Bana bakmaya devam ederlerken, halam bir feryat bırakıp olduğu yerde bayıldı. Kenan bey hemen hemşirelere seslendi. İki hemşire geldi hemen. Bende aceleyle yanlarına vardım. Bir yandan ağlıyor bir yandan da kalkması, onun da beni bu hayatta tek başıma bırakmaması için laflar ediyordum. Az sonra bir hasta bakıcı sedye ile beraber gelince Kenan beyin de yardımıyla halamı kaldırıp, sedyeye yatırdılar. Hızla yoğun bakıma götürdüler. O sırada yanıma gelen Nergis hanıma sarılarak, şiddetli bir şekilde ağlamaya başladım. Nergis hanımda bir yandan saçlarımı okşuyor, bir yandan ağlıyor, bir yandan da sürekli bir şeyler mırıldanıyordu. Bir süre daha o şekilde ağlayıp, yavaşça durulmaya başladım. Hıçkırıklarım, sesli iç çekmelere dönmüştü. Gözlerimden halen usulca yaşlar akıp, yanaklarımı ıslatırken, halamın da benden gitmemesi için dualar etmeye başladım. Şu anda hayatımdaki tek dayanağım oydu benim. Eğer o da beni bırakıp giderse… Hayır hayır düşüncesini bile aklımdan geçirmemeye çalışıyordum. Hale yavaş adımlarla yanıma gelip oturdu ve bana bir su şişesi uzattı. Elime alıp kapağını açmak için uğraşmaya başladım ama açılmıyordu. Bir kaç denemeden sonra aşamayacağımı anlayıp yeniden hıçkırarak ağlamaya başladım. Kenan bey hemen yanıma geldi.
“ Ver kızım ben açarım. “
Hiç bir şey söylemeden ağlamaya devam ederek, şişeyi ona uzattım. Eline aldığında kolayca açıp bana geri verdi. Hiç gücüm kalmamıştı. Bir kaç yudum su içip şişeyi Hale’ye geri uzattım.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama doktorun yanımıza doğru gelmesiyle oturduğum yerden hala kalktım. Yanımıza gelip durdu. Yere bakıyordu. Derin bir nefes alıp başını kaldırdı.
“ Biz elimizden geleni yaptık ama, maalesef geçirdiği kalp krizi sonucu hastayı kaybettik. Başınız sağolsun. “
Doktor susunca diğerlerine baktım. Nergis hanım ve Hale birbirlerine sarılmış ağlıyorlar, Kenan bey ise ellerini yüzüne kapatmış öylece duruyordu. İçimden yükselen yangınla derinden bir feryat kopardım. Yere dizlerimin üzerine düştüm. Ellerimi yere vurarak, bir yandan da, saçlarımı çekiştirerek ağlamaya başladım. Anında yanıma gelmiş, ellerimi tutmaya çalışıyorlardı. Ama izin vermiyordum. Güç bela kollarını tuttuklarında, derime batan iğneyle ne olduğunu anlamadan gözlerim yeniden karardı.
Bu sefer rüyamda yem yeşil kırlar, güzel kokular, annem ya da babam yoktu. Kocaman bir karanlık ve boşluk vardı. Tıpkı bir günde, hayatımın insanı olan iki kişiyi birden kaybetmenin içimde yarattığı o inanılmaz boşluk gibi. Hiç bir yere ait olmadığım gerçeğini bu karanlık ve boşluk bana tekrar tekrar hatırlatıyor gibiydi.
Gözlerimi açtığımda yeniden beyaz tavanla bakıştım. Ağzım kupkuru olmuş, yutkunmayı bile beceremiyordum. Kafamı sağa çevirdiğimde, Nergis hanım sessizce göz yaşlarını dökmeye devam ediyordu. Boğazımdaki kuruluk ve o kadar ağlamamın da etkisiyle, fısıltıdan farksız bir şekilde su diye mırıldandım. Ama sesimi kendim bile duyamamıştım. Kendimi biraz daha toparladım ve yeniden bu sefer biraz daha yüksek sesle su dedim. Nergis hanım anında bana bakarak ayaklandı.
“ Ah güzel kızım uyandın mı? Dur hemen veriyorum suyunu. Kalkmama yardım edeyim. Hah al bakalım iç suyunu. “
Su bardağını ağzıma doğru yaklaştırıp içmeme yardım etti. Zaten su bardağını elime verseydi büyük ihtimalle tutamaz düşürürdüm. Gücüm resmen vücudumdan çekilmiş gibi hissediyordum.
“ Kenan ve Hale cenaze işlemlerini halletmek için gittiler. Yarın defnederiz. Tabii sende istersen. Eğer kendini iyi hissetmiyorsan bir gün daha kalalım burada, sonraki gün yaparız. “
“ Yok bir kaç saate toparlanırım ben. Onlar zaten gittiler bu dünyadan. Bedenlerini bir gün daha tutsak geri mi gelecekler? Sadece babamı ve halamı son bir kez görmek istiyorum. “
Gözlerimden yeniden yaşlar süzülmeye başlarken, Nergis hanımda ağlayarak bana sarıldı. Bende bu sefer sarıldım. Ne kadar bana yalan söylemiş, kandırmışta olsalar, destek olmaya çalışmışlardı. Bir an olsun bırakmamışlardı beni. Bir süre o şekilde kaldık. Ayrıldığımızda yavaşça yeniden yatağa uzandım. Gözlerim ağlamaktan yanıyordu ama yine de yaşlar usul usul süzülmeye devam ediyordu. Sesli ağlayacak halim bile kalmamıştı. Gözlerim yeniden kapattım. Biraz uyumak iyi gelebilirdi. Belki bir rüya görmüş olurdum. Uyandığımda ne babam ne de halam ölmemiş olurdu. İçimden bu olanların bir rüya olmasının duasını ederek kendimi usul usul, uykunun kollarına bıraktım.
Bir takım sesler duyarak, rahatsızca yerimde kımıldandım. Zihnim yavaştan berraklaşırken, konuşma sesleri daha rahat kulağıma gelmeye başladı. Gözlerimi açtığımda, Kenan bey telefonla konuşuyor, cenazelerle ilgili bir şeyler söylüyordu. Bir kaç kere gözlerimi kırpıştırdım. Yattığım yerden doğruldum. Anında Nergis hanım yanıma geldi.
“ Kızım uyandın mı? Nasılsın? “
“ Daha iyiyim, siz cenazeler için mi konuşuyorsunuz? “
“ Evet kızım. Ayarlamaları yaptım. Sen kendine biraz gel, babanla halanı görmeye gidelim. Şimdi ben bir hemşire çağırıp serumu çıkartmalarını isteyeyim. “
“ Ben iyiyim lütfen hemen gidelim. Babamı görmek istiyorum, ona sarılmak, son kez kokusunu içime çekmek. Lütfen hemen gidelim! “
Kenan bey gözlerini hızla silip, başını sallayarak beni onayladı. Ardından odadan çıktı. Az sonra yanında bir hemşireyle içeriye girdi. Hemşire serumu kolumdan çıkardı. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp yavaşça ayaklandım. Başım bir an döner gibi olsa da anında kendimi toparladım. Nergis hanım bana doğru bir kaç adım atıp, koluma girdi. Odadan çıkıp asansöre bindik ve morga gitmek için en alt katın düğmesine bastık. Asansör durunca indik. Bizi bir morg görevlisi karşıladı. Sessizce onu takip ettik. Bir odanın önünde durdu ve kapıyı açıp kenara çekildi. İçeri girdiğimde soğukluk bedenimde ani bir titremeye sebep oldu. Dolaplardan birini açıp öne çekti. Yavaşça yüzünü açtı. Nergis hanımın kolundan çıkıp babamın yanına gittim. Yüzü bembeyaz olmuş, dudakları hafif morarmıştı. Ama yüzünde hafiften bir tebessüm vardı. Gözlerim dolmaya başlarken babama sarıldım. Kokusu gitmişti. O güzelim baba kokusu yoktu artık. Bedeni de buz gibiydi. Bir müddet o şekilde kalıp ağladım. Ardından görevlinin açtığı diğer dolaba ilerledim. Halama da sarılırken ağlamalarım devam ediyordu. Bir birlerini çok severlerdi. Hep halam, sen benden önce ölme, derdi babama. Babam da aynı şekilde halama. İkiside birer saat arayla ölmüştü. Umarım gittikleri yerde halam babama çok kızmaz diye içimden geçirdim bir an. Halamın tatlı söylenmelerini, kızmalarını çok severdi babam. Nergis hanım yanıma gelerek beni halamdan ayırdı. Ağlamalarım devam ediyordu. Birazdan kefenlenecekler, bir daha yüzlerini göremeyecektim. İstemeye istemeye uzaklaştım onlardan. Morgdan çıkıp hastanenin bahçesine gittik. Ağlamaya devam ettim. Sonrası çok hızlı oldu. Bir kaç saatin ardından, arabalara binerek mezarlığa gittik. Çoktan iki yer yan yana kazılmıştı bile. Tanıdık tanımadık, dost, komşu duyanlar gelmişti. Bir cenaze arabası yaklaştı, erkekler hemen yanına koştu. İki tabut omuzlara alınarak kazılan yere getirildi. Hoca dua etmeye başlarken kazılan yerlere bedenleri konuldu. Tahtalar yerleştirildi ve bir kaç kürekle toprak atılmaya başlandı. Elime küreklerden birini alıp ağlamaya devam ederken, bende toprak atmaya başladım. Üzerimdeki gelinlik hala daha duruyordu. İnsanlar bir yandan da benim halime acıyordu. Güya en mutlu günümde, babamı ve halamı kaybetmiştim. Belki benim değil ama babam ve halamın kefeni olmuştu, bu gelinlik. Gömülme işlemleri de bitince bu kez de mezarlarına sarılarak ağlamaya devam ettim. Zar zor mezarlardan ayırıp arabaya bindirdiler. Kenan beyin mevlitlerin kendi evinde yapılacağını söylediğini işittim. Bir an varlıklarına teşekkür ettim içimden. Ya tek başıma olsaydım. Destek olanım olmasaydı ne yapardım bir başıma. Ardından koltukta geriye yaslanarak gözlerimi kapattım. Ölüm. O kadar ani bir şeydi ki, insana bir dakika sonrasının garantisi olmadığını hatırlatıyordu. Ölene değil de bence, arkasında kalana, çok zordu hayat. Belki ölen kişi de öleceğini anladığında, telaşlanıyordur arkasında kalanlar için ama savaşan hep yaşayanlar oluyordu. Ölenleri unutmaya çalışan, bazen sığınacak kimsesi olmayan, hayatları boyunca bir yanları hep buruk olan. Ölen ölüyordu ama arkasında kalanların da pek yaşadığı söylenemezdi.