GÜLÜN SON YAPRAĞI
Göğsüme buz gibi bir şeyin saplandığını sandım.
Seni seviyorum.
Hep bu sözleri ondan duymanın hayalini kurardım başımı yastığa gömdüğüm pek çok akşam; gözlerimi yavaşça kapar, ağır ağır sesini düşlerdim. O sesten dökülürdü bu kelimeler; yüreğim hayallerime gizlice karışır, Savaş'ın sesini dinleyip kelimeleri duyar, pır pır edip delirirdi. O anlamın çok ötesine geçer, zihnimi, ruhumu, tenimi de beraberinde çeker götürürdü.
Seni seviyorum.
Şimdi bu sözleri gerçekten Savaş'tan duyacağım diye aklım çıkıyor benim. Kalbimde keskin bir acının sancısı kıpırdandı.
Evet.
Hem de ondan duymaya ilk kez bu kadar yaklaşmışken. Yalan olsa da. Sözleri asla gerçeği yansıtmasa da.
Hatanın çoğu bana aitti tabii, duygusal biri olmak beni hataya açık yapıyordu. Çünkü bile bile lades diyen bendim. Evet. Bu bile bile lades demekti. Bile bile buraya gelen. Bile bile öğrenmek isteyen. Bile bile onu dinleyen. Bile bile tutkuyla harmanlanan dokunma çağrısına sessizce onay veren. Bile bile kapıyı çarpıp çıkmayan. Bile bile.
Bile bile lades işte.
Seni seviyorum.
Dudakları bunu söylemek için aralandı, ondan daha hızlıydım. Bu iki kelimeyi ondan duymayayım diye, iki elimle tüm gücümü kullanıp onun karşımda dikilen bedenini ruhumu yere serdiği gibi yere sermek, kalbimi yakıp yıktığı gibi hiç olmazsa pastürünü yıkmayı dileyerek onu sertçe ittim.
Savaş Akduman kıpırdamadı.
Ama ben içimde onun için canlanan, canlı kanlı öfkeye tutunmasaydım eğer, kendimi yere yığılacakmış gibi hissediyordum.
“Sakın,” dedim, gözlerim ıslandı. Şaşkınlık ve korku yüreğimi sararken bir kez daha ittim. Kıpırdamıyor, kıpırdamıyordu işte. “Sakın o sözcükleri söylemeye cüret bile etme!”
Savaş doğrudan gözlerimin içine baktı. “Neden?” diye sordu, sesinde bakışında karanlık bir şey vardı ve onlara eşlik eden kızgınlık. Onu bu noktaya getirdiğim için öfkesinin tadını aldığımı hissediyordum. “İstediğin tek şey bu değil mi zaten?”
İstiyordum ama hissizce, öylesine ve sırf onun çıkarlarına hitap ettiği için de değil, hissederek söylesin istiyordum. Yüksek sesle dillendirmeye cesaret edemedim bunu.
Soru içimde yaralanan duyguların önünü kesti. Öfkem içimde kabaran tek duyguydu artık. “Her şey senin için sıradan ve basit, öyle değil mi? Ama ne var biliyor musun?” Kibri karşısında sinirlerim tepeme çıkmıştı. “Senin oyunlarını oynamaktan sıkıldım.”
Savaş derin bir nefes aldığında, kahve tonundaki gözlerinden karanlık silikleşti. “Seni kaybetmek istemediğimi, senin için mücadele ettiğimi görmek istemiyorsun.”
Bulamadığım cesaret aniden geldi. “Sırf seni seviyorum ve senden de aynı karşılığı istiyorum diye, gerçek olmayan sahte sözlere katlanacağımı kim söylüyor peki?” Öfke sesimi titretiyor, içimi kara ürpertiler sarıyordu. “Nasıl bu kadar ukala olursun?”
“Delirme hemen, ben uzlaşmacı olmaya çalışıyorum.” Gerçekten karakterindeki hızlı geçişi fark ettim. “Sen de öyle olsan ya biraz.”
“Öyle mi? Başak'a da yaptığın bu muydu?” diye sordum, sesimdeki meydan okumayı duysun istedim. “Uzlaşmacı davranarak sahte sözcüklerle sevdiğini mi söylüyordun ona?”
Kaşları hızla çatıldı. “Ne? Tabii ki hayır,” karşılığını verdi. “Ayrıca onu karıştırma, konu biziz.”
“Şu haline bak,” dedim ona baştan ayağa şöyle bir bakarken, içimde bir kıskançlık sızısı duydum. “Ne zaman ondan söz etsem rahatsızlık duyuyorsun.”
“Elbette rahatsız oluyorum çünkü ona karşı bir şeyler hissettiğimi sanmanın ötesinde sen…” Duraksadı, durmasındaki anı hızı sinirlerimi gerdi. “konuyu ona getirerek kaçmak istiyorsun.”
“Kaçmıyorum.”
“Ne kadar inkâr edersen et, yaptığın bu.”
“Neden buraya gelmeyi kabul edip seni dinlemeye karar verdim biliyor musun?”
Kaşları çatıldı. “Neden?”
“Kararımı Başak etkiledi,” dedim tek bir nefeste. Kaşları alnının ortasına bir çizgi çekecek kadar daha derin çatıldı. Bunu duymaktan hiç de hoşlanmamıştı. Bakışı gözlerimin önünde bir oniks gibi karardı. “Bana geçmişinizden söz etti, sana nasıl âşık olduğundan, senin buna karşılık vermeyip onu umursamadığından ve...”
Aklımdan geçip de dilimin söyleyemediği şeyi tamamladı. “Ve sonunda beni nasıl aldattığından mı?”
Savaş gözlerime baka baka aldatıldığını söyleyince beynimde bir şey yanıp söndü, bakışlarına çakılıp kaldım. Onu anladım ya da belki anladığımı düşündüm bilmiyorum.
Onun gözündeki aşkı bir kez daha değerlendirdim.
Aşktan hiç şüphesiz kendi gerekçeleriyle tiksiniyordu.
Çünkü aşk hayatındaki önemli insanları değiştirmişti. Annesi âşık olduğu için onu umursamadan terk etmişti, hayran olduğu babası aşk yüzünden yıkılıp kalmış, Başak âşık olduğu için onu aldatmıştı.
Sanırım doğum günümün gecesinde beni aceleyle evinden göndermesinin altında yatan asıl mantık da buydu.
Savaş'ın bakışı bu sessizliğin arasında manzaraya çekildi, sonra daha düşünceli bir şekilde bana bakıp konuşmaya devam etti. “Ama Başak neden bunları anlatsın, üstelik neden sana?”
Başak'ın bizi bildiğinden şüphlendiğini ya da daha kötüsü planlayarak anlattığını düşündüğünü görebiliyordum.
“Özellikle değil, alkolü fazla kaçırmıştı ve ben oradaydım. Yerimde başkası olsaydı, muhtemelen ona anlatacaktı; o kişi tanıdık veya bir yabancı olsaydı da değişmezdi.”
Savaş’ın bir şey diyecekmiş gibi görünen aralanmış dudakları birbirine değene dek sıkıca kapandı; dümdüz çizgi hâlini aldı.
“Onunla nasıl tanıştığımı ve neden onunla evlenmak istediğimi merak ediyor musun?” diye sorunca, hazırlıksız yakalandığım bu soru bir sel gibi zihnime çarptı. “Cevap ver, Nüket.”
Yüzümün ifadesini sabit tutamadım, orada kaybettim tüm huzurumu ve peşinden iyi olan ne varsa her şeyi. Hissedemedim. Bir an olsa da duygularımı kaybetmek, beni boşluğa sürükledi.
“Merak etmiyorum,” dedim, aslında tam tersi bir durumdaydım.
Merak ediyorum.
Başak'ta ne gördüğünü?
Başak'ta ne bulduğunu?
Ve duymaktan korktum, bende bulduğu şey tensel tutkuydu. Belki Başak için de aynısı duyumsuyordu ve ben en azından bu yönden Başak'tan ayrılmayı istediğimi şaşkınca fark ettim.
Savaş elini uzatıp elimi tuttu. “Nüket,” dedi yavaş bir sesle ancak gücenmiş duygular çoktan kalbimin kapısını zorlamaktaydı. “Bunu konusu bir daha hiç açılmasın diye, bir kez ama son kez sana açacağım.” Bedenimdeki nabız noktaları sertçe dalgalandı. “Senin şüphelerin gitsin, kafanda soru işaretleri kalmasın diye.”
Mevsim kahverengisi gözlerinde içinden sırları çıkaracağı derin kuyular gördüm.
Savaş elimi bırakmadı, beni kanepeye doğru sürükledi; bezden bebekmişim gibi zahmetsiz. Koltuğa oturduğum an, büyük salon beni yutacakmış gibi hissettim.
Savaş dirseklerini dizlerine değdirene dek eğildi, ellerini önünde birleştirdi. “Başak'la tanışmamız üniversite yıllarıma dayanıyor,” dedi. “Ailelerimiz iş yaptığı için birkaç defa şirket yemeklerinde denk gelmişliğimiz var, babasının yatırım yaptığı ortak işler bunlar ama tabii kişisel olarak tanımıyordum onu. Soğuk bir duruşu vardı, ilgimi çekmiyordu zaten. Bu gece mekânın açılışına getirdiği yakın arkadaşı Özge ve Aren birkaç hafta birbiriyle takılmalarından sonra Aren'in onu bırakmasıyla başladı her şey...”
“İyi ama Özge ve Aren sizin birbirinizle…” Durakladım. Onlar için sevgili ifadesini kullanamadım, sanki dilim ağzımın içinde kaya gibi ağırlaştı. “Yani işte, o ikisi sizden sonra takılmaya başlamamışlar mıydı? Bir ara konusu açılınca Başak'ın söylediği bu olmuştu Beren'e.”
“Evet, biz Başak'la beraberken tekrar bir araya gelmişlerdi ama yine yürütemeden ayrıldılar,” dedi. “Aren zaten pek istemedi yine aynısı olacağından ama Başak zorla oldurmaya kararlıydı o sıralar. Bilirsin işte,” dedi sonra. Yüzü buruştu. “Arkadaş çiftler olayı, Başak'ın da ilgisini çekiyordu.”
Arkadaş çiftler…
“Anladım,” dedim, aramızdaki gerilimin yeniden yükseldiğini fark ederken.
“Her neyse, kampüsteki bir masadaydık Aren'le ve Özge aniden masamıza gelip oturdu, peşinden de zorla getirilmiş gibi görünen Başak,” dedi. “Özge bizimkine fazla bağlanmış, ayrılmak istemediğini söylüyordu inatla, o sırada Başak'ın kendi arkadaşına göz devirmesi dikkatimi hızlı çekti. Bunun hoş mu yoksa ayıplanması gereken bir şey mi olduğunun kararını veremedim.”
Başak'ın göz devirmesi, Savaş'ın buna dikkat kesilmesi… İlk kıvılcımı anlatıyor bana. İlk kıvılcımı. Savaş bunun farkında değilmiş gibi görünüyordu, oysa ben onun gibi değildim farkına vardım.
Hem de hemen.
Neden hiçbir şey hissedemeden geçmişi, olmuş bitmişi dinleyemiyorum? Yüzünü halının bir noktasına diken Savaş'a büyük bir kıskançlık içinde baktım.
Onların birlikte oldukları düşüncesini aklımdan çıkarmaya çalıştım. Hayır. Aslında birlikteyken çok iyi olabildikleri ihtimalini aklımdan çıkarmaya çalıştım.
“Sonunda Aren bu baskıya dayanamadı ve masadan kaçarcasına ayrıldı,” diye devam etti Savaş. “Özge sanki bir daha susmaz gibi ağlıyordu, Başak ona bir mendil uzatıp kendini rezil ettiğinle kaldın, ağlama artık diyordu. Özge buna bozulup ayrıldı sonra.” Bu onların yalnız kaldığı ilk an, kıskançlıkla kasıldım. “Başak, ‘erkeklerin arkasından gözyaşı döküp kendini aptal yerine koymasını hiçbir zaman anlamayacağım. Belki de beni hiçbir erkek ağlatamadığı içindir’ dedi ve ben o anda karar verdim.”
Ona şaşkınca baktım. “Neye?”
“Başak'la evlenmeye.”
Şaşkınlığım hızla şok olmuşluğa dönüştü. “O…” Dilim tutuldu ya da ben küçük dilimi yuttum. “O kadarcık mı yani? Bu anlamsız geliyor.” Sesim duyulamayacak şekilde kısıktı. “Çok da mantıksız.”
Anlattıklarında bir kelime bulmaya çalıştım, bir an, bir duygu, herhangi bir şey işte ama başaramadım. Anlayamadım Savaş'ı. Tam olması gereken yer ve zamanda kafamın içinde şimşek başlayıp karmaşaya tutulan tüm düşüncelerimin üzerinden parlayıp çaka çaka geçti.
Ben bugün hemen yanımda oturan Savaş'ı tanıyorum, o gün o masada oturan Savaş'ı tanımıyordum. Yine de uzak geçmişteki o Savaş,
“Ona tutulman bu kadar kısa sürdü, öyle mi?” Sesim kıskançlıkla kasıldığımı ele veriyorsa da umursamıyordum artık.
“Ben ona tutulmadım, Nüket.”
“O hâlde ne oluyor ilk anda onunla evlenmeye karar vermiş olman?”
Sıkıntıyla nefesini dışarı verdi. “İşte yanlış anlıyorsun,” dedi, kıskançlık kalbimin tüm kıyılarını yıkarken. “Ağlamamasıydı ilgimi çeken, ben… Kadınların ağlamasından pek hoşlanmazdım, o da bir erkek için ağlamazdı. Bu kadar.”
Aynı kazağı ören iki şiş gibi bir uyum görmüştü Başak'ta.
Kadınların ağlamasından hoşlanmazdı ve ben her şeye, kesintisiz her şey için ayrım yapmadan ağlayabilirim.
Onunla aramızda bir farklılık daha. Yüzüm önüme düşüp de bir noktaya sabitlenirken, “Benden tamamen farklı,” dedim içlenerek.
“Şükürler olsun ki öyle,” dediğinde içimdeki kırgınlıkla birlikte şaşkınca ona baktığımda elime uzanıp tuttu ve gözlerime baka baka ekledi. “Bana onu hatırlatacak bir tane bile özelliğin olmadığı için şanslı bir adamım.”
Salondaki atmosferde onun geçmişi artık söz konusu edilemezmiş gibi hoş bir hava oluşarak eskiden olduğu gibi ya da tıpkı az önce olduğu gibi konu bizmişiz gibi sıcacık oldu. Savaş kavradığı elime, gözlerini bal rengi gözlerimden ayırmadan yumuşak bir öpücük bıraktı. Dudaklarından akan sıcak nefesin rüzgârı, tenimin içinde kırık dökük olan ne varsa aldı götürdü.
Kan yanaklarıma çoktan hücum ederken, elimi elinden onun tuhaf çekiminden biran evvel çıkmak için çektim.
Savaş'ın ifadesi gerçeğe döndü. “Gençtim ve kesinlikle kendi aklımın seçtiği bütün doğrulara sonsuz bir güven duyuyordum,” diye devam etti. “Aklımın bana hiç hatalı kararı olmamıştı ne de olsa, Başak'la her şeyin uyum içinde olacağını düşünürken her şey tersine çevrilmişti. Aynıydık. Aynı zamanda değildik de.”
“Ama evlenme fikrini ondan sonra çıkardın hayatından, haksız mıyım?” diye sordum, Savaş güler gibi göründü. Abartıp sitemli mi görünmüştüm? “Ne de olsa Başak senin evlenmeye karar verdiğin kadındı.”
Tek kadındı.
Dolayısıyla bu bile onu özel yapardı.
“Hayır, annem ve babamdan sonra zaten evliliğe sıcak bakmıyordum ama babamın işini devralacağım kesinleştiğinde, babam sık sık saygın bir itibar için bir iş adamının evli olması gerektiği üzerine konuşuyordu. Başak'ı bunun için seçmiştim. Benden bir beklentisi olmasın istedim, yani duygusal anlamda. Bunun yanında o iyi bir aileden geliyordu, koluma takıp istediğim ortama götürebilirdim. O zamanlar istediğim tek şey işimin başına geçtiğimde pürüz olacak her ayrıntıyı def etmekti.”
Ona dehşetle baktım. “Bu kadar hesapçı biri olmana inanamıyorum, bana genelde hesapsız ve havai yaşıyor gibi gelirdin.”
“Seninle gerçekten öyleydim de onun için,” dedi, sözleri zihnimin derinlerine işlerken. “O geleceğim için seçtiğim biriydi, onun aksine sen… Seni ben seçmedim Nüket, her ne kadar genele bakıldığında sanki öyleymiş gibi görünse de. Tek bir gecede senin tenine mahkûm edildim ben, Nüket.”
Son cümlede sesi etkiden tepkiye geçmiş gibi kısılmıştı. Dudakları bana bir öpücük fısıldıyor, sevgililerin anılarına ortak olan gün batımı gibi.
Aren. Her şey Aren yüzünden olmamış mıydı? Savaş'ın alkollü içeceğine karışan haplar yüzünden. Ya da… bir ihtimal daha var… Yaşanan her şeyin benim yüzümden yaşanmış olmuş ihtimali. Bu düşünce beni hiçbir zaman terk etmiyor.
Bir gece kayan yıldızın altında tuttuğum dilek yüzünden.
“Bu yüzden,” diyerek sözlerini sürdürdü Savaş. “Sen ondan farklı olarak şimdiydin, andın, düşüncesizliktin, yarın değildin ve tanıdığım en hoş tehlikeydin, Nüket Kozcu.”
Onu dinlerken sözlerinin iyi mi, kötü mü olduğuna karar veremediğimden, şaşkınca havalanan açık kaşlarım yerini bir duygu çatışmasına bırakıp çatıldı. “Tehlike mi?”
“Kardeşimin arkadaşısın ve ailelerimiz de tanışıyor, öğrendikleri zaman neler olurdu bir düşünsene.”
Bunu düşünmek bile istemiyordum. Bu yaşam alanımda kaos demekti.
“Seni tehlikeli yapan diğer şey,” diye devam ettiğinde
“Başak’la evlenmeye karar vermemin tek nedeni buydu, tabii ki onu tanıdıkça evlilik fikrinden soğudum,” dedi serinkanlı tonu kelimelerini sırtlanırken. “Aslında çok uzun süre bir noktada yaptığı tüm saçmalıkların bir sorumlusu olarak kendimi düşündüm. Ben normal olsaydım, belki o da normal olarak kalmaya devam ederdi. Neticede onu değiştiren şeyin bana duyduğu hisler olduğunu söylemişti.”
Başak'ı dinledim, dinlerken onu yakından izledim. Savaş'ı aldattığını söylerken sesin aldığı tonu, gözlerindeki yanıp sönen ateşi ve yaptığından hâlâ değişmeksizin bugün bile kanımı dondururcasına haz almasını her bir ayrıntısıyla, detayıyla görmüştüm.
Asla emin olamıyorum, tamamen Savaş'ın onu değiştirdiğine. Ama görüyorum ki son derece emin bundan Savaş.
Belki Başak, Savaş'ın öyle düşünmesini istemişti ve Savaş’ı buna inandırmıştı. Çok uzun süredir bir aradalardı; mutlaka Savaş kadar Başak da onu iyi tanıyor olmalıydı.
Olamaz mı?
Pekâlâ mümkün.
En azından benim gördüğüm Başak bunun mümkün olduğunu söylüyordu.
Bazı kötülükleri yuvalarından çıkaranın ve bir şekilde harekete geçirenin bazı anların, sözlerin ve davranışların olduğunu kabul edecek olsam bile… Sadece Savaş'ın neden olduğu böyle bir değişime inanmam çok zor, özellikle bugün Başak'ı dinledikten sonra şüphe köklerini zihnime salmıştı.
Bu şüphemi açıkça dillendiremedim, bir gereği olmadığından.
Savaş ve ben söze başlayamadığımız için derin, koyu bir sessizlik oluştu.
Başımı yerden tavana uzanan camların ardında kalan gökyüzüne çevirdim. Geceyi aydınlatan binlerce küçük büyük veya bu noktadan bakıldığında eğri büğrü görünen yıldızlar beyaz ateş parçaları gibi yanarak parlıyorlardı.
O beyaz ateşler her kötü şeye ve herkese rağmen hayaller kurulabileceğini fısıldıyor gibiydiler. Ya da benim kalbim bir hayalin şehvetine tutulmayı arzuluyordu.
Hayal.
Parlayıp duran yıldızlar vardı ama sönüp giden yıldızlar da vardı. Birinin ışığına güvenerek ötekinin karanlığını yok sayabilir miyiz?
Sönüp giden hayaller için yeniden hayal kurabilmek mümkün müydü?
Keşke Savaş'la herkesten önce ben karşılaşsaydım.
Hayır.
Keşke Savaş sevebilseydi.
Hayır.
Keşke Savaş beni sevseydi.
Savaş oturduğu koltukta bedeniyle bana döndü, ellerimi avuçlarına aldı. Sadelikle yumuşakça okşadı. Beklentisinden ziyade umut ettiğini ifade ederek, “Bizi hemen silip atma, Nüket,” dedi, sesinin içinde taşıdığı çağrı kalbime çarpıp orada bir çatlak açtı; tınısı içimi parçalıyordu. “Bu her neyse, beni sana bağlayan bu şey onu sadece sende hissettiğimi biliyorum.”
Hızla çektim ellerimi saran ellerinden.
Ayağa kalktım, beni yıktığı o geceyi açık açık hatırladığım anda. Savaş peşimden ayağa kalktı. Bir an sakin kaldığım diğer ansa histeri krizine tutulmaya meyilli biri hâline gelmiştim bu gece. Ruh hâlim çok başkaydı, bambaşkaydı. Stabil yaşamdan yeniden karmakarışık hislere geçmiştim.
Boynum omzuma doğru büküldü. “Neden? Buna hakkı olan sadece sen misin? Yalnız sen mi istediğin an silip atarsın ve…”
Sustum.
Susturuldum.
Dudaklarıyla değil, kollarıyla.
Savaş Akduman beni göğsüne çekmiş ve güçlü kollarını etrafıma sarmıştı. Bir eliyle belimi kendine bastırırken diğer eli başımı göğsünde sabitliyordu. Sarılışı sıcak ve rahatlatıcıydı. “Senden gerçekten doğru düzgün bir özür dilemedim hiç, değil mi Nüket?”
Kalp atışlarım kalp atışlarına karışırken, gözlerim şaşkınca irileşti. Düzgün bir özür mü? O geceden sonra bir kere. Sadece bir kere yağmurlu bir günün altında, ben onu tokatladığımda ve o bana yaptıklarının bir hata olduğunu söyleyip durumu neredeyse küçülttüğünde. Ben orada da delirecekmiş gibi hissettiğimde yine bu şekilde kollarına aldığında beni zayıf sesinden dökülen özür kelimesi vardı.
“Kafanı karıştırma,” dedi birden Savaş ben yeniden o yağmurlu günün altına dek gidip o günü yaşarken. Kafam çoktan karışmıştı. “Gerçekten özür dileyen o adam olmadım, davranışlarımla özrü açıkça göstermedim.
Davranışınla özür dilemek mi?
Savaş Akduman öpüşerek özür diler, sevişerek teşekkür ederdi.
Davranış dediği cinsel temastan hariçse şayet…
Bu garipti, belki değildi bilmiyorum. Ondan bu türden bir adımı beklemeyi bırakmıştım; beklemediğimden değil, onun hiçbir zaman yapmayacağını düşündüğümdendi galiba. Eğer kast ettiği şeyi gerçekten yapacağını varsayacaksam, sanıyorum bu benim için yeni bir şeydi. Ve Savaş Akduman elbette.
Gözyaşlarım beklenenden daha hızlı gelip gözlerimin bebeğine yerleşerek ışık gibi yüzeyinde titreşti.
“Bana bu şansı verip sevgilin olmama izin verirsen, sana bunu göstereceğim,” dediği an, sevgili kelimesi yüreğimin çarpmasına kalbimin göğsümden fırlayıp arsız hislerle Savaş'ın göğsünün içine girmek ister gibi sertçe atmasına neden oldu. Kalbimin her atışını duyuyordum, salonda köşe bucak dolanıyordu. Savaş Akduman da duyuyor muydu? Belki. “Benim sevgilim ol, Nüket.”
Benim sevgilim ol, Nüket.
Kelimeler kalbimde büyüdüğünde bana ilk kez odamda yatak arkadaşlığı teklifinden bir an sonra, yanlış anladığımı anlattığını anımsadım; benden kız arkadaşı olmamı istediğini sanmıştım. Hissettiğim o derin hayal kırıklığını bugün de aynı derecede hissediyordum ancak bugün buradaydık, hayatıma tepe taklak girdiği o günlerden ayrı olarak kız arkadaşı, sevgilisi olmamı istiyordu.
Evet.
Savaş Akduman'ın bu adımı atması bu kadar uzun sürdü.
Kalbim arzuyla dolup taştığında, duymak istedim; sesinden, tonlamasından sevgilim demesini. Soru cümlesinde, beklenti içinde değil, öylece sıradan bir anda; gerçekten Savaş Akduman’ın sevgilisi olarak.
“Neden olduğum tüm yanlışları düzeltip en baştan başlayalım ve doğrusunu yapalım.”
Cümle şöyle olamaz mıydı mesela?
‘Haydi âşık olalım ve doğrusunu yapalım.’
“Yavaş ilerleyelim, sadece yanımda ol ve ben bu adımları atarken bir şeyleri doğru yaptığımdan emin ol.” Duraksadı ve sanki az önce zihnimde olan biteni duymuş gibi yavaş, derin bir sesle ekledi. “Sevgilim.”
Sevgilim; kelimenin sıcaklığına kendimi bırakmaya, kavrulmaya hazırmışım meğer. Bu kelimenin ağzından bu kadar farklı bir tonlamayla, yine bu kadar sıcak çıkışına kim inanırdı ama?
Kalbim geçmişimize tekme atarcasına sertçe tekledi, ben çektiği onca acıdan sonra kalbim göğsümde değil, arkamda olur sanıyordum ama çoktan gözyaşlarını akıtarak canımı yakamaya, dil dökerek kandırmaya başlayan düşmanım olmaya evrilmiş Savaş'ın tarafına geçmişti.
Kollarından çıktığımda ve başımı yüzüne kaldırdığımda, mevsim kahverengisi gözler büyük bir beklentiyle parlıyordu. Kahvenin büyüleyici tonunu kendinde taşıyan derin gözlere karşı ne diyeceğimi bilemiyordum.
Göğsüm sıkışıyordu, boğuluyordum. Nefeslenmeye ihtiyacım vardı. Bunca verilen yeni söze, istenen izinlere rağmen bir şey beni tatmin etmiyor.
Kapı çaldı, sanki içten yaptığım çağrıya cevap gelmiş gibiydi.
Savaş, “Hemen dönerim,” dedi yanımdan bariz bir şekilde hoşnutsuzlukla ayrılırken, bende kısa bir duraksama sonrası yerden tavana uzanan cama doğru ilerledim.
Sanırım apartman görevlisiydi ve Savaş'ın yokluğunda gelmiş zarflardan ve bununla beraber bazı özel paketlerden söz ediliyor ve değişiklikler gerekli izinleri onaylanması hakkında konuşuyorlardı. Sesler yavaşça puslandı önce, bir süre sonra da tamamen kayboldu kendi düşüncelerimin ardında.
Biraz sonra içimde geçmişten başka hiçbir şey kalmadı, kalbimin fısıltıları geçmişin rüzgârına kapılıp dağıldığında yerine acıyı bırakmıştı. Yaşananların bıraktığı yoğun acı güvensizliği çağırdı.
Savaş'a nasıl güveneceğim?
Hayatı kavramak için herkesin küçük ya da büyük kendi yöntemi vardır. Kavrayışımın içine Savaş dahil olduğu günden beri onu tamamen anlayamadığım, birlikte olmamız kaçınılmaz oluğundaysa yaşamını pek çok yönden benimseyemediğimden ileri geri yapıyor gibiydim, asılda doğrudan doğruya yaptığım buydu. Hâlâ.
Adım at. İleri.
Adım at. Geri.
Ve buradasın Nüket Kozcu, onun yanında.
Dünya üzerinde olmaman gereken tek yerde.
Tekrar döndüğünde içimi basan yoğun hisler biraz olsun nefeslenip geriye doğru çekilmişti; en azından içimi çekiştirip duran isimsiz şeyler daha güçsüzdü.
Derin nefes al, Nüket.
Savaş herhangi bir şey demeden, söze girip, “Anlattıklarına rağmen, sana nasıl güvenirim bilmiyorum,” dedim sakin bir sesle. “Çocukluğunda yaşadığın tüm o şeyleri anlamaya çalışsam bile.”
Gecenin içinden göğe yükselen binalara baktım, ötelerdeki ay karanlık bir bulutun ardında bırakmıştı gövdesinin çoğunu. Bir yaralı gibiydi.
Savaş, “Anlattıklarım benim geçmişim, yaşananlar benim sorunum,” dedi, sesi serinkanlıydı. “Tabii ki bununla beraber bugünümü ve seninle olan yakınlığımı etkilediği de ortada. Bu yüzden geçmişi ikimizin dışında tutamıyorum. En nefret ettiğim anların öylece gelip, düzeltmeye çalıştığım kırılgan anları mahvetmesini istemiyorum.”
“Ama yaptığı ve bundan sonra yapacağı bu Savaş, gerçekleri eğip bükmeye gerek yok.”
“Kolay olacağını söylemiyorum Nüket,” diye karşılık verdi kesin bir sesle. “Her şeyi yoluna koyacağım ama biraz sabır, biraz da zamanla.”
“Yol mu kaldı?” diye kestirdim.
“Sana gelen bir tane inşa ederim, olmuyor mu o zaman bir tane daha ve gerekirse bir tane daha.”
Bakmamaya net kararlı olmama rağmen dönüp ona baktım. Beni seviyor muydu? Bilmiyorum. Ama seviyor görünüyordu. İç çektim. Benim için böyle kararlı olduğu anlarda.
Duyguları sözcüklere dökmek her zaman gerekli olmayabilir. Belki. Ama durumumuz farklı bizim, bir kez hayatından çıkarıldım; beni çıkarırken nasıl duygusuz olabildiğini biliyorum ve kendimin nasıl günler süren aşk hastalığına tutulduğunu da. Tekrarının olmayacağını bilemezdim. Tekrar o şekilde yıkılamam, düşemem, parçalanamam ve kendimden baygıncasına geçip yığılamam.
Kırık dökük duygularımı büyük bir çabayla perdeleyerek, “Ben yapamam Savaş,” dedim, babamın kollarında iyileşmeye çabaladığım günler aklıma gelirken. Yumruk yaptığım elimin içine saplandı tırnaklarım. “Tekrar olmaz.”
“Nüket,” diyerek bana döndü Savaş, manzaradan bakışlarını ayırıp. Benimse başım önüme eğilmişti. Savaş kollarımı kavradı, kollarım anında kasıldı. “Nüket bana bak.”
Başımı yavaşça onun yüzüne kaldırdım.
Savaş'ın yüzüne yayılan şaşkınlık gecenin içinde ayı örten kara bir bulut gibiydi; o da yaralanmış görünüyor. “Nüket,” dedi ağır ağır parmakları kollarımı terk ederken. “Sen…” Durakladı, bir adım geriye çekildi. “Benden korkuyorsun.”
Herhalde bir kadının Savaş'tan korkması apayrı bir ilkti. Beyninden vurulmuş kadar olmuştu.
Aldığım nefes içimi titretti. “Sadece senden değil,” diye itiraz ettim yüzündeki ifadeden etkilenerek. “Yapabileceklerinden ve benim dönüşebileceğim o kızdan.”
Savaş yüksek sesle dile getirdiklerimden irkildi.
“Artık otele dönsem iyi olur,” dedim kısık bir sesle. “Işıl da merak etmiştir hem.”
Yanından ayrılarak koltuğun bir tarafına bıraktığım eşyalarıma uzandım. Çantamı omzuma takıp, ceketimi kolumun iç kısmına asarak kapıya ilerledim.
Kapının kolunu indirdim ama kapı otomatik sistemli olduğundan açılmadı. Elim kapıda dondu. Yine bir anı. Haplandığım gecenin sabahına öyle utanmış olarak uyanmıştım ki, Savaş'a görünmemek için evden gizlice çıkmayı isterken şifreli kapının gazabına uğramıştım. O kızı o evden de, Savaş'tan da koruyamadım. Ama bu kez öyle değildi.
Öyle olmamalıydı.
“Kapıyı aç,” dedim arkamda kalan Savaş'a, ona dönmeden. Bakmak, bakıp da ona yenilmek istemiyordum.
Yaklaşan adım sesleri. “Bu şekilde bana bir şans bırakmadan gitmeni istemiyorum Nüket.”
Pes ettiğini düşünmüştüm.
Devam öyle mi?
Kendisinden kaçmak istediğim adama döndüm hızla. “Şans falan yok, Savaş.”
“Kahretsin Nüket!” diye sinirlendi. “Ne var biraz anlayışlı olsan, senden tek istediğim biraz zaman. Ne zaman bu kadar katı ve kör oldun sen?”
Savaş adının hakkını taşıyan çok nadir bir kişilikti. Savaş. Savaşmak mı istiyorsun?
Bir adım attım. İleri.
Ve onun yakınındasın Nüket.
Göğsümü şiddetli bir öfke kavururken, bir adım daha. “Zaman, zaman, zaman!” diye bağırdım “Sana zamanın hiçbir problemi çözmeyeceğini göstereceğim.”
Bir adım at. İleri.
Ve çok daha yakınındasın, kendin için Nüket.
“Zamanın başladı, Savaş Akduman,” diye fısıldadım yüzüne. “Fanustaki gülün son yaprağı düşüne kadar zamanın var.”
Savaş'ın aklı karışmış göründü, muazzam bir görüntüydü bu. Yetmez. Henüz başına nasıl bir bela aldığını gösteren son kırılma anını taşıyan sözümü söylemedim ona.
Ondan imkansızı isteyecek ve bu işi burda bitirecektim.
“Beni gerçekten içten gelen bir duyguyla sevdiğini söyleyeceksin.”
Savaş'ın yüzünü dehşet kapladı. “Ne?”
“Hissederek, bana hissettirecek şekilde beni sevdiğini söyleyeceksin,” dedim ağır ağır, o erkek kafasına girsin diye. “Eğer bu işi doğru şekilde yapmak istiyorsan, evet böyle yapacaksın.”
“Ama Nüket…” dedi, bir şeyler geveleyip duracağını anladığımda araya girdim hızlı biçimde. “Zaman bittiğinde seni etrafımda görmeyeceğime güvenebilir miyim?”
“Nüket…”
“Sadece cevap ver.” Sesim buz gibiydi. “Güvenebilir miyim diye soruyorum.”
Sustu, bana asırlar gelen birkaç saniye boyunca sadece sustu. Sonunda, “Evet,” diye kabullendi yenilerek kararlılığıma. “Güvenebilirsin.”
Ne yapacağını bilmez görünüyordu, onu ilk kez böyle kaybolmuş olarak görüyordum. Kalbim onun için ve kendim için acıyordu, yine de bu kader belirleyici adımdan ileri veya geri adım atamam.
Savaş sesini bulmak ister gibi boğazından hafifi bir ses çıkardı. “Peki bu süreçte sen ve ben ne olacağız?” Sesini hiç bu kadar umutsuz duymamıştım. “Yani kimliğimiz ne?”
“Hiçbir şey, başta nasıl isimsizsek…” Sanki oracıkta boğazıma bir yumru oturdu, bana dokunsa ağlardım. “Bir adımız yoksa, bu süreçte de hiçkimse değiliz. Hiç kimse.”
Savaş ne yaptığımı anladı, tabii kendisinin de ne yaptığını anladı. Bencilliğini, bana yaptığı kötülüğü anladı. Sadece şu birkaç saniye içinde, aylardır yaptığı kötülüğü anlayacaksın deseler inanır mıydı?
Sanmam.
“Unutma Savaş Akduman,” dedim mevsim kahverengisi gözlerine bakarak. “En son yaprak düştüğünde, yok olacaksın.”
Yok olacaksın.
YAZAR, ELİSYA ROYAL