Sesi ense tüylerimi ürpertirken sıcak nefesi derime işliyordu. Bedenim kasılmadan edemedi. Orada olduğunu bilmek zordu. Dayanmak daha zordu. İlleri doğru bir adım attığımda zorlukla geri döndüm. Başımı kaldırmadan “Ben hallederim. Vallahi bak. Sen yorulma. Zaten yeterince yordum seni kaç gündür.” Derken kabul edip gitmesini öyle çok istiyordum ki. Lakin gitmiyordu. Konuşmak yerinde önce sağ eli elimdeki giysilere uzandığında çok da fazla bir kuvvet uygulamadan parmaklarımın arasından çekip aldı. Dolabın kapağını açıp oraya bıraktı. Ardından kapağı kapamadan katlanıp konmuş peştamalı aldı ve yine bana döndü.
Ne yaptığını anlamak istercesine baktığımda “Üç dakikan var. Soyun ve bedenini buna sar. Küvetin yanında otur” dedi ve dışarı çıktı. Anlamıştı. Belki de uğraşmak istememişti. Rahatlamak nasıl bir şey deseler bana şu an ki zamanı ve yaşadığımı söylerdim galiba. Hemen üzerimi çıkardım. Elbette başımdaki bandaja dikkat etmiştim. Ardından peştamalı bedenime sardım. Resmen straplez elbise gibi olmuştu. Dizlerimin altına geliyordu. Pek de soyunmuş gibi durmuyordum.
Küvetin yanına çöküp kenarına oturdum. Beklemeye başladım ama çok sürmedi. İçeri girdiğinde üstü çıplak altında ise sadece kısa bir şort vardı. Bu defa bastonu yoktu ama aksıyordu. Yanıma kadar geldiğinde tek kaşı hava da beni baştan ayağa süzdü.
“Bu, soyunmuş halin mi?”
Başımı salladım. Bakışlarımı yüzünde tutmaya çalışıyordum çünkü yanaklarım çoktan alev almış resmen nefesim sekteye uğramıştı. O geldiğinde ayağa kalktığım için bu defa kendisi kenara oturdu ve sağ eliyle önce tıpayı taktı. Ardından musluğu açıp suyun akmaya başlamasını sağladı. Dikkatliydi. Sanki çok önemli bir iş yapıyordu. Onu pür dikkat izlediğimi ve bolca dikizlediğimi anladığında bana bakmadı ama konuştu. Utancımdan yerin dibine girdim.
“Umarım benimle sevişirken daha soyunuk olursun. Malum giyinik şekilde yapmak pek zevk vermez. Bu arada manzara güzel herhalde alamadın gözlerini.”
Bakışlarımı öyle bir kaçırdım ki sadece yerdeki karo taşları izliyordum. Desenleri kendindendi. Kendimi babası onu azarlarken halının desenini izleyen çocuk gibi hissetmiştim. Elbette diğer dediklerini duymazdan gelmeye alışsam da imkansızdı. Onunla o işi yapmak üstelik çıplak.
Göğsüm daraldı. Yine değişik bir titreme içime çöreklenirken sesimi çıkarmadım. Ne diyecektim ki.
Su hazır olduğunda içine bir şeyler döktü ardından da köpürmesini sağladı. Ayağa kalktığında “Gir bakalım” deyip bekledi. Suyun içine girdiğimde resmen sadece başım dışarıdaydı. Cevahir bana tuhaf bakışlar atarken “İnci, abartmasan mı? Böyle seni nasıl yıkamamı bekliyorsun bana bir izah eder misin?” dediğinde sesi oldukça ciddiydi. Dakikalar sonra elinde yumuşak lif omuzlarıma sürtüyor kollarıma indiriyordu. Kendime sardığım peştamalın ucunu tutup aşağıya çektiğinde boş bulundum. Ellerim açılan göğüslerime dolandığında aldığı nefesi sertçe verdi.
“İnci. Bir kez daha uyarmayacağım. Ben senin kocanım. Şu saçma hareketleri bırak yoksa hiç iyi şeyler olmayacak.”
Şu an ya zaman dursa ya da büyük bir olay çıksa yalnız kalsam ne kadar güzel olurdu ama işte hayat bize hep istediğimizi vermiyordu. Çünkü sadece iki dakika sonra önünde suyun içinde oturuyordum ve ellerim kucağımda suyun içindeydi. Göğüslerim ise birer küçük tepe gibi öylece duruyordu.
Boynumdan gerdanıma oradan da göğüs oluğuma kadar inen lifi tutan el ateş parçası gibiydi. Tepeden bakarken aldığı solukları saç diplerimde misafir ediyordum. Alt dudağımı kanatana kadar ısırırken soluğumu benden alacak bir hareket yaptı. Lifi bırakan eli göğsüme kapandı. İri avucunun içinde kaybolan memem sanki beni ateşe veren o çıraymış gibiydi.
Gözlerimi kapadım. Bedenim onun okşaması ile gevşerken saniyeler içinde havalanmış onun kucağına oturuvermiştim. Dokunuşları, aldığım garip ama muhteşem his, bedenimin neye ihtiyacı olduğunu bilmediği halde kıvranması, Cevahir’in ise ellerini kullanması. Ben o İnci değildim artık sanki. Onun elinde değişiyordum. Şekil alıyordum. Dudaklarım onun dudakları tarafından örtülürken ağzının içine doğru inlediğimi sonradan fark ettim. Cevahir Kandemir beni deli ediyordu.
Sonra bir şey oldu. Onun kucağında tamamen çıplak kaldım. Ve o da şimdi tamamen çıplaktı. Belden altı suyun içindeydi ama hissediyordum. Bacaklarımın arasındaki o sertliği ve verdiği hissiyatı anlayabiliyordum. Tam bu kez ben öpmek için eğilirken ağzımın içine doğru “İnci” dediğinde duraksadım. Geri çekilip yüzüne baktığımda kaşları çatılmış yüzünde anlamak ister gibi bir ifade vardı. Yeniden adımı seslendi.
“İnci.”
Tüm bedenim titriyordu. Bana neler oluyordu bilmiyorum ama sanki kendimden geçmiştim. Altımdaki sertlik aklımı öyle bir bulandırmıştı ki neye uğradığımı şaşırmıştım. Bu defa o öpmeye başladığında resmen farklı bir boyuttaydım. Hem öpüyor hem de “İnci uyan” diyordu. Neden uyanmamı istiyordu ki. Ben uyumuyordum. Bu haldeyken nasıl uyuyabilirdim ki.
Bir kez daha geri çekildi ve elleri omuzlarımı buldu. Sarsmaya başladığında kaşlarım çatıldı. Sinirlenmiş gibi bir ifadeyle bakarken “Uyansana be kızım kendine gel. İnci! İnci diyorum.” Demesiyle irkildim. Ne zaman kapadığımı bilmediğim gözlerimi açtığımda suyun içindeydim ve Cevahir başımda oturuyordu. Bana öyle sert bakıyordu ki neler olduğunu anlayamamıştım. Az önce olanlar da neyin nesiydi.
Uzanıp çenemi sıkıca tutarak kendine çevirdiğinde siyahlarında incecik alevler vardı.
“Bana bak küçük hanım. Eğer yatağıma gelip benim kalkan aletimi indirmeyeceksen karşımda durup inlemeyeceksin. Hele şu avuç kadar memelerini hiç sergilemeyeceksin. Anladın mı?”
Sözlerinden sonra dudaklarım büzüşük şekilde olsa da aralandı. Ben az önce ne yapmıştım? Çenemi bıraktığı an başımı kendime çevirdim ve lanet olsun ki üzerimdeki peştamal sıyrılmış göğüslerim suyun kapatmadığı yerde öylece gözler önündeydi. Hemen ellerimle kapadığımda burnunda aldığı sert soluğu dudaklarından serbest bırakırken “Ayağa kalk. Durulanacaksın. Sonra da giyin. Fidan yemek getirecek ve sen hepsini bitireceksin.” Dediğinde peştamalı yeniden bedenime sarmaya çalıştım. Ayağa dikkatli bir şekilde kalktığımda resmen duvara çarpmış gibiydim. O kadar şeyi rüya olarak görmem üstelik onun karşısındaki göğüslerimi sergileyip inlemem hiç normal değildi.
Tam omuzlarımdan duş başlığını tutuyordu ki parmağının ucunu örtünün kenarına taktığı gibi aşağıya çekti. Ayaklarımın dibine düşen örtüye mi bakayım yoksa bedenimin olduğu gibi gözler önüne çıkmasına mı bilemedim. Ona sırtım dönüktü. Sadece popomu ve bacaklarımı görüyordu ama bu bile sanki yeterli gibiydi. Dişlerini sıkarken “Kıpırdama sakın” dedi. Oysa bende kıpırdayacak hal de cesarette kalmamıştı.
Suyu omuzlarımdan sırtıma oradan da kalçama indirdi. Ön tarafa kolunu uzatıp aynı işlemi yaptı. Şükür ki dön demedi. İstese de dönemezdim orası ayrıydı. İşi ittiğinde “Tıpayı çıkar.” Deyip arkamdan çekildi. Ben bornoza nasıl ulaşacağımı hesap ederken duşakabinin kapısının kapanma sesini duydum. O da duş alacaktı anladığım kadarıyla.
Ben mi çok yavaştım yoksa zaman mı ağır akıyordu bilmiyorum ama tıpayı çıkarıp suyun boşalmasını sağladıktan sonra çıktım ve hemen bornozuma koştum. Üzerime geçirdiğimde bağcığını sıkıca sağladım. Eşyalarıma uzanırken kabinden garip sesler gelmeye başladı. Camlı olduğundan içerisini yarı yarıya görebiliyordum.
Şu an gördüğüm şeyle ağzım kocaman açılırken bir an önce çıkmam gerektiğini biliyordum ama kıpırdayamıyordum. Çünkü Cevahir Kandemir şu an sırtını duvara yaslamış avucunda aleti bir şeyler yapıyordu. Bu, bu yaptığı neydi emin değildim. Yine de izledim. İç sesim avazı çıktığı kadar bağırsa da duymuyordum çünkü erkeksi iniltiler şu an kulaklarımda dans ediyordu.
Kabinin yarıdan aşağısı buzlu cam olsa da saydam kısmından gördüklerimle yutkundum. Başını kaldırdığı an göz göze geldik. Durmadı. Her ne yapıyorsa kaşları çatık biçimde bana bakarken devam etti. Ayaklarım olduğum yere yapışmış gibiydi. Gidemiyordum.
Fazla sürmedi ama başını yeniden geriye yasladı ve bakışlarını benden kaçırmadan dişleri arasından hırıltılı sesler çıkararak erkekliğinin ucundan beyaz sıvılar fışkırttı. Bunu yaptıkça rahatlıyor gibiydi. Ben mi? Resmen mala bağlamış öylece kalmıştım. Cevahir işi bittiğinde yine gözlerini benden ayırmadı ve suyun altında bedenini yıkadı. Mantıklı yanım köşesinden çıkmış olacak ki öyle okkalı bir tokat atıp beni uyardı ki banyodan nasıl koşarak çıktığımı bilemedim. Üzerimi giyiniyordum güya ama bakışlarım banyo kapısında oyalanıyordu.
Kendime o kadar kızdım ki. Başımı duvara vurasım gelmişti. Hem saçma sapan rüyalara dalmıştım hem de adam kendini okşarken izlemiştim. Resmen rezaletti. Üzerimi öylesine hızlı giyindim ki kendimi yatağa atıp örtüyü başıma kadar çektim. Sıcak olması ya da benim daha on gün kadar önce ölümden dönmem umurumda değildi. Şu an onunla yüz yüze gelemezdim. Gelmemeliydim.
****
İnci ile konuştuğumda öğrendiklerim canımı çok sıkmıştı çünkü şöyle bir durum vardı ki o kız benim namusumdu. Benim yanımda ve nikahımda olduğu sürece namusu benden sorulurdu. Kim ona saygısızlık yaparsa cezasını elimden çekerdi. Bir diğer şeyse onu öpmemdi. Küçük kız oldukça toydu. Onun yaşında birinin öpüşmeyi dahi bilmiyor olması benim için eksi mi artı mı bilmiyordum.
Sonunda hastaneden çıkıp konağa geçtiğimde öfkeliydim. Salonda oturan aile üyelerinin karşısına çıktığımda başımı dik tutup gözlerimi keskinleştirdim. Sözlerim de bir bıçağı andırıyordu.
“Ben karımdan olan biteni öğrendim. Bir daha kim karımın namusu hakkında ileri geri konuşursa, onu hiç ummadığı bir ceza ile cezalandırırım. Kimsesin haddine değil herkes ayağını denk alsın.”
Nilay ayağa kalkıp “O orospuyu mu savunuyorsun ona mı inanıyorsun?” dediği an benim gözüm döndü. Yanına kadar gidip burnunun dibine girdiğimde gözlerimden ateşler çıkıyordu.
“Tekrar et. Hadi aynı şeyleri bir kez daha söyle.”
Amcamla yengem kalkmış aramıza girmeye uğraşıyordu. Vildan ise sessizdi. Cihangir benim sözlerim bittiğinde çoktan odadan çıkmıştı.
Kuzenim olacak çıngıraklı yılan sanki ona vurmuşum ya da işkence etmişim gibi ağlarken “O kız aramıza girdi. O gelmeden önce böyle değildin bize karşı. Seni dolduruyor görmüyor musun?” dediğinde dudaklarımdan sinirli ama alaycı bir gülüş kaçtı. Öyle bir baktım ki kaskatı kesildi. Kulağına doğru “yaptığın namussuzluğu ortaya çıkarmamı istemiyorsan sesini kesip oturur kaderine razı gelirsin” deyip dişlerinin arasından söylendim.
Geri çekildim. Asla taviz vermeden “Bu kız bir ay içinde benim seçtiğim bir adamla evlenip bu konaktan defolup gidecek. Başka da sözüm yok.” deyip arkamı döndüm. Önce yengem “Asla olmaz” derken amcam “Oğlum gel bir konuşalım. Ben onun haddini bildiririm edepsizlik etti sen büyüksün affet.” Diyerek araya girdiğinde sesim odayı doldurdu.
“Eğer ben bu aşiretin ağasıysam kuzenim dahi olsa karıma tek bir kötü laf edemez. Ederse cezasını çeker. Son sözümdür. Ben ona uygun birini seçeceğim o da evlenip gidecek. Üstelik bunu şu an ettiği laflar yüzünden değil benim mahremime girip çarşaf derdine düştüğünde hak etti. Yetmedi karımı hastanelik etti. O kız bu konağa geleli daha bir ay olmadan ne hallere düştü. Unutmayın onu siz getirdiniz ben sahiplendim. Şimdi kimse kendi yaptıklarının sonuçlarından kaçmayacak.”
Amcam bir şey diyecek gibi olsa da sustu ama yengem “Sen aklını kaçırmışsın. Ben kızımı istemediği biri ile evlendirmem. Hem o daha okuyor.” Diyerek üzerime geldi. Ona tepeden bakarken başını yana eğdim.
“Yirmi altı yaşında senin kızın. Kaç sene önce bitirmesi gereken okulu uzattıkça uzattı. Sanki bilmiyorum gittiği yerde yediği bokları. Hiç uzatma yenge. Senin kızın bu konaktan gelin olarak çıkıp gidecek. Gittiği yerde ister ölür ister çenesini tutar adam gibi davranır yaşar gider. Orası artık benim sorunum değil. Onu benim mahremime izinsiz girip İnci’ye terbiyesizlik ederken düşünecekti. Ben susuyorum diye siz ne ara kendinizi her şeye laf söyleme statüsüne koydunuz böyle. Öyle bir dünya yok. Bir daha da benim lafımın üzerine laf söylemeyin.”
Nilay oturmuş ağlıyordu. Umurumda değildi. Onu hiçbir zaman sevmemiştim. Çünkü kendisi kuzeninin koynuna girmeye çalışan bir fahişeden başkası değildi. Bu konuda sessiz kalmamın tek nedeni ileride kullanacak olmamdı. Şimdiyse başını kaldırıp bana baktığında gözlerimdeki gördüğü şeylerden korkmaya başlamıştı. Olacakları biliyordu. İtiraz ederse yaşanacak rezaleti de anlamıştı.