Akşamüstüydü… Güneş, mahalledeki apartmanların arasından çekilmeye başlarken, sokak lambaları titrek bir ışıkla yanmaya başlamıştı. Esnaf kepenkleri indiriyor, bazıları ise akşam müşterileri için dükkanlarını açık tutmaya devam ediyordu. Küçük bir mahallede, dar sokaklarda çocuk kahkahaları yankılanıyordu.
Bu mahallede sıradan görünen, ama aslında sıradanlıktan çok uzak bir grup insan yaşıyordu. Gölge Timi.
Aslında daha önce askeriyede lojmanda yaşıyorlardı ama bir hain nedeniyle kayıplar verilmesine neden olunca ayrılmayı tercih ettiler. Sessiz ve yavaş bir şekilde bir mahalleye yerleştiler. En azından bu şekilde sadece kendilerinden sorumlu hissediyorlardı kendilerini. Komutanları ne kadar doğru bulmasa da ısrarcı olmuşlardı. Görevde kayıplar olurdu elbet ama onları korumak için kayıp verilmesi onlara göre değildi ki kendileri bilinmesi bile isimleri dilden dile dolaşıyordu. Onların peşinde çok fazla kişi vardı.
Küçük bir mahalle kafesi... İçeride birkaç masa doluydu. Televizyon açıktı ve haberlerde sıradan bir olay anlatılıyordu. Mahallenin neşeli ama en şüpheli görünen adamı Bertuğ (Joker), önündeki çayı karıştırırken sırıtarak konuşuyordu.
“Abi, geçen gün bir amca geldi. ‘Oğlum, benim telefon bozuldu, ama bozulmadı. Çalışıyor ama çalışmıyor,’ diyor. Meğer adamın telefonun ekran parlaklığı kısılmış. Düğmeye basınca çözüldü. Ama bana ‘vay be, sen büyük mühendissin’ diye çay ısmarladı. Bedavadan çay kazandım.”
Yanında oturan ve kahvesini sessizce içen Serdar (Kıvılcım), gözlerini devirmişti.
“Mesele senin bedavadan çay içmen değil. Bizim fazla dikkat çekmememiz gerektiği, Bertuğ. Sen bazen gereğinden fazla konuşuyorsun.”
“Allah aşkına oğlum, ben buranın esnafıyım. Konuşmazsam şüphe çekerim. Asıl sen biraz fazla suskunsun. Şu ‘kendi halinde teknik servisçi’ rolünü biraz gevşet. Azıcık iletişim kur. İnsan yemiyorlar. ”
Tam o sırada kapı açıldı ve içeri Çağdaş (Cellat), Gökhan (Hayalet) ve Zafer (Fırtına) girdi. Çağdaş, üzerindeki sade ama eski görünümlü montunu çıkarırken etrafı süzdü. Gökhan sessizce kasaya yönelip çayını aldı ve masaya geçti.
Çağdaş bir sandalye çekip oturdu.
“Günlük rutin nasıl geçti? Şüpheli bir şey oldu mu?”
Zafer Omuz silkti. Sıkılıyordu.
“Bugün biri internet kablolarıyla ilgili şikqyet etti. Meğerse kediler kemirmiş. Onun dışında sakin. Fazla sakin. ”
Bertuğ ise sakinlikten memnundu aslında.
“Abi, bu kadar gizli gizli yaşamak fazla kasvetli olmuyor mu? Biraz keyif almamız gerekmez mi? Ne güzel işte mahalle içindeyiz. ”
Gökhan sessizce çayını içerken başını salladı.
“Keyif almak istiyorsan başka bir iş yapacaktın. Tetikte ol Bertuğ. ”
...
Geceydi. Mahalle uykuya dalarken, Savaş (Gölge) apartmanının önündeki küçük dövüş salonunun ışıklarını kapattı. Spor salonunun tabelasında silik bir yazı seçiliyordu: “Gölge Spor Salonu.” Bu da onun ironisiydi. Hem timin adıydı hemde kendi kod adıydı ama ona göre bir şeyi saklamanın en iyi yolu göz önüne koymaktı.
Savaş, kapıyı kilitlediği sırada yanına yaklaşan Çağdaş ile göz göze geldi.
“Bir şey fark ettin mi?” diye sordu Çağdaş.
“Bugün bir yabancı geldi. Salonla ilgilenmiyor gibi görünüyordu ama fazla etrafa baktı. Hareketleri şüpheliydi.”
Çağdaş, cebinden bir sigara çıkardı ama yakmadı. Mahalleyi gözleriyle taradı.
“Dikkatli ol. Burada sadece sıradan mahalleli olduğumuz izlenimini vermeliyiz. En küçük hata, tüm kimliklerimizi açığa çıkarır.”
Savaş başını salladı.
“Benim için sorun yok. Ama Bertuğ ’un fazladan konuşmalarını kontrol etmemiz gerekiyor.”
İkisi de kendi evlerine gitti.
Gecenin ilerleyen saatleriydi. Mahallenin arka sokaklarından birinde, kapüşonlu bir adam gölgelerin arasında sessizce ilerliyordu. Ancak onu takip eden biri vardı: Gökhan (Hayalet).
Adam, bir dükkanın önünde durup etrafına bakındı. Telefonunu çıkarıp kısa bir konuşma yaptı. Gökhan, birkaç metre öteden sessizce izledi, sonra hızla arkasını dönerek gölgelerin arasına karıştı.
Ertesi sabah, Serdar’ ın bilgisayar dükkanında toplanan tim üyeleri, Gökhan’ ın getirdiği bilgileri değerlendiriyordu.
“Dün gece mahallede yabancı biri vardı. Burada yaşamıyor ama çevreyi dikkatlice inceledi. Telefonla görüştü ama konuşmanın içeriğini anlayamadım.”
Çağdaş derin bir nefes aldı.
“Belki rastgele bir adamdır… Belki de değildir.”
Zafer; “Ne yapıyoruz?” diye sordu.
“Normal hayatımıza devam ediyoruz. Ama gözümüzü dört açıyoruz.” diye yanıtladı Çağdaş.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte mahallede hayat yeniden başlamıştı. Bertuğ, kafede çayını yudumlarken esnafla şakalaşıyordu. Serdar, tamir ettiği bir laptopu sahibine teslim etti. Savaş, spor salonunu açıp gençlerle ilgilenmeye koyuldu. Gökhan, kargo taşıyormuş gibi görünerek çevreyi gözlemliyordu. Arada gerçekten taşıyordu.
Bahadır ise ailesinin yanındaydı. Şu an için ona gerek olacak bir şey yoktu.
Ve Çağdaş…
Bir banka oturmuş, gazeteyi okur gibi yaparken aslında gelen geçeni inceliyordu.
Her biri sıradan mahalle sakinleri gibi görünüyordu.
Ama gerçekte...
Onlar birer efsaneydi. Ve yeni bir görev geldi. Öncelik her zaman görev olduğu için şüphe ettikleri adamı bir kenara bıraktılar.
...
Gece yarısı yaklaşırken, hava soğuk ve ağırdı. Orta Doğu 'nun kurak arazisinde bir grup gölge sessizce ilerliyordu. Gölge Timi, karanlığın içinde kaybolmuştu. Onlar, devletin en tehlikeli operasyonlarını üstlenen, varlığı inkar edilen bir ekibin üyeleriydi.
Önde ilerleyen Yüzbaşı Çağdaş Sönmez, gece görüş gözlüğünün merceğinden hedef bölgeyi tarıyordu. Etrafındaki ekibi sessiz ve ölümcül bir şekilde bekliyordu. Her biri bu iş için doğmuştu.
Masada uzun süren planlamalardan sonra harekete geçme zamanı gelmişti. MİT ajanı Emir, bir hafta önce düşman bölgesinde kaybolmuştu. Uydu görüntüleri ve yerel istihbarat, Emir’ in küçük bir köyde, iyi korunmuş bir binada tutulduğunu gösteriyordu. Düşman ise ağır silahlı bir milis grubuydu.
Bu bir kurtarma operasyonuydu ama Çağdaş ’ın içgüdüleri ona işlerin ters gideceğini söylüyordu.
"Telsiz sessizliği başlasın." diye fısıldadı.
Gökhan (Hayalet), ekibin izcisi, önden giderek düşman devriyelerini gözlemliyordu. "Güney kapısında iki, kuzeyde bir nöbetçi. Doğuda en az beş kişi devriye halinde."
Savaş (Gölge) hafifçe homurdandı.
"Bunlar fazla disiplinli. Normal bir milis grubundan daha organize görünüyorlar."
"Bir tuzak olabilir mi?" diye sordu Zafer (Fırtına).
"Olası." dedi Çağdaş, gözlerini devriyeler üzerinde gezdirerek. "Ama bizim işimiz ne olursa olsun Emir’ i almak."
Bertuğ (Joker), her zamanki gibi sinir bozucu bir gülümsemeyle "Bence fazla düşünüyoruz. Girip, indirip, çıkıyoruz." dedi.
Serdar (Kıvılcım) başını salladı. "Ve patlatıp."
Çağdaş onlara sert bir bakış attı. "Sessiz çalışacağız. Mümkünse."
Gökhan, telsizden sessizce fısıldadı. "Batı tarafında açığa çıkan bir nokta var. Oradan sızabiliriz."
Çağdaş emir verdi. "Gölge, Fırtına ve Joker batıdan giriyor. Hayalet, keskin nişancı pozisyonunu al. Kıvılcım, sen kaçış rotamızı temizle. Emir’ i aldıktan sonra maksimum beş dakikamız var."
Herkes başıyla onay verdi. Telsizler tamamen sustu.
Ve Gölge Timi karanlığa karıştı.
Ekip, gecenin içinde ilerlerken, Gökhan, bir nöbetçinin pozisyonunu belirleyip susturuculu tabancasıyla sessizce işini bitirdi. Cesedi hızlıca bir köşeye çekti.
Savaş, kapının yanına geldi. "Giriyoruz."
Bertuğ, kapıyı yavaşça açtı. İçerideki iki düşman birbirlerine sigara uzatırken aniden sessiz bir ölümle karşılaştılar. Bıçaklar ve susturucular çalışmıştı.
Ekip hızla binaya ilerledi.
Ama içeride onları bekleyen bir şey vardı.
Kapıyı açtıklarında, karanlık bir odada Emir’ i bağlı halde buldular. Ama odada fazladan bir detay vardı…
Bomba düzeneği.
Serdar hafifçe küfretti. "Tahmin etmeliydim."
"Ne kadar vaktimiz var?" diye sordu Çağdaş.
"Üç dakika. Düşman bizi fark ederse erken patlatırlar."
Tam o sırada telsizden Gökhan ’ın sesi duyuldu. "Düşman uyanıyor. Dışarıda hareketlilik var."
Zafer, pencereden baktığında, devriyenin kaybolan nöbetçilerin farkına vardığını gördü.
"İşimiz bitti." dedi sessizce.
Ve ilk silah sesi duyuldu.
İlk mermi havayı yardığında, Gölge Timi hızla savunma pozisyonu aldı. Serdar bombayı etkisiz hale getirmeye çalışırken, geri kalanlar odanın girişini tuttu.
Zafer ve Savaş susturucuları bırakıp tam otomatik tüfeklere geçtiler. Düşman artık alarm durumundaydı.
"Kapıya yüklendiler!" diye bağırdı Bertuğ.
Çağdaş hızla telsize bağlandı. "Kıvılcım, acil çıkış istiyoruz.
Serdar, ter içinde kalmıştı. "Beni koruyun, neredeyse çözdüm!"
Kapı kırıldığında, Savaş tüfeğiyle ilk düşmanı yere serdi. Bertuğ, ikincisini bıçağıyla boğazladı.
Ama düşman dalgalar halinde geliyordu.
"Hadi Serdar!"
Son saniyede Serdar telleri kesti ve bomba etkisiz hale geldi.
"Tamam! Emir ’i çıkarıyoruz!"
Ama bina çoktan düşmanla dolmuştu.
Zafer çenesini sıktı. "Patlatmanın vakti geldi."
Serdar sırıttı. "En sevdiğim cümle."
Bir flaş bombası atıldı.
Patlamanın etkisiyle düşmanlar sersemlemişken, ekip Emir ’i kaldırdı ve koşmaya başladı. Serdar bir molotof attı, alevler düşmanları sardı.
Dışarı çıktıklarında, helikopter sesi duyuldu.
Ama peşlerinde hala milisler vardı.
"Sırtımızı kollayın, kaçış rotasına gidiyoruz!" diye bağırdı Çağdaş.
Düşman makineli tüfek ateşi açtı.
Gökhan, bir çatıdan üç düşmanı indirdi.
Savaş, vurulan bir adamı omuzladı.
Zafer, geri çekilirken el bombası attı.
Ama kaçış yolu patlamıştı.
"Başka yol yok!" diye bağırdı Bertuğ.
Çağdaş, gözlerini kıstı. "Önümüzü açacağız."
Serdar son bombasını attı.
Ve alevlerin içinden geçerek helikoptere atladılar.
Helikopter havalanırken, aşağıda alevler ve duman yükseliyordu. Düşman, son kez ateş açtı ama mermiler helikoptere ulaşamadı.
Ekip derin nefes alarak koltuklarına çöktü.
Emir, gözleri yaşlı şekilde konuştu.
"Beni almaya sizi gönderdiklerine göre oldukça önemli bir adam olmalıyım. "
" Kim olduğumuzu biliyor musun?" diye sordu Bertuğ.
" Bu işi bu şekilde kimlerin yapabileceğini biliyorum. "
Çağdaş gülümsedi. "Gölge Timi asla kaybetmez."
Serdar sırtını duvara yasladı. "Şimdi kahvaltıyı hak ettik, değil mi?"
Bertuğ kahkaha attı. "Yaşasın, menemen zamanı. Ama Bahadır yemesin o sadece helikopterde oturdu. "
" Bence de. " dedi Zafer çünkü onun helikopterde kalmasına izin vermemişlerdi. Oyuncağı alınmış gibi hissediyordu.
" Seni helikopterde bıraksaydıkta yolun kapandığını öğrenince helikopteri patlatıp yol açmaya çalışsaydın değil mi?"
" Sizden daha hızlı açardım kabul edin. Bir saat çıkamadınız."
" Hiç kusura bakma Zafer ama buradan Türkiye' ye kadar yürüyemem. Hevesini başka zamana sakla. Bu helikopter bugün bize sağlam lazımdı. O yüzden bende kaldı. " dedi Bahadır.
Ve Gölge Timi, bir kez daha hayatta kalmıştı. Ama her zaferin bir bedeli vardı. Ve onlar, bu bedeli ödemeye hazırdılar. Zaferlerin bedeli yeni görevler olurdu her zaman. Ama bu sefer verilecek görev onları hazırlıksız yakalayacaktı.