📖 7. BÖLÜM – SESSİZLİĞİN ÖĞRETTİKLERİ
İnsanın en zor öğrendiği gerçeklerden biri şudur:
Bazen sessizlik, cevapların en doğrusu olur.
Konuşmak istersin ama kelime bulamazsın.
Anlatmak istersin ama karşındaki anlamaya hazır değildir.
İçinde taşıdığın yükü paylaşacak kimse çıkmaz.
Ve o anda farkına varırsın…
hayat, en çok yalnız bıraktığı yerde öğretir.
Ben de o gün anladım.
Duyduğum hiçbir söz, hissettiğim boşluğu doldurmuyordu.
Söylenen cümleler, yaşadığım gerçekleri değiştirmiyordu.
İnsanların tavırları, kalbimin eksilen yanını onarmıyordu.
Her şey birbirine karışmış gibiydi.
Geçmiş, bugün, yarın…
Hepsi aynı sorunun etrafında dolaşıyordu:
“Bundan sonra ne yapacaksın?”
Bazen insan kendine bile cevap veremez.
Bu bir zayıflık değil.
Bu, yeni bir başlangıcın işaretidir.
Benim başlangıcım da böyle oldu.
Sustukça düşündüm.
Düşündükçe gerçeği gördüm.
Gerçeği gördükçe eski benliğimi geride bıraktım.
Artık kimseye kendimi anlatma telaşım yok.
Kimse beni anlamaya çalışsın diye çaba vermiyorum.
Herkesi yanımda tutmaya uğraşmıyorum.
Çünkü öğrendim:
Bir insan gitmek istiyorsa, tutamazsın.
Bir insan kalmak istiyorsa, yormazsın.
Bir insan değer veriyorsa, hissettirir.
Vermiyorsa, beklenti kurmanın anlamı yoktur.
Tecrübenin bana bıraktığı tek cümle şuydu:
“İnsanı yoran insanlar değil, insanın kendisidir.”
Kırılmayı kabul etmeyip, kıranları affetmeye çalışan yanımızdır.
Bizi tüketen de budur.
Artık bunu yapmıyorum.
Artık kendime dönüyorum.
Artık kendi içimde büyüyorum.
Yeni ben, sessizliğin içinden çıkıyor.
Kendiyle konuşarak, kendiyle kavga ederek, kendiyle barışarak.
Geriye dönüp baktığımda
“Keşke” demiyorum.
Çünkü biliyorum ki o yaşadıklarım olmasaydı,
bugünkü çizgimi çizemezdim.
Bir insanı değiştiren şey acı değil,
acıya rağmen ayakta durma kararıdır.
Ben o kararı verdim.
Artık ne bir beklentim var
ne bir umudun peşinde koşuyorum.
Sadece kendime sadık kalıyorum.
Sadece kendi iç huzuruma güveniyorum.
İnsanın gücü, kalabalıkta değilmiş.
İnsanın gücü, kendini bırakmadığı yerdeymiş.
Ben kendimi bırakmadım.
Ve bu, bana bugünün kapısını açtı.
Bir süre sonra şunu fark ettim:
İnsan bazen devam etmek için değil, durmak için güç arar.
Çünkü durmak zor iştir.
Kendine dönüp bakmak, neye üzülüp neye tutunduğunu görmek kolay değildir.
Ben de durdum.
Koşmayı bıraktım.
Koştukça yorulduğumu, yoruldukça da kendimi kaybettiğimi fark ettim.
Durunca gördüm ki, yük sandığım şeylerin çoğu benim değilmiş.
Bana ait olmayan kırgınlıkları taşımışım.
Bana ait olmayan sözlere inanmışım.
Bana ait olmayan insanlara tutunmuşum.
Oysa hayat, kendine ait olmayan hiçbir şeyi uzun süre taşıtmıyor.
Ya bıraktırıyor ya düşürtüyor.
Benim de elimden bazı şeyleri aldı.
Bunu cezaymış gibi gördüm.
Meğer hepsi bir korumaymış.
Bir kapı kapandığında, ardında sessiz bir uyarı bırakıyor hayat:
“Buradan geçmen gerekmiyordu.”
O zaman anlamıyorsun, ama zaman geçince görüyor insan.
Bazı kayıplar aslında kurtuluşmuş.
Bazı gidişler aslında şifreli bir iyilikmiş.
Tecrübeyle anlıyorsun ki, insanı en çok inciten şey, hak etmediği davranışlar değil.
En çok inciten, kendine rağmen verdiği mücadeleymiş.
Ben de kendi içimdeki o mücadeleyi bıraktım.
Artık kimseyi değiştirmeye çalışmıyorum.
Artık kimseye kendimi ispatlamak gibi bir derdim yok.
Artık herkes beni anlasın diye uğraşmıyorum.
Çünkü anladım:
İnsan, anlamak istediğini anlar.
Değer vermek istediğine değer verir.
Duymak istediğini duyar.
Görmek istediğini görür.
Diğer her şey boşa çabadır.
Bu farkındalık beni ağırlaştırmadı.
Tam tersine hafifletti.
Üzerimde taşımak zorunda hissettiğim ne varsa
birer birer bıraktım.
Kalbimi yoranları
kendimi suçlamama sebep olanları
kırıldığım halde susmama neden olanları
hepsini geride bıraktım.
Çünkü hayat bir şey öğretirken
önce elindekileri alır.
Sonra sana ihtiyacın olanı verir.
Benim ihtiyacım olan da buydu:
Kendimi yeniden kurmak.
Bir gün oturdum ve dedim ki:
“Ben artık eski yere dönmeyeceğim.”
Eski alışkanlıklarıma
eski duygularıma
eski zayıflıklarıma
eski sabrıma
eski suskunluğuma…
hiçbirine dönmeyeceğim.
Çünkü insan, aynı yara izine iki kez dokunursa tekrar kanar.
Ben artık o izlere dokunmayı bıraktım.
Acıyı hatırlamak için değil,
nereden yükseldiğimi görmek için bakıyorum eskiye.
Ve şunu anladım:
İnsan bir kere güçlenince,
bir daha kimse onu eski hâline döndüremez.
Zamanla şunu da fark ettim:
İnsan en çok, kimseye söyleyemediklerinden yoruluyor.
Dilinin ucunda duran gerçekler
kalbine ağırlık yapıyor.
Anlatmak istediğini anlatamamak
susmak zorunda kalmak
bir noktadan sonra içini daraltıyor.
Ben hep güçlü görünmeye çalıştım.
Kimse kırıldığımı bilmesin istedim.
Kimse içimdeki fırtınayı görmesin istedim.
Ama güçlü görünmekle güçlü olmak arasında derin bir fark varmış.
Bunu geç anladım.
Güçlü görünmek, maskeymiş.
Güçlü olmak ise içten gelen bir sesti.
Sessiz ama sağlam bir ses.
“Olan oldu, ben buradayım” diyen bir ses.
Ben bu sesi sonradan duydum.
Kırılınca değil, kırılmayı durdurunca.
Acıyınca değil, acının üstüne basıp yürüyünce.
Yıkılınca değil, yıkıntıların arasından kendimi toplayınca duydum.
Çünkü insanı değiştiren şey yaşadıkları değil;
yaşadıklarını nasıl taşıdığıdır.
Ben de artık taşımıyorum.
Yük değil, gerçekleri alıyorum yanıma.
Yaralar değil, öğrendiklerim benimle yürüyor.
Artık daha fazla susmuyorum ama herkese de anlatmıyorum.
Seçiyorum.
Dinleyeni, anlayanı, kalbi yumuşak olanı seçiyorum.
Herkesin bilmesine gerek yok.
Herkesin anlamasına gerek yok.
Herkesin yanımda durmasına gerek yok.
Çünkü öğrendiğim en açık gerçek şu oldu:
Yanında olan insan, konuşmana ihtiyaç duymadan da hisseder.
Seni anlamak için çaba gösterir.
Yükünü paylaşır.
Seni sen olduğun için kabul eder.
Yanında olmayan ise,
kelimelerin yetse bile gelmez.
Anlatsan da anlamaz.
Seslensen de duymaz.
Bu farkı gördüğüm gün,
kalbimin kapısını kime açacağımı daha iyi anladım.
Kalbimin ortasında eskiden bir yer vardı.
Herkes için açıktı.
Herkes girsin, herkes bilsin, herkes duysun isterdim.
Şimdi değil.
Şimdi o kapının anahtarı bende.
O kapıyı hak eden biri varsa
sadece ona açıyorum.
Başkası için kapı aralamıyorum.
Çünkü bir kez kırılan insan,
kırılmamak için değil,
doğru kişiyi seçmek için değişir.
Ve bu değişim, insanı soğutmaz.
Sadece bilgeleştirir.
Artık gülüşünü herkese göstermezsin.
Sırlarını herkese anlatmazsın.
İçini herkese açmazsın.
Ama açtığın insana gerçek hâlini sunarsın.
İnsanın asıl gücü burada olur.
Kendini saklamakta değil,
kime açacağını bilmekte.
Bir gün geldi ve anladım ki, hayatın en büyük sınavı insanlar değilmiş;
insanın kendi içiymiş.
Kendine rağmen güçlü kalmak,
kendi kendini ayağa kaldırmak,
kimse yokken kendi sesini duymak…
işte gerçek güç burada saklıymış.
O gün durdum.
Derin bir nefes aldım.
Kendime baktım.
Kırgınlıklarıma değil, onları taşıyış biçimime baktım.
Suskunluklarıma değil, neden sustuğuma baktım.
Gidenlere değil, geride kalan benliğime baktım.
Ve şunu gördüm:
Ben, sandığımdan daha güçlüymüşüm.
Düşünce yeniden kalkabilmişim.
Kırılınca toparlanabilmişim.
Kimse yokken kendime sahip çıkmayı öğrenmişim.
Yolumu kaybettiğimi sandığım yerde
asıl yolumu bulmuşum.
Çünkü insan en çok,
kendi içindeki karanlığa ışık tutabildiği zaman büyür.
Ben o ışığı sonunda gördüm.
Artık başım dik.
Kalbim sessiz ama sağlam.
Adımlarım yavaş ama kararlı.
Kim olduğumu biliyorum.
Ne olduğumu biliyorum.
Ne hak ettiğimi biliyorum.
Ve artık hiçbir şey beni eski hâlime döndüremez.
Ne kırıldığım günler
ne duyduğum sözler
ne de giden insanlar.
Çünkü hepsi, bu hâle gelmem için gerekiyordu.
Hayatın bana öğrettiği son cümle şuydu:
“Hiçbir acı seni küçültmez.
Sen izin verirsen küçültür.”
Ben izin vermedim.
O yüzden küçülmedim.
Aksine büyüdüm.
Ve şimdi anlıyorum:
Güçlü olmak, bir seçimmiş.
Ben bu seçimi yaptım.
Bu kez kimse için değil.
Bu kez kendim için.
Yıllar boyunca en çok yanlış anladığım şey, gücün dışarıdan geldiğiydi.
Bir sözden, bir omuzdan, bir varlıktan güç alabileceğimi sanmıştım.
Oysa asıl güç, kimseye anlatmadığın gecelerde doğuyormuş.
Kendi kendini sakinleştirdiğin zamanlarda,
kimsenin bilmediği fırtınaları tek başına durdurduğun anlarda büyüyormuş insan.
Ben de o gece anladım:
Kendi ayakta duruşum, kimsenin desteğine bağlı değilmiş.
Sustuğum yerde bile kendimi duyabiliyormuşum.
Düştüğüm yerde bile kalkacak gücü yine içimde bulabiliyormuşum.
Hayat bana çok şey gösterdi.
Gidenleri, kalanları, değeri bilenleri, kıymeti görmeyenleri…
Ama en çok da, kendime rağmen güçlü kalmayı öğretti.
Artık biliyorum:
İnsan en büyük dönüşümü, başkalarına değil, kendine kırıldığında geçiriyor.
İçimdeki eski ben susunca,
yerine daha kararlı, daha sade, daha gerçek bir hâl geldi.
Şimdi önümde uzun bir yol var.
Bu kez yolun nasıl olduğuna değil,
benim nasıl yürüdüğüme bakıyorum.
Bir zamanlar korktuğum şeyler bugün beni büyütüyor.
Bir zamanlar canımı yakanlar bugün beni sağlamlaştırıyor.
Bir zamanlar “dayanamam” dediğim acılar bugün beni ben yapıyor.
Ve şimdi biliyorum:
Hiçbir kırılma beni küçültemez.
Hiçbir suskunluk beni zayıflatamaz.
Hiçbir gidiş beni bitiremez.
Çünkü ben artık kendime yaslanan biriyim.
Ve en sağlam duruş, insanın kendi duruşudur.
Bu bölüm burada bitiyor.
Ama içimde başlayan şey…
yeni bir hayatın ilk adımı.