5

961 Kelimeler
Ruhumu bedenimden önce öldürebilseydim eğer; Binlerce kez yapardım. Sabah uyanınca, gece sevgili babacığımın aradığını görüp geri aradım. "Ne var?" "Bu kadar kibar olma Damla, alışkın değilim." diyerek alayla konuşan Hakan görmese de gözlerimi devirdim. "Ne diye arıyorsun oğlum her gün? Daha kaç gün oldu ki hemen başladın sorguya?" diyerek sinirle soludum. "Bu kez onun için aramadım, resmin gazeteye çıkmış. Engellemeye çalıştım ama ne de olsa zengin bir aileye mensupsun artık, yapamadım. Yani herkes Demir ailesinin yeni üyesini merak ediyor doğal olarak. Sinem’le resminizi çekmişler alışveriş yaparken." "Hayır ya!" diyerek bağırdım. Tekrar olmazdı. "Tamam bak sakin ol tamam mı, eğer o herif gelirse halledecekler." "Tamam." diyerek kapattım telefonu. Kâbuslarımdı o herif benim. Kayıp giden yıllarım, yaşanmamış çocukluğum... Tüm 'Ah'larımın yegâne sahibi. Eğer karşıma çıkarsa sağlam duramazdım ki ben, tekrar toparlanamazdım. Onun bana yaptıkları... Üvey de olsa 'baba' demiştim ben ona, bana sarıldığında sevinmiştim zamanında. Odama dalarak "Tüm gün seni beklemem okula gitmek için haberin olsun." diyen Rüzgar'a baktım, muhtemelen bembeyaz olmuş yüzümle. "Tamam, bekleme." "İyi misin?" "Sana ne be!" "Ha iyiymişsin sorun yok." diyerek alayla gülen Rüzgar odadan çıkarken "Hemen hazırlan." diye emir vermeyi de unutmadı tabi ki. Hazırlanırken kendi elimin vücuduma değmesi bile midemi bulandırmaya başlamıştı. Hah! Yine başlıyorduk işte... Ne kadar da güzel! Hakan'ın aramalarına cevap vermeyerek giyinip aşağı indim. Büyük bir ihtimalle şu an kuduruyor ve çok kötü sövüyordu bana kendileri, tabi sözde yurt dışında olduğu için çıkıp gelemiyordu da. "Hasta mısın sen?" diye soran Sinem'e "Yok bir şeyim." diyerek sofraya oturup kahvaltı yapmaya çalıştım. "Yesene kızım." diyen Rüzgar'a ters ters bakarak tekrardan sofraya döndüm. Mümkünse bir kaç gün erkeklerin sesini dahi duymak istemiyordum. "Kahvaltılıklara eziyetin bittiyse çıkalım mı?" diyen Sinem'e bakmadan masadan kalkıp dışarı çıkarak arabaya bindim. Okula giderken Rüzgar'ın bana sataşmalarına takmadan okula gelir gelmez arabadan inip sınıfa girdim. Ah, Selim'in yanına oturmak zorunda olmak bile bir eziyetti benim için. O çukurda bulamazdı o pislik beni, ne vardı da bu işe girmiştim ki? Tamam, o zaman ki işim şu ankinden çok çok kötüydü ama o herifin beni bulma ihtimali yoktu en azından. Onun adını tekrar duymak bile en başa döndürmüştü beni. Hakan'ın sokak ortasında bulduğu sefil Damla'ydım şu an. Selim'in yanıma oturup "Günaydın." demesiyle sıranın iyice kenarına kayarak kitabımı çıkartıp kafamı gömdüm. Bugün hiç bir erkek bana bulaşmazsa, kazasız belasız atlatabilmeyi ummaktan başka bir çarem yoktu şimdilik. "Damla, küs müyüz?" "Yok, değiliz. Sadece başım ağrıyor biraz." "Teneffüste bir ağrı kesici alalım sana revirden." diyen Selim'e bakmadan kafamı olumlu anlamda salladım. Ağrı kesici falan değil de uyuşturucu olsa ne iyi olurdu şu an. Derste beynimi kemiren şeyin matematik soruları olmasını çok isterdim şu an. Tek derdimin sınavlarım olmasını ya da hoşlandığım erkeğin başka bir kızdan hoşlandığını öğrenmeyi. Keşke bu kadar basit olsaydı benim hayatım da. Keşke üzüleceğim tek şey sonradan hatırladığımda gülüp geçeceğim hatıralarım olsa. Her gözümü kapattığımda "Seni sevmiyorum." diyen eski sevgilimin yüzünü görsem keşke, bana tecavüz eden üvey babamın yüzünü görmek yerine. "Damla?" diyerek beni dürten Selim'le çoktan teneffüs zilinin çaldığını anladım. "Ağrı kesici alacaktık." Önce Selim'in bana dokunan eline, sonra da yüzüne bakarak sakin kalmaya çalışıp "Ben alırım, git sen." diyerek çantadan telefonu çıkardım. Erkeklerin sesini duymazsam biraz daha rahat edebilirdim sanırım. Kulaklıkları kulağıma takıp müziği açarken "Neyin var?" diyen Rüzgar'ın sesini duysam da, duymazdan gelerek kafamı sıraya koydum. Bulamazdı o adam beni, bulmamalıydı. Bu kadar uğramışken ondan, bana yaptıklarından kurtulmak için... Bu sefer olmazdı. *** Eve gidince direk odaya attım kendimi, sanırım unutmanın en iyi yolu uyumaktı ve ben Hakan arayıp da "O şerefsizi yakaladık." diyene kadar uyanmak falan istemiyordum. Uykuya dalınca kabuslarımda bile rahat bırakmadı şerefsiz beni. Siz her gece rüya yerine kabus görmek için uyumak nasıl bir duygu bilir misiniz? Gözleriniz size ihanet edip de kapanmaya başlayana dek bilincinizi açık tutmaya çalışmak. Uyurken ‘Ne olur, bu kez de aynı şey olmasın.’ diye sayıklayarak uyumak. Umarım hiç öğrenmezsiniz... "Damla!" diyen bir sesle uyandığımda Rüzgar'ın yatağın yanında olduğunu gördüm, çok yakınımda. "Çık odadan." diye bağırıp yataktan fırlayınca, çatılmış kaşlarıyla hâlâ öylece bana bakıyordu Rüzgar. "Burası benim evim farkındasın değil mi?" "Ya çık dedim sana, başlarım evine de sana da oğlum. Çık dedim." diye avazım çıktığı kadar bağırdım bu kez. "Ne oluyor ya?" diyerek odaya dalan Sinem'e, Rüzgar'ı işaret ettim. "Çıkar şunu şuradan." "Suç bende zaten. Ne bok yemeye uyandırırsın ki, bırak kâbus görürken gebersin." diye söylenerek odadan çıkan Rüzgar'ın arkasından bana anlamsız bakışlar atan Sinem de çıktı. Büyük bir ihtimalle rutin sataşmalarımızdan biri sandığı için üstelememişti. Konunun kapanması iyi de olmuştu zaten benim açımdan, kimseye dert anlatacak durumda değildim çünkü. Biraz kendime geldikten sonra bir sigara yakıp, yatağın üzerine oturduktan sonra Hakan'ı aradım. "Ne yaptınız?" "Bulup konuştuk merak etme." "Sadece konuştunuz mu?" "Kendi yöntemlerimle evet, sadece konuştuk." Gülümsedim. Hakan'ın yöntemlerini çok iyi bilirdim. Ve o yöntemlerin, o şerefsizin üzerinde kullanıldığını bilmek müthiş bir mutluluk vermişti bana. "Tamam." diyerek kapattım telefonu. Kimseyle normal, uzun uzun muhabbet etmemiştim zaten şu ana kadar. Hakan bu yüzden yadırgamazdı hiçbir zaman beni. Otelde kadınlar "Ayol bu yüzsüz şeyin nesin beğeniyorlar?" deyip burun kıvırırlardı bana baktıklarında. Ben de bilmiyordum ne bulduklarını ya, neyse. Sigaram bitince odadan çıkıp, Rüzgar'ın odasına gittim. Kapıyı çalınca "Girme." diye Rüzgar'a gülümsemeden edemedim. Uyuz manyak. "Kapıda mı özür dileyeyim?" diyerek kapıyı aralayıp kafamı uzattım. "Özür dilemek için mi geldin?" diyen Rüzgar şaşırmış görünüyordu haliyle. "Evet." "Ha. Gel o zaman ya. Ayaklarıma kapanmadan olmaz." diyerek alayla gülen Rüzgar'a bakıp gülerken içeri girdim bir yandan da. "Ben, birden çok sinirlendim ya. Özür dilerim." "Bayağı kötü bir kâbustu anlaşılan." "Hayatımın özeti diyelim aslında." diyerek burukça gülümsedim. "Neyse, gerçekten özür dilerim. Sana öyle bağırmaya hakkım yoktu ne olursa olsun." "Hayatımın özeti derken?" diyerek dikkatle bana bakan Rüzgar'dan gözlerimi kaçırdım. "Uykum var benim, iyi geceler." Kapıdan çıkarken "Affedildin." diye seslenen Rüzgar'a dönmeden gülümsedim. Keşke bu kadar kolay olsaydı herkesi affetmek, yapılan yanlışları unutmak. Keşke bu kadar kolay olsaydı bir çırpıda silebilmek her şeyi. ‘Geçti.’ dediğimizde geçer miydi cidden? Geçmezdi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE