AĞANIN ESİRİ- OYUN - 4

1544 Kelimeler
Kaşlarım anlık çatıldı çünkü odadan çıkmama aşağıya inmeme izin yok gibiydi. Bunun nedenini Cihangir ya da Vildan Hanıma sormalıydım. Lakin önce benim için alınan gelinliği denemem gerekiyordu. Kızların yardımı ile dakikalar içinde üzerimi giyindiğimde gözlerime inanamadım. Altın nakışlarla işlenmiş zarif kaftanını giydiğimde, geçmişin görkemiyle bugünün asaleti bedenimde buluşmuş gibiydi. Krem beyazı kumaş, zarif olduğunu yeni keşfettiğim duruşuma adeta bir zemin hazırlıyor; el işçiliğiyle bezenmiş altın çiçek motifleri, incecik bir sabırla ilmek ilmek işlenmişti. Gömlek yaka kısmından başlayan ve göğüs hizasında altın şeritlerle tamamlanan detaylar, bana adeta bir sultan havası katıyordu. Belimi saran antika işlemeli kemer bu kadarı da olmaz dedirtmişti bana. Normal bir gelinlik değildi. Geleneksel bir kıyafetti farkındaydım ama nerenin emin değildim. Kızlar bana bakarken Fidan “Ağamın anası Kafkas güzeliymiş. Ondan bunu seçmiş belli ki” derken diğerleri ona katıldı. Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken yeniden kendime baktım. Bu oldukça garip ama güzeldi de. Şimdi şöyle bir etrafımda döndüğümde kendimi hiç olmadığım kadar asil hissediyordum. Daha sonra kına için gelinliğin modelinden bordo renk elbise aklımı başımdan almıştı. Onu da denedim. Sanki ikisi de bedenime göre yapılmış gibiydi. Zayıftım. Bedenim normal bir kadın bedenine göre küçüktü ama yine de bunların içinde kadın gibi hissetmek hoşuma gitmişti. Elbette bunlarla sınırlı değildi. Gelinlikle bindallıyı getiren kadın “Ağamın odasında sizin için eşyalar ayarlanıyor. Düğünden sonra kalacağınız yer de tamamlanıyor Hanımım.” Derken garip hissetmeden edemiyordum. Hanımım gelin hanım gibi hitaplar benlik değildi. Üzerimdeki bindallı ile onlara döndüğümde ılımlı bir sesle “Bana en azından baş başayken sadece İnci deseniz. Çünkü galiba yaş olarak benden büyüksünüz ve böyle hanımım falan değince kendimi tuhaf hissediyorum.” Deyip yüzlerine baktım. Fidan ile Esma gülümsese de diğer kadın başını eğdi ve “Ağamın hanımına ismi ile hitap edemeyiz” dedi. O sırada avluda her ne oluyorsa bağrışmalar yükseldi. Birden oldukça gür bir erkek sesi “Ben ne diyorsam o? İşine gelmeyen siktir olup gitsin!” dediğinde kızların üçü de dut yemiş bülbüle döndü. Başlarını hafifçe eğerken Esma “Biz çıkalım hanımım siz de üzerinizi değiştirip dinlenin. Akşama kına merasimi olacak kadınlar arasında. Yarın da düğün” dediğinde kaşlarımı kaldırdım çünkü bunların olacağından daha haberim bile yoktu. Onlar çıktığında yine yalnız kaldım. Ayna karşısında bir süre daha kendimi izlerken bağrışlar devam etti ama sonrasında bıçak gibi kesilmesine neden olan şey patlayan bir silahın sesiydi. İrkilip olduğum yerde donup kalırken yutkunmak benim için zordu. Odadan çıkıp bakmak istedim. Titrediğimi fark etsem de merakım başıma bela olacak gibiydi. Oysa kimsenin işine karışmamayı yengem zamanında çok sağlam bir dille öğretmişti bana lakin yine de neler olduğunu görmek istedim. Odadan çıkıp terasın demirlerine yanaştığımda yerde bacağını tutan bir adam vardı ve tam karşısında oturmuş sırtı bana dönük bir adam duruyordu. Gözlerim büyürken dudaklarımdan kaçacak şaşkınlık nidasını avucumla ağzımın içinde tutmaya çalıştım. Bu gördüklerim gerçek olamazdı. Üstelik hemen çaprazlarında müstakbel eşim ve kayınvalidem duruyordu. Nefesim hızlanırken yerde kıvranan adam başını kaldırdı ve beni görüp bir anda “Gelim ağam yalvarırım siz yardım edin bana ağam kıymasın canıma!” diye bağırdı. Göz bebeklerim daha da büyürken geri çekilmek için sanki biraz geç kalmıştım çünkü hem Vildan Hanımla Cihangir hem de adını bilmediğim o adam başını çevirip bana baktı. Bense sadece bana bakan o adamın yüzüne odaklanmıştım çünkü çok katı ve sert bakıyordu. Geri çekilmek şöyle dursun kıpırdayamıyordum. Sanki bacaklarım olduğu yere beton gibi çakılmıştı. Vildan Hanım ne ara oradan ayrıldı da yanıma geldi bilmiyorum ama kolumu tutup geri çekerken bana yalvaran adamın başına isabet eden bir mermi bu defa çığlığımın konağa yayılmasına neden oldu. Odaya bir paçavra gibi atılırken yere düşmek beklediğim bir şeydi. Başımı kaldırdığımda çatık kaşlarla bana bakan kadın “Sana odadan çıkmayacaksın demediler mi? Neden laf dinlemiyorsun!” derken bağırıyordu. Bense “Az önce orada bir adam öldü. Öldürüldü. Neler oluyor burada? Niye onu öldürdü?” demekten öte gidemiyordum. Birkaç adım da dibime kadar gelip kollarımdan tuttuğunda ayağa kaldırması zor olmadı. Bedenimi sarsarken “Kes sesini. Bağırıp durma. Bir şey görmedin duydun mu beni? Unutacaksın. Gördüğünü duyduğunu o kuş beyninden sileceksin. Anladın mı beni?” diye bağırıyor beni hırpalıyordu. Dilim tutulmuş gibiydi. Ağladığımı gördüğünde yüzünü buruşturdu. Gördüğüm şeyin adı sanki tiksintiydi. Beni sarsmayı bırakıp geri ittiğinde tıpkı kuklaymışım da o beni bırakınca iplerim serbest kalmış gibi yatağın yanına düşüverdim. Üzerimdekileri yeni fark ediyormuş gibi “Çıkar şu paçavraları. Ben sana kıyafet yollayacağım. Bu lanet elbiselerle insan içine çıkmayacaksın. Yine söylüyorum. Az önce olanları unut yoksa canını yakarım.” Diyerek gittiğinde kapanan kapıya saplanan bakışlarım acı doluydu. İçine düştüğüm bu yer sanki her kapısının arsından bir canavarın fırlayacağı kabus gibiydi. Bu kadın bana o kadar iyi davranmamıştı belki ama şu an ki halinden sonra korkmuştum. Kalkıp üzerimi değiştirmek istediğimde dudaklarımdan firar eden hıçkırıklar odaya doluşuyordu. Akşam üzerine Fidan Esma ile geldiğinde avluda kına için eğlence yeri hazır olmuştu. Bunu seslerden ve müzik sisteminin ayarlanırken ki bağırışlarından anlayabiliyordum. Gerçekten de evlenmek istiyor muydum emin değildim. Geri gitsem amcamlar bana ne yapardı o da meçhuldü. Tanıdığım bildiğim başka akrabam ya da gidecek yerim yoktu. Resmen kapana kısılmıştım. Benim giyinik olmadığımı gördüklerinde “Neden hazırlanmadın?” diye sordular. “Giyecek bir şeyim yok. Vildan Hanım elbise yollayacaktı ama kimse bir şey getirmedi.” Kaşları kalkan Fidan “Elbise mi? Hanımım sen aklını mı kaçırdın. Bu gece o bindallı ile aşağıya inmezsen ağam savaş çıkarır.” Derken Esma onu onayladı. Yatağa oturduğumda ağlamaya başladım. “Kimin dediğini yapacağımı şaşırdım. Daha birkaç saat önce aşağıda birini öldürdüler ama hiçbiriniz de ses yok. Neler oluyor Fidan Allah aşkına sen bir şey söyle.” İkisi birbirine bakarken soluğunu usulca bırakan Fidan “Sen ağamın dediğini yap yine de” dediğinde omuzlarım düştü. Yarım saat içinde yeniden bana gönderilen bindallıyı giydim ve Esma saçlarımı topuz yaptı. Biraz da makyaj yaptıklarında ayna da oldukça güzel bir kız vardı ama benim için korku ve tereddütlerle doluydu. Odadan çıkma zamanımızı orta yaşlı bir çalışan haber verirken başıma örtülen kırmızı örtüyle kızlardan da yardım alarak odadan çıktım. Merdivenleri indikçe zılgıt sesleri ile merdivenleri indim. Avluya ayak bastığımda ise tam da ortaya kurulan taht tarzı yere oturtturdular. Sesler işitiyordum. Fısıltılar. Müzik yeniden başladığında genç kızlar ortaya çıkıp oynuyor halay çekiyordu. Bense sanki kendi kınam değilmiş gibi bir köşe de öylece duruyordum. **** Genç kızın gelişi ile şenlenen kına da Vildan sinirinden kuduruyordu çünkü üzerindeki bindallı en nefret ettiği kişiye aitti. Zamanında yerini alabilmek için çabaladığı sonrasında da elini kana bulamaktan çekinmediği o kadına aitti. Züleyha’ya. Erkekler yoktu. O öyle istemişti. Genç kızlar halay eşliğinde eğlenirken bazıları kendi arasında konuşuyordu. Seslerinde haset vardı. Saf kıskançlık ve bolca acıma. “Ay adam sol tarafından felçli bu kızla o işi nasıl yapacak?” Diğeri biraz daha konuşan kızın kulağına doğru eğildi. “Kız sus sence o kızı buna karılık etsin diye mi aldılar. Resmen bakıcı olacak haberi yok garibin.” Fısıltılar çoktu. Gelin duymuyordu ama dudağının ucunu hafiften kıvıran Cevahir Kandemir hepsinden haberdardı. Oysa odasında kaldığında her şey daha farklıydı. Aşağıdaki kadınları küçük balkonundan izlerken kimse onu görmüyordu çünkü karanlık kısımda kalıyordu. Parmaklarının arasına sıkıştırdığı çikolatalı purosundan içerken avucuna kına yakılmış kızı daha fazla inceledi. Annesinin kıyafetleri ona yakışmıştı. O an zamanında annesi Züleyha’nın da en az İnci kadar zayıf ve küçük olduğunu bir kez daha fark etti. Kına bitip çalışanlar kızı odaya çıkardığında ayağı için yeniden ilaç götürdüler. İlacı içen İnci ise derin bir uykunun kucağına istemsiz bir düşüş yaşadı. Konakta sessizlik hâkim olurken odasından çıkan kişi Cevahir’di. Terasa çıktığında yine kendini uzun zamandır girmediği ama ona ait olan odada buldu. Saçları yastığa serilmiş kızın hafif çatık kaşlarıyla huzursuz bir uykuda olduğunu fark edebiliyordu. Gözleri ayağına takıldığında ise dişlerini sıktı. Sakar kız ayağının sargılarını uyku esnasında açmış kanamasına neden olmuştu. Yeniden pansuman yaptı. Temiz sargı bezleri ile sardıktan sonra iri bedeniyle öylece durup saatler sonra resmi anlamda da karısı olacak kıza baktı. Oyunundaki küçük piyonun varlığı belki de tüm dengeleri değiştirecekti. Odadan çıktığında bir süre şehrin karanlığını izledi. Parmaklarının arasında yine purosundan vardı. Sigara sevmezdi ama puro onun için vazgeçilmezler arasındaydı. Babasını düşündü. Geçmişi, annesini, ne kadar mutlu olduğunu ve şimdiki halini. O aslında iyi bir çocuktu. Mutluydu. En azından annesi onunla ilgilenir babasının omuzlarına yüklediği geleceğin ağası yükünü biraz olsun hafifletirdi. Sonra o gelmişti. Bir yaz günü konağa adım atan kişi babasının elinden tutan Cihangir’di. Ondan sadece üç yaş küçüktü. Annesinin sessizce izleyişini, döktüğü göz yaşını ve hayal kırıklığını bugün bile hafızasından silebilmiş değildi. Belki de o yüzden sadece birkaç ay sonra kilerde aslını bedenine sarılırken babasına olan öfkesi yükselmişti. Annesi yaşanan ihaneti kaldıramamıştı. Oysa güzel kadındı Züleyha. Birçok kadının gıpta ettiği bir asalete zarafete ve sakinliği ile oluşturduğu güce hayrandı. Kandemir ailesinin büyük gelini ve aynı zaman da gelecekti ağanın annesiydi. Varis anası olduğu için oldukça da güçlü görünürdü. Lakin ihanet en büyük kaleleri bile yıkan bir güçtü. Belki de bu yüzden İnci’ye onun kıyafetlerini yollamıştı. Onu da annesi kadar güçlü yapmak istemişti. En azından işi bitene kadar. İç çekti. Boynunu sağa sola oynatırken saatini kontrol edip odasına indi. Yatağa uzandığında başını yana çevirip boş olan yastıkla yüz yüze geldi. Güneş bir daha battığında o yastığın üzerinde tel tel kumral saçlar dağılmış olacaktı. Gözlerini kaparken bir kez daha takla attığı arabanın içindeydi. Bir kez daha kaza yapıyordu ve aynı acıları yaşıyordu. Bu kez yalnız değildi. Yan koltuğunda İnci de vardı ve takla atarlarken onun çığlığı tüm rüyayı kaplamıştı. Kan ter içinde uyandığında ise güneş doğmuş odasına vuruyordu. Yüzünü elleri sıvazlarken göğsü aldığı sert sık ve derin soluklarla kalkıp iniyordu. Başını çevirdiğinde gördüğü yüz ona göre sadece dehşetin izlerini taşıyordu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE