İlk önce kantine uğrayıp oradan bahçeye çıkınca bir kez daha ne kadar güzel bir okul olduğunu düşündüm buranın. Ah bu arada Sinem'in acele etmesinin nedeni de anlaşılmış oldu, aşıktı küçük kızımız. Ben ki aşktan ve erkeklerden ölesiye nefret eden bir kızdım, ama öyle bir bakıyordu ki Sinem karşısındaki çocuğa insanın aşkı merak edesi geliyordu. Hani bir kişi karşınızda iştahlı iştahlı bir şey yer ve söz de ona özenip yemeye kalkarsınız da mideniz alt üst olur ya, aşkın öyle bir şey olduğundan adım gibi emindim ben. Bir kere aşık olacağın cins erkekti, iğrençlik buradan başlıyordu zaten. Hah! Aşkı bilmeyen ben, aşkı bilmeyen Rüzgar'a önce aşkı öğretip, ki bilmediğim bir şeyi nasıl öğreteceğim hakkında hiç bir bilgim yok, sonra kendime aşık edip tedavi için ikna edecektim. Düşüncesi bile komik ve imkânsızken başarmayı nasıl bekliyordum ki?
Görevimi tamamlarsam özgür olacaktım, görevimi tamamlarsam Rüzgar da özgür olacaktı. Rüzgar'dan hoşlanmıyor olabilirdim ama asla kötü bir kız olamadım ben. Üvey babamı öldürme fırsatı elime geçmişken yapmadım mesela, yapamazdım ki.. Bir insan bana zarar verdi diye ben de ona veremezdim, böyle bir insan değildim. Ben on yaşında ölen babamın masum küçük kızıydım hâlâ.
"Nereye daldın Damla?" diyerek elini gözümün önünde sallayan Sinem'e baktım.
"Öyle dalmışım. Bir şey mi diyordun?"
"Karşıdaki çocuk diyorum."
"Ah evet fark ettim. Çok fena bakışıyorsunuz, fark etmemek elde değil zaten."
"Ay o da bakıyor mu?" diyerek saçlarını düzenleyen Sinem'e gülümseyerek baktım.
"Bakıyor bakıyor. Ben sınıfa çıkayım mı? Siz devam edin bakışmanıza."
"Ay neden ki? Neyse hadi git." diyen Sinem'e uzaktan öpücük atarak sınıfa doğru yürüdüm. Kalırsam erkeklerle ilgili pek de hoş şeyler söyleyeceğimi düşünmüyordum doğrusu.
Sınıfa çıkınca benim yerimde bir kızın oturduğunu görüp Selim'in tarafına oturdum ben de.
"Senin sıran mıydı burası?" diye sorarken Rüzgar'ın da göz ucuyla bize baktığını gördüm.
"Yok sıra senin onda sorun yok da, Selim benim bil istedim."
"Güzel. Ama bundan bana ne ki."
"Bilmem. Pek bir samimisiniz de."
"Arkadaş olarak. Bak benim ne senin Selim’inle ne de başka bir erkekle işim olmaz, rahat olabilirsin." derken Rüzgar'ın kitabına geri döndüğünü fark ettim.
"Peki neden?"
"İstemiyorum erkek arkadaş falan da ondan. Rahatladıysan konuşmayı sonlandırabilir miyiz? Sıkıldım da. Ayrıca seninle yer bile değişebiliriz sorun değil." derken, "Bence büyük sorun." diyen arkamdaki sese döndüm.
"Özlem hayırdır?"
"Yok bir şey ya." diyerek kaçan kızın arkasından bakarak yerime kaydım.
"Eski sevgilin falan mı?"
"Aynen. Takma sen."
"Aman be bana ne." deyip omuz silkerek ders kitabını çıkardım.
"Öyle deme kız lazım olur."
"Yok, bana olmaz lazım falan merak etme." derken Rüzgar'ın kıkırdama sesi geldi kulağıma. Haklıydı, okulda herkes bir karış etek ful makyajla gezerken ben pantolon ve makyajsız halimle hiç de çekici değildim ve bir de tersliyordum çocuğu. Hangi erkek bakardı ki bana? Bakmasınlardı da zaten, bu güne kadar o kadar şey yaşamıştım ki nefret ediyordum tüm erkeklerden. Hiç biri bana ne baksın ne de ilgilensin istemiyordum zaten. Rüzgar'ı tedaviye ikna edip defolup gidecektim ben, benim hayallerim de bu kadardı işte. Gerisi yoktu, üniversite okurdum, insan gibi yaşar giderdim belki. Bir umut işte...
Derse girerken yine ve yine kendimi tanıtıp sırama oturdum. Ertesi güne hatırlamayacakları bir ismi ne diye soruyorlardı ki?
Derste titreyen telefonumu elime alıp mesajlara girerken Rüzgar'ın bana baktığını hissedebiliyordum. Hakan beyimiz işimi güzel yapıp yapamadığımı test ediyordu. İlk günden çocuğun kucağına mı atlasaydım ne yapsaydım acaba? Hem de Rüzgar! Öğk.
Düşüncesiyle bile yüzümü ekşitirken ‘Dersteyim Hakan siktir git.’ yazıp yollayarak telefonu çantama geri koydum, ah çok nazik bir kız olduğumu söylemiştim değil mi?
Zil çalınca "Sevgiline teneffüs saatlerini yaz da derste merak etmesin." diyen Rüzgar'a baktım.
"Sevgilim olunca söylerim tabi. Ayrıca merak ettiğin için söylüyorum babamdı mesaj atan, ilk günümün nasıl geçtiğini soruyordu."
"Ne merak edeceğim be! Bana ne." diyen Rüzgar'a bakıp dudak büzerek "Hı hı." dedikten sonra telefonu elime alarak karıştırmaya başladım. Sinem de olmayınca çok sıkıcı oluyordu yahu.
Hakan beyimiz yine mesaj atmıştı. Neymiş efendim çocuğa iyi davranacakmışım da, terslemeyecekmişim de. Ben tatlı insandım bir kere, ters olan Rüzgar'ın kendisiydi. Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası gibiydi mübarek, insanı etkisi altına alıp kanını donduruyordu resmen. Nasıl olacaktı da şirin davranacaktım ki ben ona? Ayrıca bana terslenen birine de gidip güler yüz gösterecek tipte bir insan değildim ben, hangi akla hizmet beni seçtiyse o manyak? O kadar kız vardı yılışık, onlardan birini seçse daha çok şansı olabilirdi bence.
"Üzgünüm ama yanlış ata oynadın Hakan." diye mırıldanırken bir önceki teneffüs yanıma gelen kızın tekrar geldiğini görüp kafamı kaldırdım.
"Şeyy. Ben özür dileyecektim senden. Yani amacım tehdit etmek falan değildi."
Kız konuşurken duvara yaslanmış bizi izleyen Selim'den de anlaşıldığı üzere özür dilemesi için zorlayan oydu, ki ben birine zorla bir şey yaptırılmasından nefret ederdim.
"Özür dilenecek bir şey yok. Selim'in kimin olduğu beni hiç alakadar etmez, bu yüzden bu konu umurumda değil. Uzatmayalım."
Kız yerine geçerken Selim'in söylediklerime içerlediği belliydi. Ondan zorla özür dilettirmesini isteyen ben değildim ve Selim cidden umurumda değildi.
Diğer derslerde konuşmadı Selim benimle. Pek de umurumda değildi açıkçası, arkadaş edinmek falan istemiyordum ben zaten. Eninde sonunda defolup gidecektim çünkü.
Eve gidince yemek falan yemeyip direk yatağa attım kendimi. Onca zamandan sonra gece uyuyup sabah erkenden kalkmak zorlamıştı tabi bünyemi, beynim zonkluyordu resmen. E okul da sigara da içilmiyordu doğal olarak. Yataktan kalkıp sigara içtikten sonra tekrar attım kendimi yatağa, bu sıcakta da ne uyunurdu ya!
Sıcak olsa da uykum ağır basınca gözlerimi kapatıp uykuya daldım. Kalktığımda yine ve yine örtü üzerimde ve ben terden sırılsıklam olmuştum. Bir ara evde çalışanları uyarmalıydım sanırım, ben şort ve askılıyla yatar üzerimi de örtmezdim yaz kış. İnsanın üzerini örtecek bir anne babası olmayınca tabi...
Önce banyoya girip duş aldıktan sonra bir sigara daha yakıp aşağı indim, acıkmıştım o kadar uykudan sonra.
Aşağıda yemek yiyen tüm aile üyelerini görünce geri kaçmak istedim bir an, bu aileye ait değildim ben. Ah, ben hiç bir aileye ait falan değildim ki!
"Yemeklerle daha bakışacak mısın?" diyen Rüzgar'ın sesiyle boş olan yere oturup az önce konulan yemeğimi yemeye başladım.
"Nasıl geçti ilk gün?" diyen sevgili patronuma yalandan gülümseyerek "İyi." deyip yemeğime geri döndüm.
"Yemek için seni çağıracaktık ama Rüzgar uyuduğunu söyledi." diyen Kader hanıma şaşkınlıkla baktım. Ne yani benim üzerimi Rüzgar mı örtmüştü? Ölsem bir bardak su vermezdi o be. Ya da belki buharlaşırım umuduyla örtmüş olabilirdi, ki aklıma gelen en mantıklı sebep de buydu şu an.
Yemek yedikten sonra sessiz olan Rüzgar'a şaşırsam da sesimi çıkarmadan odama gittim. Tamam muhabbet etmiyor olabilirdik ama laf sokmamış olması garip bir şeydi sonuçta.
Başımdaki ağrıya daha fazla dayanamayıp uyurken en son aklımı kemiren şu tedaviyi neden istemediğiydi Rüzgar beyimizin.. Yani istememesi için hiçbir neden yoktu bana göre. Bir annesi vardı, bana göre şerefsiz de olsa bir babası, onu çok seven bir kardeşi. İğneden ya da ameliyattan korkacak bir tipi de yoktu. Peki neydi onu umutsuzluğa sürükleyen?