayırıp babama döndü
"izninle..."
İlk defa baba dememişti. onu ona sahip çıkan babadan bile uzaklaştırmıştım. pişmanlığım zirve yaptı. geri yerime oturdum. o sırada babam lafa girdi.
"gördün mü Sanem? bir insana laf söylerken ağzından çıkanı kulağın duymazsa sonucu bu olur anladin mı?"
"üzgünüm..." sesim çok çaresiz çıkmıştı.
"olmalısın, emre kardeşini, annesini, babasını her şeyini kaybettiğinde daha on yaşındaydı. ama Allah ona bir aile daha nasip etmişti. bir kardeşi bir de babası olmuştu. ama sen ne yaptın? onun tüm bu sevincini böyle yaparak boğazına dizdin!"
boynumu büktüm.
"peki ya nasıl? hepsi nasıl bir anda öldü?"
"bunu sana zamanı gelince emre anlatsın."
başımı olumlu salladım. ve emrenin yarım bıraktığı tabağı alıp yukarı çıktım. onun gönlünü almam gerekiyordu.
kapısına geldiğimde kapısını iki kere tıkladım.
"ne var!?"
diye bağırınca yutkundum
"ben çok özür dilerim. girebilir miyim?"
"gel!"
sesi çok sinirliydi. içeriye usulca girip yanına oturdum.
"ben çok özür dilerim, bilmeden aptal gibi konuştum. ama sende beni anlamaya çalış. ben her ne kadar sen sinir olsanda buluta çok aşıktım. hemde lise birden beri, onu birakmak istemiyorum. ama seni de anlıyorum..."
sözümü kesti.
"mesele o sikik çocuk değil, beni anlamaman. o çocuk seni kullanmak istiyor ve ben ise senin gözünü açmaya çalışıyorum. çünkü biliyorum o çocuk ilk fırsatta sana zarar verecek."
omzuna elimi attım.
"sen yanımda olduktan sonra o çocuk bana hiç bir şey yapamaz. çünkü sen yanımdasın."
gözlerini bana çevirdi. "ben senin her zaman yanında olamam biliyorsun bunu."
"evet biliyorum ama şunu da biliyorum nerede olursan ol, canımın yandığını duyduğun an direkt yanımda bitersin."
"nasıl bu kadar eminsin Sanem?"
"çünkü seni tanıyorum emre."
emre gözlerini gözlerime dikti gülümsedi. "tekrar özür dilesene küçüğüm."
boynumu büktüm "özür dilerim emre."
"bir şartla affederim."
direkt başımı kaldırıp yüzüne baktım "neymiş o?"
"benimle birlikte alışverişe geleceksin."
"iyi de bu ceza değil ki."
"biliyorum amacım zaten ceza vermek değil. abi kardeş biraz vakit geçirmek istiyorum seninle."
"hmmm anladım... o zaman hadi çıkalım."
aşağıya indigimiz de babam hâlâ masada tatlısını yiyordu. emre söze girdi
"baba biz sanemle, alışverişe çıkıyoruz."
babam bize dönüp, "tamam evlat dikkat edin."
babama sarılıp sıkıca öptüm. babam bize hem anne olmuştu hemde baba. emre arabayı çalıştırmış beni bekliyordu.
arabaya bindiğim de bana dik dik baktı.
"ne?"
tek kaşımı kaldırmış Emre'ye bakıyordum. o ise beni umursamadı, üzerime uzanıp emniyet kemerimi bağladı. onun bu kadar yakın olması kalbimin atışını hızlandırıyordu.
alışveriş merkezine bir saat sonunda Gelmiştik. evimiz merkezden oldukça uzaktı.
"in aşağı küçüğüm."
dediğini yapıp indim.
"İstanbul'un en büyük AVM'sindesin. istediğini alabilirsin yavrum, ama fazla abartma."
"gerçekten mi!?" sevinçten çığlık atmıştım.
içeriye girdiğimde daha önce geldiğim AVM yi baştan sona inceledim. emre de yanıma gelip elini omzuma attı.
"akşam olmadan biraz hızlı ol yavrum."
birlikte güzel kıyafetler olan bir mağazaya girdik.
"emre şundan alayım mı?"
fazla baskılı bir insan değildi, sadece yanlış yapacağım zaman araya giren bir insandı. gösterdiğim kıyafet bir şort takimiydı. siyah bir şort ve siyah bir croptu.
"al yavrum nede olsa evde giyeceksin."
"ya sen birtanesin!" Emre'nin kollarına atlamıştım. eğer üvey abim olmasaydı, bununla evlenirdim.
emre sinsi bir gülümseme yaşadi o an, acaba sesli mi söyledim? düşüncesine girdim.
"Sakin ol..."
başımı olumlu anlamda salladım. ona da bir şeyler aldıktan sonra dışarı çıktık. hava kararmıştı. "teşekkür ederim."
"rica ederim küçük hanım, bu alışveriş ikimizede iyi geldi bence."
"evet öyle oldu çok iyi geldi."
artık yavaş yavaş eve geçiyorduk.
"eve vardıgimizda muhtemelen saat dokuz buçuk olur, ve o saatte biliyorsun ki babamiz uyuyor. istiyorsan yemek yiyelim öyle eve geçelim."
"bu gün sence de fazladan dışarı da durmadık mı? yani biliyorsun ben hava almayı seviyorum yemeğe de hayır demem, senin için problem olmazsa."
"sorun olmaz tabiki. o zaman yemekten sonra eve geçeriz direkt uyuruz."
"harika fikir." diyerek onu onayladım.
bir restoranda gelmiştik. cam kenarı ve güzel manzarasi olan bir yere oturduk. menü gelirken ben camda ki yansımama odaklanmıştım. gözlerim mavi, saçlarım ise dalgalı ve sarı renkteydi. acaba anneme benziyor muydum? emre dalgınlığımı anlamıştı.
"neye daldın böyle?"
"kime benziyorum?"
"anlamadım?"
"sence anneme benziyormuyumdur?"
"baban esmer, annen muhtemelen sarışın. bence annene benziyorsun."
"hiç görmediğim anneme..."
"hiç mi görmedin?"
"görmüş olsam bile hatirlayamıyorum."
"bu üzücü bir durum işte."
"peki ya sen?"
"ben?"
"sen kime benziyorsun?"
"ben annemle babamın ortası gibiydim."
"nasıl yani?"
"babamın saçları da kıvırcıktı, benim de kıvırcık. annemin gözleri de elaydı, benimde. babamda kumraldı bende."
"anladım... peki hiç bir kız sana çok yakışıklı olduğunu söyledi mi?"
"kız çevresini çok sevmem Sanem biliyorsun."
"biliyorum, ama bir erkeğe göre kusursuz bir vücudun ve inanılmaz yüz hatların var."
"bunları iltifat sayıyorum küçük hanım."
"sayabilirsin... çünkü gerçekten bir kızda hayal edilecek ne varsa hepsi sende var, resmen kızların hayalleri için yapılmışsın."
"öyle mi dersin?"
"öyle derim..."
"ama sende bir kıza göre fena sayılmazsın. pürüzsüz tenin var. fiziğin erkeklerin hayal edebileceği tarzda... dudakların hem kiraz renginde hemde dolgun. gözlerin, saçların..."
"teşekkürler, ama görüyorsun ki insanların niyeti güzelliğim değil başka bir şey..."
"kendini koru herkesten Sanem... sana kötü niyetle yaklaşan herkesten kendini koru"
"teşekkür ederim."
"rica ederim miniğim..."
aslında emre ile aramızda inanilmaz bir bağ vardı, ama o bağla birlikte bi mesafemizde vardı.
***
eve saat on iki de gelmiştik. ikimizde odalarımıza dağılmıştık. ama bir türlü gözüme uyku girmiyordu. yatağımdan kalkıp, Emre'nin odasına doğru yürüdüm. ama geri dönüp uyumaya geçtim.
****
"uyan be Sanem!?"
"off lütfen beş dakika daha!"
yataktan düşmemle telaşla ayağa kalktım.
"ne oluyor ya?"
"sabah oldu uyayan prenses..."
"off emre yaa"
"oflama yoksa okula geç kalacağız hadi, kahvaltıya "
dediğini yapıp hazırlandım. ama aklımdan dün geceki hali çıkmıyordu. hatırladıkça ıslanıyordum.
aşağıya kahvaltı masasına oturdum. o ise bana odaklanmıştı.
"okul giysini ne çabuk giyindin."
"ne yapayım emre, iki saat kapıda söyleyeceğini biliyorum."
"en azından bunu bilmen iyi." kikirdamıştı.
"çocuklar bu gün benim merkezde bir kaç işim var eve gelmeyebilirim. zenginlik başa bela işte."
"sorun değil baba..."
"aynen babacığım sorun değil"
"ilk defa ikinizde bir konuda en fikir oldunuz inanılmaz."
emre bana bakıp gülümsedi. "bende şaşırdım baba çünkü kızın bir gün bile olaysız duramaz."
"eğer istiyorsan tartışabiliriz."
"yok yok, şaka yaptım."
babamla emre birbirlerine bakarak gülüşmeye başladı.
ayaklanip arabaya bindik. "okula gidince bulutla konuşabilir miyim?"
"Sanem bu konuyu seninle konuştuk diye hatırlıyorum."
"evet ama yine de... ne bileyim, yani en azından bu durumu onunla konuşsam."
"hayır Sanem onunla muhatap dahi olmanı istemiyorum."
"peki tamam..."
okula vardigimizda ilk bulut yanıma geldi. ama Emre'nin dediklerini düşünüp yüzüne bile bakmadım. eğer benim hakkımda böyle saçma sapan şeyleri düşünüyorsa onun yanında bile kalmak istemiyordum. onu umursamadan tüm dersleri geçtim. çıkışta yanıma gelmek istedi ama emre buna engel oldu.
"koskocaman ev bizi bekliyor küçük hanım."
"evet hadi gidelim."
eve geldiğimizde kimse yoktu. muhtemelen halise abla da gitmişti. boş boş odalarımıza geçtik. ben direkt duş almıştım. bornozumu giyinip tevizyonumun karşına geçtim. tam o sırada bornozlu bir şekilde emre geldi. zaten tahrik oluyordum beni delirtmek istiyordu sanırım.
"iznin var mı? birlikte izleyelim."
"olur..."
yanıma oturdu ve filmi izlemeye başladık filmden çok Emre'nin vücuduna odaklanmıştım. Allah'ım deliricem sanırım.
"fiziğimi süzmeden filmemi odaklansan acaba prenses?"