3

1124 Kelimeler
Sen benim hep orada duran, hiç geçmeyen ve devamlı kanayan yaramdın. Beni öldüreceğini bile bile sarmadım seni, kıyamadım. Sabah yataktan kalkınca ilk işim kendimi duşa atmak oldu. Bu ne sıcaktı yahu, eriyecektim resmen. “Oysa ki Amerika böyle mi?” diyerek kendi kendime kahkaha attım, ağlayacak halime gülüyordum şu an resmen. Kahvaltıya inince hâlâ erken olduğunu anlayıp salonda oturmaya başladım. Sevgili patroncuğum ve karısı çoktan işe gitmişlerdi hizmetçinin söylediğine göre. "Sabah sabah kalkıp hiç üşenmeden bir de saçlarını mı yaptın?" diyerek yanıma gelen Rüzgar'a baktım. "Saçlarımı falan yapmadım. Senin o beğenmediğin saçlarımın doğal hali bu." "Ben de boşuna uğramışsın, böyle de iğrenç diyecektim zaten." "Yine benim sadece saçım iğrenç, sen komple baştan aşağı iğrençlik abidesisin onu ne yapacağız?" diyerek sinirle ayağı kalkıp hazırlanan masaya yönelirken Sinem de tüm neşesiyle "Günaydın. " diyerek masaya oturdu. Sabah sabah belediye mi dağıtıyordu bu kadar neşeyi acaba? Ben de "Günaydın" derken sevgili öküzcüğümüzden ses çıkmaması şaşırtmamıştı beni doğrusu. Kendileri bir tek laf sokmak için ağızlarını açıyorlardı çünkü. Kahvaltı yapınca yukarıdan çantamı da alarak dışarı çıktım. Beyefendi en azından ders programını vermişti, ne diyeyim; Allah razı olsun(!) Şoför kapıyı açınca Sinem ile birlikte arabaya bindim. Araba da araba yani, hayatımda arka koltuğu karşılıklı dört kişilik olan bir araba görmemiştim doğrusu. “Lan fakir sen araba gördün mü ki?” demeyin lütfen, müşterilerim gayet de zengin insanlardı yani. Koltuklardan birinin olmaması gözüme çarparken, Rüzgar'ın tekerlekli sandalyesini ilerletip rampadan çıkarak arabaya binmesiyle koltuğun neden boş olduğunu anlamış oldum. Şoför koltuğu iyice sabitleyip yerine geçerek okula doğru yol aldı. Neden tedavi olmak yerine kendine bu eziyeti çektiriyordu acaba? Pislik Hakan ortada büyük bir sır varmış gibi konuşmak yerine anlatsaydı bu kadar merak etmeyecektim belki de. Okula gelince benim lisede gittiğim okul acaba gerçekten okul mu değil mi diyerek bir kontrol etme isteği doldu içime. Okul değil de daha çok lüks villalara benziyordu burası, Allah’tan doğuştan havalı kızdım da ezik durmayacaktım aralarında. Sinemle birlikte okula doğru ilerlerken Rüzgar'ın arkamdan "Nasıl da zekâ yaşınla aynı olan sınıflara yöneldin bak." demesiyle durup arkamı döndüm. "Geri zekâlı mısın sen? Ben nerden bileyim hangi sınıf nerede?" "Buradaki tek zekâ geriliği yaşayan sensin. Seninle aynı sınıfta olan benim, azcık beynin olsa benim yanımdan gelmen gerektiğini anlardın." diyerek arkasını dönüp giden Rüzgar'ın peşinden ayaklarımı yere vura vura gittim mecburen. Pislik, her fırsatta laf sokmasa olmazdı zaten. Sınıfa girince kendimi bir ezik hissetmedim desem yalan olur. Yani buradaki tüm kızlardan güzeldim bir kere tamam ama herkes birbirini tanıyordu ve ben mal gibi ortada kalakalmıştım. Rüzgar bey de beni hiç takmayarak en arkadaki yerine ilerleyince kapının önünde durup sınıfa bakakaldım. "Pişt güzellik burası boş." diyerek bana seslenen kişiye doğru ilerledim. Sınıf sınıf dedikleri yirmi kişilik bir yerdi ve boş sıra mı vardı? ‘Zenginliğin gözü kör olsun oğlum.’ diyerek çocuğun yanına -Rüzgar'ın bir yan sırasına- oturdum. Rüzgar tek oturuyordu, ki onun olduğu yerde sıra yoktu zaten. Çocuğun rahatı için her şey düşünülmüştü ve tüm gün altında o otomatik koltukla geziyordu, ben olsam ben de tedavi olmazdım bu kadar rahatlık varken yani. "Hoş geldin yeni kız, Selim ben." diyerek elini uzatan çocuğa elimi uzatarak "Damla." dedim. Ah ilk kez bir erkek sadece elimi tutuyordu, sanırım duygu seline kapılıp şuracıkta ağlayabilirdim. Biz Selim’le sohbet ederken Rüzgar'ın aynı evde olduğu gibi kimseyi takmayarak kitap okuduğunu fark ettim, hadi ama okuldakilere laf sokup onları delirtmiyor muydu yani? Rüzgar'a baktığımı gören Selim "Tanışıyorsunuz galiba." diyerek Rüzgar'ı işaret etti. "Aynı evde kalıyoruz." deyip gözlerimi devirdim. "Kıyamam kız, bunlar da geçer." Selim'e bakıp kahkaha atarken Rüzgar'a uyuz olan tek kişinin ben olmadığımı da anlamış oldum. "Rüzgar neden kimseyle konuşmuyor?" "Aslına bakarsan bilen yok, iki yıl önce geldi okula ve hep böyleydi." "O zaman da şey miydi?" "Ney? Ha evet, yürüyemiyordu." Biz konuşurken derse giren hocayla kendimi tanıtıp yerime oturdum. Onlarla aynı yaşta değildim ve bir yıldır okula gitmiyordum ama bunların hiç biri konuşulmamıştı, sanırım sevgili Hakancığım halletmişti her şeyi. Teneffüs zili çalınca anlamadığım dersten kurtulmuş olmanın verdiği mutlulukla arkama yaslandım. Selim dışarı çıkınca göz ucuyla Rüzgar'a baktım, yine kitabını okuyordu. Ben de ders kitaplarından birini alıp göz geçirmeye başladım, derslerin çoğunu hatırlıyordum tamam ama bir ara tekrar yapsam da iyi olurdu yani. "Yalnız öyle okumakla olmaz, beynin almaz senin. Bari gözlerini boşuna yorma." diyen Rüzgar'a gözlerimi kısarak baktım. "İşine baksana sen, dön önüne kitabını oku." derken bir çocuğun "Bence de." diyerek yanıma oturmasıyla ona doğru döndüm. "Pardon da sen ne karışıyorsun?" "Rahatsız oluyordun, sakın ilk günden o eziğe aşık oldum deme." "Rahatsız oluyorsam oluyorum oğlum, sana ne. Ayrıca ezik sensin, kalk git şuradan benim asabımı bozma." diyerek çocuğu sinirle kovup tekrar kitaba bakmaya başladım. "Beni mi korudun sen?" diyen Rüzgar'a dönünce ne kadar çok şaşırdığı gözlerinden belli oluyordu. "Hiç kimse sırf sen o sandalyedesin diye sana ezik diyemez, buna ben bile dahilim." deyip sinirle kulaklıkları takarak müziği son ses açtım. Tamam Rüzgar'dan hoşlanmayabilirdim, hatta nefret bile edebilirdim, geri zekâlı veya salak diyebilirdim ki tamamen zekâyla ilgili bir sorunu olmadığı içindi. Ama kalkıp da hiç kimsenin engelli olmasıyla ilgili dalga geçecek kadar iğrenç bir kişiliğe sahip olmadım ben, olanlara da haddini bildirdim bu zamana kadar. Kimse benim yanımda onun yürüyememesiyle ilgili dalga geçemezdi, ona söylediğim gibi bunu söyleyen ben olsam bile hiç düşünmeden keserdim o dilimi! Rüzgar'ın hâlâ bana baktığını hissetsem de o tarafa dönmeyerek telefondaki şarkıları aramaya devam ettim, onca zaman sonra adam gibi bir telefonum vardı ve bence keyfini çıkartmalıydım. Hakancığım paraya kıyıp bana son model telefon almıştı ne de olsa.. Sırf Rüzgar'ı duymamak için açtığım son ses müzik bir kaç saniyeliğine kesilip de mesaj sesi gelince mesajı gönderene baktım. Zaten toplam beş kişi kayıtlıydı ve mesaj da Sinem'dendi. Bu teneffüs kısa olduğu için diğer teneffüste yanıma geleceğini yazmıştı. Önemli olmadığını söyleyen bir mesaj atıp sınıftakilerin yavaş yavaş gelmesiyle ders zilinin çaldığını anlayarak kulaklıkları çıkartıp telefonu çantama koydum. Derse girince sayısal dersleri unutmamış olmanın mutluluğuyla matematik dersindeki soruları çözmeye başladım. Zil çalınca iki dakika geçmeden yanımda biten Sinem'e şaşkınlıkla bakakaldım, ne ara çıkmıştı bu kız dersten? "Kalk kalk hadi sana okulu gezdireyim." "Anıtkabir gezisi yapmayacağız Sinem, ne bu heyecan?" diyerek gözlerimi devirip ona bakmaya başladım. "Ya yemek de yiyeceğiz, acıktım ben." "İyi tamam rahat bırak kolumu, ben kendim gelirim." diyerek koluma yapışan Sinem'den kurtularak ayağı kalktım. "Abi yiyecek bir şey ister misin?" diyen Sinem'e dik dik bakıp kitabına geri dönen Rüzgar'a şaşkınlıkla baktım, onu düşünen bir kardeşi vardı ve tersliyordu. Neden yürümek istemiyordu bilmiyordum ama bu çocuk kendisindeki servetin farkında değildi. Bir ailesi vardı bir kere, onu düşünen anne babası. Kardeşi vardı sonra, bir kere gülsün diye gözünün içine bakan. Ben bile her şeye rağmen gülebiliyorsam o da gülebilmeliydi bence. Ben ki on yaşında babasını kaybedip, on iki yaşında daha cinsellik nedir bilmezken üvey babası tarafından kadın yapılan ve her şeyi bilip de annesi tarafından umursanmayan bir kızdım. Hakan beni bulduğunda o bataklıkta çalışmayı eve dönmeye tercih eden bir kız. Ne yaşamış olursa olsun benimkinden ağır olamazdı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE