Bir ay geçmişti. Demir’le o gün konuşmuştuk, ama yine de kendi evimde kalmaya devam ediyordum. O zamandan beri yalnızca o aradığında konuşuyorduk. Ne sık ne seyrek… Tam kararında, yaralı bir ilişkiyi ayakta tutacak kadar. O da bunu kabullenmiş gibiydi, en azından öyle sanıyordum. Ama içten içe, beklediğini ve bir noktada sabrının taşacağını biliyordum. O gün hastanede yoğun bir sabahtı. Poliklinik tıklım tıklım, dosyalar masamın üzerinde dağ gibi yığılmış. Gülce “Biraz dinlen” diye sürekli başımda dönüyor, Elif de ara ara bana su ve meyve getiriyordu. Tam bir hastanın çıkmasını beklerken kapı açıldı. Demir. Yüzü sert, kaşları çatık, ama gözlerinde o tanıdık telaş var. Bir aydır ilk kez böyle geldi. Kapıdan içeri girer girmez “Lara, biraz konuşmamız lazım” dedi. Ses tonu, normaldeki gibi

