•Takılmak•
Gökyüzü, güneşin kızılca öfkesini yavaş yavaş yitirip toprağa veda ettiği bir akşamı yaşıyordu. Mardin, taşların diliyle konuşan, suskunlukla hükmeden bir şehir gibi uzanıyordu dağ eteklerine. Her evin, her pencerenin, her gölgenin bir hikâyesi vardı burada. Ve o hikâyelerden birinin tam ortasında, büyük bir konağın geniş avlusunda, Berzan yürüyordu. Sessiz, ama içinde fırtınalarla.
Berzan, Mardin’in sayılı ailelerinden birinin tek oğluydu. Ağa denirdi ona. Adı anıldığında sessizlik olurdu, yeri gelir saygıyla, yeri gelir korkuyla bakılırdı ardından. Ama o akşam, tüm unvanlar ve gölgelerden sıyrılmış, sadece bir adamdı. Yorgun, öfkeli, sıkışmış...
Konağın içinden gelen gümüş tepsi sesiyle irkildi. Meryem, yıllardır onun yanında olan, sabrıyla ona yoldaşlık etmiş karısıydı. Zarifti, inceydi. Gözlerinde durgun bir deniz gibi hep bir kabullenmişlik taşırdı. Ama işte, kader dedikleri şey, bazen yalnızca iki kişiyi değil; bir soyun yükünü, bir neslin beklentisini de omuzlarına yüklerdi. Berzan aşık değildi, hiçbir zaman olamamıştı, denemişti.
O gün babasıyla konuşmuşlardı.
"Berzan... Bu soy böyle bitecek mi? Bunca toprak, bunca emek... Kim alacak ardımızdan?"
Berzan gözlerini kaçırmıştı. Babasının sesindeki titrek öfke, yüzyıllık bir ağacın köklerinden gelen kuruyuş gibiydi.
"Meryem iyi kadın. Ama olmuyor işte. Henüz bir çocuk yok ortada. Elimiz kolumuz bağlı. Kuma meselesi açılacak artık. Vakti geldi de geçiyor..."
Bu sözler, taş duvarlardan yankılanarak içine işlemişti. Konaktan hararetli bir şekilde çıkıp kendini geceye attı. Ay, toprakla buluşmuş gibi ağır ağır yükseliyordu. Rüzgar bile temkinli esiyordu o akşam. Her şey suskun, her şey baskılıydı.
Hiçbir şey istediği gibi ilerlemiyordu. Sevmediği bir kadın üstüne bir tane daha mı sevmediği kadın gelecekti...
Cebinden telefonunu çıkardı. Ekranına düşen ışık, yüzüne yumuşak bir aydınlık bıraktı. Bilinmeyen bir numara. Bir mesaj yanıp sönüyordu:
“Selam. Seni biraz dağıtmak isterim. Müsaitsen tabii..."
Gözlerini kısmadan baktı. Ne isim vardı, ne bir resim. Sadece o cümle. Kuru, ama davetkâr. O anda başını göğe kaldırdı Berzan. Belki de ilk kez bir kaçış yolu arıyordu, soruların, geleneklerin ve kendi yorgunluğunun arasında...
Berzan konağın taş merdivenlerinden ağır adımlarla indi. Gökyüzü artık karanlığın koynuna girmişti. Sessizlik, sadece gecenin değil, içindeki boşluğun da sesi olmuştu. Adımlarını konağın avlusundan dışarıya, yokuşun başındaki çınar ağacına doğru çevirdi. Orası, bazen yalnız kalmak, bazen de kimseye anlatamadığı düşüncelerle baş başa olmak için kaçtığı yerdi.
Cebinden metal çakmağını çıkardı. Şıklayan sesi geceye keskin bir iz bıraktı. Sigarasını yaktı, dumanını ağır ağır gökyüzüne bıraktı. İçinden gelen her düşünceyi o dumanla birlikte savurmak ister gibiydi.
Ne Meryem’in sessiz hüznü, ne babasının ağır bakışları... Bu gece kendini hiçbirine ait hissetmiyordu. Bu soy meselesi, kan meselesi... Ona sadece yaşanmamış yıllarını hatırlatıyordu.
Birden telefonuna tekrar baktı. O mesaj... hâlâ oradaydı.
“Selam. Seni biraz dağıtmak isterim. Müsaitsen tabii..."
Kaşlarını çattı. O anda gelen rüzgar, mesajın içindeki gizemi daha da derinleştirdi sanki. Parmakları tereddütle ekran üzerinde gezindi. Sonra, hiç alışık olmadığı bir merak dürtüsüyle, numarayı geri aradı.
Telefon birkaç kez çaldı ama açılmadı. Tam kapatacakken, ekranda bir mesaj daha belirdi.
“Şimdilik sesimi duymana gerek yok. Ama kim olduğumu merak ediyorsun, değil mi?”
Gözleri mesajda donup kaldı. Nefesini tuttu bir an. Sigarasından bir nefes daha çekti. Duman artık sadece tütünden değil, aklından da çıkıyordu.
“Kim olduğunu bilmiyorum ama... bu gece kafamda kalacak gibisin,” diye mırıldandı kendi kendine.
Oysa uzakta bir otel odasında, İstanbul’dan yeni gelmiş bir kadın, pencerenin kenarında dizlerini karnına çekmiş, elindeki telefon ekranını izliyordu. Dudaklarında bir gülümseme.
Berzan sigarasına devam ederken kararsız kalmıştı.
Sigarasının ucu sönmeye yüz tutmuştu. Gecenin sessizliği, telefon ekranına tekrar göz atmasına neden oldu. Parmağı yavaşça mesaj kutusuna gitti. Yazmadan önce birkaç saniye durdu. Sonra, kısa bir cümle döküldü parmaklarının ucundan:
“Ne istiyorsun?”
Cevap gecikmedi.
“Sadece biraz eğlenmek. Kafanı dağıtmak. Belki bir kadeh. Belki biraz yakınlık.”
Berzan gözlerini telefondan kaldırdı. Gecenin koynundaki sessizlik, kulağına fısıldar gibiydi: “Ne kaybedersin?”
“Kim olduğunu bilmiyorum. Nerede olduğunla başla,” diye yazdı.
Ekran bir süre karardı. Sonra yeni bir mesaj geldi.
“Yenişehir Oteli. 206 numara. Bu gece.”
Berzan, mesajın ekranında kalakaldı. Göğsünde hem bir sıkışma, hem bir merak... Ne yapıyordu? Ne yapmak üzereydi?
Başını göğe kaldırdı yine. Bu defa ayın ışığı daha keskin vuruyordu yüzüne. Elindeki sigara neredeyse parmaklarına kadar yanmıştı. Son bir nefes çekti, sonra izmariti yere bastırdı.
Telefonunu cebine koydu.
Adımlarını çınar ağacının gölgesinden geriye doğru çevirdi. Konak arkasında yükseliyordu. Birkaç saniye baktı, sonra sessizce sokağın karanlık tarafına doğru yürümeye başladı. Arabası tam köşe başındaydı.
O gece, ilk defa nereye gideceğini tam bilmeden yola çıktı.
*