Güneş ufukta kaybolurken eğitim alanında sessizlik hakimdi. Gün boyu süren yoğun antrenmanların ardından askerler yavaş yavaş dinlenmeye çekilmişti. Ancak Gölge Timi’ nin üyeleri hala etrafta devriye geziyor, dikkatle etrafı gözetliyordu. Onlar için disiplin her şeydi.
O sırada, alandan uzaklaşmaya çalışan bir silüet dikkatlerini çekti. Üzerinde yeni mezun teğmen üniforması olan genç bir kadın, yürürken hafifçe topallıyordu. Ayağındaki küçük yarayı bahane ederek revire gitmeye çalışıyor gibiydi ama yürüdüğü yol pek de revirin olduğu tarafa çıkmıyordu. Orada bir görüşte her şeyi çözen askerler olduğundan haberi yoktu. Usulca süzülüp biraz dinlenmek istemişti sadece.
"Kim o?" diye sordu timden biri, gözlerini kısarak.
"Bilmiyorum. Ama eğitimden kaçıyor gibi. Burada yeni olmalı."
Savaş, bakışlarını mağaranın bulunduğu tepeye çevirdi. Kaşları çatıldı. Eğitimden kaçmak, hele ki böylesine kritik bir dönemde, affedilemezdi. Bunun cezasız kalmaması gerekiyordu. Üstelik genç teğmeni tanımıyorlardı bile.
"Bir ders vermek gerek." dedi Savaş, alaycı bir gülümsemeyle. "Hem belki sorunlarını çözmesine yardımcı oluruz."
"Ne yapacağız?" diye sordu Zafet.
"Şunu yapacağız." dedi Savaş, gözlerini hala Gül’ ün üstünden ayırmadan. "Mağaraya gitmesini sağlayacağız. Ona içeride görevini ihmal eden bir astsubay olduğunu ve onu geri getirmesinin emredildiğini söyleyelim. Görevden kaçmak neymiş öğrensin."
Tim üyeleri sinsi bir gülümsemeyle Gül’ ün yanına yaklaştı.
"Teğmen, durun!" diye seslendi biri.
Gül Narin, duraksadı ve hafifçe irkildi. Gün boyu süren yorgunluk ve sıkıntılı hali yüzünden iyice sinirliydi.
"Emredin Komutanım. " dedi, yüzünü buruşturarak. Sanki daha çok ağrısı var gibi yapmaya çalışıyordu. Komutanlara yakalanmayı beklemiyordu. Başındaki komutan yetmişti ona. Herkes eğitimini tamamladığı halde o devam ettirince bu çareyi bulmuştu kendince.
"Size önemli bir görev veriyoruz. Mağarada bir astsubay görevini ihmal ediyor. Oraya kaçmış. Onu hemen alıp getirin. Emir yukarıdan."
Gül, dudaklarını büzdü. Babasının zoruyla burada olan biri olarak bu tür görevlerden nefret ediyordu. Angarya geliyordu. Ama üstlerinden gelen bir emri sorgulayamazdı. Özellikle bu askerlerden gelen emri. Tam olarak kim olduklarını bilmiyordu ama misafirlerdi. Önemli misafirler.
"Tabii, anlaşıldı." dedi, yüzünde isteksiz bir ifade ile. İçinden söylenerek mağaraya doğru yürümeye başladı. Emredersiniz Komutanım demeyi unutmuştu yine. Bu ona tuhaf geliyordu. Her şeye aynı şekilde cevap vermek. Üstleri varsa askerin iki lafı vardı. Emredersiniz Komutanım ve Sağ ol. Gül askeriyedeki bu sessizlikten delirecekti. Cinsiyeti nedeniyle konuşmaya çalışanlar ise daha fazla sinir bozucuydu. En son ne zaman insan gibi sohbet ettiğini unutmuştu. Dağa tırmanmaya başladı. Ayağı botlardan yara olmuştu. Üstelik izin almak için bir de eğitimde burkmuştu. Şu an dağa tırmanmak ona en büyük cezaydı. İçinden eğer kasıtlı yaptığımı, eğitimden kaçtığımı bilselerdi bile bu kadar ağır ceza veremezlerdi diye geçiyordu. Çoktan fark edildiğinden ve bunun ona bir ceza hatta ceza başlangıcı olduğunu bilmiyordu. Çağdaş acil bir şey yoksa mağarasında rahatsız edilmekten nefret ederdi.
Mağara loştu, içerideki serinlik dışarının aksine huzur veriyordu. Çağdaş Yüzbaşı, mağaranın derinliklerinde taş bir çıkıntının üzerinde oturuyordu. Yalnız kalmak istiyordu. Görev öncesi zihnini toparlamak, yapacağı hamleleri tekrar gözden geçirmek için sessizliğe ihtiyacı vardı. Mağara onun evi gibiydi. Her yerden çok burada rahat ediyordu. Bir gün toprakları üzerindeki her mağaraya bayrak dikmeyi hedeflemişti.
Tam bu sırada, mağaranın girişinden yankılanan sert ayak sesleri sessizliği böldü.
"Hey! Kim var orada?"
Çağdaş başını kaldırdı, kaşları hafifçe çatıldı. Sesin sahibi genç bir kadındı.
Gül, içeride tam olarak kim olduğunu göremiyordu. Karşısındaki kişinin sadece üniformasının siluetini seçebiliyordu. Emir verildiğine göre astsubay olmalıydı. Yalan söyleyecek halleri yoktu ya.
"Sen! Evet, sen!" diye bağırdı sert bir ses tonuyla. "Senin burada ne işin var Astsubay? Görev yerini terk etmek de ne demek? Derhal dışarı gel ve benimle geliyorsun!"
Çağdaş yerinden kıpırdamadı. Sesin sahibi genç teğmene kısa bir bakış attı, yüzünde hafif bir şaşkınlık belirdi ama soğukkanlılığını korudu.
"Kimsin sen?" diye sordu Çağdaş, sesi sakin ama otoriterdi.
Gül, Çağdaş ’ın kendisine soru sormasına sinirlendi. Karanlıkta rütbesini fark edememişti.
"Senin haddine mi bana soru sormak? Sana emrediyorum! Derhal kalk ve benimle gel!"
Çağdaş ağır adımlarla yerinden kalktı. Mağaranın loş ışığında yavaşça yürüyerek Gül’ ün karşısında durdu. Yüzü net bir şekilde görünmüştü artık. Gül, omzundaki rütbeyi fark ettiğinde yüzüne bir dehşet ifadesi yayıldı.
"Y-yüzbaşı..." diye kekelerken geri bir adım attı.
Çağdaş ’ın yüzünde hafif ama soğuk bir tebessüm belirdi.
"Demek astsubay ha?" diye sordu, sesi buz gibi. "Ve sen bana emir veriyorsun."
Gül’ ün boğazı kurudu. Ne diyeceğini bilemedi.
"Ben… bana dediler ki..."
"Kim dedi?" Çağdaş ’ın sesi keskinleşti. "Kim böyle bir emir verdi?"
Gül ’ün gözleri büyüdü. Şimdi anlıyordu. Kandırılmıştı. Ama bu, yanlış kişiye bağırdığı gerçeğini değiştirmiyordu.
"Ben... bilmiyordum, Yüzbaşı ’m..."
Çağdaş, gözlerini Gül’ ün üzerinde gezdirdi. Yeni mezun, deneyimsiz ama ukala bir tavırla üstüne yürüyen bu teğmenle ilgili sabrı tükenmişti. Onu zaten gözlüyordu. Memnun değildi hareketlerinden. Askeriyedeki her kadın asker onun için değerliydi. Önem verirdi buna ama bu kız ile ilgili iyi düşünceleri yoktu.
"Askeriyede görevden kaçmanın ve üstüne emir vermenin bedelini öğrenmek üzeresin, Teğmen. Şimdi benimle geliyorsun. Sana bu oyunu oynayanlarla birlikte konuşacağız."
Gül başını eğdi, yüzü kızarmıştı. Utanç ve korku arasında gidip geliyordu.
"Emredersiniz, Yüzbaşı’ m.." diye mırıldandı.
Çağdaş mağaradan çıkarken arkasından gelen Gül ’e kısa bir bakış attı.
"Burada olmak sana yorucu mu geliyordu, Teğmen? Şimdi gerçekten yorulmaya hazır ol."
Mağara sessizliğe bürünürken, Gü l'ün içinden geçen tek şey şuydu:
Keşke bugün revire gitmek yerine gerçekten ayağımı kırsam bile eğitime devam etseydim.
Çağdaş, dağdan ağır adımlarla inerken Gül sessizce peşinden geliyordu. Gül ’ün yüzü kıpkırmızıydı; hem utançtan hem de az önceki terbiyesiz çıkışının ağırlığından. Yüzbaşı Çağdaş, bir kere bile arkasına bakmadı. Soğuk ve otoriter duruşuyla yolu sessizce kat etti. Gül' ün hafif incittiği ayağı şimdi daha çok ağrıyordu.
Aşağı indiklerinde Gölge Timi onları bekliyordu. Tim, Gül ’ü Çağdaş ’ın arkasında gördüğünde önce birbirlerine bakıştı. Birkaçının yüzünde hafif bir alaycı gülümseme belirdi. Ancak Çağdaş’ ın sert ifadesi ve yürüyüşündeki kararlılık, kısa sürede bu gülümsemeleri dondurdu.
Çağdaş, Gül’ ün yanına döndü ve soğuk bir sesle konuştu:
"Burada bekle, Teğmen. Seninle sonra ilgileneceğim."
Gül, başını öne eğip sessizce; "Emredersiniz, Yüzbaşı’ m," diye mırıldandı. Sesinin bu kadar az çıkması Çağdaş' ı bir daha sinir etti.
Çağdaş, Timin karşısında durdu. Gözleri tek tek hepsini süzdü. Herkes başını dik tutuyordu ama aralarındaki gerginlik hissediliyordu.
"Biri bana..." diye başladı Çağdaş, sesi buz gibi, " Aranızdan hangi akıllının, yeni mezun bir teğmeni sahte bir görevle mağaraya gönderip üstüne Yüzbaşı’ sına bağırmasını izlemeye karar verdiğini açıklayacak mı?"
Tim sessizdi. Savaş ve diğerleri göz göze geldi. Kimse konuşmaya cesaret edemedi. Mağaradan inince sinirli olacağını biliyorlardı ama kıza sinirinden onları pas geçer belki diye umut etmişlerdi. Umut fakirin ekmeğiydi işte.
Çağdaş, kollarını göğsünde kavuşturdu.
"Demek öyle..." diye devam etti. "Hepiniz suçlusunuz. Hepiniz aynı cezayı alacaksınız."
Elbette biliyordu onların birbirini satmayacaklarını. Onlarda biliyorlardı satarlarsa çok daha ağır ceza alacaklarını. Ne kadar aile gibi olsalar da Çağdaş için böyle bir durum timden ihraç etmeye kadar giderdi.
Çağdaş ’ın sesi bir kez daha yükseldi:
"Gece eğitimi. Beş kilometre tam teçhizatlı koşu. Sonrasında arazide sürünerek engel parkuru. Ve bitmedi; sabaha kadar atış talimi."
Timin yüzünden kan çekildi. Savaş ’ın alnındaki damar belirginleşti. Gül, başını kaldırıp şaşkınlıkla tim üyelerine baktı. Onların bu kadar zor bir ceza almasını beklememişti. Kendi timine acımadan böyle bir ceza veren biri ona ne ceza verecekti?