Gözlerimi araladığımda, odanın loş ışığında zaman duygum tamamen kaybolmuştu. Perdeler kapalıydı, gökyüzünün rengi görünmüyordu ama içimde bir şey—bir huzursuzluk—saatin çok erken olduğunu fısıldıyordu. Yatakta doğrulmaya çalışırken o sesi duydum. Kapının dışından gelen, tiz ama ısrarlı tıklama sesleri… Bir süre kıpırdamadan oturdum. Göz kapaklarım hâlâ ağır, vücudum hâlâ uykudaydı. Tıklamalar durmamıştı. Ardından o sesi duydum. Kenan’ın sesi. Soğuk, sabırsız ve keskin bir tonda: “Ilayda. Sana sabah beşte hazır olmanı söyledim. Kalk.” Sesin tonu damarlarıma kadar işledi. Titreyen parmaklarımla saçlarımı geriye ittim. Hâlâ kendime gelmeye çalışıyordum. “Üçe kadar sayıyorum,” dedi bir kez daha. “Eğer kalkmamış olursan... içeri giriyorum.” İçimde bir şey buz gibi oldu. Ayaklarımın altı

