Herkes doğru söylerken, hayatımdaki tek yalancı oydu.
Ama ben yine de bir tek ona inandım...
"Damla Damla Damla." diyerek odama dalan Sinem'le gözlerimi açtım.
"Ne var ya?"
"Bugün davet varmış."
"Eee bana ne." diyerek gözlerimi geri kapattım.
"Sen de geleceksin ki."
"Kim demiş be." diyerek tek gözümü açtım zorla da olsa.
"Annem."
Ne işim vardı benim davetlerde falan yahu?
"Hadi ama kıyafet alacağız." diyen Sinem'le gözlerimi kocaman açtım. Onunla bir daha kıyafet falan almaya gitmezdim ben.
"Sen git ya ben alırım sonra."
"Ya merak etme annem beğenmiş, sadece giyinip bedenine bakacağız." diyen Sinem'le rahatlayıp yataktan kalktım. Ben kalkarken, o da kahvaltı için aşağı inmişti. Giyinmeden indim ben de. Nasılsa bizden başkası yoktu evde.
"Masanın üzerine yatıp uyuyacaksın herhalde." diyen Rüzgar'a baktım ters ters.
"Sana ne. Hayır yani, yap kahvaltını çek git. İster yatarım, ister yerim." diyerek sofraya oturdum.
"Formundasın bakıyorum." diyerek gülümsedi Rüzgar. "Ah tabi davette etek giyeceksin de çarpık bacakların ortaya çıkacak diye bu sinir değil mi?"
"Yaaa sorma." diyerek yalandan gülümseyip kahvaltı yapmaya başladım. Bacaklarım çarpık falan değildi benim, ama bunun için onunla tartışacak da değildim. Kime neydi benim vücut hatlarımdan?
Sinem hazırlanmaya giderken, ben de ağır ağır kahvaltımı yapmaya devam ettim.
"Dünkü halinin nedenini söylemek ister misin? Hani şu hayatının özeti?" diyerek tek kaşını kaldırmış bana bakan Rüzgar'a baktım.
"Zor zamanlar geçirdim diyelim. Pek de hoş anılar değil."
"Anlatmak istersen dinlerim."
"Sen de anlatmak istersen dinlerim." diyerek hazırlanmak için kalktım masadan.
"Neyi?"
"Bilmem, ne anlatmak istersen." deyip omuz silkerek yukarı çıkmaya başladım. Evet, onunla anlaşamıyor olabilirdim ama bir şekilde bir yerden başlamam gerekirdi. Üstelik bu tedavi işinin arkasında ne olduğunu da ciddi ciddi merak etmiyor değildim açıkçası.
Hazırlanıp aşağı indiğimde Sinem'in hâlâ ortalarda olmadığını görüp bağırmaya başladım.
"Benden yarım saat önce çıktın yukarı Sinem, hadi ama."
"Tabi sen güzelleşmeyeceğini bildiğin için makyaj yapma zahmetine girmedin değil mi? Bence de doğru karar." diyen Rüzgar'a tek kaşımı kaldırarak, alayla baktım. "Oğlum tüm müşteriler hastaydı bana." desem ne olurdu ki acaba?
"Makyaj yaparak dışarıdaki görüntü kirliliğine bir yenisini daha eklemek istemedim diyelim biz ona." derken Sinem ful makyajla aşağı indi.
"Git yüzünü yıka da gel lan. Bu ne hal? Gören de on altı değil yirmi altı sanır." diyerek yüzümü buruşturdum.
"Ya ama o eyerlinler için yarım saat uğraştım ki ben."
"Boşa uğramışsın. Uzay mekiğine benzemiş o, eyerlinler olma yolunu çoktan geçmiş." derken Rüzgar da alttan alttan gülüyordu. Tamam makyaj yap yap da dozunda yap arkadaşım, bu nedir Allasen?
"Ya of, sen ne anlarsın makyajdan?" deyip çekiştirerek evden çıkarttı beni Sinem. Şu halime bakılırsa anlamadığımı düşünmesi gayet normaldi, ama sevmiyordum ben. İşteyken yeterince fazla makyaj yapıyordum zaten. Erkeklere kendini beğendirme çabasından başka bir şey değildi bu. En fazla göz makyajı yapardım, başka da bir şeye gerek duymazdım zaten. Dudaklarım kendiliğinden dolgulu olduğu için herhangi bir şey sürdüğüm an tüm gözler bana döndüğünden rahatsız ediyordu beni.
Elbiseyi deneyince "Devamı nerede bunun?" diye sorduğumda Sinem ve satıcı kadın tip tip baktı yüzüme. Ne yani devamı yok muydu? Lan eteği yoktu elbisenin eteği!
"Görünüşe bakılırsa annem bu işi sana bırakmayarak en iyisini yapmış." diyen Sinem'e baktım. Haklıydı, ben olsam bu elbisenin satıldığı mağazanın önünden bile geçmezdim.
Arabaya geri binince ‘Nasıl gidiyor?’ yazan Hakan'a cevap olarak ‘Sanırım akşam ablan beni pazarlayacak.‘ yazarak yolladım. Ne? O elbisenin başka bir açıklaması olamazdı bence.
‘Davet varmış akşam. Baban olarak orada olacağım.’
‘Ulan bu karılar davette olmayan etekleriyle gezip, bir de bize mi laf ediyorlar?’ Ah... kesinlikle çok nazik(!) bir kızdım.
‘Çok ayıp Damla. Bence sen akşam ağzını bile açma.’ yazan mesaja baktım. Yemin ederim o elbiseyle adamlar bir köşede sıkıştırırdı beni. Eskortluk yaparken bile daha edepli(!) giyiniyordum ben be.
Akşam olunca eve gelen kuaför önce Sinem'in odasına uğrayıp, sonra benim yanıma geldi. Hey, hey, hey! Saçlarıma dokundurtmazdım ben.
"Saçlarımı ben yaparım." derken odaya gelen Sinem'in yüzündeki makyaja baktım. "Makyajı da ben yaparım, siz gidebilirsiniz." diyerek kuaförün tüm ısrarlarına rağmen yolladım onu.
"Ya ne güzel yapacaktı işte."
"Bence sen git yüzüne bir ton daha badana yap, hadi Sinemcim." diyerek onu da kovup saçlarımı yapmaya başladım. Uçlarından hafif kıvırıp bırakıyordum ki o elbiseyle kimsenin yüzüme dikkat edeceğini sanmıyorum zaten. Rimel ve göz kalemi sürerek "Ya Bismillah." diyerekten elbiseyi giyinmeye başladım. Yemin ederim eski iş yerinden biri görse "Ooo Damla eskortluğu bırakmış, odalara gidiyor." diyerek atardı beni odaya bu kıyafetle.
Giyinince, altına topuklu ayakkabıları da giyip el mahkûm indim aşağıya.
"Oha bu ne lan!" diyen Rüzgar'a yanaklarımı şişirerek baktım. Al İşte! Çok çirkin olmuştum.
"Elbise." diyerek merdivenleri inmeye devam ettim. Bu topuklularla yuvarlanırdım ben demedi demeyin.
"Hadi canım, devamı nerede bunun?" diyen Rüzgar'ın sesiyle birlikte gülerek Sinem de aşağı inmeye başladı.
"Damla da aynı soruyu sordu satıcıya." diyen Sinem'le birlikte Rüzgar şaşkınlıkla bana bakmaya başladı.
"Ne var?" diyerek kaşlarımı çattım.
"Bacakların çarpık değilmiş."
"Tabi ki de değil."
"Çarpık dediğim zaman hayır demedin."
"Ama kabul de etmedim. Seninle çarpık olmayan bacaklarımın münakaşasını yapacak değilim." diyerek dışarı çıktım.
"Annenler nerde?"
"Annemler otelde hazırlandılar. Malum, ev sahipleri." diyerek arabaya binen Sinem'in arkasından ben de bindim.
"Bu elbiseyle kesin sevgili bulursun kendine, hadi yine iyisin." diyerek arabaya binen Rüzgar'a bakarak gözlerimi devirdim. Mümkünse o erkekler hiç yanıma yaklaşmasındı benim.
Sinem de karşıma oturunca ona baktım göz ucuyla. O da benim elbiseme benzer bir elbise giymişti ama onda hem göğüs dekoltesi olmadığından, hem de eteği kabarık olduğundan daha şirin duruyordu. Benim elbise resmen... Ay tasvir edemeyeceğim...
Otele gelince tanıdık bir yer görmenin verdiği hisle yüzümü buruşturdum. Dışarıdan her ne kadar mükemmel bir otel olarak görünse de buranın içini bir biz bilirdik.
İçeri girerken bir kaç kişi bize dönmüştü.
"Vay bu ne güzellik." diyen biricik babacığım da o kişilere dahildi tabi ki. Güzel kız kokusunu yüz metre öteden alıyordu kendileri.
"Oğlum bak demedi deme bu elbise hayra alamet değil." diye fısıldadım Hakan'ın kulağına.
"Buradaki herkes öyle giyinmiş Damla." diyen Hakan'la etrafa göz gezdirdim.
"Bence hepsini gizliden pazarlıyorsunuz o zaman. Bu ne lan?" dememle kahkaha attı Hakan.
"Dayı, ay döndün demek." diyerek Hakan'a sarıldı Sinem. Sözde yurt dışından gelmişti babacığım tabi ki.
Rüzgar’sa soğuk maskesini yüzüne geçirmiş, aynı bakan gözleriyle etrafı inceliyordu. Neden böyleydi ki herkese karşı? Tamam, bana karşı da sıcak değildi ama laf sokmak amacıyla da olsa konuşuyordu sonuç olarak.
Sinem yanımızdan ayrılınca "Nasıl gidiyor?" diyen Hakan'a döndüm.
"En azından konuşuyoruz." diyerek dudak büktüm. Rüzgar’la konuşuyor olmak bile bir şeydi bence.
"Aferin." diyerek hafifçe sırtıma vuran Hakan'a bakıp gülümsedim.
"Söylesene neden istemiyor tedaviyi? Ne bu gizem?" diyerek Hakan'a baktım.
"Gizem falan yok. Neden istemediğini biz de bilmiyoruz. Tek bildiğim her şeyin o yangından sonra olduğu."
"Hangi yangın?"
"Ebenin yangını Damla. Ne yapacaksın nasıl olduğunu? Yangının nedenini mi bulacaksın? Olay Yeri İnceleme ekibi misin sen? Sadece işine odaklan." diyerek yanımdan ayrıldı Hakan. Aman be! Bana neydi sahi?
"Ooo bir güzellik gördüm sanki." diyerek yanıma yaklaşan çocukla etrafıma baktım. Bana mı diyordu o?
"Pardon?"
"Dans diyorum. Etmek ister misin?"
"Hiç gerek yok." diyerek yalandan gülüp otelin terasına attım kendimi. Ne zaman bitecekti acaba şu davet denen saçmalık?
"Eğlenceden sıkılan bir kız. Hayret!" diyen tanıdık sesin sahibine döndüm.
"Kız olmadığımı düşündüğünü sanıyordum." diyerek gülümsedim.
"O, bu elbiseyi giyinmeden önceydi."
"Bundan sonra hep giyerim demeyi çok isterdim ama elbise benlik değil, şansına küs." deyip dudak büzerek Rüzgar'a baktım.
Bir süre sessizlikten sonra "Tam burada karar verdim yürümemeye." diyerek karşıya doğru bakan Rüzgar'a baktım şaşkınlıkla.
"Zorla çekip çıkarttılar beni buradan. Zorla aldılar. Belki buraya koşmak yerine geri dönsem kurtarırdım onu. Ya da o zamanlar da yürüyemesem, ben de çıkamazdım. Onunla birlikte ölürdüm en azından, bu kadar acı çekmezdim."
"Kiminle?"
"Boş ver." diyerek içeri gireceği sırada, “Kimseye anlatmadım bunu." diyen Rüzgar'ın arkasından "Ben de anlatmam." diye seslendim. Kimdi birlikte ölmek istediği? Anlatırken bile gözlerinde aynı acıyı yaşamasına sebep olacak kadar kimi sevmişti ki?
Rüzgar'ın peşinden içeri girince bir çok kişinin dans ettiğini görüp bir köşede durdum.
"Selam." diyerek yanıma yaklaşan çocuğa çevirdim bakışlarımı.
"Selam."
"Dans etmek ister misin?"
"Hayır." diyerek tekrardan dans eden kalabalığa çevirdim gözlerimi. Herhangi bir erkeğin bana dokunmasını istemiyordum, kolay atlatılmıyordu yaşadığım şeyler çünkü. İşimi yaparken mecburen dokunuyordum erkeklere tamam ama, mecbur olmadığım sürece benden uzak dursalar iyi olurdu. Ki erkeklere dokunduğum zaman genelde uyuşturucu almış ya da fazla içmiş olurdum.
Çocuk tekrar ağzını açmıştı ki "Sıkıldın mı?" diyerek yanıma gelen Rüzgar'a bakarak kafamı salladım. Hem de nasıl sıkılmıştım.
"Hadi gidelim o zaman." diyerek tekerlekli sandalyesini ilerleten Rüzgar'ın arkasından koştum.
"İyi de nasıl izin alacağız?"
"İzin alacağımızı kim söyledi?" dediği sırada "Nereye?" diyen Kader hanım kesti önümüzü.
"Gidiyoruz."
"Ama daha-" derken Rüzgar "Hadi çabuk ol." diyerek bana bakıp çıktı oradan. Kadar hanım gülümseyince ben de Rüzgar’ın peşinden çıkıp kapının önündeki arabaya bindim.
"Söylesene hangi akla hizmet aldın bu elbiseyi? Hayır elbise de değil bu, elbise olması için bir eteği olması gerek." diyerek üzerindeki ceketi çıkartıp bacaklarıma örten Rüzgar'a bakıp güldüm.
"Ben almadım. Bence de buna elbise demek, elbiselere hakaret." deyince o da güldü.
"Normalde elbiseyi savunman gerekirdi."
"Ama olmayan bir şeyi savunamam." diyerek omuz silktim.
"Kız olduğuna eminsin değil mi?"
"Bilmem. Kızımdır herhalde." deyince ikimiz de güldük. Rüzgar’ın bana ilk içten gülüşüydü bu. Ve asla son olmayacaktı.
Araba durup da evden içeri girince direk odaya attım kendimi. Topuklu ayakkabı iğrenç bir şeydi gerçekten. O kadınlar bu ayakkabılarla nasıl ayakta duruyorlardı tüm gün acaba?
Kendimi yatağa atar atmaz gözlerim kapanmaya başlarken, Rüzgar'ın açtığı müzik sesi geldi kulağıma. Bu gün anlattıkları çok garip, hüzünlü, ama bir o kadar da güzeldi. Bana bir şeyler anlatmaya başlamıştı sonunda.
Gözlerimi otelde terasta açarken, şaşkınca etrafıma bakındım. Ne işim vardı burada benim? Şaşkınca içeriye bakarken Rüzgar geldi birden karşıma. "İçeri koş." diye bağıran Rüzgar'ın talimatını beklermiş gibi içeri koştu ayaklarım. İçeri girince her tarafın alevler içinde kaldığını gördüm. Kimse yoktu içeride. Tekrar Rüzgar'ın sesini duyunca, ona doğru döndüm. "Yardım et ona." Rüzgar ayaktaydı bu kez. Tekrar bağırdı. "Ona yardım et, ben iyiyim, asıl onu kurtar."
Rüzgar'ın ayağa kalkmasının şokunu atlatamamışken, tekrar terasa koşunca Rüzgar'ın yine tekerlekli sandalyede olduğunu gördüm, ağlıyordu.
"Neden kurtarmadın onu?"
"Kimden bahsediyorsun Rüzgar? Sendin o, buradasın işte."
"Kurtar onu."
Tekrardan içeri girip etrafa bakındım.
"Onu kurtar. Beynini kurtar benden." diyen Rüzgar'a doğru koşarken yanan tahtalardan biri üzerine düştü.
"Rüzgar!" diye bağırarak uyanırken, karşımda bana bakan Rüzgar'ın endişeli gözlerini gördüm.
"İyi misin?"
Kafamı olumsuz anlamda iki yana sallarken, gözlerimi bir kaç kere kırpıştırıp karşımdaki Rüzgar'ın gerçekliğini kendime kanıtlamaya çalıştım.
"Doğru söyle, rüyanda beni testereyle kesip pişman oldun değil mi?" diyerek gülen Rüzgar'a baktım.
"Hmm, evet. Tam da ikiye ayrılırken uyandım. En güzel yeriydi halbuki." diyerek alayla dudak büzdüm.
"İyisin değil mi? Anlatmak istersen dinlerim."
"Çok karışık bir rüyaydı. Aslına bakarsan senden iki tane olduğu için kâbustu." diyerek zoraki gülümsedim.
"İki tane mi?" diyerek kaşlarını çattı.
"Evet. İkisi de diğerini kurtarmam için bağırıyordu her yer yanarken. Sanırım anlattıkların kaldı aklımda." diyerek yatakta doğruldum.
"Galiba öyle. Hadi uyu sen." diyerek odadan çıkan Rüzgar'ın arkasından baktım. Nasıl uyuyacaktım ki o kâbustan sonra? Pencereyi açarak karşısına geçip, sigara yaktım. Bu gün sigara içmemiştim, sanırım o başıma vurmuştu. Bu kadar saçma bir kâbusun başka bir açıklaması olamazdı çünkü.
***
Sabah kalkınca başımın çatladığını fark edip geri kapattım gözlerimi. O rüyadan ve onca sigaradan sonra uyanmam bile mucizeydi bana göre.
"Ay hadi Damla ya, n’olur bir gün saatinde uyan artık." diye kapıdan seslenen Sinem, gözlerimi açtığını görünce odadan çıkıp aşağı indi. Sabahın köründe bir bende mi enerji yoktu acaba?
Hazırlanıp da kahvaltıya inince, ben gidene kadar ikisini de çoktan başladığını gördüm. Hâlâ Rüzgar'ı görünce bir garip oluyordu içim. Rüya da olsa gözümün önünde üzerine koskoca tahta düşmüştü sonuçta.
"İyi misin?" diyen Sinem'le, Rüzgar'a baktığımı fark ettim.
Rüzgar'dan gözlerimi çekerek "İyiyim." deyip başladım kahvaltıya.
Rüzgar hiçbir şey demezken, kahvaltımızı bitirip çıktık evden. Onun sessizliği de bir başka garip geliyordu bana.
Okula gelince sınıfa girip, sıraya oturdum direk.
"Günaydın." diyerek yanıma oturan Selim'e bakmadan kafamı sallayıp kitabımı çıkarmaya başladım.
"Küs müyüz?"
"Yo, ne alakası var?"
"Bilmem. Bana öyle geldi."
"Neyse." diyerek omuz silktim. Onun ne düşündüğü, ya da günün birilerine ayıp aymaması umurumda değildi. Asla şen şakrak cici kızlardan olmamıştım ben.
"Bu soğukluğun herkese özel olduğu için üzerime alınmıyorum." diyerek gülümsedi Selim.
"Tek tek herkese özel davranışlarım yok benim. Alınmana da gerek yok o yüzden."
"Çok merak ediyorum, küçükken de böyle suratsız suratsız mı oynuyordun arkadaşlarınla?" diyen Selim'e tek kaşımı kaldırarak baktım. Hiç bir zaman çok mutlu bir çocuk olmamıştım ben. Babam ölüp de üvey babam eve gelince daha da beter olmuştu çocukluğum. Babam nasıl bir insandı, bana nasıl davranırdı hatırlamasam da, en azından beni taciz etmezdi diyerek onu istedim ben.
Hiç çocuk olmamıştım zaten. Çıkıp arkadaşlarıma sek sek oynamamıştım hiç. Anneme aşağıdan hiç seslenmemiştim “Acıktım.” diye. Lunapark nedir hiç görmemiştim mesela. Dışarıdan ışıl ışıl görünen bir yeri görmek de istememiştim sonradan. Benim çalıştığım yer de dışarıdan ışıl ışıldı ama içerisi küçük bir cehennemdi bizim için çünkü.
"Onun yerine çocuk oldun mu diye sorman lazım bence."
"Herkes çocuk olur. Çocuk olmadan büyümez ki insan." diyen Selim'e alayla baktım.
"İnsan çocuk olmadan mezara girer Selim. Senin gibi zengin bebeleri anlamaz, o ayrı."
Bir süre susan Selim, hocanın gelmesiyle derse döndü. Ona zengin bebesi dediğim için pişman değildim, öyleydi çünkü. Hayatta yaşanan acıları internetten okuyup, bir iki sayfada acıklı mesaj yazarak paylaşan, ama o acıların "A" sı hakkında bir bilgisi olmayan zengin bebesiydi.
Teneffüs zili çalınca oturduğum yerden hiç kalkmayarak, kulaklığı çantamdan çıkardım. Selim yanımdan kalkarken, "Zengin bebesi ha!" diye alayla bana bakan Rüzgar'a dönüp dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Herkes için söylememiştim ben onu."
"Yoo, hoşuma gitti. Ben de zengin bebesiyim sonuçta." diyerek gülen Rüzgar'a bakıp gülümseyerek kulaklıkları kulağıma taktım. Anlattığı şeylere bakılırsa o da bir şekilde tanışmıştı acıyla ama yine de zengin bebesi konusunda haklıydı. Bizim yaptığımız pis işler sayesinde dört dörtlük hayat yaşıyorlardı.
"Ama sana da bir lakap bulmak lazım." diyen Rüzgar'la daha şarkıyı açamadan ona bakakaldım.
"Sen bulur musun? Yoksa bu zevki bana mı bırakırsın?" diyen Rüzgar'a gözlerimi kısarak baktım.
"Bana bak. Erkek Fatma falan dersen seni lime lime ederim." Neredeyse tüm hayatım boyunca herkes öyle demişti bana etek giyip, makyaj yapmadığım için. Bir kişi daha derse gebertirdim yemin ederim.
Müziği açıp, sesini ayarladığım sırada "Tamam, biz de prenses deriz." diyen Rüzgar'ın sesini duyup şaşkınca ona baktım. Prenses neydi Allah aşkına? Benden olsa olsa kül kedisi olurdu, asla prensini bulamayıp hep kül kedisi kalan versiyonundan.
Okuldan derin bir nefes alarak çıkarken, hâlâ Rüzgar bana prenses demeye devam ediyordu.
"Rüzgar, yemin ederim bir daha zengin bile demem sana. Ne olur prenses deme artık." diyerek arabaya bindim.
"Ben anlamam. Hem yakıştı ya öyle deme." diyerek sırıtarak Rüzgar da bindi arabaya. Sinem de alttan alttan gülerek arabaya binince yola çıktık.
"Prenses hanım benimle alışverişe gelir miydiniz acaba?" diyen Sinem'e sinirle baktım.
"Sen de mi ya?"
"Ay ne var kız? Keşke birileri de bana bücür demek yerine prenses dese." diyerek ters ters Rüzgar'a baktı Sinem.
"Yalnız, kendini çok pis ele verdin Sinemcim farkında mısın?" deyip gülünce, gözlerini kocaman açarak bana baktı.
"Hayır ya. Demezsin değil mi Damla. Demezsin, bir tanesin sen ya."
"Damla dediğin sürece sorun yok bence." diyerek sinsice gülümsedim.
"Ay demem. Vallahi de p harfini bile çıkartırım alfabemden." diyen Sinem'e bakıp kahkaha attım. Rüzgar, kim neye sinir oluyorsa o ismi söylüyordu anlaşılan karşısındakine. Eee ne de olsa uyuz etmek onun işiydi değil mi ama?
"Geliyor musun?" diyen Sinem'e baktım dehşetle. Asla gitmezdim alışverişe falan.
"Yok canım ya. Git sen. Zaten alışveriş yaparken beni kaçırsalar da fark etmeyeceğin için sorun olmaz bence."
"Damla bir ara seni doktora götürelim bence. Hormonlarında bozukluk olabilir. Alışverişi sevmeyen kız mı olur?" diyerek lafını sokup sohbete dahil olan Rüzgar'a döndüm.
"Bence sen de benimle gel. Hazır gitmişken sana da baktıralım."
"O neden?"
"Hafif bir mallık var sende. Bakalım belki çözümü vardır. Allah büyük." diyerek gülerken "Olur tabi prenses." diyen Rüzgar'la gülümsemem sinirli bir hâl aldı.
"Bak ya." diyerek, duran arabadan sinirle inip eve girdim. Aslında prenses güzel bir kelimeydi kabul, ama babamdan hatırladığım tek şey bana prensesim demesiydi. Pembe pembe tüllü etekler giyer, kendimi prenses ilan ederdim evin içinde, prensimse babam olurdu tabi ki. Prensim öldüğünde vazgeçtim ben prenses olmaktan. O zaman bıraktım etek giymeyi, o zaman bıraktım gülmeyi ben. Babamla birlikte kefenleyip, toprağın altına gömdüm tüllü eteğimi, içten gülümsememle birlikte.
"Prenses olmak, zengin züppeliğinden daha iyi yalnız." diyerek peşimden gelen Rüzgar'a döndüm.
"Ya prensin çoktan ölmüşse? O zaman prenses olmanın ne önemi kalır ki?"
Rüzgar önce şaşkın şaşkın bakıp, daha sonra kendini toparlayarak gülümsedi.
"Yeni bir prens bulursun kendine. Bu tiple de kimse almaz seni ama, Allah büyük." diyerek benim lafımı bana iade edip asansöre yöneldi.
"Hah tipsiz!" diye söylenerek merdivenleri çıkmaya başladım bende. Beni alacak bir prens istemiyordum ki ben. Babamı istiyordum, çocukluğumu...
Sevgili yerine çocukluğumu verselerdi ya bana. Parka gidip, tek derdi salıncağı kapmak olan o güzel günlerimi..
Odama girince üzerimdekilerden kurtulup, bir sigara yaktım. Rüzgar ve Sinem hariç kimse dalmazdı ne de olsa odama ve Rüzgar uyurken de beni gördüğü için bu halimle de pek umursamazdı diye düşünüyorum. Yine bir tarafıma bahane bulup, lafını da sokarak giderdi beyefendi.
Sigarayı bitirdikten sonra camın dışındaki saksıya söndürüp içeri girdim. Çiçek de vitamin alsındı azıcık canım...